Suriye’de Kan Kılıca Galip Geliyor!

Haksöz

Suriye’de bir buçuk yıla yaklaşan ayaklanma geçtiğimiz ay Şam ve Halep’te yaşanan gelişmelerle birlikte yeni bir evreye girmiş görünüyor. 18 Temmuz’da Şam’da Ulusal Güvenlik Konseyi merkezini hedef alan ve Baas rejiminin en etkili isimlerinden 4’ünün ölümüne yol açan bombalı eyleme paralel olarak Özgür Ordunun Şam’ın pek çok mahallesinden nizami ordu güçlerini püskürtmesi ve devamında Halep’te yaşanan büyük çaplı çatışmalar Beşşar Esed rejimi için çok ağır bir darbe oldu. Şüphesiz bu gelişmelerle birlikte rejimin artık çöküşün eşiğinde olduğunu iddia etmek için henüz erken ama ayaklanmanın başından itibaren Baas rejiminin en fazla dillendirdiği tezlerinin çöktüğü açık.

İsyanın Lokal Olduğu Tezi de Çöktü!

Baas rejimi ve sözcülüğünü üstlenmiş çevrelerin isyanın başından itibaren en çok vurguladıkları hususlardan biri Şam ve Halep’te sükûnetin sürdüğü iddiasıydı. Rejim yanlıları bir halk ayaklanmasından söz edilemeyeceğini, ülkenin taşrasında çeşitli kandırmaca ve komplolarla harekete geçirilen kitlelerin halkı temsil etmediğini söylüyor; yaşanılan şeyin topyekûn bir halk ayaklanması sayılabilmesi için ülkenin başkentinin ve Sünni nüfusun çok belirgin bir yoğunluğa sahip olduğu ticari merkez Halep’in de isyana katılması gerektiğini, oysa böyle bir durumun mevcut olmadığını öne sürüyorlardı. Suriye televizyonlarında sıkça yer verilen Şam ve Halep’ten olağan hayat kareleriyle de bu tez desteklenmeye çalışılıyordu.

Gerçekten de başkentinde günlük hayat akışının rutin bir tarzda sürdüğüne dair manzaraların bolca sergilendiği bir ülkede kapsamlı bir devrimden söz etmek kolay değildi. Nitekim “iliştirilmiş” sıfatını fazlasıyla hak eden kimi gazeteciler de Suriyeli görevlilerin mihmandarlığıyla gerçekleştirdikleri ziyaretlerin ardından Şam’ın devrim ve isyan ortamından ne kadar uzak olduğuna dair gözlemlerini paylaşırken aynı tezi tekrarlıyorlardı.

Elbette bu tezi dillendirenler ne yarım asırlık bir korku rejiminin ürettiği yılgınlık atmosferinin akrabalık ve aşiret ilişkilerinin zayıf olduğu büyük şehirlerde nispeten daha fazla etkili olması olgusunu ne de rejimin şehir merkezlerini denetim altında tutmak için sarf ettiği büyük çabaları dikkate alıyorlardı. Aynı şekilde başından itibaren Suriye rejiminin Tahrir benzeri bir görüntü oluşmaması için çok yoğun mesai harcadığı ve bilhassa bu iki merkezi mutlak kontrol altında tutmaya çalıştığı da görmezden geliniyordu.

Ne var ki, tüm bu önlemler Suriye’yi bir baştan diğerine saran isyan ateşinin yükselttiği basınca daha fazla engel olamadı ve zaten çok uzun bir zamandır Şam ve Halep’in çevre mahallelerinde, banliyölerinde süren ayaklanma şehir merkezlerine de yayıldı. Gelinen aşamada Şam ve Halep hem yoğun silahlı çatışmalara hem de geniş çaplı protesto eylemlerine ev sahipliği yapıyor. Halep’in savaş uçaklarıyla bombalanması ise şüphesiz isyanın en çarpıcı karelerinden birini sunmakta. Helikopterlerin etkisiz kalması karşısında meskûn bölgelere savaş uçaklarıyla bomba yağdıran bir rejim gerçeği duruyor karşımızda.

Bu noktada Baas rejiminin sözcüsü Cihad Makdisi’nin teskin etme görüntüsü altında yolladığı tehdit mesajı üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Bilindiği üzere son haftalarda Batılı güçler Suriye’nin elinde bulunan kimyasal silahlarla ilgili yoğun bir telaş sergilemekteler. Aylardır binlerce Suriyelinin ölümünü boş gözlerle seyredenler, bu silahlar Hizbullah’ın ya da diğer “radikal” İslami örgütlerin eline geçer de İsrail’e karşı kullanılır mı diye büyük bir korku atmosferi, bir felaket tablosu oluşturuyorlar. E tabi, ne de olsa İsraillilerin güvenliği tüm dünya halklarının bir numaralı derdi olmalı! Suriyelilerin her gün 100’er, 200’er ölümleri ise vakayı adiyeden addedilmeli!

Baas sözcüsü, Suriye halkına karşı kimyasal silah kullanmayacaklarını, bunlara ancak yabancı müdahale söz konusu olduğunda başvurabileceklerini söyledi. İşgal karşısında şüphesiz her ülkenin elinden gelen her türlü araçla kendini korumaya çalışması anlaşılabilir bir şey ama acaba Baas rejiminin Suriye halkı ve dış müdahale kavramlarına yaklaşımı ne? Her fırsatta dış güçlerin piyonları ve terörist olarak nitelenen Suriyeli Müslümanların “halk” kapsamı içinde değerlendirildikleri çok şüpheli. Aynı şekilde “Dış müdahale olursa kullanırız!” deniliyor ama zaten her fırsatta “Ülkemiz yabancı güçlerin müdahalesiyle bir terör ortamına sokulmuştur!” denmiyor mu? Bu durumda beka kaygısına düşen Baas rejiminin kimyasal silah da dâhil olmak üzere elindeki her şeye başvurması sürpriz olmayacaktır.

Bir Baas Rejimi Güzellemesi Olarak Suriye’nin Bölünmesi Korkusu

Suriye’de dikta düzenine karşı yürütülen mücadelenin rejimin en güçlü göründüğü merkezlere kadar ulaşması ve Baas rejiminin yaşadığı sarsıntının artık her yerden duyulmaya başlamasıyla birlikte bugüne kadar çeşitli tezlerle Suriye muhalefetine karşı duran kesimlerin yeni bir “cephe” açtıklarına şahit oluyoruz. Bugüne kadar türlü iddialarla rejime destek olanlar şimdilerde “Suriye’nin birlik ve bütünlüğü” üzerinden yeni korku senaryoları üretmekle meşguller. Bilhassa da Türkiye kamuoyunda öteden beri etkili bir korku kaynağı olduğu bilinen Kürt devleti öcüsünü öne çıkartıyorlar.

Suriye’de Kürtlerin yoğunlaştığı kuzey bölgesinde Barzani destekli grupların ve PKK uzantısı PYD’nin oluşan otorite boşluğundan istifade ederek bağımsız bir Kürdistan devletini inşa etme aşamasına geldikleri iddia edilmekte. Aylardır hiçbir insani, ahlaki ilke tanımaksızın Suriye’deki ayaklanmayı karalama kampanyası yürütenler, bazen örtülü, bazen açık bir şekilde Beşşar rejimine arka çıkanlar, zulme göz yummayı salık verenler rezil tutumlarına yeni bir gerekçe bulmanın mutluluğu içindeler. Haritalar yayınlayıp, alakasız fotoğraflarla destekleyip “Biz bu işin sonunun kötü olacağını söylemiştik!” bilgiçliği ile “Kürt devleti tehlikesine yol açan halk ayaklanması”nı karalamayı sürdürüyorlar. İşi doğrudan müdahale çağrılarına vardıranlar dahi var. Ne çarpıcı bir durum! Aylardır yanı başımızda binlerce insanın boğazlanmasını, vahşice katledilmesini görmezden gelenler, gayet “soğukkanlı” bir tutumla “Aman uzak duralım, bulaşmayalım!” tavsiyelerinde bulunanlar, “Bizi ilgilendirmez!” diyenler, şimdi ürettikleri bir korku senaryosundan yola çıkarak ülke bütünlüğü adına müdahaleci bir tutumun gerekliliğini savunuyorlar!

Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti oluşumu etrafında süregelen tartışmalar, yorumlar ve iddialara ilişkin olarak iki husus üzerinde durmak gerekiyor. Öncelikle birdenbire yoğunlaşan bu tartışmanın manipülatif bir boyutu olduğunu görmek lazım. Süreç Esed rejimine rağmen gelişmemiş, bilakis Esed rejimince şekillendirilmiştir. PKK uzantısı olduğu bilinen PYD rejim güçlerinin çekilmesinden ötürü güç kazanmamış, rejimle anlaşarak Kürt bölgesinde varlığını hissettirmeye başlamıştır. Zaten ayaklanmanın başından itibaren Esed rejimiyle ittifak ilişkisi içindedir.

Ülkenin pek çok bölgesinde ayaklanan kitlelerle Baas güçleri arasında yaşanan yoğun çatışmalar neticesinde Suriye ordusu kimi bölgelerden geri çekilmek zorunda kalmış ve buralar Özgür Ordunun denetimine geçmiştir. Kürt bölgesinde ise genelde Baas güçleri PYD ile anlaşmalı olarak güçlerini bu bölgelerden çekip, çatışmaların yoğun olduğu bölgelere kaydırmış ve bir anlamda PYD’yi kendisine emanetçi kılmıştır.  Böylelikle bir yandan daha riskli gördüğü bölgelerde yoğunlaşmayı sağlarken, aynı zamanda gerek Suriyeli Araplara gerekse de Türkiye’ye karşı Kürt kartını öne çıkartmayı ve ülkenin bölünebileceği korkusunu yaymayı hedeflemiştir. PYD’nin tüm Suriye Kürtlerini temsil gücü olmadığı gibi, Suriye Kürtlerinin de bağımsızlık için gün saydıkları, fırsat kolladıkları zannı yanlıştır. Bu söylemler daha ziyade korku senaryosuyla Baas rejimine meşruiyet kazandırma taktiklerinin bir yansımasıdır.

Özgürlük Her Halkın Hakkı, Adalet Birlikteliğin Teminatıdır! 

Bununla birlikte şurası da bir gerçektir ki, inşallah yakında gerçekleşmesi umulan Baas rejiminin devrilmesi sonrasında yeni ve farklı bir sürecin yaşanması kaçınılmazdır. Suriye Kürtleri, tüm bölge ülkelerinde yaşayan kavimdaşları gibi, on yıllardır ağır baskılarla, zulümlerle karşı karşıya bırakılmış, yok sayılmışlardır. Baas zulmüne karşı özgürlük ve adalet talebiyle ayağa kalkan tüm Suriye halkı gibi Kürtler de diktatörlüğün sona ermesinin ardından haklarına kavuşmayı ve yaşadıkları ülkede söz sahibi olmayı, ikinci sınıf vatandaş muamelesinden kurtulmayı beklemektedirler. Bu noktada Suriye muhalefetinin Baas sonrasında tüm kesimler için adil bir ülke inşa edileceği ve kimsenin kendisini dışlanmış, mağdur edilmiş hissetmeyeceği bir sistem kurulacağı vaadinin kuvveden fiile dönüşmesi gerekir. İnşallah bu sağlanırsa gerek Suriye, gerek bölge ülkeleri için çizilen korku senaryolarının temelsizliği kendiliğinden ortaya çıkar.

Suriye halkı Arabıyla Kürdüyle, Müslümanıyla Hıristiyanıyla Baas zulmünü iliklerine kadar yaşamış, ağır bedeller ödemiştir. Muhalif hareketlere karşı geçmiş dönemlerde icra edilen sistematik baskı kampanyalarının ve vahşice ezilen başkaldırıların ardından ülke genelinde despotizmin adeta asırlar boyunca hüküm sürecek, kara bir yazı gibi algılandığı bir iklim oluşmuş, insanlar on yıllar boyunca bir korku krallığı altında sindirilmişlerdir. İşte böylesi bir vasatta Ortadoğu’da spontane bir tarzda gelişen isyan dalgasının Suriyelileri de etkileyip cesaretlendirmesiyle birlikte Allah’ın bir lütfü olarak insanlar yavaş yavaş ayağa kalkmış; aciz, iradesiz yığınlar olmadıklarını tüm dünyaya ve en başta da diktatörlük düzenine göstermişlerdir.

Gelinen nokta, ödenen büyük bedellere, çekilen tüm acılara ve halen hunharca devam eden zulümlere, katliamlara rağmen paha biçilmez bir kazanımdır. Suriye halkı, meydanlarda tanklara, bombalara, kurşunlara karşı yükselttiği “Ölüme razı oluruz ama zillete asla!” sloganında ifadesini bulan izzetli tavır sayesinde kendisini bulmuştur. Diktatörlük düzeni vahşice zulmetmeyi sürdürse de her gün yüzlerce insanı katletse de Suriye halkı esarete başkaldırmak suretiyle özgürlüğünü elde etmiştir.

Bu yaşananlardan sonra Baas rejiminin iktidarını sürdürmesi mümkün değildir. Belki ömrünü bir miktar daha uzatsa bile, ne dışarıdan aldığı destek ne de ülke içinde iktidarını yasladığı azınlık toplumunun olanca güçleriyle bu zalim çetenin arkasında durması Esed hanedanlığını uzun bir süre daha devam ettirmeye yetebilir. Rejim güçleri zaman zaman mevzi ilerlemeler elde edebilir, icra ettiği yıkım ve katliamların dozunu artırabilir ama muhalif güçlerin topyekûn tasfiye edilebilmesi ve eski statükoya dönülmesi bu saatten sonra mümkün değildir. Allah’ın izniyle Suriye halkı ödediği büyük bedeller neticesinde yeni ve izzetli bir sayfa açacak ve diktatörlük düzenini tüm kalıntılarıyla tarihin çöplüğüne yollayacaktır. İslam’ın izzet ve adaletinin hâkim kılınacağı yeni Suriye’nin tüm halklar için gerçek manada bir özgürlük yurdu olması ortak dileğimiz, Rabbimizden niyazımızdır.