Takiyyenin Kaynağını Nerede Aramalı?

Haksöz

Takiyye kavramı, Türkiye siyasi gündeminde son zamanlarda en çok duymaya başladığımız kavramlardan biri haline geldi. Özellikle rejimin savunuculuğunu yapan çevreler, bu kavramdan türetilen 'takiyyeci' sıfatını 'rejime gizli muhalif olmakla suçladıkları kişi, grup ya da hareketlere ilişkin olarak sıkça kullanmaktalar. Son olarak Fethullah Gülen tartışmasında da bolca gündeme getirildi.

Arapça aslı itibariyle "korunma" anlamına gelen bu kavram, Şia geleneğinde zalim otoritenin baskısına karşı asıl düşünce ve tercihlerini gizleme, şeklinde ıstılahı bir mahiyet arzetmektedir. Kavrama Türkiye siyasi gündeminde yüklenen anlam ise belirgin bir farklılık taşıyor: 'Siyasi hedefine ulaşabilmek için asıl kimliğini ve amacını gizleme, farklı görünme' şeklinde oportünist ve ikiyüzlü bir politik yaklaşım kastediliyor. Takiyye yapmakla suçlanan şahıslar malum olduğu üzere bu suçlamayı reddetmekteler. Fethullah Gülen ayrıca bu kavramın Şia geleneğine ait olduğunu, kendisiyle hiçbir irtibatının olamayacağını da belirtmeye özen gösteriyor.

Erbakan, Gülen ve sistemin rahatsız olduğu diğer zevatın takiyye yapıp yapmadıkları tartışılabilir. Fakat 'takiyyeci' politikaların TC siyasi sisteminde bu şahısların tavırlarıyla sınırlı olup olmadığı da ayrıca tartışılmayı gerektiriyor. Yine takiyye politikasının birilerinin zannettiği gibi birtakım 'İslamcı önderler'in Şia geleneğinden tevarüs ettikleri bir gelenek olmaktan çok, TC siyasi kültürünün ve sisteminin bir tezahürü ve sonucu olduğu gerçeği de üzerinde durulması gereken bir husus.

Burada kısaca 'Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ebedi şefi Mustafa Kemal Atatürk'ün kendi sözlerinden yaptığımız alıntılarla, 'siyasi kültürümüz'de takiyye politikalarının yerine değinmeye çalışacağız. Yelerince açık olan bu alıntılara ilişkin olarak ayrıca yorum yapmaya gerek duyulmamıştır.

İlk Meclis'in açılmasından bir gün sonra 24 Nisan 1920'de M. Kemal'in yeni hükümetin nasıl oluşturulacağına ilişkin önergesinden:

"... Aynı zamanda halife olması nedeniyle padişah, tüm müslümanların reisidir. Düşmanlarımız saltanat ve hilafeti birbirinden ayırmak istiyorlar. Bizim amacımız bu iki makamı ayırmanın milli iradeye uygun olmadığını göstermek ve mukaddes makamı esaretten kurtarmaktır..."*

Aşağıdaki alıntıların tümü Mustafa Kemal'in Nutuk'undandır. Bilindiği gibi Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 2. Büyük Kurultayı'nda 6 gün süren bir konuşma yapar. Daha sonra Nutuk adıyla kitaplaşan bu konuşma, bizzat 'Büyük Kurtarıcı ve Cumhuriyet'in Kurucusu'nun ağzından ayrıntılı bir 'resmi tarih' çabasını yansıtmaktadır. Alıntılara dair parantez içinde verilen sadeleştirilmiş ifadeler ve Nutuk'taki sayfa numaraları Taha Parla'nın beş ciltlik çalışmasının Nutuk'u konu alan ilk cildinden alınmıştır.**

"...Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyeti milliyeye müstenit, bilâkayduşart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek. Bu mühim kararın bütün icabat ve zaruriyatını (gereklerini) ilk gününde izhar etmek (açıklamak), elbette musib (doğru) olamazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakayi ve hâdisattan istifade ederek milletin hissiyat ve efkârını ihzar eylemek ve kademe kademe yürüyerek hedefe vâsıl olmaya çalışmak lâzım geliyordu... nihayete kadar şamil olan (süren) bu ihtisasımızı (duygularımızı) ilk anda kamilen (bütünüyle) izhar ve ifade etmedik. Müstakbel ihtimalât üzerine fazla beyanat, giriştiğimiz hakiki ve maddi mücadeleye, hayalât mahiyetini verebilirdi; harici tehlikenin yakın tesiratı karşısında, müteessir olanlar arasında, ananelerine ve fikrî kabiliyetlerine ve ruhi haletlerine mugayir olan muhtemel tahavvülâttan ürkeceklerin ilk anda mukavemetlerini tahrik edebilirdi." (Nutuk, sh. 12-15)

"...ben, milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekâmül istidadını, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün heyeti içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim." (Nutuk, sh. 16)

"...Hakikat, Osmanlı saltanatının ve hilafetin münkariz ve mülga "çökmüş ve ortadan kalkmış" olduğunu düşünerek yeni esaslara müstenit, yeni bir devlet kurmaktan ibaret idi. Fakat vaziyeti olduğu gibi telaffuz etmek, maksadın büsbütün ziyamı mucib olabilirdi (amacın büsbütün yitirilmesi sonucunu verebilirdi)..." (Nutuk, sh, 437)

"...Meclisi Alinin, vatan ve milletin istiklâlini, hayatını temin için çalışırken; hilâfet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul olması mahzurludur. Şimdilik, bunlardan hiç bahsetmemek menafii aliye iktizasındandır (yüksek çıkarlar gereğidir)... bugünün vaziyet ve şeraiti müsait değildir... Meseleyi esasından halle girişecek olursak, bugün içinden çıkamayız. Bunun da zamanı gelecektir." (Nutuk, sh. 566- 567)

"...Diğer fikir, saltanat idaresine hitam vererek idare-i cumhuriye tesis eylemekti. Bu bizim fikrimizdi, Biz fikrimizi, sarih (açık) söylemekte mahzur görüyorduk... İdarei devleti, cumhuriyetten bahsetmeksizin, hâkimiyeti milliye esasatı dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen şekilde temerküz ettirmeye çalışıyorduk... Devlet reisliğinden bahsetmeksizin, onun vazifesini fiilen Meclis reisine gördürüyorduk... muhasımlarımız, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, bu yapmak istediğiniz şekli hükümet neye, hangi idareye benzer? Maksat ve hedefimizi söyletmek için tevcih olunan (yöneltilen) bu suallere, biz de, zamanın icabına göre cevaplar vererek saltanatçıları işkal etmek zaruretinde idik." (Nutuk, sh. 838-839)

Dipnotlar

*- Şükrü Karatepe, Darbeler Anayasalar ve Modernleşme, sh. 152, İz Yay. İst. 1993.

**- Taha Parla. Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları. Cilt I, Atatürk'ün Nutuk'u, İletişim Yay.. İst. 1991)