Tank İhalesi İptal Edilsin!

Haksöz

Filistin bir kere daha dünya gündeminde. Aksa İntifadası ile başlayan direnişi sona erdirmek için ardı ardına giriştiği türlü zulümlere rağmen Filistin halkına boyun eğdirmeyi başaramayan İsrail, saldırganlığını sürekli tırmandırıyor. Yüzlerce tank, zırhlı araç, uçaklar ve helikopterlerle, kitlesel tutuklamalarla ve cinayetlerle Filistin şehirlerine yönelik işgal derinleştiriliyor. Filistin'in sembolü sayılan Yasir Arafat'ı teslim olmaya, zillete boyun eğip, silahının namlusunu kendi halkına çevirmeyi kabul etmeye yönelik bir kuşatma politikası uygulanıyor.

İsrail'in tüm bu vahşetinin kendince çok önemli bir açıklaması var: Terörü önlemek. İsrail'in baş destekçisi ABD de bu gerekçeyi benimsiyor. Karargahının bodrum katında bir odaya sıkıştırılmış Arafat'tan hem ABD, hem de İsrail "terörü" önlemesini bekliyorlar! Sahip oldukları dev propaganda imkanlarını işgale karşı direnen bir halkı terörist, işgalcileri ise savunma pozisyonunda göstermek için seferber etmiş haldeler.

Toprakları işgal edilmiş, yurtlarından sürülmüş, sömürülmüş, aşağılanmış, işkencelere uğratılmış ve ne zaman hakkını talep etse 'haksız' ve 'suçlu' ilan edilmiş bir halka yöneltilen suçlamaya bakın! Ne adalet, ne hukuk, ne anlaşma gözetmeksizin, hiçbir kural tanımaksızın sürdürülen vahşet karşısında tüm dünya üç maymunu oynamakta. Bu halka başka hangi seçenek bırakıldı ki, şimdi en değerli evlatlarının, yiğit kızlarının ve oğullarının bedenlerini bomba kılmaları karşısında terör suçlamaları yükseliyor? Hiç şüphe yok ki, "terör" ve "terörist" yaftaları emperyalistlerin, işgalcilerin, zalimlerin kendi suçlarını örtmek ve hakim kılmak istedikleri statükoya karşı çıkışları boğmak, bastırmak için kullandıkları silahlardır.

Amerikan Emperyalizmine Tavır Almadan Siyonizme Karşı Çıkılamaz!

Filistin'de yaşanan vahşeti doğru anlamak için dünden bugüne yeryüzünün bütününe yönelik emperyalizm olgusunu ve hassaten de içinde bulunduğumuz dönemde yoğunlaşan küresel kuşatmayı doğru tanımlamak ve konumlandırmak gerekir. Uluslararası hukuk, uluslararası toplum, evrensel insan hakları ve daha benzeri pek çok kavramın bolca tüketildiği bir ortamda, dünyanın gözü önünde pervasızca sahnelenen siyonist saldırganlığın kendi başına bir olgu, bir güç şeklinde yorumlanmasının mümkün olamayacağı; İsrail vahşetini besleyen, azdıran, kışkırtan asıl güç merkezinin ABD olduğu bugün en açık biçimde ortadadır. Dolayısıyla Amerikan emperyalizmine karşı çıkmaksızın, Amerikan yayılmacılığına, sömürgeciliğine, hukuksuzluğuna tavır almaksızın yapılan tüm İsrail eleştirileri, kınamaları, lanetlemeleri soyut, yüzeysel ve göstermelik olmaktan öteye gidemez.

Bu yüzdendir ki, daha dün Amerika'nın Afganistan'a yönelik haksız, hukuksuz, ölçüsüz saldırganlığına ses çıkarmayan, bilakis örtülü ya da açık destek verenlerin bugün Filistin'de olup bitenler için gözyaşı dökmeleri, üzüntülerini bildirmeleri, İsrail'in ve Şaron'un caniliğini şaşkın ve kederli ifadelerle kınamaları samimiyetten de, ciddiyetten de uzaktır. En azından büyük bir çelişkidir.

ABD'nin dün Afganistan'da ve halen dünyanın pek çok yöresinde yaptığının benzerini, şımarık çocuğu İsrail Filistin'de yapıyor. Emperyalizm ve Siyonizm işgal, katliam, hukuksuzluk zemininde buluşmaktalar. Tüm bu zulümlerini de aynı gerekçeye dayandırmaktalar: Teröre karşı mücadele, teröre karşı nefsi müdafa! "Terör" plağı zalim güçlerin elinde güçlü bir silah. Kendileri tanımlıyor ve son derece seçici bir tarzda kullanıyorlar. Ve dikkat edilirse asla nedenler üzerinde konuşulmasını istemiyor, buna izin vermiyorlar. Sahip oldukları güçlü propaganda imkanları sayesinde dünya halklarını istedikleri biçimde yönlendirme, belirledikleri soruları sordurup, arzu ettikleri cevapları aldırmaya çalışıyorlar. Bu yüzden de 'neden' sorusunun gündeme gelmesini sürekli engellemeye çalışıyorlar ve sadece o da kendi belirledikleri, daha doğrusu dayattıkları perspektiften olmak kaydıyla, sonuçlar üzerinde düşünülmesini istiyorlar.

İşbirlikçileri Atlayarak Siyonizme Karşı Mücadele Verilemez!

Siyonizmi, Siyonist vahşeti nasıl emperyalizm olgusundan bağımsız biçimde tanımak, tanımlamak mümkün değilse; hemen yanı başımızdaki uzantılarına, işbirlikçilerine, ortaklarına tavır almaksızın siyonizme karşı çıkmanın da manası ve değeri yoktur. Özellikle Türkiyeli müslümanlar açısından bu çok belirgin ve kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Neredeyse düzenin sahiplerince atılan her adımla birlikte bu durum daha da pekişmekte, kesinlik kazanmaktadır.

Bu çerçeveden olarak Filistin'de işgal vahşetinin doruğa çıktığı, yürek burkan görüntülerin dünyaya yansıdığı ve "insanım" diyen herkesin Filistin için bir şeyler yapma zorunluluğu hissettiği bir ortamda T.C. devletinin 'tank modernizasyonu ihalesi' adıyla İsrail'e sunduğu inanılmaz destek tabloyu netleştirmektedir. Hem askeri, hem siyasi, hem ekonomik boyutu itibariyle ve hepsinden fazla da sembolik önemi dolayısıyla bu tavrın tek anlamı İsrail safında Filistin halkına karşı savaş açmaktır. T.C. devleti yetkilileri bir yandan içi boş, sahte, kalıplaşmış keder ve kızgınlık bildirileri kaleme almakta, uluslararası güçleri, kurumları harekete geçmeye çağırmaktalar. Diğer yandan ise tüm dünyada yalnızlaşmaya başladığı, boykot edildiği, sadece siyasi, diplomatik sahada değil, ekonomisinin de kriz içine girdiği bir dönemde İsrail'e adeta "hayat öpücüğü" sunmaktalar.

İhale Değil, İhanet!

Uluslararası ilişkiler zemininde her eylem, atılan ya da geri çekilen her adım mutlaka siyasi bir hedefe yöneliktir ve mesaj taşır. Bu yüzden ihale olayına ilişkin yükselen eleştiriler ve suçlamalara karşı rejimin sözcülerinin konuyu "ticari"leştirme açıklamaları inandırıcı olamaz. Tank ihalesi, T.C. devletinin İsrail ile on yıllardır sürdürdüğü fakat konjonktür nedeniyle açığa vuramadığı işbirliğinin özellikte 28 Şubat sonrası dönemde alenileşip, dizginsizleşmesinin en utanılası yansımalarından biridir. İşin içinde rejimin sahiplerinin Ortadoğu ülkeleri ve halklarına karşı duydukları nefret, ABD'nin yönlendirmeleri, askeri iktidar merkezinin ülkenin geleceğini belirleme planları gibi tümüyle siyasi, stratejik faktörler belirleyici rol oynamaktadır. Zaten konunun ticari yönü de tam manasıyla bir rezalettir.

Türkiye bir yıldan fazla bir zamandır ekonomik kriz nedeniyle dibe vurmuş bir ülke. Ülkenin her yanında işsizlik, açlık kol geziyor. Çöplükten yiyecek toplamak, caddelerde sokaklarda dilenmek giderek daha da yaygınlık kazanan bir hayat sürdürme yolu haline gelmiş bulunuyor. Yankesicilik, hırsızlık, intihar, fuhuş gibi tezahürleriyle sosyal patlama olgusu kendini her geçen gün daha fazla hissettiriyor. Tüm bu tabloya karşı iktidarın tek yaptığı sürekli borçlanmak, daha fazla borçlanmak. Borçlanma politikası sadece bugünü ya da yakın geleceği itibariyle değil, ülkeyi nesiller boyu sürecek şekilde ipotek altına aldırıyor. Ve tam bu kara tablonun ortasında iflas etmiş ve ne yapacağı meçhul bir İsrail firmasına, her biri için 4 milyon dolar gibi neredeyse yeni bir tank fiyatına modernizasyon ihalesi veriliyor. Eğer doğrudan siyasi destek sunma veya bağımlılık oluşturma hesabına dayanmıyorsa, bu iş ancak "yolsuzluk" ile açıklanabilir ki, bu da ticari açıklamaların anlamsızlığını göstermektedir.

Bununla birlikte İsrail'e verilen tank ihalesine sadece bu nedenlerle karşı çıkmak yanlış ve eksik olur. Öncelikle vurgulanması gereken husus İsrail'in işgalci, gasıp kimliği nedeniyle bölgede gayrı meşru bir varlık olduğudur. Dolayısıyla İsrail ile her türlü ilişkiye müslümanlar olarak ilkesel zeminde ve kategorik olarak karşı çıkmalıyız. Doğaldır ki, İsrail'in bugünkü gibi vahşeti doruğa çıkardığı günlerde bu tavır alış daha hayati bir gereklilik kazanabilir ama" bu hassasiyet konjonktürle sınırlanamaz. Konjonktür değiştiğinde de göz ardı edilemez.

Silahlanma Çılgınlığına Son Verilsin!

Öte yandan bu ihale vesilesiyle gündeme gelen tartışmalarla birlikte mutlaka sorgulanması gereken bir husus da Türkiye'nin içine girdiği silahlanma çılgınlığıdır. İflas etmiş ekonomisi ve canından bezdirilmiş halkına karşın Türkiye'nin bugün hala dünya silah üreticilerinin gözde ülkesi olması son derece ilginçtir. Yıllardır gayrı safi hasılası içinde askeri harcamalara yüksek oranda pay ayıran ülkeler listesinin üst sıralarında olan Türkiye son yıllarda bu eğilimini daha da hızlandırmıştır. Önümüzdeki on yıl içinde yüz milyar dolar gibi külliyetli bir bütçeyi askeri alım ve modernizasyon için kullanması planlanan TSK, dünya silah tekellerinin gözlerini kamaştırmaktadır.

Bir yanda ekmek bulamayan, en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, eğitim, sağlık gibi devletin zorunlu hizmetlerinden yararlanamayan, ödenek yokluğundan tıkıldıkları cezaevinden mahkemeye götürülemeyen insanların ülkesi Türkiye. Ama her biri yüz milyonlarca, milyarlarca doları bulan tank, uçak, helikopter alımları ve modernizasyonu söz konusu olduğunda kimse kaynak sorunundan söz etmiyor. Bu konuların dile getirilmesi tabu sayılıyor. Askeri, sivili ağzını açan herkes birlik, bütünlük, ülkenin dört yanının, çevrili olduğu düşmanlar edebiyatıyla konuyu "devlet ciddiyeti"yle geçiştiriyor.

Silahlara bunca para dökmek yerine tehdit olarak düşünülen komşularıyla oturup sorunlarını çözme zemini aramanın hem karşılıklı olarak halkların mutluluğunu sağlamak için mantıklı, hem de çok daha ekonomik olduğu düşünülmek bile istenmiyor. Kaldı ki son yıllarda gerek Yunanistan ile gerekse de Ortadoğulu komşularıyla Türkiye'nin ilişkilerinde ciddi sayılabilecek bir pürüz kalmadığı, istendiği takdirde ilişkilerin normalleşmemesi için bir neden bulunmadığı gerçeği herkesçe görülüyor.

Bu durumda ısrarla silahlanma çabalarının güvenlik dışında başka amaçları olması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu ne olabilir? Bu sorunun cevabı öncelikle Amerikan yayılmacılığının bölgesel planları zemininde aranmalıdır. Türkiye'nin en iyi ihraç ürününün, ordusu olduğu yolundaki teşvik-kışkırtmalar bu zemine ışık tutmaktadır. Diğer bir çok önemli faktör de bu yoğun silahlanma faaliyetinin ülkeye hakim militer yapının gücünü, etkinliğini, belirleyiciliğini sürdürme isteğini ve kararlılığını yansıtmasıdır. Askeri güç odağı bu yolla dış politikadan ekonomiye kadar çok geniş bir alanda belirleyici konumunu içeriye dayatmakta, aynı zamanda dışarıya da hissettirmektedir.

Tank modernizasyonu ihalesi olayında bu durumu açık biçimde görmek mümkün. ABD'nin yönlendirmesi ile T.C. İsrail ile her adımda daha içice geçmekte, böylelikle bölgesel planda emperyalist hedefler için uygun konuma oturmaktadır. Son ihale bu sürecin önemli bir aşaması ve aynı zamanda içinde bulunulan ortam da düşünüldüğünde simgesel değeri korkunç bir gelişmedir. Diğer yandan hükümetin zor durumda kaldığına dair göstergelere, yakınmalara rağmen adeta eli mahkum kabullenmek zorunda kalması nedeniyle gerçek iktidarın kim olduğunun bir kere daha vurgulanması anlamında net, somut bir göstergedir.

Sonuç itibariyle gelişmeler rahatsız edici ve Türkiye halkı ile müslüman halklar arasında oluşturulan mesafenin artırılması açısından tehlikeli olsa da tablo açıktır, nettir. Gün dostlukların ve düşmanlıkların ortaya konması günüdür. Zalimler en inanılmaz, en çirkin bir tarzda birbirlerinin velisi, hamisi olduklarını izhar ve ispat etmektedirler. Müslümanlar da anlamsız yakınmaları bırakıp, dostluklarını ve düşmanlıklarını izhar ve ispat etmelidirler. Yarınlarda Filistin kentlerine yağan bombalarda, kardeşlerimizin vücutlarına saplanan kurşunlarda bizim de payımızın, katkımızın bulunmasından dolayı hesap verme sorumluluğunu, vebalini boynumuzda taşımak istemiyorsak, siyonist katillerden olduğu kadar onların işbirlikçileri ve suç ortaklarından da beri olduğumuzu şimdi haykırmak zorundayız.