Terör Demagojisi, Emperyalist-Siyonist Zulmü ve İşbirlikçiliği Örtmeye Yeter mi?

Haksöz

İstanbul'da ardı ardına meydana gelen bombalama eylemleri devleti korku ve şaşkınlığa sevk ederken kamuoyunda da büyük bir paniğe yol açtı. Eylemlerin çapı, yöneldiği hedefler ve gerçekleştirilme biçimleri o kadar sarsıcı oldu ki, sadece ülke içinde değil dünyada büyük yankılar meydana getirdi. Eylemlerin hedefi, mesajı günlerdir tartışılmakta. Bu yönde çok farklı yorumlar, değerlendirmeler yapılıyor. Elbette bu konuda çok değişik iddialar, bir kısmı birbiriyle çelişen, biri diğerini nakzeden tespitler yapılmaya devam edecektir. Ama aynı anda ikişerli feda eylemleri şeklinde gerçekleştirilen bu bombalamaların asgari düzeyde iki mesajının gayet açık olduğunu söylemek mümkün.

Bu eylemler öncelikle küresel hegamonlara tutuşturdukları savaş ateşinin yeni bir mevziye sıçradığı "müjde"sini net biçimde vermiş olmalıdır. Küresel hegamonik güçler seçtikleri ülke ya da gruplara karşı kendi çıkarları ve kuralarına göre savaş(lar) başlatabilmekte ama bir kere savaşın başlamasıyla birlikte kuralları kendilerinin belirleme lüksü ellerinden uçup gitmektedir. Yani "savaşı sen başlatsan da, cepheyi sınırlamaya muktedir olamayacaksın!", demektir bu.

Eylemlerin tartışmasız diğer mesajının da Türkiye'ye yönelik olduğu söylenebilir. Bombalamaların doğrudan Türkiye'yi hedef alıp almadığı tartışılabilir ama bu eylemlerle birlikte Türkiye'nin de en azından savaşın cephe ülkelerinden biri olduğu gerçeği kuşkusuz hale gelmiştir. Şüphesiz bu sonuç evvelemirde; ısrarla, inatla emperyalist işgalcilerle işbirliği, yakınlık arayışında olan; stratejik müttefiklik, çıkar ortaklığı gibi kirli, şaibeli kavramlarla işbirlikçi kimliklerini meşrulaştırmaya çalışanların eseridir. Yerli egemenler masum insanların kanlarının akmasının doğrudan sorumlularıdır. Bu yüzden de insanların ölümünden üzüntü duyduklarını söyleyerek ve "teröre karşı mücadele" naraları atarak sorumluluktan sıyrılma gayretleri inandırıcı değildir.

Terör Demagojisi

Sinagogları ve İngiliz kurumlarını hedef alan patlamaların ardından egemenler zaten çok sevdikleri terör söylemini yoğun bir tarzda bir kere daha devreye soktular. Patlamaların yarattığı dehşet ve çok sayıda masum ve seçilen hedeflerle ilgisiz insanın ölümü egemenlerin terör söylemini daha da abartılı biçimde kullanmalarına zemin teşkil etti. Terör kavramı o kadar genelleştirildi ve içeriksizleştirildi ki, mantık ve adalet ölçüleriyle konuya bakan birinin bu olaylardan doğru bir sonuç çıkarma imkanı adeta imha edildi. Bu yaklaşım aynen Amerikalı ve İsrailli işgalcilerin tarzını andırmaktaydı. Onlar da her türlü zalimliklerini örtmek ve kendilerini sürekli masum, haklı ve neredeyse birer iyilik meleği şeklinde sunma gayretlerinin bir kılıfı olarak "terör" demagojisine başvurmaktaydılar.

Nitekim yoğun ve sistematik propagandanın etkisiyle Amerikan kamuoyunun 11 Eylül olayının arka planını anlamasının imkansız kılındığı bilinen bir gerçektir. "Onlar çok iyiydiler, adildiler; teröristler ise doğuştan kan dökücü manyaklardı. İçinde yetiştikleri kötü şartlar onları daha da canavarlaştırmış ve duydukları kin ve nefret kendilerini Amerikan (yada İsrail) toplumunun refahını, demokrasisini tahribe sevk etmişti..."

Bu tarz masalsı anlatılarla kamuoyunun kandırılma çabalarının bir örneği Türkiye'de de sergilendi. Bombaların hedefinin ne olduğuna dair açıklamalar muhtelifti: Türkiye'nin huzuru; ekonomisi; milli birlik ve beraberliği; hükümetin her alanda sergilediği başarılı performans ve istikrar; laik ve Atatürkçü kimliğiyle İslam dünyasına model olma özelliği; halkı korku ve paniğe sevk etme ve daha benzeri pek çok "açıklama" ortalıkta arzı endam etti. Ortam o kadar irrasyonel bir hale sokuldu ki, bayram alışverişi dolayısıyla mağaza ve tezgahlardaki canlılıktan, sportif başarılara, hatta televizyon ekranlarında yada eğlence yerlerinde vur patlasın çal oynasın havalarıyla kendilerinden geçmiş kalabalıkların çılgınlıkları dahi "teröre cevap" diye nitelenebildi.

Neden Türkiye?

ABD'nin Siyonist destekçisi ile birlikte küresel çapta Müslüman halklara karşı başlattığı saldırganlığın tüm dünya çapında tepkilere yol açtığı bir gerçek. Bu tepkilerin bir kısmı ise silahlı eylemler şeklinde gerçekleşiyor. Bu eylemleri gerçekleştiren gruplar, örgütler ile el-Kaide ilişkisi ise çok belirgin değil. El-Kaide ile kimisi organik ilişkili, kimisi ise sadece irtibatlı olduğu tahmin edilen bu grupların, örgütlerin zemin bulabildikleri her ortamda İsrail, ABD ve destekçilerini hedefleyen eylemlere giriştikleri biliniyor. İşgalin küreselleşmesi ile birlikte Afganistan ve Irak gibi doğrudan işgal bölgeleri yanında Tanzanya'dan Endonezya'ya; Suudi Arabistan'dan Fas'a, Pakistan'a, İspanya'ya kadar her yer silahlı, bombalı eylemlere sahne olmakta. Eylem coğrafyasının genişliği ve eylem alanı olarak seçilen ülkelerin siyasi konumlarının birbirine benzemezliği söz konusu grup ve örgütlerin genelde imkan ve fırsat bulabildikleri her yeri eylem mekanı olarak belirlediklerine işaret etmekte. Dolayısıyla Türkiye'nin özel olarak hedef seçildiği iddiaları biraz ayakları havada kalan iddialar olarak gözükmekte.

Bombaların asıl olarak Türkiye'yi hedeflemediği ilk bakışta anlaşılabilecek netlikte bir konu olmasına rağmen siyaset ve medya düzleminde ısrarla Türkiye'nin hedefe oturtulmasına yönelik açıklamalar ise gerçekten çok şaşırtıcı. "Hedef biziz" demek için bu gayretkeşliği anlamak kolay değil. Oysa politik açıdan bunun tam tersini yapmak mantıklı olandı şüphesiz. Ama egemenlerin ve onların yönlendirdiği kamuoyunun mantığı farklı, hem de oldukça farklı işlemekte.

Muhtemelen Amerikalı efendilerce "kanka" sayılma gayreti bu yaklaşımı besleyen unsurlardan biri. Ayrıca teröre hedef olma söyleminin içeride iktidar alanını biraz daha genişletmeyi, özgürlük alanını ise daha da kısmayı hedefleyen güçlerin elini kolaylaştıracağını tahmin etmek de zor değil. Bunun dışında ise Türkiye'de resmi ideoloji kaynaklı bir alışkanlık eseri olarak gerek düzen, gerekse de kamuoyunda "mağduriyet söylemi" seviliyor. Yine bir başka siyasal-toplumsal gelenek de Türkiye'yi dünyanın merkezine koyma alışkanlığı. Türkiye çok önemli bir ülke; biricik; herkes ülkemiz üzerinde hesap yapıyor; tüm dünyanın gözü üzerimizde; herkes bizi bölmek, parçalamak peşinde ve daha benzeri pek çok etnosentrik yaklaşımlarla on yıllardır kafası şartlanmış, gerçeklik algısı zayıflamış bir toplumsal yapının zaten bu tarz önemli hadiselerde bu tür abartılı ve yanlış değerlendirmeler yapması beklenebilir bir sonuçtur.

Gerçeklik zemini bu şekilde yitirilince ortama bir kaos ve belirsizlik atmosferi hakim olmakta. Dolayısıyla da yanlış sorular sorulup, yanlış cevaplara varılmakta. Sorulması gereken en temel sorular atlanmakta. Bir an için dahi "acaba ortada bir yanlışlık yok mu?" diye düşünülmemekte.

Anlamama mı, Anlamazlıktan Gelme mi?

Tam dört insanın ardı ardına kendi hayatlarını feda ederek gerçekleştirdikleri eylemleri anlama hususunda en küçük bir çabanın sarf edilmemesi dikkat çekici bir bağnazlık türü değil midir? Eylemleri mahkum edebilirsiniz, lanetleyebilirsiniz de. Ama anlama hususunda hiç bir gayret sarf etmemek, yokmuş gibi davranmak nasıl bir tutumdur? Burada anlamak derken medyada boy gösteren kimi çokbilmiş sosyal psikologların, psikiyatristlerin nakarat gibi tekrarladıkları kalıplaşmış, "bilimsel" tezleri kastetmiyoruz, elbette. Nitekim bu tarz açıklama çabalan daha ziyade örtme, bulanıklaştırma işlevi görmekte.

Anlamak derken kastımız öncelikle dünyayı bir yangın yerine çeviren küresel haydutların oluşturduğu zalim, kirli, vahşi düzenin anlaşılmasıdır. Bu vahşete ve zulme karşı tepki duymak, harekete geçmek her şeyden önce insan fıtratının bir gereğidir. Dolayısıyla mevcut zulüm ve sömürü düzenini yok sayan, üstünü örtmeye, gözden kaçırmaya yönelen her türlü yaklaşım baştan saptırıcıdır. Nitekim bombalama hadiseleri sonrasında ortaya konulan yaklaşımlara bakıldığında bu çabanın yaygın olduğu görülmüştür. Filistin'de, Afganistan'da, Irak'ta devam etmekte olan işgalleri, dünyayı orman kanunlarına bile rahmet okutacak bir pervasızlıkla yönetmeye kalkan Amerikan emperyalizminin eylemlerini görmezden gelen yada ikinci plana atan her türden yaklaşım küresel çapta devam eden ve son hadiselerle ülkemize de sirayet eden yangını açıklamakta yetersiz kalmaya mahkumdur.

Aynı şekilde ülkemiz egemenlerinin emperyalist politikalar doğrultusunda pervasız tutumlarıyla suç ortağı konumunda bulundukları inkar edilemez. Asırlık bir kökü bulunan işbirlikçi gelenek doğrultusunda dünyanın mahrum ve müstezaf haklarına karşı sürekli biçimde emperyalistlerden yana tavır alma tutumu bu ülkenin resmi siyasetidir adeta. Bu çerçevede Somali'ye asker gönderme; Afganistan'ın işgaline önce üs imkanı açma, ardından fiilen asker desteğiyle işgale ortak olma; Filistin işgalcisi İsrail ile adeta et tırnak ayrılmazlığı konumuna oturma ve son olarak Irak'ın İşgaline verilen çok yönlü destek politikaları görmezden gelinebilecek şeyler midir? Tüm bu arka plana rağmen, eğer Türkiye'nin hedef seçildiği kabul ediliyorsa, "teröristler bizim eylem ve tutumlarımız nedeniyle değil, bizzat terörist oldukları için bizi hedef seçmişlerdir!" şeklindeki bir açıklama biçimi tutarlı da değildir, dürüst de değildir.

Burada tabii ki statüko sahiplerinden tutarlılık ve dürüstlük noktasında bir yaklaşım sergilemelerini beklemiyoruz. Bu konuda adil olması gereken kamuoyudur. Örneğin bombaların yarattığı dehşet havasını derinden soluyan insanların bir biçimde bizlerin de katkılarıyla yada en azından bizler adına birilerinin Filistin'de, Afganistan'da ve Irak'ta süregelen zulümlere, cinayetlere destek sundukları gerçeği ite hesaplaşmaları gerekir. Evet, Beyoğlu'nda, Şişli'de yada Levent'te ibadethanede dua ederken yada yoldan geçerken bomba parçalarıyla ölen, yaralanan, sakat kalan yada evi, arabası, dükkanı tahrip olan insanların maruz kaldıkları asla mazur görülemez. Yaşadıkları acılar görmezden, bilmezden gelinemez. Ama aynı şekilde ABD'nin Irak işgaline hava koridoru açarak katkıda bulunulduğu gerçeği de, Filistin'de katliamlar gerçekleştiren Siyonist katillerle daha birkaç hafta evvel Konya semalarında ortak askeri tatbikat düzenlendiği gerçeği de görmezden gelinebilecek şeyler değildir.

İnsani Duyarlılıksa Sözkonusu Olan...

İstanbul'da patlayan bombaların yarattığı dehşet ve acıya eğer sadece politik çıkar amacıyla değil de insani duyarlılıkla yaklaşılıyorsa, mutlaka Gazze'de, Ramallah'ta, Cenin'de, Kerkük'te, Musul'da, Bağdat'ta, Basra'da patlayan bombalarla, atılan füzelerle katledilen kardeşlerimiz için de acı ve sorumluluk hissetmek zorunluluktur. Üstelik bu yaşanan acılar bir biçimde yaşadığımız ülke imkanları, zeminleri kullanılmak suretiyle gerçekleştiriliyorsa o takdirde sorumluluğumuz çok daha artmış, vebalimiz büyümüş demektir. Bu yüzden de tüm bu acılar ve zalimliklere karşı çok daha duyarlı olmak, elden geldiğince bu zulümlere engel olmaya çalışmak, hiçbir şey yapılamadığında ise asgari olarak bu suçlardan beri olunduğunu haykırmak elzem olur.

Bu ülkenin duyarlı insanları dünyadaki tüm duyarlı ve sorumluluk sahibi kitlelerle birlikte aylardır işte bunu yapmakta. Düzen güçlerince yer yer bastırılmaya, engellenmeye kimi zaman karalanmaya, mahkum edilmeye çalışılan ve ne yazık ki toplumun geniş bir kesimince de pek anlaşılmayan ve bu yüzden de dudak bükülen emperyalist savaş karşıtı çabaların temelinde işte bu duyarlılık yatmakta. Yeryüzü daha fazla zulmün yeşerdiği, daha fazla masum kanının akıtıldığı, emeğinin ve zenginliklerinin yağmalandığı bir yere dönüşmesin, adalet ve özgürlük hakim olsun taleplerine bu ülkede yaşayan insanlar olarak, ülkemiz de bu zulme suç ortağı kılınmasın, ellerimiz kardeşlerimizin kanlarına bulaştırılmasın, ne başka ülkelerde ne de kendi ülkemizde insanlar haksız yere ölmesinler dedik ve demeye devam ediyoruz.

Bombalı Eylemler ve Gözardı Edilmemesi Gereken Ölçüler

Küresel zulme ve vahşete karşı duran insanlar olarak acaba dünyanın değişik bölgelerinde ve son olarak da İstanbul'da gerçekleştirilen şiddet eylemlerini nasıl değerlendirmeliyiz? Eylemlerin mahiyeti çok fazla spekülatif tartışmalara yol açmakla birlikte faillerin anti emperyalist, anti siyonist duyarlılıkla hareket eden kişi yada örgütler olduğu gerçeğini kabul edecek olursak, acaba bu eylemler ile emperyalist savaşa ve işgale karşı küresel düzlemde devam eden protesto ve tepkiler arasında ortak bir payda söz konusu mudur? En azından genel hedef beraberliğinden kalkılarak sempati duymak mümkün müdür?

Bizler konuya her şeyden önce İslami/şeri ölçülerle bakmak durumundayız. Gerek İstanbul'da meydana gelen son bombalamaları, gerekse de bundan önce Endonezya'da, Fas'ta yada Riyad'da, hatta işgalcilerin denetimindeki Irak'ta gerçekleştirilen ve doğrudan veya dolaylı olarak savaşın dışındaki kişileri hedef alan saldırıları öncelikle İslami ölçüler ve adalet ilkesi gereğince reddetmeliyiz. Müslüman olmaları yada olmamalarına bakılmaksızın masum İnsanların ölümüne yada mağduriyetlerine yol açacağı kesin eylemlerin tümü İslami ölçülerle çelişir. Ortada bir savaş olduğu söylenerek zalimane saldırılar asla meşrulaştırılamaz çünkü savaş hali demek kaos ve kimin ne yaptığının belli olmadığı bir kuralsızlık hali değildir. İslam savaşın da kurallarını, ilkelerini belirlemiştir. Savaşta sadece hedefin meşru olması yetmez, bu hedeflere İlişkin seçilen yöntemin de meşru olması şarttır. Bu açıdan bakıldığında İstanbul'da gerçekleştirilen eylemler yöntemleri itibariyle İslami ölçülerin dışındadır. Üstelik sinagogların hedef seçilmesi ise başlı başına bir ölçüsüzlük, şer'i açıdan asla cevaz verilmesi mümkün olmayan bir davranıştır.

İslam adına yapılan bu eylemler başka sonuçları bir yana, İslam'a ve İslami kimliğe zarar vermiştir. Şüphesiz Müslümanları kan dökücü, canavar ruhlu yaratıklar olarak göstermek isteyen küfür güçlerinin eline büyük bir koz geçmiştir. Elbette gerektiğinde ölmek ve öldürmek de Kur'ani bir emir olmakla birlikte Müslümanlar öncelikle yaşatmayı hedefleyen insanlar olmalıdır ve kesinlikle bombalar iyi bir tebliğ aracı değildir.

Diğer taraftan bu eylemlerin siyasi açıdan da Müslümanlara ve en genelde de her kesimden muhaliflere zarar verdiği açıktır. Güvenlik sendromunun öne çıkartılması bu ülke egemenlerinin iyi bilinen iktidar taktiklerinden biridir ve son olaylarla birlikte mal bulmuş mağribi edasıyla bu hadiseleri kendi politikaları doğrultusunda kullanma çabaları açıkça sırıtmıştır. Ayrıca bombalamalar bahane edilerek uluslararası düzeyde teröre karşı işbirliği adı altında ülkemiz egemenlerinin emperyalist Siyonist güçlere biraz daha yakınlaşmasının kapısının aralanmaya çalışıldığı da bir vakıadır.

Konunun değerlendirilmesi, algılanması noktasındaki giriftlik de dikkat çekicidir. İslamilik açık olmayı gerektirir. İslam adına ortaya konulan ve tam dört insanın hayatlarını feda ederek gerçekleştirdikleri bu eylemlerin bu kadar spekülasyona yol açması normal sayılabilir mi? Halk arasında eylemlerin failleri olarak Mossad'dan CIA'ya, derin devlete kadar pek çok adresin telaffuz edildiğini görüyoruz. İslam adına ve Müslümanlar tarafından yapılan bir eylemin bu kadar çeşitli senaryolara malzeme olması öncelikle siyasi açıdan ortada bazı şeylerin pek yerine oturmadığı izlenimini güçlendirmektedir. Tüm bunların da ötesinde bu tarz eylemlerin netice itibariyle geniş halk kitlelerine örneklik sunma, onlara önderlik ve öncülük etme açısından verimsiz, sonuçsuz eylemler olduğunun da altını çizmekte yarar var.

Bununla birlikte, İstanbul'da gerçekleştirilen bombalı eylemlerin ortaya çıkardığı kabarık faturanın kaynağının öncelikle küresel çapta devam etmekte olan ve ülkemizin de bir biçimde dahil edildiği, payanda kılındığı emperyalist işgal ve zulüm politikalarında aranması gerektiğini tekrarlıyoruz. Ortada bir suç ve suçlu olduğu iddia ediliyorsa eğer her şeyden önce küresel tahakküm politikaları ve onların uygulayıcılarından hesap sorulmalıdır. Yeryüzünü kana ve nefrete boğan emperyalizm ve Siyonizmle hesaplaşmayı öncelemeyen her türlü suçlu arama ve mahkum etme çabası, son kertede adaletsizliği tahkim etmeye dönük girişimler olarak mahkum edilmeyi hak etmektedir.