Tarihte ve Günümüzde Kudüs

Haksöz

Filistin sorununun Müslümanlar'ın gündeminde sürekli ve diri olarak yer alması amacıyla İran İslam Devrimi'nden bu yana başlatılan Ramazan ayının son Cuma'sını "Kudüs Günü" olarak kutlama geleneği münasebetiyle, İDKAM'da 25 Şubat 1995 Cumartesi günü bir program düzenlendi. Programa, son günlerde Hamas mücahitleri tarafından İsrail hedeflerine karşı gerçekleştirilen şehadet saldırılarını konu alan video gösterimi ile başlandı. Ardından, "Tarihte ve Günümüzde Kudüs" konulu panele geçildi. Yusuf Aydın'ın yönettiği panele, Sefer Turan, Mahmut Osmanoğlu ve Mustafa Bahadır konuşmacı olarak katıldılar.

İlk konuşmacı Sefer Turan, konuşmasının başında, son günlerde Bosna ve Çeçenistan'daki gelişmeler sonucu Müslümanların Kudüs'ü ve Filistin meselesini unuttuğunu, bu durumun kaygı verici olduğunu vurguladı ve bu ortamda böyle bir programın tertiplenmesinden dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Sefer Turan, Kudüs'ün tüm dünya için hem dini hem de jeopolitik açıdan çok önemli bir kent olduğunu Müslümanlar için ise Mekke ve Medine ile birlikte üç kutsal beldeden biri olduğunu söyledi. Kelime olarak ise, kutsallık ifade eden "tertemiz" anlamına geldiğini belirtti. Kentin Müslümanlarca fethinden evvel, "beytullah" anlamına gelen "ilya" olarak isimlendirildiğini ifade etti.

M.Ö. 1000'li yıllardan alarak şehrin tarihini kısaca özetleyen Sefer Turan, kentin, tüm peygamberlerin gönderildiği veya uğradığı Diyar-ı Şam'a hakim olmanın sembolü olduğunu belirtti.

Sefer Turan, Yahudi ve Hristiyanlar'ın Kudüs'teki egemenliklerine karşı çıkmamızın sebebinin onların dinlerini inkar etme anlamı taşımadığını asıl sebebin, Yahudi ve Hrisitiyanlar'ın takındıkları tavır olduğunu vurguladı.

Bugün dünyada bir medeniyetler savaşının sürdüğünü belirten Sefer Turan, Kudüs'ün bu savaşta bir sembol olduğunu vurgulayarak Fadlallah'ın şu sözlerine yer verdi: "Kudüs meselesi sadece toprak ve sudan oluşan bir coğrafyaya hakim olma mücadelesi değildir. Kudüs, medeniyetler savaşında, İslamiyet'i uluslararası siyasi güç dengelerinden uzak tutmak hatta İslamiyet'in siyasi bir güç olmasını önleme çabalarına karşı verilen mücadelenin semboldür."

Günümüzde Yahudi ve Hristiyanlar'ın kendi aralarındaki çelişkilere rağmen konu Kudüs ve İslamiyet'in geleceği olunca tek bir vucud haline gelebildikleri ve aynı hedef doğrultusunda mücadele edebildiklerine işaret eden Sefer Turan konuşmasını Dr. Fehmi Şennavi'nin şu sözleriyle bitirdi: "Kudüs, Mekke ve Medine'nin güvenlik kapısıdır. Eğer Kudüs, başka ellerde ise Mekke ve Medine de güvenlikte değil demektir."

İkinci konuşmacı Mahmut Osmanoğlu, Emperyalistler ve Müslümanlar arasında Kudüs topraklarında verilen mücadeleyi değerlendirdi. Tarih boyunca, Kudüs'e hep en güçlülerin hakim olduğunu ve Müslümanlar'ın da güçlü oldukları devirlerde bu coğrafyada hakim olduklarını belirten Osmanoğlu, bugün ise Müslümanlar'ın bu güçten yoksun oldukların belirtti.

FKÖ ile İsrail arasında imzalanan anlaşmaya temas eden Osmanoğlu bu anlaşmanın hedeflerini şöyle sıraladı:

1- Stratejik Hedefler: Tek kutuplu dünya düzeninde tek kalan ABD kendisine taşeronlar aradı ve bu görev Ortadoğu'da kendisine en yakın güç olan İsrail'e verildi. Ancak İşgalci İsrail ile Filistinliler arasında süregelen bir mücadele vardı ve bu mücadele İsrail'in taşeronluk görevini gereğince yerine getirmesine engel oluyordu. İşte bu engeli ortadan kaldırmak için İsrail ile Arafat arasında sun'i bir anlaşma süreci başladı.

2- Siyasi Hedefler: Yapılan anlaşma ile bölgedeki İslami Hareketler boğulmaya çalışılacak, bu noktada FKÖ ve Arap rejimleri Batılı güçlerle ortak hareket edecekler. Bir diğer siyasi hedef de Filistin'in tüm Müslümanlar'ın ortak sorunu olmaktan çıkarılıp mahalli bir sorun haline getirilmesidir.

3- Askeri Hedefler: İsrail bugün askeri olarak gelebileceği en son sınırda. Artık askeri gücünü kullanarak sınırlarını genişletmesi pek mümkün değil. Ancak bundan böyle askeri imkanlarını, Arap rejimlerini de yanına alarak İslami kıyamlara karşı kullanması muhtemeldir.

4- Ekonomik Hedefler: İsrail, söz konusu anlaşmadan önce, Müslüman ülke pazarlarına girmekte ciddi zorluklarla karşılaşıyordu. Hatta neredeyse ekonomik hiçbir ilişkisinin olmadığı söylenebilir. Özellikle Ön Asya ülkeleri bu konuda tavizsiz bir tutum sergiliyorlardı. Örneğin Malezya'da İsrail ile ekonomik ilişkiye girmenin cezası idamdı. Ancak Gazze-Eriha Anlaşmasından sonra bu ülkelerden İsrail'e heyetler yağmaya başladı. Arap ülkeleri de İsrail ile ekonomik ilişkilere girdi. Böylece İsrail ekonomisi geniş bir açılım sağlamış oldu.

Üçüncü konuşmacı Mustafa Bahadır, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'da değişen dengeler ve 1979 İran İslam Devrimi ile birlikte Ortadoğu ve Körfez'de uygulanan yeni emperyalist politikalara değindi. İstikrarlı bir Ortadoğu'ya hakim olmanın dünyada süper güç olmakla eşdeğer olduğunu ifade eden Bahadır, bugün, Emperyalizmin aradığı istikrarın karşısındaki tek engelin şuurlu Müslümanlar olduğunu ve bundan böyle NATO'nun yeni stratejisinin Doğu değil, Güney olduğunu vurguladı. Yeni Orta Doğu Düzeni'nde İsrail'in yedeğinde rol verilmek istenen Türkiye'nin kendi iç muhalefetini bastırmak için toplumda güçlenen müslüman kimliğini bulandırmak istendiğini belirten Bahadır, tevhidi Müslümanlar'ın hem bu politikalara alternatif olmak hem de tarihsel misyonları ve Kur'ani sorumlulukları gereği özelde Kudüs ve Filistin'i genelde tüm Orta Doğu'yu gündem konusu yapmalarının gerektiğini ve bunun kimlik aşılayıcı da bir görev olduğunu vurguladı. Bosna ve Çeçen dayanışmasında olduğu gibi kitlelerin konferans, yayın, sempozyumlar ve paneller yoluyla bilinçlendirilerek Filistin için de benzer bir dayanmış örgütlenmesi içinde olunması gerektiğine ve en azından Siyonist cezaevlerinde 4 bin tutsağı bulunan Filistinli Müslümanlar'a maddi destek sağlanabilmesi için yaygın bir çaba içinde olunması sorumluluğuna dikkat çekti.