Dördüncü ayını geride bırakırken Filistinli ve özelde Gazzeli kardeşlerimize uygulanan kesintisiz katliam karşısında çaresizliğimizin mahcubiyetiyle değerlendirmeler yapmanın, bu mahcubiyete derman olmayacağını her geçen gün daha fazla hissetmekteyiz. Rabbimizden bizlere duadan daha fazlasını yapma imkânı vermesini, yapacağımız değerlendirmelerin bizleri aziz kılacak bir yola ulaştırmasını diliyorum.
Bizleri zavallı konuma düşüren bu acı olaylar esnasında gündelik hayatımıza rutin olarak devam etmek tarifi imkânsız duyguları yaşamamıza sebep oluyor. Bunun böyle sürmemesi gerektiğini vicdan sahibi herkes avazının çıktığı kadar bağırarak kulaklarını tıkayanlara duyurmak istiyor artık. Belki söyleyeceklerimiz birçok kez yazıldı, konuşuldu. Bizimki de vicdan sahiplerinden olma isteğimizden kaynaklanıyor sanırım.
Sorunlu Yaklaşımlar
7 Ekim’den başlayalım isterseniz. “Aksa Tufanı niçin yapıldı, gerek var mıydı? Bakın mahvoldular, şehirler yerle bir oldu!” vb. perişanlık cümleleri kurmanın aramızda yasaklanması gerektiğini düşünüyorum. Niçin? Çünkü; yaklaşık yüz yıldır Filistinliler dirense de öldürülüyorlar direnmeseler de. Onlar onurlu olanı yani “direnme”yi seçtiler ve bunun sonucunda görüntüde bir yıkım varsa bile, Filistin davası açısından müthiş bir kazanca dönüştü. Filistin davası bugün dünya ölçeğinde 7 Ekim’den öncesine göre yüz kat daha fazla güçlü bir hale geldi ki bu, direnişin bereketidir.
Dünya Müslüman Âlimler Birliğinin 6. genel kurulundaki konuşmasında İsmail Heniye’nin Aksa Tufanı’nın arka planına dair verdiği ipuçları meselenin ciddiyetini gözler önüne sermeye yetiyor.
Heniye’nin belirttiği şekliyle Filistin davasının bütün dünya çapında ikinci plana itilmesi ve gündemden düşürülmesiyle birlikte uluslararası toplum ve karar alma mercileri Filistin’i adeta İsrail’in kendi iç meselesi gibi ele almaya başlamıştı. İkinci olarak normalleşme anlaşmalarıyla, İsrail işgal rejiminin bölgemizde meşru bir aktör olarak kabul görmesi tehlikesiydi. Bu, Filistin davasını heba etmek pahasına, -İsrail’in diliyle- “bölgesel barışın inşası” şeklinde servis ediliyordu.
Allah’a şükür Filistin meselesi izzetli Gazze halkının kanlarıyla Aksa Tufanı’ndan sonra hiç düşmemek üzere dünyanın en önemli gündem maddesi olarak yerini aldı.
Bir diğer sorunlu yaklaşım, eylemler ve yapılan edilenlerle ilgili. “Yaptıklarınız bir şey değiştirmiyor, boşuna yapıyorsunuz bunları!” vb. söylemler…
Genel olarak “Eylemlerin bir etkisi var mı ki?” sorusunu ya bir şey yapmayanlar ya da Filistin davasına muhalefet edip de kamuoyu baskısından sesini çıkaramayanlar dillendiriyor.
İsrail zindanlarında Filistin tarihinin en uzun cezasına çarptırılan ‘yaşayan şehit’ Abdullah Galip Bergusi'nin geçtiğimiz günlerde vefat eden babası şöyle diyordu: “Gösterilere katılarak, sloganlar atarak tüm görevlerimizi yerine getirdiğimizi sanmayalım. Elimizden ne geliyorsa yapalım. Eli kalem tutanlar bu davayı yazsın, hitabeti güçlü olanlar bu davayı konuşsun, herkes bir şey yapsın ama sakın sessiz kalmayalım; çünkü sessizlik öldürüyor.”
Yaptığımız eylemlerin iki boyutu var, biri ses getirmek, kamuoyu oluşturmak ve bunun sonucunda zulme engel olmak. İkinci boyutu da bizimle ilgilidir; sorumluluklarımız ve ortaya konan tepkilerin bizi inşa etmesiyle ilgilidir. İlk husus hakkında da diyebiliriz ki katil çetesi cephesinde zahiren bir şey değiştirmiyor görüntüsü olsa bile tüm dünyada müthiş olumlu etkileri hepimiz görmekteyiz. Kimlerin kuşatılmış, kimlerin ölüm uykusunda olduğunu daha yeni yeni fark ediyoruz.
Üçüncü sorunlu yaklaşımı şöyle özetleyebiliriz: “Düşman çok güçlü ve tüm süper güçlerin de desteğini almış, karşısındaki bir avuç direnişçi ise İslam âleminden en ufak bir destek görmüyor. Bu kadar bariz güç farkı karşısında galibiyet beklemek hayalden başka bir şey değil!”
Bu karanlık tablo ve bu adaletsiz güç dengesi karşısında galibiyet çok zor, çok uzak gözüküyor değil mi? Ama biz Rabbimizin kâdir-i mutlak olduğuna iman ediyoruz. Müminleri en zor şartlarda dahi yardımıyla galip kıldığını biliyoruz. Nitekim biz çok eskilerde, geçmiş dönemlerde değil daha yaşarken, yakın bir zaman önce işgalcilerin güç ve kudret iddialarının, böbürlenmelerinin ne kadar boş olduğunu ayne'l-yakin Afganistan'da görmedik mi? Yaktılar, yıktılar, bombaladılar ama sonunda rezil olup gittiler.
Allah Teâlâ’nın izniyle Filistin’de de aynı neticenin tahakkuk edeceğine inanmalıyız. Bunun için gayret etmeliyiz. Bu neticeyi biz görmesek de bizden sonrakilerin görmesi için çabalarımızı artırmalıyız. Allah’a binlerce şükürler olsun ki bugün Filistin direnişi önceki on yıllara nazaran çok daha organizeli ve çok daha donanımlıdır. Yarın bundan da daha büyük olacak Allah’ın izniyle.
Gazze Okulu
Tarihte eşi benzeri görülmemiş şekilde yıkıma tâbi tutulan bu coğrafya ve bu izzetli halk örnekliğinde bizlere umut aşılayan müthiş gelişmeler de yaşanmakta. Yaklaşık iki asırdır İslam coğrafyasında yenilginin oluşturduğu dini sorgulama psikolojisi, sonrasında bu mağlubiyet psikolojisinin düşünsel alana yansımasının Gazze’deki izzetli halkın örnekliği ile kesinlikle son bulacağına inanıyorum. Çünkü fiziki olarak yıkım o tarihten çok daha kötü olmasına rağmen, dinin temel referanslarını tartışma konusu edinmeden; inanç ve Allah’a tevekkül konularında dünyaya iman dersi verdiler ve sorgulanması gerekenin dinî kaynaklar değil, esaret ve güç odaklarına teslimiyet olduğunu açık bir şekilde gösterdiler.
Allah’tan başka güç kabul etmeyen bu şerefli halk, direnişin, esaretin tüm şifrelerini çözdüğünü göstermiş oldu. Batı hayranlığı ve maddi güç karşısında yelkenleri indirenler Müslümanları asırlarca ayakta tutan unsurun İslam’ın onlara kazandırdığı izzet olduğunu kavrayamamanın zilleti içinde debelenip duruyorlar.
Olayı eğitim boyutuyla değerlendirdiğimizde bu inanmış ve adanmış mümin topluluğunun öğrettiklerini bizler hiçbir üniversitede, hiçbir ilahiyat fakültesinde, hiçbir medresede ve hiçbir ders halkasında öğrenemezdik. Çünkü o topluluk okuduğumuz kitaplardaki hakikatleri bizzat hayata geçiriyor; nasıl yaşamamız gerektiğini hepimize gösteriyorlar. Tiyatro yapmıyorlar, film çevirmiyorlar, temsil yok. Her şey gerçek ve hakikat.
Yakın çevremiz dahil Aksa Tufanı sonrası toplumu okumaya çalıştığımızda; bireysel ve toplumsal bazda geniş bir kesimin bu eğitimden nasiplendiğini gözlemliyoruz. Daha önce sinmiş, tepkisini gösterme cesareti bulamayan, yenilgi psikolojisini içselleştirmiş kesimlerin bile Gazze okulundan sonra güç ve izzetin sadece Allah-u Teâlâ’da olduğunu yeniden hatırlayarak şahitlik ortaya koymaları geleceğe daha bir umutla bakmamıza vesile oldu.
Aksa Tufanı’ndan sonra Gazze okulunun nimet ve bereketiyle davet ve tebliğ alanında da müthiş bir imkân doğduğuna inanıyorum. Batı’da yüzlerce insanın Müslüman olduğu ile ilgili haberleri medyada okuyoruz. Bu gibi haberler bizim Gazze için yapamadıklarımıza bir mazeret kılıfı riski taşımakla birlikte, yakın çevremizden de bu duygu değişikliğine şahit oluyoruz. Bu sahneleri görüp de duygusal anlamda etkilenmemek mümkün değil. Hayat basitleşiyor. Tüm imkanları gelecekleri için harcadığımız evlatlarımızın neye tekabül ettiğini sorgulama ihtiyacı hissediyoruz, sahip olduğumuz imkanlar değersizleşiyor. Ahiret hayatının gerçekliği ancak bu kadar yakin hissedilebilirdi. İnsanoğlunun kalbi bugün yumuşamayacaksa ne zaman yumuşayacak?
Süreç davet ve tebliğ açısından fırsatlar barındırıyor; bu fırsatlar iyi değerlendirilmelidir. Derin acıların yaşandığı bu ortamlar yeni Musalar doğuracaktır Allah’ın izniyle. Yeter ki üzerimize düşenleri eksiksiz yapalım. Bu fırsatı değerlendirip değerlendiremeyeceğimiz de bizim imtihan alanımıza giriyor. Bu anormal sürecin bitip normal (kuşatılmış) hayatımıza dönmeyi mi kolluyoruz yoksa prangalarımızı fark ettiren bu anormalin nimetlerinden daha çok faydalanmayı mı arzuluyoruz? Seçimi biz yapacağız.