Sızı

Murat Ural

İşte yeniden depreşmeye başlamıştı o tuhaf sızı. Gözlerini anlamsız bir ifadeyle daldırdığı denizin üslünde bir kuş, geçmiş günlerini peşine dolamış uçup gitmekteydi sanki. Geçmişinden kopmak, eski günlerinden uzaklaşmak, çift yönlü bir etki yapıyordu onda. Bir yandan rahatlatıp gevşetirken, diğer yandan tarifini yapamadığı bir sızı yerleştin veriyordu yine tarifini yapamadığı bir yerine.

Yoğun denilebilecek bir yaşamı olmuştu. Kurtulmak istediği o kadar çok anısı vardı ki. Amansız bir savaşın içine girmişti kendi kendisiyle. Oldukça tahripkâr bir savaşın içine. Geçmişine karşı verdiği bu savaşta her kazanım aynı zamanda bir şeyleri yitirmek anlamına geliyordu. Bir zamanlar onun için hayatının vazgeçilmez anlamlarını oluşturan anılar, tepsinin içinde sunulmuş kesik birer basmış gibi gözünün önünden geçtiğinde zafer sevinci kaybedişin hüznüne karışıyor ve o tuhaf sızı biraz daha derinleşiyordu.

Henüz genç sayılırdı. Ancak hayatın anlamını sorgulamaya başladığından bu yana o kadar şey yaşamıştı ki, orta yaşlı bir insandan çok daha yorgun hissediyordu kendini. Yaşıtlarının hayatın baştan çıkarıcı zevklerini keşfe çıktığı yıllarda o, derin bir anlam yolculuğuna ilk adımlarını atmış idealist bir genç olmayı tercih etmişti. İdealleri ve inançları uğrunda geçireceği bir hayattan daha anlamlı bir şey yoktu o zamanlar. İdealler üzerine kurulmuş bir hayat, pratikte birçok zorluğu getiriyordu beraberinde. Bütün bu zorlukların ötesinde, temeli idealsizlik olan bir düzen içinde o ve onun konumundakiler, beyaz adamın gelişiyle kendi ülkelerinde sirk kahramanlarına dönüşen yerlilerin yalnızlığına benzer bir yalnızlığın içine itilmeye çalışılıyorlardı. O zamanlar bu durum, yılgınlık vermiyordu onlara. Gençliğin ateşinden midir nedir, daha da kamçılanıyorlardı. Hatta içine düştükleri bu yalnız ve güç durumdan gizli bir hoşnutluk duydukları dahi söylenebilirdi.

Sonbaharın serin ve hüzünlü havasından derin bir nefes çekti içine. Ne kadar saçmaymış aslında bütün bunlar, hayatı kendimize zehir etmekten başka ne işe yaradı onca uğraşlar, idealler için verilen savaşlar diye mırıldandı. Peki ama içindeki sızının, bu dayanılmaz sıkıntının sebebi neydi? Niçin kendini yaptığı şeyin vicdan azabından kaçmaya çalışan bir suçlu gibi hissediyordu? Hissettiği suçluluk duygusu, onu kızdırmıştı. "Yeter artık başkaları için çabaladığım, ben de yaşamak isliyorum... yaşamak" diye söylenerek sahil boyu yürümeye başladı.

Yürüdüğü yolun üzerinde biraz ilerdeki bir otobüs durağında yer alan reklam panosu dikkatini çekti, Genç ve alımlı bir kız "Hayatta tek bir doğru var, benimki" diyordu gülümseyerek. "Hayatta tek bir doğru var, benimki" diye tekrarladı içinden. Epey keyiflendirmişti onu bu cümle. Öyle değil mi ya! dedi, herkesin doğrusu kendine. O sıra durağın hemen yanında boylu boyunca yere uzanmış yaşlı bir adam çarptı gözüne. Reklam panosunun tam dibinde kıpırtısız bir şekilde yatan adamın yanı başında insanlar, gözleri binecekleri otobüsün numarasına şartlanmış bir şekilde beklemekteydiler. İçlerinden hiçbirisinin, adamın yerde niye yattığına, canlı olup olmadığına ilgisi yok gibiydi. Yerde yatan adama doğru yalnızca, "hayatla tek bir doğru var, benimki" diyen kız bakmaktaydı donuk gülümseyişiyle.

Birden içindeki o tuhaf sızının tekrar depreştiğini hissetti. Alelacele uzaklaştı oradan. Kaçarcasına uzaklaştığının aslında yerde yatan adam ve panodaki kızın oluşturduğu tablo değil bizatihi kendisi olduğu düşüncesi bir çığ gibi büyüyordu zihninde. Bugüne kadar onu kendisi yapan, ben dediği şeyi oluşturan ama artık uzaklaşmak, kurtulmak istediği ne kadar çok şey vardı. Bütün bunlardan vazgeçip yeni bir ben ortaya koymak mümkün müydü acaba?

Böyle olmasını istemezdim, ama her şey üstüme çok fazla gelmişti diye savundu oluşturmaya çalıştığı yeni benini. Ne kadar ince bir çizgi vardı hayatın iki farklı algılanışı arasında. Oysa geçmişte kendisini böyle bir çizginin çok gerisinde görür, bir gün öbür tarafta yer alabileceğini hayal bile etmezdi. Bir zamanlar hayal bile edemediği bu dünyanın içinde bir düş kahramanı gibiydi artık. Üstündeki ağırlıkların kalkmasıyla sanki kendi ağırlığı da ortadan kalkmıştı. Üzerindeki sorumluluklardan ve yüklerden bunaldığı eski zamanlarında, bir kuş gibi uçup gitmeyi istemişti zaman zaman. Ama şimdiki çok farklı bir şeydi, bir kuş kadar dahi ağırlığının olmadığını hissediyordu.

Ona varlığını hissettiren en belirgin şey olarak, içindeki sızı kalmıştı. Bir yandan acı çektirirken, diğer yandan hayatına biraz olsun anlam katıyordu bu tuhaf sızı. Sorumluluklarından kurtularak biraz olsun tatmayı istediği hayatın zevkli ve cezbedici nimetleri, içindeki sızıyı ancak belirli bir süre dindirebilen birer uyuşturucuya dönüşmüştü artık. Onu bundan sonra bekleyen hayatın, şiddeti gitgide artan bir uyuşturucu bağımlılığından farksız olmadığını anlayabilecek kadar bilincini korumaktaydı.

Bilinci, bir zamanlar biraz daha netleştirebilmek için canla başla didindiği, her şeyden üstün tuttuğu bilinci, bütün terk edilmişliğine rağmen salgıladığı sızıyla, hâlâ direnç gösteriyordu kendisine giydirilmeye çalışılan yeni kimliğe, daha doğrusu, kimin kim olduğunun önemsenmediği bir kimliksizliğe. Kimliksizleşmek, geçmişte onun için korkulu bir kâbusken, şimdi en güzel rüyaları görebilmek için girdiği yumuşak, sıcacık bir yatak oluvermişti. Kendini zaman zaman şiddetli bir şekilde hissettiren sızıdan kurtulmak ümidiyle bu sıcak yatağa iyice gömülüp onu kendinden geçirecek tatlı rüyalara dalmaya çalışıyor, ancak ne yapsa içindeki sızı bir türlü dinmeyerek, görülen her tatlı rüyanın ardından daha da kuvvetli bir şekilde varlığını sürdürmeye devam ediyordu.

Bir kısır döngüye dönüşen bu sürecin nasıl sonuçlanabileceğini o da bilmiyordu. Hayatı sancılı bir rüyaya dönüşmüştü. Zaman zaman uyanmaya çalıştığı ama bir türlü içinden çıkamadığı bir rüyaya. Kendisinden kaçıp terkettiği bilinci, ona şu an sahip olduğu bu sızının ötesinde bir fayda vermeyecek kadar örselenmiş gözüküyordu. Daha önce de kendisini yalnız hissettiği olmuştu. Ama şimdi yalnız hissedebileceği bir "kendisi" dahi kalmamıştı. Sıcacık yatağında, insanın iliklerini donduran buz gibi bir yalnızlığın içinde eriyip gitmekteydi.

Yürüdüğü yolun sonuna gelmişti. Dalgalar birbirleriyle kıyıya varıp yok olmak için çılgınca yarışmaktaydı sanki. Dikildiği kayanın üzerinde uzun uzun seyretti denizi, içindeki sızı had safhaya ulaşmıştı. Gözlerini usulca göğe doğru çevirdi...