Tarihsel Süreklilik ve Toplumsal Birliktelik Modeli Olarak Hacc -2

Yılmaz Çakır

Geçen sayıda haccın gerekliliği ve faydalarından bahisle haccın yararlarını dört başlık altında ele almaya çalışmış ve bunlardan ilk üçüne ilişkin düşüncelerimizi aktarmıştık.

Bu sayıda, konuya devam etmek üzere haccın faydalarından olarak gördüğümüzü söylediğimiz ibadi boyuttan bahsetmeye gayret göstereceğiz.

4) Haccın İbadi Boyutu

Hacc, birçok ibadetin temel özelliklerini bünyesinde barındırmasıyla dikkat çeker. Misal olarak o, zekat gibi mali; namaz, oruç gibi bedeni; cihad ve tebliğ gibi sosyal ve siyasal özellikler taşır. Dinde bu yönüyle haccın, ayrı ve özgün bir yeri bulunduğunu söyleyebiliriz.

Hacc ibadetinin daha anlaşılabilir ve şümullü değerlendirilebilmesi, başta onun ifa edildiği mekan ve zamanla beraber, ifa şeklinden de bahsetmeyi gerektirir. Bu gereklilik dahilinde konuya yaklaşacak olduğumuzda ilk olarak hacc ibadetinin mekanından bahsedebiliriz.

A) Hacc İbadetinin Mekanı

a) Mekke: Vahyin indiği, Rasül'ün doğup büyüdüğü ve ilk olarak Hz. İbrahim'in inşa ettiği Allah'ın kutlu evini bağrında bulunduran şehir, Arabistan yarımadasında, Kızıldeniz'den 100 km içeride, etrafı volkanik kayalıklardan oluşmuş irili ufaklı tepeciklerle çevrili, tarıma, ziraate elverişsiz, kara, kuru bir coğrafya... Son yıllarda büyük gayretlerle ve başarıyla uygulanan ağaçlandırma çabalarına rağmen yine de yalın ve çıplak bir görüntü hakim her yere. Kabe; sanki bu mütevazı ve fakir beldeye, Allah'ın acıma eliyle sunduğu kutlu bir armağan gibi... Dünyanın dört bir yerinden, nice güzel köşelerinden insanların bu mübarek armağanı görmek İçin koşuşturmaları bu beldeyi çoktan "şehirlerin efendisi" yapmış bile. Kabe'nin çölün kenarında, kara kuru ve kayalık bir yere kurulmuş olması şüphesiz hikmetsiz ve sebepsiz de değildir. Hz İbrahim'den bu yana asırlardır güvenli bir belde olarak kalmanın hikmeti, belki de böylesi bir coğrafyaya sahip olmakla mümkündü. Mekke, tarıma, ziraate ve yerleşime elverişli, göz alıcı bir belde olsaydı, yağmacı ve istilacı zorbaların elinden neler çekerdi kim bilir. Bu durumda da insanların haccetmek üzere bu bölgeye gelmeleri mümkün olamayabilirdi. Mevcut haliyle bile tarihte kimi müstevlilerin taarruzlarına maruz kalmış olduğu gerçeğini hatırlayacak olursak, söylemek istediklerimiz daha bir anlaşılır olacaktır. Kur'an'daki Fil suresinin bu tür emeller taşıyanların akıbetlerine işaret ettiği hatırlanmalıdır.

Çölün kuşattığı Mekke'nin aynı zamanda etrafının dağlarla çevrili ve müdafaası kolay, dar vadi ve geçitlere sahip oluşu ise Kur'an'da ifade edilen "güvenli belde" gerçeğinden bağımsız değildir. Etrafındaki memleketlerin insanlarının savaşlarla ve işgallerle kırıldığı, yok edildiği dönemlerde; Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarının kesiştiği bir yerde güvenli belde olmanın, kalmanın belki de en makul izahı olarak Mekke, civar kentlerinin ve ülkelerinin aksine (29/67) çölün ve kayalık dağların sakladığı emniyetli bir melce olarak ticaret kervanlarına ve fuarlara ev sahipliği yapıyordu. Bütün bu durum, yani hem bölgenin güvenilirliğinin sağlanmış olması hem de belde sakinlerinin bu ot bitmez mekanda ticaret sayesinde geçim derdine, sıkıntısına düşmeksizin asırlardır yaşayabilmeleri, Hz. İbrahim'in "Rabbimiz, ben çocuklarımdan kimini salatı ikame etmeleri için senin kutsal evinin yanında, ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, insanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklarıdır." (14/37) duasına icabet edildiğinin müşahhas bir karinesi olarak durmaktadır.

Mekke'nin hemen kenarlarına kurulan ve bütün bir Arap yarımadasının teveccüh gösterdiği Mina, Ukaz, Mecenne ve Zu'l-mecaz fuarları da işte söz konusu bu duanın karşılık bulduğu hususuna işaret ediyordu. Bu fuarlar haricinde de Mekke'nin uzun yıllar (en başta Kabe dolayısıyla) insanların ve ticaret kervanlarının uğradığı bir yer olarak dikkat çektiğini göz önünde bulundurmalıyız. Kur'an'daki Kureyş suresinin dönemin güçlü imparatorluklarının baskılarından uzak ve güvende oluşa ve yine açtıktan ve yoksulluktan uzak bulunulduğuna ilişkin bir hatırlatma içermesine de bu çerçeveden bakmalı. Ya da ilgili surenin söz konusu bu çerçeveyi anlamada katkı sağladığı bilinmelidir. Mekkeliler salt ticaret kervanlarını ve hacıları misafir eden ve bir tür ömürlerini, dışarıdan gelenleri bekleyerek geçiren insanlar değillerdir. Onların Mekke'nin malum konumu ve durumu münasebetiyle ünsiyet kurdukları ticarette aktif bir tutum da sergilediklerini, bu uğurda başka ülke ve şehirlere ticari kervanlar sevk ettiklerini de biliyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz Kureyş suresinde geçen "îlaf" kelimesinin bir tür imtiyaznamenin ya da güvenlik andlaşmasının ismi olduğu hatırlanacak olursa, Kureyş'in bir andlaşma (îlaf) dahilinde, güvenlik içinde civar ülkelere, yaz ve kış yolculuklarına çıktığını görürüz. Mekke'nin güvenilir belde olmasının yanı sıra, halkının çeşitli imkanlar vasıtasıyla rızıklandırılmasının hikmeti Beyt'in muhafazasından ve hacc ibadetinin gerçekleştirilmesine verilen önemden bağımsız olarak düşünülemez.

Aynı şekilde bölgenin sıcak iklimi de bir hikmete mebnidir. Soğuk bir iklimde ne ihrama girmek ne de haccın farizalarından ve menasıklarından olan kimi konaklamalar ve gecelemeler imkanlı olabilirdi. Bugün bile uzak diyarlardan gelen pekçok hacının geceleri, çarşılarda, sokaklarda ve mescitte yattığı düşünülecek olursa, yılın her ayında sıcak bir iklime sahip bu beldenin Kabe ve hacc ibadeti İçin ne kadar uygun bir seçim olduğu daha iyi anlaşılır. Oysa Mekke'nin hemen yanıbaşında bulunan Taif'te, iklimin nemli ve gecelerin soğuk olduğu hatırlandığında söz konusu tercihin hiç de tesadüfi olmadığı görülür.

b) Mikat: Allah'ın Kur'an'da (17/1, 5/2, 28/57, vb.) "muhterem" kıldığı, saygın ilan ettiği bölgenin sınır kapılarıdır ki buradan içeriye ihramsız girilmez. Mikat'la birlikte harem bölgeye adım atılmış olunur. Mikat'ta kişi, ihramla birlikte elbiselerinden ve bütün ayrıcalıklardan sıyrılır. Diğer insanlarla eşitlenir. Zira elbiseler Ali Şeriati'nîn dediği gibi "model, tercih, mevki ve farklılığı sembolize eder". İnsanlar arasında ayrılığa neden olan suni sınırlar çizerler.

c) Kabe: Bulunduğu mekanı muhterem ve mübarek kılan şüphesiz ki Kabe'dir. O, bütün namazlarda yüzümüzü, yönümüzü döndüğümüz dünyada kurulan ilk ibadet evi (3/96); insanlar için toplanma ve güven yeridir. (2/125) Yine Kur'an'ın ifadesiyle orası bir kıyam yeridir. (5/97) Bu kutlu yapının temellerini yükseltense Hz. İbrahim ve İsmail olmuştur. (2/125-1 30)

Mescid'in avlusu başında, Kabe daha henüz görünmezken beyaz ihramlar içinde ona doğru koşuşan, genç yaşlı, kadın erkek bütün bir insanları; hele de küçücük çocukları ve beli bükük ihtiyarları görmek; onların heyecanlarına tanık olmak, bunu hissetmek Kabe kadar etkileyici, Kabe kadar müthiştir. Dünyanın muhtelif yerlerinden kendisini görmek İçin yollara düşenleri, Kabe vakur ve mütevazı bir duruşla karşılar. Alemlere rahmet son nebinin çevresinde doğup büyüdüğü ve ibadet ettiği, Allah'ın Kur'an'da bahsetmek ve övmek lütfunda bulunduğu mekanın tam ortasında bulunmak elbette mü'min yürekleri heyecanlandırır ve duygulandırır. Burası aynı zamanda dinin en somut alanı, en müşahhas bölgesidir. Bütün bir coğrafya, dağıyla taşıyla burada, "Kitab'daki dine" şahitlik eder. Burada mekanın insanlara rehber oluşunun anlamı (5/96) daha iyi anlaşılır. Dinin coğrafyayla doğrulanmasına, belgelenmesine, mekanın dini tefsir etmesine burada şahit olunur ve Mâide suresinin 97. ayeti kendini burada daha bir açar insanlara.

İnsan Kabe'nin yanında öncelikle, yalnız olmadığını, sonra da tarihsiz ve köksüz olmadığını bir kere daha etkileyici bir tarzda görür, yaşar. Haccı toplumsal birliktelik ve tarihsel süreklilik modeli olarak zikretmek ve hissetmek Kabe'nin avlusunda artık kaçınılmazdır. Hacc insan, toplum, tarih, gelenek, sünnet, siyer, hadis, Kur'an kısacası din konularında uygulamalı ders veren bir öğretmendir ve öğrettiklerinin doğruluğunu sınamak, görmek hemen mümkündür.

Kabe, mü'minlere karşı alçak gönüllü; çevresini saran görgüsüz binalara, kendisini kuşatan kral sarayı, Hilton vb. taş yığınlarına karşı ise vakarlı bir duruşu sergiler. Bu durumdan müşteki olduğunu daha ilk karşılaşmada sezersiniz. Beldenin saygınlığının bu denli kaba ve hoyrat bir sonradan görmüşlükle çiğnenmekte olması, ümmet fotoğrafının bir karesini aktarır zihinlere. Görüntü insanın içini burksa da Kabe işini ve işlevini sürdürmekte kararlıdır. Onun mesajı ise mü'minleredir ve şöyledir: Ben vazifemi yaptım ve yapıyorum. Siz de yapın!

d)Hacer'ül-Esved: Yani Karataş, gerçekte ise dini telakkilerin ve tasavvurun vurulduğu, ölçüldüğü bir "mihenk taşı". Tavafın başlama noktası olması dışında bir amaca işaret etmeyen bu taşa karşı gösterilen aşırı tazim ve hürmet insanların taşları putlaştırma tehlikesini hatırlatıyor. Aynı şekilde sonradan uydurulan kimi rivayetlerin etkilerini ve sakıncalarını da... Elbette Hz. Ömer gibi yapacak olduğumuzda mesele kalmaz. Yani Hacer'ül-Esved'e karşı bir kutsama töreni içine girmeden, ona karşı bir muhabbet duyabilir ve bu hissimizi belli edebiliriz. Ne de olsa o, peygamber hatırasıdır. Ama sadece bu ve sadece bu kadar.

Yeri gelmişken belirtelim ki, haccda yanlış din tasavvurunun icraatlerinden olarak hemen dikkat çeken bir uygulama da; insanların teberrüken Kabe'nin taşlarına ve örtüsüne ellerini, yüzlerini, elbiselerini sürmeleridir. Aynı şekilde hacıların cenneti garantilediklerinin, kendilerine daha Arafat vakfesinin ardından söylenmesi ise ucuzcu cennet uydurmacılığının önemsiz bir "müjdesi" olabilir ancak. Belki bu, seyahat acentalarının hacı "müşterilerine" dönük bir propagandası olsaydı anlaşılır bulunabilirdi!!! "Garanticiliğin" nasıl olabileceğini merak edenler Tevbe suresi 19. ve 20. ayetlere bakabilirler.

e) Mina: Hacc ibadeti için Mekke'den ayrılanların, Müzdelife'ye ve Arafat'a varmazdan önce ilk uğradıkları, konakladıkları yer; hacc güzergâhının başlangıç noktası. Etrafı dağlarla çevrili bir vadiden oluşan bu mekanın üzerinde ise şeytan taşlama sembolleri bulunmakta. Unutmamalı ki bu semboller, etrafında çılgınlık yapılan totemler değil. Sadece haccın şiarlarından, sembollerinden, Niye söylüyoruz bunları? Şeytan taşlama günlerindeki izdiham neticesinde onlarca insanın ölümüne sebep olunduğu için...

f) Müzdelife/Meş'ar'il-Haram: Mina'dan Arafat'a çıkarken ve Arafat'tan Mina'ya dönerken orta yerde geçit noktasında bulunan ve Allah'ın Kur'an'da: "Arafat'tan ayrılınca Meş'ar'i Haram'da Allah'ı zikredin... Sonra insanların topluca akın ettiği yerden siz de akın edin..." (2/198-199) buyurduğu yer. İnsanların fevc fevc yürüdüğü bir noktadan turist gibi geçip gitmemek için uyarıldığı, zikre çağırıldığı mekan... Beyaz ihramlar içinde binlerce insanın telbiye, teşbih ve tekbirlerinin göğe yükseldiği bir coğrafya... Sanki ümmetin gövde gösterisi... Sayki bölük bölük mahşer yerine akış...

Kur'an'ın vurgulu ifadesiyle "insanların akın ettiği yerden" gitme yeri, yolu. Ayette mü'minlere diğer insanların aktığı yerden gitme tavsiyesi var. Çünkü bu din toptancı değil, tümden reddedici değil. Din insanların bütün yaptıklarını yanlış bulmuyor, görmüyor. Müşrik bile olsalar insanların doğrularına sahip çıkılıyor. Yani Amerika'yı yeniden keşfetmenin alemi yok. Esasen hacc, bu konuda çok fazla örnekler sunmakta. Haccın insanlığın ortak ve doğru değerlerine önem atfetmesi sadedinde "hacc bilinen aylardadır". (2/197) ayetini de hatırlayabiliriz.

Meş'ar'i Haram, toptancılıktan, genellemecilikten, indirgemecilikten uzaklaşma, ifrattan, tefritten kaçma, vahye sığınma, vasat olan yola girme yeri ya da kelime anlamının çağrıştırdığı şekilde söyleyecek olursak; şuurlanma, bilinçlenme yeri. Yani seçme, ayıklama ehliyetine, kabiliyetine ulaşma makamı.

g) Arafat: Kurban bayramının arefesi olan Zilhicce ayının 9. günü, bütün mü'minlerin toplandıkları ve Mekke'den doğuya doğru yola çıkan hacıların sırasıyla Mina ve Müzdelife'den sonra ulaştıkları bölge. Haccın belki de en temel rüknü burada bulunmak ve dua etmekle ifa edilir. Rasulullah'ın "Hacc arefedir" hadisi de bu gerçeğe işaret etmektedir. Bütün hacıların hangi hal ve şartta bulunurlarsa bulunsunlar, aynı günün sabahından akşamına kadar günün hiç değilse, belli bir zamanında burada yani Arafat'ta olmaları icap eder. Arafat tehir edilemez. Bütün hacıların aynı gün ve aynı yerde toplanmalarıyla hem bir mahşer provası hem de siyasal bir kongre gerçekleştirilir. Hz. Peygamber'in bu maksatla Veda Hutbesi'ni irad ettiği Cebel-i Rahme de bu bölgededir. Ve savaş dışında, öğle ve ikindi namazı ile akşam ve yatsı namazlarının cem edildiği gün ve yer de Arafat'tadır.

B) Hacc İbadetinin Zamanı

Hacc, haram aylardan Zilhicce ayında yapılır. Kur'an'ın da onayladığı bu haram ayları Hz. Peygamber, Veda Hutbesi'nde şöyle zikreder: "Allah'ın takdir ettiğine göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram aylardır ve üçü ardarda gelir; Zilkaade, Zilhicce ve Muharrem. Diğer dördüncüsü ise tek olan Recep ayıdır ki Şaban ayından önce gelir."

Haccın haram ayların ardarda gelen üç ayının tam ortasındaki Zilhicce'de olması da sebepsiz ve hikmetsiz değildir. Şöyle ki, haram olan aylarda savaşmak ve kavga çıkartmak olmadığı ve bunu bütün bir Arap yarımadası benimsediği için, bu aylar tam bir güvenlik zamanı ve ortamı sunarlar. Ardarda gelen üç ayın toplamı yaklaşık 90 gün eder. Bunun da yaklaşık tam ortası sayılabilecek bir günde yani Zilhicce'nin 9'unda hacc başlar. Başka bir deyişle haccın başlama öncesi ile bitme sonrası bir buçuk ay sürer. Bu sürede yani haccın başlama ve bitmesi sonrasındaki geriye kalan zamanlarda haram ayın devam etmesi dolayısıyla, hacılar güvenlik içinde geliş ve gidiş yolculuklarını sürdürebilirler.

Özellikle de dünün dünyasındaki imkansızlıklarla birlikte, günler ve aylar süren yolculukları düşündüğümüzde bu haram ayların sunduğu emniyetli ortamın önemi daha bir anlaşılır hale gelir.

C) Hacc İbadetinin Şekil

a) İhram: Haccın en temel şartlarından olan, insanların bir takım yasaklara riayet etme durumunu ve giyilen (daha doğrusu girilen) iki parçalık kefen benzeri kumaşı anlatır. Bu erkekler için söz konusudur. Kadınların ihramı elbiseleridir.

İhramın en güzel yanı herkesi eşitlemesinde, adı ve vasfı ne olursa olsun bütün suni ayrıcalıkları ortadan kaldırmasında gözükür. İhram, kefeni hatırlatarak insana mahviyet ve tevazuyu en üst düzeyde hissettirir. İhram; bir dinin, bu dinin, insanlar arasındaki eşitliğe, kardeşliğe önem verdiğinin bir sembolü, işareti olarak yaşar yüzyıllardır. Ve bu haliyle gerçek din bu, dedirtir bir kere daha.

b) İbadetin dili: Haccda ibadetle ilgili telbiye tabir olunan ve Allah'a yakarışın, daha doğrusu kişinin Allah'ın davetine icabet ettiğini belirtmesini anlatan nida, en çok dikkat çeken zikirdir. Burada ümmetin ortak dilinin Kur'an dili olduğu, ya da olması gerektiği hususu kendisini açık bir şekilde gösterir. Yeryüzünün muhtelif yörelerinden gelmiş farklı ırklara mensup ve değişik diller konuşan insanların ortak paydaları dini birliktelikleri olduğu kadar, bu birlikteliğin ortak parolaları sayılabilecek olan "din dili" müşterekliğidir. Bu durumu, en başta farlı lisan konuşanlar arasında "dil birliğini" sağlayan selamlaşmada, muhtelif zikirlerde, ezanda, namazda ve okunan Kur'an'larda müşahade etmek mümkündür.

Hacc Kur'an dilinin önemini, ümmet olma yolunda ve yönündeki katkısını her zamandan ve herkesten daha iyi anlatır. Ülkemizdeki namaz ve ezan dili tartışmalarında, Batıcı ve ulusçu laik taifenin Arapça düşmanlığının nedenleri, niçinler de daha iyi cevap bulur zihinlerde. Dil-din ilişkisinde dilin önemsiz olmadığı bir yana; bu ilişkinin sıradan bir ilişki olmadığı hacc vesilesiyle bir kere daha gündeme gelir.

c) Tavaf ve sa'y: Ortalama yüz küsur ülkeden gelen insanların yanında, onların omuzlarına dokunarak, onların arasında kaybolarak bir coşkuyu paylaşmaktır tavaf ve sa'y... Öyle bir coşku ki binlerce insan arasında izdihama yol açmayan bir sıcaklık ve muhabbet kaplamıştır etrafı, inancın her yeri saran coşkusu ve heyecanı vardır ortalıkta. Etraf kalabalıktır ama kabalık pek görülmez. Zira buradaki, stad kalabalığı değildir. Onun içindir ki, tavaf ve sa'yde kaybolma, ezilme korkusu olmaz. Dünyanın en sahih, tek sahih dininin müntesiplerinin ortasından daha güvenilir, daha müşfik, daha sıcak neresi olabilir ki?

Tavaf; insanın "dairesel" hareketlilik içine girerek kainatla bütünleşmesinin sembolüyken sa'y, insanın "doğrusal" hareketlilik içinde bulunarak kendisi gibi olanlarla kaynaşmasını simgeler. Zira kainatın hareketi dairesel insanın ortaya koyduğu hareketleri doğrusaldır. Tavafta ve sa'yde gözüken hareketlilik ve canlılık bu dinin harekete, eyleme ve canlılığa verdiği değere işaret eder. Zaten sa'y'in anlamı da çaba göstermek, gayret etmektir. Tavaf ve sa'y, ümmetin içine düştüğü zilletten kurtulmasının formülünün canlılık ve eylemlilikte olduğunu da haykırır mü'minlere.

Aynı şekilde hacc niyetiyle yola çıkacaklara Allah'ın tavsiyesi olan "azık hazırlama" (2/197) emri de İslam'ın sebeplere sarılmayı öngören ve irrasyonel anlayışlara pirim vermeyen tutumuyla alakalıdır. Yukarıdaki haliyle tavaf ve sa'y İbrahimi geleneğin İslam ümmetine armağanlarıdır. Ve hacc söz konusu bu armağanların çokça olduğu bir ibadettir.

Tavaf ihramlıyken yapılacaksa erkekler, bedenlerinin üst kısmına sardıkları ihramı (ridayı) sağ omuzlarını açıkta bırakacak şekilde bağlarlar. Ve ilk üç şartı gösterişli bir vaziyette, biraz hızlıca yaparlar ki buna "remel" adı verilir. Bu sünneti Hz. Peygamber'in ashabına, müşriklerin mü'minleri uzaktan seyrettiği bir zamanda; mü'minleri güçlü, kuvvetli ve zinde göstermek için tavsiye buyurduğunu hatırladığınızda, Rasulullah'ın ümmetinin imajına ve düşmana karşı acz içinde görünmemeye ne kadar önem atfettiğini bir kez daha öğrenirsiniz. Bunun ne denli müthiş bir siyaset içerdiğini düşünürken, müslümanların bugünkü hal-i pür melalleri gelir gözünüzün önüne. Ve oracıkta Peygamber önderliğine, Peygamber örnekliğine ne kadar ihtiyacımız olduğunu hissedersiniz bir kere daha.

D) Bazı Hatırlatmalar:

1 - Türkiye'den hacca gidenlerin bilmesi gerekenlerden biri de, kendilerine devlet nezdinde pek de itibar edilmediği hususu ile bir kez daha karşılaşacak oldukları gerçeğidir. Bunu özellikle devletin din işleriyle (ne demekse!) ilgili kurumunun icraatlarından çıkarmak mümkündür. Buna göre diğer ülkelerle kıyaslandığında neredeyse iki üç kat fazla para alan "yetkililer", sıra hacc hizmeti ve organizasyonuna gelince ortalıkta gözükmez oluyorlar. Özellikle otel ve benzeri konaklama hizmetleriyle, ulaşımda, hassaten de Mekke içindeki ulaşım araçları hususunda tam bir fecaate ve rezalete imza atıyorlar. Ne kalınan yerlerin, ne binilen araçların diğer ülke hacılarının imkanlarıyla kıyaslanır bir yanı olmadığı görülüyor. Hacıların şikayet ve itirazlarını "sabır" panzehiriyle tedavi etmeye çalışan ve din adına her tür hurafeyi pazarlayan bir organizasyonun bu "icraatlerine" daha ne kadar devam edeceği merak konusudur.

Esasen ülkedeki egemen iradenin, öteden beri hacca iyi gözle bakmadıkları bilinmektedir. Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, çok partili sisteme geçişe kadar geçen zaman içinde haccın "yasak" olduğunu hatırlayacak olursak ne demek istediğimiz de daha iyi anlaşılacaktır,

2- Haccın, pek çok ibadetin özelliğini bir arada barındıran yegane ibadet olduğunu söylemiştik. Aynı şekilde haccın dini disiplinlerin pek çoğunu içerdiğini de belirtmeliyiz. En başta Kur'an'ın indiği mekanın haccın da mekanlarından olması Kur'an ve onun tefsirinde haccın öneminin ihmale gelmez olduğunu gösterir. Yine haccın Hz. Peygamber'in yaşadığı ve mücadele ettiği alanla olan ilişkisi ve yakın münasebetleri siyeri; Peygamber'in hacda ilgili kimi menasıkı bizzat kendisinin ortaya koymuş olması ise sünnet ve hadisin bilinmesini gerektirir. Bu alanlarla ilgili zikredilen görüşler ve verilen hükümlerse bizi fıkha yönlendirir. Aynı şekilde haccın kitaplı dinlerin atası Hz. İbrahim tarafından başlatılmış olması da İslami gelenek ve tarih vurgusunu öne çıkarır.

Bugüne baktığımızda ya da geldiğimizde bu alanlar başta olmak üzere mevcut anlayışların, çözümlerin birçoğunun eksik, yetersiz ve hatta yanlış oldukları da ortadadır. Bu durum sünnet, siyer, hadis ve hatta Kur'an anlayışlarında olduğu kadar, fıkıh anlayışı için de söz konusudur. Özellikle bugün hacda ilgili telakkilere ve pratiklere bakıldığında meselenin aciliyeti yakından kavranabilir. Bu meyanda pratikten örnekle; kimi müslümanların temizlik anlayışlarından, yerlere jilet atmaya, hacc mahallerinde motosikletli araç kullanmaktan, hayır niyetiyle dağıtılan (doğrusu atılan) yiyecek ve içecek organizasyonlarına, şeytan taşlama esnasındaki düzensizliklerin yol açtığı izdihamlardan, caddelerdeki trafiğin keşmekeşine ve hatta yiyip içmeye kadar uzayıp giden bir dizi sorun yeni bir telakkiye güçlü bir tasavvura şiddetli bir ihtiyaç bulunduğunu duyurur.

E) Sonuç

Hacc, sayılı günlerdedir. (2/203) Ya ondan sonrası? Haccda yaşanan duygular, orada verilen sözler, hayatın geri kalanında, sonrasında hatırlanacak ve tutulacak mıdır? Ömrümüze haccın, yorgunluk ve zahmeti mi, Allah'ın bağışlama ve rahmeti mi damgasını vuracaktır, işte esas mesele budur/buradadır.