Sizden Yana da Değiliz Terörizmden Yana da Değiliz

Alptekin Dursunoğlu

Taliban'ın ve Bin Laden şahsında el-Kaide örgütünün sahip olduğu selefî İslam algısı, vahyi ve teşri'e konu olan diğer ölçütleri ilk anlamlarına göre okumayı tercih eden, teşri'de "mukteziyat-ı zaman"ı bir sapma olarak gören bir çizgi olarak bilinir.

Bugün Afganistan'da Tâlibân ve Bin Laden şahsında toplumsal ve siyasal pratiğe sahip bir aktör hüviyetinde ortaya çıkan selefî anlayış, her ne kadar ana rengini İslam'ın Sünnî yorumundan alıyor olsa da İslam düşünce geleneğinde "ahbarîlik" olarak adlandırılan Şia'ya Özgü de bir selefi anlayışın var olduğu biliniyor.

Şiî selefiliği olarak da adlandırılabilecek olan ahbarîlik, içtihadı, canlı ve işleyen bir mekanizma olarak mezhebî ilkeleri arasına yerleştirmiş olan Şia içerisinde tutunabilme imkanı bulamamış, 19. Yüzyılda Vahid Behbehanî gibi usulî alimlerin çabalarıyla düşünsel alandan, 1979'daki İslam Devrimi ile de toplumsal ve siyasi alandan büyük ölçüde tasfiye edilmiştir.

Binaenaleyh İslam'ın Şii yorumu içerisinde varlık zemini bulamayan selefi anlayışın, ciddi boyutlarda kültürel parçalanmışlık hali yaşayan Sünnilikte, her dönemde potansiyel varlığını sürdürdüğü söylenebilir. Burada söz konusu edilemeyecek kadar çok sebep yüzünden Sünnîliğin İslam'ı okumada güçlü bir usulî çizgi üretememesi, bu noktaya gelmesinde büyük ölçüde dış etkenlerin rol oynadığı Taliban adlı Sünnî selefiliğin hakimiyet kurmasına sebep olmuştur.

1979'daki İslam Devrimi'ni biraz da kendi literatürlerine uygun bir şekilde Fundamentalist (Selefî diye de okunabilir) olarak tanımlayan Batı'nın devrimci "Şiî İslamı"na karşı Sünnilik içerisinden bir "panzehir" yaratma çabasına girdiği bilinmektedir. Suudî petro-dolarlarıyla finanse edilen Rabıta örgütünün yarattığı kültürel zemin, Sovyet işgalinin yaşandığı Afganistan coğrafyasında ABD ile Sünnî selefiliği bir biçimde stratejik müttefik haline getirdi.

Rusya, İran, Çin, Hindistan ve Pakistan gibi büyük bölgesel ve küresel güçlere komşu olan bu coğrafyada, Sovyet karşıtı "mücahitlerdin, işgal sonrasında "cihadı" birbirlerine karşı da sürdürmeye devam etmeleri, ABD'yi jeo-stratejik çıkarlar açısından zora sokmaktaydı, Taliban, ABD'nin, Benazir Butto döneminde Pakistan ile işbirliği yaparak Afganistan'a "istikrar" kazandırma projesinin ürünü olarak doğdu.

Batı açısından bakıldığında Taliban şahsında Selefî İslam, hiç kuşkusuz Samuel Huntington'un ünlü "Medeniyetler Çatışması" tezine katkıda bulunacak birçok özellikler taşıyor. Fakat bu özelliklerin 11 Eylül'e kadar, ne yıllardır Taliban konusunda ne de Çeçenistan'daki etkinliği herkesçe bilinen el-Kaide konusunda dile getirilmemiş, olması düşündürücüdür.

İslam dünyası açısından bakıldığında ise yazık ki, selefî İslam'ın "mücahitlikten" "teröristliğe" evriliş sürecinin çok sağlıklı bir şekilde değerlendirildiği söylenemez. Sadece Bush'un: "Ya bizimle olursunuz ya da bize karsı" sözü bile ABD'nin Tâlibân ve Bin Laden meselesini kendi tanımladığı çerçevede ve kendi işine yarayacak şekilde dayattığını açıkça ortaya koymaktadır. Batı'nın 11 Eylül olayını bahane ederek bunu bir jeo-stratejik ranta dönüştürme arzusunda olduğu biliniyor; fakat İslam dünyası açısından sorun sadece siyasal edilgenlik sorunu değildir. İslam dünyasında bu meseleyle ilgili olarak ciddi bir entelektüel edilgenlik de söz konusudur.

Müslümanlar, bu meselenin "medeniyetler çatışmasına konu olup olmadığını tartışarak bile "ya bizden ulursunuz ya da bize karşı" tuzağına düşmekte, batı uygarlığı adına ABD'nin, İslam uygarlığı adına da Taliban'ın temsilciliğini kabul etmiş olmaktadırlar.

Öte yandan diğer Afgan gruplarını ya da İranlı diplomatları katlettiği sırada Taliban'ın "ilkelliği", "teröristliği" ya da "İslam dışı" olduğu konusunda en ufak bir demeç bile vermeyen müslümanların 11 Eylül'den sonra bütün bunları fark edivermeleri de dikkate değerdir.