Ulus Devlet ve Çifte Vatandaşlık

Mehmet Doğan

Almanya'daki son vatandaşlık yasa formunun içeriği yasanın göçmenlere getirileri-götürüleri, çifte vatandaşlık ve Merve Kavakçı tartışmasının Almanya'ya yansıması

Günümüz dünyası, ulusal ve uluslararası ölçeklerde, birbirleriyle çelişkili iki süreci aynı anda yaşamaktan kaynaklanan tartışmalara sahne oluyor. Ulus-devlet olgusu köklü sarsıntılar geçiriyor. Bir yandan ulus-devlet modelinin meşruluğu aşınma sürecine girerken, diğer yanda etnik temelli milliyetçilik dalgasının siyasal etkileri dünya ölçeğinde artarak hissediliyor.

Almanya ölçeğinde olduğu gibi ulus-devlette yaşanmakta oları kriz; farklı yaşam pratikleriyle varlığını duyuran etnik ve kültürel gruplar, ulus-devlete özgü anlayışın kırılmasına ve kültürel farklılıklara zoraki "duyarlı" ve "saygılı" bir açılımı zorunlu hale getiriyor. 1789 Fransız devrimiyle şekillenen ulus-devlet anlayışı; Garaudy'nın tarifiyle, Avrupa'ya özgü bir kategori olup ve bugün dünyada ulus devlet adı verilen olgunun, Avrupa sömürgeciliğinin bir ihraç ürünü olduğu daha belirgin olarak karşımızda duruyor.

Almanya'da Ulus Kavramı

Alman Ulus Devleti 19. Yüzyılda, ortak politik ülkülere dayanarak kurulan ve devletçiklerden oluşan ülkelerin, dil, din ve tarih temelinde bir araya gelip birleşmeleriyle ortaya çıkmıştır. Alman siyasi birliğinin aidiyetle ilgili ağır basan kriterini, aynı köken ve kültüre dayanma ve etnik ortak noktalar oluşturmaktadır.

Tarihsel olarak Fransız devriminden sonra gelişen, bilhassa Almanya'da Johann Gottlieb FICHTE'nin 'Alman Ulusuna Söylevi'nde ileri sürdüğü bir çok fikirler. Alman nasyonalizminin felsefi temelini kuvvetlendirmiştir.

Ulus-devletin en önemli özelliklerinden biri kuşkusuz, etnik bir grubun egemenliğini esas alan üniter bir yapıda olmasıdır. Egemen etnik grup, ulusal sınırlar içerisinde varolan diğer etnik grupların sosyo-kültürel varlığım dikkate almadan kendi dil ve kültürünü, okul, bürokrasi, kışla ve benzer sivil ve resmi kurumlar aracılığıyla diğerlerine dayatmaktadır. Bu dayatma ulusal devletin tek bayrak, tek dil ve tek ulusal kültür anlayışında kendini gösteriyor. Nitekim bugün diğerlerini eriterek uluslararası kapitalizme eklemleyen özellikleriyle, etnik azınlıklar sorunu olmayan bir tek ulus-devlet gösterilemez!

İstatistiklere göre dünyada 184 bağımsız ulus-devlet bünyesinde 600 civarında hayatını devam ettiren dil grubu ve 5.000 etnik grup barınmaktadır. Bu çeşitlilik ulus-devlet için ülke içinde ve uluslararası platformda önemli bir dizi sorunları da beraberinde getirmektedir. Azınlıkların dil hakları, bölgesel özerklik, siyasi temsil, müfredat, göç ve göç edilen ülkenin vatandaşlığına kabul, politik istemler, hatta resmi tatiller ve kültürel semboller gibi istekler ve beklentiler bulunmaktadır.

Ulus-devlet ve batılı veya batılılaşma ideali olan siyaset geleneği, bu meseleyi farklılıklara saygı temelinin aksine tarihsel olarak farklılıkları yok sayma saplantısından bir türlü kurtulamıyor. Örneğin, Almanya; ideal bir homojen yapı yaratmak için tarih boyunca kültürel farklılıklara ilişkin politikasını Alman Birliği ülküsü çerçevesinde Nazi Almanyası'nda uygulamıştı. Hatırlanacağı üzere Yahudi azınlık 1933-1945 yılları arasında sürgün, etnik temizlik, soykırım yoluyla fiziksel olarak ortadan kaldırılmak istenmişti. Öte yandan yüzyılın başında Polonya'dan Almanya'ya sanayi işçisi olarak gelen milyonlarca Polonyalı asimile edildiler. Bugün için kültürel ve hafıza olarak benliğini unutan milyonlarca göçmen Polonyalı Almanya'nın kuzey bölgelerinde yaşamaktadır. Geçmişte ve günümüzde Almanya'da göç nedeniyle oluşan etnik farklılıklar, Almanya hükümeti ve halkı tarafından bir türlü kabul edilmek istenmemektedir. Mölln, Solingen, Rostock gibi kentlerde mülteci ve göçmenlere yönelik şiddet, taciz gibi ırkçı saldırılar ve katliamlar bunun en bariz örneğini oluşturmaktadır. Farklı kültürlerden gelen göçmenlerin Almanya'da kendisini dünyanın efendisi gören kibirli bir ulusun toplumsal yapısı içerisinde emin hissetmesi, o sosyal yapı içerisinde temel hak ve özgürlüklerden nasiplenmesi prensip olarak güçtür. Bunun somut ve pratik örneği son zamanlarda çifte vatandaşlık tartışmalarında görülmüştür. Alman kökenli olmayanların vatandaşlığa kabul edilme yasa tasarısı bunun aktüel bir örneğidir.

Ayrımcılığın Adi: Yabancılar Yasası

Almanya'daki göçmenler (Türkiyeliler) ''yabancılar kanununa" tabidirler. Yabancılar kanunu ise ayrımcı bir niteliğin yasallaşmış bir metnidir. Göçmenlerin temel hak ve özgürlükleri, yabancılar yasası adı altında sınırlandırılmıştır. Vergilerini veren göçmenler, yabancılar yasasının sınırlaması ve kısıtlaması neticesinde sosyo-kültürel, sosyo-politik toplumsal haklardan mahrum bırakılmaktadırlar. Bugün Almanya'da 50 bin civarında Türk işadamı, 300 bin civarında insana iş istihdamı sağlamaktadır. Alman liselerinde /Gymnasium okuyan Türkiyeli öğrenci sayısı 100 bin rakamının üzerinde olup, 30 bin civarında Üniversite öğrencisi bulunmaktadır. Binlerce Üniversite mezunu doktor, mühendis, siyaset bilimci, avukat... gibi toplumun öncülerinin, yabancılar yasası çerçevesinde seçme-seçilme haklan dahi bulunmamaktadır.

Alman vatandaşlığına geçmek isteyen göçmenlerin genel kanaati; yabancılar yasası engelini aşmak, hukuksal ayrımcılığa en etkin çözüm yolu olarak vatandaşlığı görmektedirler. Toplumda söz sahibi olmak için, Alman vatandaşlığına geçmekten başka bir çare göremeyen göçmenler, son yıllarda Alman vatandaşlığına geçmeye avantaj olarak bakmaktadır. Bugüne dek, Alman vatandaşlığına geçen Türk vatandaşlarının 300 bin civarında olduğu bilinmektedir. Son dönem de gerek yerel yönetim ve Eyalet parlamentosunda, gerekse Federal Parlamentomda milletvekili ve yönetici Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının sayısında oldukça artış kaydedilmiştir. Bu durum son seçimlerde Almanya çapında 160 bin Türkiye kökenli Alman vatandaşının oy kullanmasıyla siyasi partiler üzerinde etkinlikleri ve ağırlıklarını hissettirmiştir. Birçok siyasi parti, Türkiye kökenli adayları, partilerinden milletvekili adayı gösterme girişiminde bulunmuştur.

Alman vatandaşlığına teşvik, Almanya'daki sivil toplum örgütlerinin yanısıra, Türkiye Büyükelçiliği ve Konsolosluklarımıza özen gösterdiği ve teşvik ettiği bir durumdur.

Özellikle hükümet değişikliği sonrası ve kırmızı-yeşil (SPD-Yeşiller) koalisyonu sürecinde, gerek vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması, gerek çifte vatandaşlık yasasının Federal Parlamentosundan çıkmasını isteyen Almanya'daki sivil toplum kurumları ve Türk resmi çevreleri, geçtiğimiz günlerde Federal Parlamento'dan geçen çifte vatandaşlık ve Alman vatandaşlığı reformunu haklı olarak eksik bulmaktalar. Yeni Yasa'daki hukuki ve siyasi belirsizlikleri eleştirmektedirler. Almanya Türk Toplumu Başkanı Prof. Dr. Hakkı Keskin, Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Dr Faruk Şen gibi isimler ve kurumlar Alman vatandaşlığının önemini, çifte vatandaşlığın kişi haklarına saygınlık kazandırdığını Almanya ve Türkiye kamuoyunda sürekli ifade etmektedirler. Federal Meclis'te onaylanan vatandaşlık reformunu ve çifte vatandaşlık hakkını, eksik bularak Almanya hükümetini eleştirmekte ve Türk hükümetini ise olaylara seyirci kalmakla suçlamaktadırlar.

Hukuksal Ayrımcılığa Karşı Alman Vatandaşlığı

Uluslararası hukuk, vatandaşlıkla ilgili kuralların düzenlenmesini her devletin kendisine bırakmıştır. Vatandaşlık hakkıyla ilgili kanun koyucu; köken prensibi veya toprak prensibi esasına dayalı ilkeler doğrultusunda vatandaşlık hakkından bahsetmektedir. Federal Almanya Cumhuriyetinin vatandaşlık hukukunun kesin faktörü köken prensibine (kan bağı) dayanan prensiptir. Örnek olması açısından, anne veya babadan birinin Alman olması, doğan çocuğa Alman vatandaşlığı hakkını kazandırmakta, doğum yeri hiç bir rol oynamamaktadır. Şimdiye kadar devam eden bu durumun hukuksal temelini Almanya, 1913 yılında yürürlüğe koyduğu İmparatorluk ve Devlet Vatandaşlık Yasası çerçevesinde uyguluyordu.

Öte yandan, köken prensibine karşılık toprak prensibi esasına dayalı vatandaşlık anlayışı, (Almanya'da uygulananın aksine) doğum yerini esas alarak vatandaşlık hakkını doğduğu yerle kurduğu bağlantıyla vermektedir. Yine örnek olması açısından; ABD ve Kanada gibi geleneksel olarak göç alan ülkelerde, Almanya'daki uygulamanın aksine toprağa bağlı vatandaşlık prensibi uygulaması geçerlidir.

Federal Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily ve FDP (Hür Demokrat Parti) Rheinland-Pfalz Eyalet Başbakanı Brüder'in yasa tasarısı olarak hazırladığı "yeni vatandaşlık yasası", 7 Mayıs 1999'da Almanya Federal Parlamentosu'nun 184 red oyuna karşı, 365 oy ile kabul edildi. 1913 yılından kalma, kan bağına dayalı olan Alman İmparatorluk Vatandaşlık Yasası, koalisyon ortaklan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller ile şu an hükümet dışındaki muhalefet partisi FDP'nin ortaklaşa sunduğu Vatandaşlık Yasa Tasarısı, 21 Mayıs tarihinde Eyaletler Meclisi'nde de onaylanarak 1 Ocak 2000'den itibaren yürürlüğe girecek.

Yeni yasa, göçmen ailelerin sekiz yıldır Almanya'da yaşaması, oturma hakkı, yeterli derecede Almanca bilgisi, şiddete başvurmamak gibi birçok eskiden var olan şartlan muhafaza etmiş olsa da, yeni vatandaşlık yasasında en önemli değişikliği, kan bağına dayalı olan 1913'den kalma Alman İmparatorluk Vatandaşlık Yasası ilkesinin değiştirilerek, vatandaşlık için doğum yerinin esas alınması olmuştur. Bunun pratik izahı: Türk anne ve babadan, Almanya'da doğan çocukların direkt olarak Alman Vatandaşlığı ve daha önce bağlı bulunduğu Türk vatandaşlığına 23 yaşına kadar sahip olması anlamına gelmektedir. 23 yaşından sonra ya Alman vatandaşlığını, ya da Türk vatandaşlığını tercih etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Göçmenler Yeni Vatandaşlık Yasa Reformunda, kökene bağlılık prensibi yerine toprağa bağlılık prensibi gibi ilkesel ve çifte vatandaşlık gibi yüzeysel de olsa önemli bir mevzi kazanmışlardır.

Öte yandan vatandaşlık yasasına karşı çıkan CDU-CSU Hristiyan Birlik Partileri, Hessen Eyalet seçimleri öncesi yasaya karşı başlattıkları imza kampanyasında 5 milyon imza toplamaları ve yasa karşıtı propagandalarıyla Eyalet seçimlerini kazanmalarının verdiği cesaretle Anayasa Mahkemesi'ne başvuracaklarını açıkladılar. Hatta Anayasa Mahkemesi'nde netice alamamaları halinde iktidara geldiklerinde yasayı değiştireceklerini söylemektedirler.

Vatandaşlık yasasındaki değişini; özellikle toprak esasının kabulü, 19. yüzyıldan bugüne değin Almanya ulus kompozisyonunu ve ulus devlet anlayışını, etnik milliyetçilik ve etnik paydacılık temelinde organize eden, kendisini kökene ve kültüre dayalı olarak gören mütekebbir/arogant bir ulusun arasına kabul edilmek, göçmenler açısından, prensip olarak güç olanı aşmak anlamına geliyor.

İki Yüzlülük Örneği

Merve Kavakçı'nın Türkiye'de Amerikan vatandaşı diye suçlu ilan edilmesi ve kişisel haklarına, inanç özgürlüğüne yönelik yapılan zulüm, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu Türkiye'nin, adeta kanıksandığı üzere Türkiye standartlarına göre ilkel ve şizofrenik bir ayıbıdır. Özellikle Merve Kavakçı'nın önce çifte vatandaşlığı, daha sonra Türk vatandaşlığından çıkış müsaadesi almaması gündeme getirilerek suçlu ilan edilmesi, Türkiye dışında yaşayan Türkiyeli göçmenler açısından utanç verici bir durumdur. Bu tavır siyasi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yurt dışındaki vatandaşlarını, yaşamış olduğu ülkelerde ve özellikle Almanya'da zora sokmaktan başka bir şey değildir. Zira, gerek Türkiye dışındaki göçmenler ve sivil toplum örgütleri, gerekse Türkiye Devletinin resmi-fiili dış politikası, Türkiye dışında yaşayan insanları, özellikle Almanya'daki Türkleri yıllardır çifte vatandaşlığa teşvik etmişlerdir. Yukarıda da ana hatlarıyla bahsedildiği üzere, Avrupa'daki Türklerin yaşadıkları devlet ve toplum içerisinde sosyo-ekonomik, sosyo-politik hakları ve kendi geleceklerini sağlamlaştırmaları için Alman Vatandaşlığına geçmenin teşviki yapılmıştır. Şu an Almanya'da yüzbinlerce Türkiye kökenli Alman vatandaşı yaşamaktadır. Bu olguyu Türk devlet erkanı ve Almanya'daki Türk resmi makamları övünerek söylemektedirler. Vatandaşlık avantajını Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden konsolosluklar, büyükelçilikler gizli ve açık bir şekilde Alman politikacılarına bir yaptırım gücü olarak gerekli hallerde kullanmaktadırlar. Devletin başı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, vs., heyetler halinde Alman vatandaşı Türkleri kabul etmekte ve onlara memnuniyetlerini medya önünde dile getirmekteler. Dış politika olarak Türkiye'nin, Türkiye kökenli Alman vatandaşı milletvekillerinden, akademisyenlerinden, öğrencilerinden, Türk politikasına uygun lobi oluşturmak istediği bilinen bir gerçektir. Hatta çifte vatandaşlık konusunda Türkiye, yurt dışındaki vatandaşlarına kolaylık sağlamak için gerekli yasal ve psikolojik önlemleri almakta. Seçme ve seçilme hakkına sahip olmak ve siyasi güç kazanmaları için Türkiye, Alman vatandaşlığına geçiş için şart olan Türk vatandaşlığından çıkış iznini kolaylaştıracağını resmi ağızlardan sürekli söylemektedir. Alman vatandaşlığına geçen Türklerin Türkiye'deki yasal haklarının korunduğunu gösteren pembe kan uygulaması halen devam etmektedir.

Türkiye devleti; Merve Kavakçı'nın çifte vatandaşlığı ve Meclis'te başörtülü yemin etmesini engellemesiyle Almanya Hükümeti'nin göçmenlere yönelik çifte vatandaşlık, kültürel farklılıklar gibi bir çok siyasi ve kültürel haklarını kısıtlama planlarına siyasi anlamda tam destek vermektedir.

Öte yandan, yıllardır ve halen B. Avrupa'da çifte vatandaşlığı savunan Türk resmi kuruluşları, sivil toplum örgütleri, Türk medyası, Merve Kavakçı olayında yıllardır savunduğu doğrulan çifte standartçı tutumuyla Almanya kamuoyunda tamamen anlamsızlaştırmıştır. Kamuoyunda "kartel medya"sı olarak adlandırılan Sabah, Hürriyet ve Milliyet gibi gazetelerin Avrupa baskılarındaki aynı sayfaların bir yanında Merve Kavakçı'nın çifte vatandaşlık "suçunu" büyük puntolarla duyurması, yine aynı sayfada Almanya'daki son vatandaşlık yasasının Alman devletince "kuşa" çevrildiğini, çifte vatandaşlığa tam geçilmediğini belirtmesi nasıl bir basın ahlakına inandıklarının tipik örneğini yansıtmaktadır.

Almanya'da birçok siyasi parti yöneticisi, kiliseler, insan hakları derneklerinin yanısıra Frankfurter Rundschau, Frankfurter Allgemeine, Die Welt, Kölner... gibi medya kuruluşları, Türkiye'deki Merve Kavakçı olayına objektif bir tavır koymuşlardır.

Yine, Türk medyası "Avrupa Parlamentosu'na Türk Damgası vurulacak!" gibi başlıklarla, 13 Haziran'da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 160 bin Türkiye kökenli Avrupa Birliği üyesi vatandaşının oy kullanmalarını, Türkiye'nin AB'ye yaklaşması açısından önemli bir gelişme olarak nitelendirmiştir.

Aslında medya ve resmi çevreler, AB Parlamentosu'na Türkiye kökenli parlamenterlerin gönderilmelerini önemseyen Avrupa'daki sivil toplum önderleri Hakkı Keskinler, Faruk Şen'ler, ve diğer zevat söylemlerinde samimi iseler, Almanya'dan 99, Hollanda'dan 25 milletvekili arasında AB Parlamentosu'na seçilmelerine kesin gözüyle bakılan Ozan Ceyhun, Nebahat Acar ve Hamit Bozok'u hain ve ajan-provakatör ilan etmelidirler! Kuşkusuz, bu isimleri düz bir mantıkla suçlamak adaleti şiar edinmiş insanlara yakışmaz.