Taliban Gerçeği ve Perspektif Sorunu

Haksöz

Taliban’ın zaferinin, ABD’nin ise hezimet tablosunun netleşmesiyle birlikte uluslararası arenada yeniden hatırlanabilen Afganistan, dünya gündeminde olduğu gibi Türkiye’de konuşulmaya, tartışılmaya devam ediyor. Neredeyse 20 yıl boyunca unutulmuş, kaderine terk edilmiş, ABD ve destekçilerinin insafına bırakılmış ve bu süreçte yaşadığı acılar, katliamlar ve tüm bunların kaynağı olan işgal görmezden gelinmiş bir ülke sanki yeniden keşfediliyor. Ne var ki bu çabanın mahiyeti tartışmaya son derece açık ve ne ölçüde adil bir tarzda yürütüldüğü oldukça meşkûk!

Şüphesiz daha objektif, daha adil ve gerçekçi bir fotoğraf çekme çabası içinde olanlar da var ama genel manada Afganistan gerçeği hâlâ kalıplaşmış yargılar ve işgal sürecinde geliştirilmiş algılar perspektifinden sunulmakta. Bu yüzdendir ki gerek devlet katından gerekse de medya ve akademik pencereden serdedilen Afganistan değerlendirmeleri ciddi manada tutarlılıktan ve adaletten yoksunluk izleri taşıyor.

Küresel Yalan Korosuna Ayak Uydurma Rahatlığı

Taliban’ın nasıl bir yönetim uygulayacağı, Afgan halkının beklentilerini karşılayıp karşılayamayacağı, farklı kesimlerin kaygılarını ne ölçüde giderebileceğine dair sorular yöneltenlerin kafalarında aslında tüm bu soruların cevapları net. Çok azı müstesna ana akım medyada ya da siyaset zemininde Afganistan hakkında konuşanların, tartışanların Taliban’a ilişkin pek bir şüpheleri bulunmuyor.

Zihinlerinde zaten ilkel, fanatik, zalim bir hareket olarak Taliban’ı çoktan başarısızlığa mahkûm etmiş haldeler. Merak ettikleri şey bu başarısızlık ve iflas sürecinin ne kadar bir zamana yayılacağı ve ne kadar ağır bir yıkımla sonuçlanacağı sadece. Bu önyargılar eşliğinde ve son derece kibirli bir tavırla küçümsüyor, her türlü yalana, iftiraya kulak kabartıyor, hakkaniyet ve adaletten uzak bir biçimde yargılayıp mahkûm ediyorlar.

Tam 20 yıl sürdürdüğü direnişle ABD ve NATO güçlerini Afganistan’ı zelil biçimde terk etmek zorunda bırakan bir hareket hakkında en küçük bir saygı duyma gereği duymadan ortaya konan bu tutum gerçekten de çok dikkat çekicidir. Çekilen bunca acıyı, ödenen bedeli ve ortaya konan izzetli direnişi yok sayıp burka ve sakal tartışmasıyla vesvese yayanların, zihin bulandıranların Afgan halkını çok düşündüklerine ya da insani değerleri ön planda tuttuklarına dair iddiaları çok komik kaçıyor. Zaten Afganistan topraklarında işgalcilerin üniformalarını kanıksadıkları halde Taliban mücahitlerinin kılık kıyafetlerine dudak bükenlere ne denilebilir ki?

Hangi Fanatizm?

Burada temel sorununun giyim kuşam ya da dış görünüş meselesi olmayıp dünyaya küresel egemenlerin zaviyesinden bakma hastalığına yakalanmışlık olduğunu idrak etmek bazıları için elbette kolay bir şey değil. Bu yüzdendir ki ABD işgaliyle ‘özgürleştirilmiş’ 40-50 ‘modern’ Afgan kadının saçlarının bir kısmını özenle açarak gerçekleştirdikleri protesto tüm dünya medyasının gündeminde büyük büyük yer ederken, binlerce Afgan hanımın İslami yönetime destek eyleminin herhangi bir haber değeri taşımaması şaşırtıcı olmuyor. Öyle ki daha bir hafta önce “Taliban korkusuyla çatıdan atladıkları” iddia edilen kadınlar hemen yeni duruma adapte ediliyor ve bir anda Afganistan’ın umut vadeden geleceğinin timsali, ‘Taliban baskısına karşı direnişin yeni merkezi’ olarak sunulabiliyor.

Taliban’ı dar bakış açılı ve fanatik olmakla suçlayanların Taliban’a yaklaşımlarındaki fanatizm de gerçekten çok çarpıcı! Kız çocuklarının eğitimi ya da kadınların çalışması hususunda Taliban yetkililerinin onca açıklamaları, daha önemlisi de devam eden uygulamalar ortada olmasına rağmen Taliban’ı kadınlara karşı ayrımcı ve dışlayıcı olmakla suçlama kampanyası tam gaz sürmekte.

Bulabildikleri her olumsuz habere dört elle sarılıyor; “Bakın işte Taliban bu, biz demiştik!” havası içinde güya Taliban tehlikesine karşı dünyayı uyarıyorlar. 20 yıllık işgal sürecinde kadınıyla erkeğiyle Afgan halkının maruz kaldığı zulümleri, aşağılamaları, katliamları tek bir kez olsun ağızlarına almayanların Afgan kadınlar için gösterdikleri bu hassasiyet ne kadar da göz yaşartıcı oluyor!

Anlamaya Çalışmak Yerine Mahkûm Etme İnadı

Görmek isteyen herkes Taliban’ın onlarca yıldır sürdürdüğü mücadele birikimi ile birlikte şartlara göre kendisini yenilemiş, geliştirmiş bir hareket olduğunu rahatlıkla görebilir. Bunun sayısız delili, göstergesi ortada. Kendilerine karşı savaşan güçleri de kapsayan af ilanı; sabık hükümet çalışanlarına herhangi bir müdahalede bulunulmaması; eğitim, sağlık vb. hizmetlerin kesintisiz sürdürülmesi; hatta muhalefet edenlerin dahi sözlerinin, eylemlerinin yasaklanmaması Taliban hakkında kurgulanan imajın sahteliğini ortaya koymakta.

Taliban’ın iddia edildiği gibi sekter, gelişmeye kapalı bir hareket olmadığının en açık ispatı ise bizzat direnişin işgal güçlerini müzakereye zorlaması ve Kabil’i kan dökmeden ele geçirmesi sürecinde yaşandı ve görüldü. Ama tüm bu göstergelere rağmen birilerinin ısrarla Taliban’ı kuşatıcı olmamakla, etnik ya da mezhebî fanatizmle suçlaması ve kafalarındaki imajı sorgulama zahmetine katlanmaması aslında kendi fanatizmlerini yansıtmakta.

31 Ağustos tarihinde son ABD askerinin de Kabil’i terk etmesinin ardından Taliban’ın 7 Eylül’de açıkladığı geçici hükümete yönelik tartışmalar bahsedilen bu önyargılı tutuma işaret etmekte. Anlaşılan o ki Taliban’ın 20 yıl boyunca verdiği mücadele, ödediği ağır bedel yeni hükümetin yeterince kapsayıcı olmadığı yönünde eleştiriler getirenlerin umurunda bile değil. Yıllarca kendilerine karşı savaşmış, işgalci ABD’ye onursuzca hizmet etmiş politikacı takımının bir biçimde Taliban tarafından yeni hükümete monte edilmesi gerektiğini düşünen bu çevreler sanki iktidar Taliban tarafından söke söke alınmış değil de birileri tarafından bahşedilmiş, uzlaşma karşılığında hediye edilmiş zannediyor gibiler.

Kuşatıcı Olmanın Ölçüsü Ne?

İlginç bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan da Taliban’ı kuşatıcı olmamakla eleştiriyor. Türkiye’de muhalif çevreler tarafından yoğun biçimde kutuplaştırıcı siyaset izlemekle suçlanan, bırakalım farklı kesimleri, düne kadar birlikte siyaset yaptığı kadroları dahi kuşatamayan, bu yüzden kendisine karşı siyasi zeminde yeni partilerin kurulmasını engelleyemeyen Erdoğan’ın Taliban’a nasıl bir kuşatıcılık önerdiği tartışılmayı hak eden bir konu olsa gerek! Seçim meydanında mücadele ettiğiniz rakiplerinizi en sert ve keskin sıfatlarla düşman konumuna oturturken, Taliban’dan savaşarak, kan dökerek tasfiye ettiği işbirlikçi unsurları Afganistan’ın geleceğinde söz sahibi kılmasını istemeniz çelişkili bir tutum değil mi?

Adeta bir kaziye-i muhkeme gibi herkes Taliban’ı sertlikle, aşırılıkla eleştiriyor. Bu eleştirilerin haklılığı ya da haksızlığı farklı coğrafyalarda sergilenen pratiklerle kıyaslanarak daha rahat değerlendirilebilir, daha adil bir hüküm verilebilir. Taliban Kabil’i ele geçirdiğinde Resulullah’ın (s) Mekke’nin fethinde sergilediği tutumu örnek aldı ve sünnetini ihya etti. Kendilerine karşı savaşanları bile affetti, eski rejim unsurlarını cezalandırma, hesap sorma ya da sürme tavrı sergilemedi.

Peki, bu durumu Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşadığı tecrübeyle bir karşılaştırsak nasıl bir manzara karşımıza çıkar? Aradan beş yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen 15 Temmuz darbe kalkışmasını organize eden yapıyla ilişkili olma iddiasıyla iktidarın geniş kitlelere yönelik yargılayıcı, cezalandırıcı, dışlayıcı tutumunu kesintisiz biçimde sürdürüyor olması dikkat çekici değil mi? Hatta siyasileri, yargı ve güvenlik organlarını bir kenara bırakalım; Türkiye’de pek çok dindar kişi bile düne kadar kendilerinden çok uzak görmedikleri, eş, dost, akraba, arkadaş, komşu konumundaki insanların 15 Temmuz sonrasında maruz kaldıkları büyük mağduriyetlere kör ve sağır kalmıyorlar mı?

Kendilerine gelince tüm bu süreçte yaşanan sıkıntıları, acımasızlıkları, haksızlıkları ‘devletin darbe ve terör suçuna karşı meşru ve haklı mücadelesi’ olarak değerlendiren bir tutum var karşımızda. Ama ne hikmetse aynı tutum sahipleri Afganistan’a gelince işgalcilerle işbirliği yapmış tescilli hainleri, zalimleri bile affetme büyüklüğü gösteren, halka yeni bir sayfa açtıklarını ilan eden Taliban’ı sertlikle ve aşırılıkla eleştirebiliyorlar.

Seçkin Direniş Kadrosu

Bu aşırı benmerkezci ve hakkaniyetten uzak tutumun altını çizdikten sonra Taliban’ın açıkladığı yeni kabine konusuna dönecek olursak şu tespiti yapmakta yarar var: Taliban’ın açıkladığı kabine, eski rejim unsurlarını kapsayıp kapsamadığına ilişkin gereksiz bir tartışmadan öte kadrolarının dirayeti ve birikimi ile dikkate alınmaya değer bir tablo içermekteydi. Hayatları mücadele içinde geçmiş, işgale karşı direnişin ağır bedelini yaşamış, mücahit komutanları kapsayan bu kabinenin Amerikan yönetimi tarafından ‘terörist kabine’ ithamına maruz kalması başlı başına bir şerefti!

Bazıları Taliban’ın yeni dönemde dünyaya daha yumuşak mesaj verme gayretiyle teknokrat isimlerden oluşan bir kadroyu, küresel egemenleri razı etme adına zayıf, kimliksiz insanları öne çıkartmasını umuyordu. Mamafih Taliban bir direniş hareketi olarak açıkladığı kabineyle zalimler karşısında ezik bir tutumu tercih etmek yerine adeta meydan okudu. Destansı mücadelesiyle işgalcileri hezimete uğratan bir harekete de ancak bu yakışırdı.

Şaşırtıcı bir şekilde birileri kendilerini hakem ya da jüri konumuna oturtup Taliban’ı değişip değişmediği hususunda teste tabi tutmaktalar. Öncelikle kimsenin kendisini “ilahi değişim zorunluluğunun kriter belirleyicisi” rolüne oturtmaya hakkı olmadığını vurgulayalım. Taliban değişecek ya da değişmeli ise bu hareketin temel ilkeleri çerçevesinde ve Afgan halkının talepleri doğrultusunda bir değişim olmalıdır. Düne kadar Afgan topraklarını işgal edenlerin arzularına, dayatmalarına göre şekillenmesi, tanımlanması gereken bir süreç olarak asla değerlendirilmemelidir. Onlar yenildiler, kaybettiler! Artık herkes bu gerçeği acilen anlamalı, kabul etmeli!

Değişen ve Değişmeyecek Olan

Öte yandan Taliban’ın değişip değişmediği tartışmasında iki hususun önem arz ettiği görülmeli. Var olan, mücadele eden, zorlu bir direnişe geniş kesimlerin desteğini sağlayabilen bir hareket olarak Taliban’ın değişmemesi zaten mümkün olamazdı. Nitekim gerek önceki yönetim tecrübesinden gerekse de uzun direniş sürecinden edindiği birikimle Taliban kadroları pek çok noktada geçmiş hatalarından ders çıkardıklarını söylüyor, daha makul ve kapsayıcı bir tutum sergileyeceklerinin işaretlerini sunuyorlar.

Mamafih Taliban’ın değişim çerçevesinin ancak İslami kimlik ve ilkelerle sınırlı olacağı, dolayısıyla asla küresel egemenlerin ve onların tahakkümüne tâbi zihinlerin beklentilerini karşılamayacağı da anlaşılmalıdır. Yani Taliban ne kadar değişirse değişsin sonuç itibariyle bu değişimin bahsi geçen güçler ve anlayış sahiplerince kabul görmesi beklenemez. Çünkü onların beklentisi değişimden öte başkalaşmadır. Unutmayalım ki kapsamlı söylem değişikliğine ve onca geri adım atmasına rağmen Tunus’taki Nahda hareketi bile bu dayatmacı değişim testinden geçemedi!

Yanlış Cephede Saf Tutanlar

İslami harekete düşmanlık yapan kesimlerin Taliban üzerinden İslami kimliği, mücadeleyi ve talepleri mahkûm etmeye çalışması anlaşılabilir bir durumdur. Sonuçta Afganistan coğrafyasında işgal güçleri askerî açıdan hezimete uğratılmış olsa da sömürgeci işgal olgusu İslam coğrafyasının tümünde her türlü araçla zihinlerimizi tahakküm altına alma çabasını sürdürmektedir. Asıl şaşırtıcı olan şey ise Taliban aleyhinde sistematik biçimde yürütülen tezviratın dindar bilinen kimi çevreler nezdinde de bir biçimde karşılık bulmuş olmasıdır.

Öyle ki İslamilik iddiasına sahip bu tür çevreler arasında dahi Taliban aleyhine ortaya atılan iftiraları hiç sorgulamadan tekrarlayan, komplocu tezleri hiçbir vicdani endişe duymadan seslendiren, Müslümanların sevincine ortak olmak yerine zalimlerin kaygı ve korkularına paydaşlığı tercih eden acınılası bir tavırla karşılaşabilmekteyiz.

Taliban’ı uyuşturucu ile ilişkilendirmeden tutun da ABD eliyle Afganistan’a hâkim kılındığı saçmalığına kadar bu tür iftiraları dillendirenlerin ortak özelliği Afganistan’ı tanımamaları, tanıma çabası da göstermemeleridir. Afganistan ve Taliban gerçeğine o kadar önyargılı ve mütekebbir bir edayla yaklaşmaktadırlar ki anlama çabası asla devreye girememektedir. Ve anlaşılan o ki ancak bağnazlık kavramıyla tanımlanabilecek bu tavrın içerdiği aşağılık kompleksi sahiplerine bu tarz aşırılıkları, haksızlıkları normal göstermektedir.

Müslümanlara Sevinmek Yasak mı?

Öte yandan bu tarz bir zaaftan uzak olmakla beraber kimi İslami çevrelerde ihtiyatlılık, temkinlilik adına geliştirilen tutumun da Afganistan ve Taliban’a ilişkin tartışma ve değerlendirmelerde moral bozucu etkilere yol açtığı görülmektedir. Enteresan bir şekilde Allah Teâlâ’nın Taliban eliyle ümmete bahşettiği müthiş zafer görmezden gelinmekte, daha doğrusu değersizleştirilmektedir. Oysa “Aman bilahare hayal kırıklığı yaşayabiliriz, mahcup duruma düşebiliriz!” endişesiyle sevincimize gölge düşüren, müminlere sevinmeyi adeta yasaklayan bu tutum ihtiyatlılıktan ziyade ancak vesveseli ruh haliyle irtibatlandırılabilir.

Bütün dünyayı hayrete düşüren, başta ABD yöneticileri olmak üzere tüm işgalcileri rezil eden, ümmete ise onur kazandıran bir zafere bile sevinememek nasıl bir duygudur? Bunun makul, mantıklı bir izahı yapılabilir mi? Denilen şu: “Durun acele etmeyin, hemen sevinmeyin, yarınlarda kötü bir durumla karşılaşılabilir!” İyi ama bu gerek fertlerin gerek toplulukların hayatlarında her zaman yaşanabilecek bir tehlike değil midir? Yarına ilişkin bir garantimiz olmadığını bilmiyor muyuz?

Biz gaybı bilemeyiz ancak bugünden sorumluyuz ve bugüne dair bir hüküm veriyoruz. Yarın şartlar değişebilir, güvendiğimiz insanlar, hareketler yanlış yapabilir. Hatta kendimiz de sapabiliriz! Bu tür bir durum söz konusu olduğunda değişmeyen ölçülerimiz dâhilinde muhasebe yapar, tavrımızı gözden geçiririz. Kardeşlerimizi uyarmaya, ıslah etmeye çalışır, yanlışta ısrar söz konusu olursa da teberri eder, uzaklaşırız ama yanlışa, zulme hiçbir şekilde ortak olmayız. Dün öyle söylemiştik ya da yapmıştık diye bugün yanlış olduğu ortaya çıkan bir sözü, eylemi asla sürdürmeyiz.

Hataya düşme, sapma, bozulma her zaman herkes için ortaya çıkabilecek hallerdir. Bu yüzdendir ki Rabbimize her zaman “ayaklarımızı hak üzere sabit kılması” için dua ediyoruz, etmeliyiz. Ama bu durum bizim güzele güzel dememizi, güzel şeylerle karşılaşınca sevinmemizi, sevincimizi kardeşlerimizle paylaşmamızı engellemez. Zararlı gördüğümüz şeylere üzülmek ne kadar tabiî ise hayırlı gördüğümüz şeyler için sevinmek de o kadar tabiîdir, gereklidir. Bundan dolayı kimseye hesap vermemiz gerekmiyor.

Tedbirli ve Temkinli Olmak İle Vesveseli Olmak Ayrı Şeylerdir!

Ne var ki Müslümanları sürekli biçimde gerilim ortamına mahkûm etmeye çalışan, asla huzurlu ve mutlu olmalarını arzu etmeyen bu yüzden de sürekli bir olumsuzluk, kaygı, endişe yayan bir tavrın bilhassa son yıllarda yaygınlaştığını da biliyoruz. Bu tedbirlilik değil, karamsarlıktır, vesvese yaymaktır. Daha ötesi düşmanın psikolojik harp taktiklerine prim vermektir. Müslümanların, İslami hareketlerin başarılı olmasının asla mümkün olamayacağı, küresel güçler karşısında tutunamayacakları, modern dünyaya anlamlı bir alternatif sunamayacakları, İslamcılığın gerilediği vb. propagandalar karşısında ezik ve edilgen bir tutuma yönelmektir.

Hâlbuki Afganistan’daki gelişmeler uzun bir zamandır ağır bedeller ödetilerek kuşatılmaya, kıstırılmaya çalışılan İslami hareketler için ciddi bir moral ve motivasyon kaynağı olmuştur. Rabbimizin yardımına talip olan bir hareketin, üzerine düşen sorumluluğu layıkıyla yerine getirdiğinde Rabbu’l Âlemin tarafından en güzel şekilde mükafatlandırılacağı; izzete talip olanları Allah Teâlâ’nın aziz eyleyeceği bir kere daha görülmüştür. Rabbimiz kardeşlerimizin başarısını daim kılsın, ümmetin basiret ve ferasetini artırsın!