Siyonizm’in Dinsel Motivasyonu

Mehmet Şaşmaz

Firavun'un “Ben sizin rabbiniz değil miyim?”1 hitabı İsrailoğullarını kendi mülkiyetinde görmesinden dolayıdır. Bu, Allah'ın yarattıkları üzerine malik olduğunun inkârı ve Allah'a ortak koşmakla eşdeğerdir. Yeryüzünde güç ve iktidar biriktirenler; mülkiyeti kendisine hasrettiği zaman Allah'ın bazı sıfatlarını kendilerinde görmeye başlayarak ilahlık taslamaya başlarlar. Kur'an'da yapıp ettikleri bildirilen Firavun, zalimlerin sembolü haline gelmiştir. Vahye konu olan Hz. Musa ile Firavun mücadelesinde mihenk noktası, yarattıkları üzerinde Allah'ın malik olduğu ve Firavun’un iktidar ve mülkiyet iddiasının Allah'tan gelen vahiy ile reddedildiği üzerinedir.

Yahudi topluluğunun Hz. Musa’yla beraber Mısır'dan çıkışlarıyla başlayan süreç Kur'an'da birçok kez farklı surelerde bize bildirilmiştir. Yahudilere verilen nimetler sürekli hatırlatılmış, onlar Allah'a ve peygamberine itaate davet edilmişlerdir. Yahudi topluluğunun nankörlükleri, tuzakları, hileleri, yalanları defaatle vahiyde geçmiştir. Bu bağlamda öne çıkan vasıflarının mal sevgisi, dünyaya bağlılık, egemenlik ve iktidar hırsıyla ilgili olduğunu görürüz. Kendilerine gelen peygamberlerin bazılarına itaat etmemişler bazılarını da öldürmüşlerdir. Dünyaya bağlılıkları ve iktidar arzularının şiddeti nedeniyle “Ey Musa! Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz oturanlardanız.”2 diyebilecek kadar pervasızca dünyada kalma isteklerini ifade etmişlerdir. İktidar hırsları, birbirleriyle de sürekli çekişmelerine sebep olmuştur. “Sen onları birlik sanırsın. Hâlbuki kalpleri dağınıktır.”3 ayetiyle Yahudilerin birbirleriyle de mücadele ettiklerini anlayabiliriz. Kısaca özetlediğimiz, vahye konu olan özellikleri tarihî hafızanın devamı doğrultusunda, büyük oranda Yahudi toplumlarının ortak özelliği olmuştur. Bu özelliklerin devamlılığını tarihî süreçle inceleyebiliriz.

Yahudi toplumunda bilinen ilk siyasi, dinî, kültürel dönüşüm M.Ö. 586’da Babil kralı Nebukadnezar'ın Kudüs'ü işgal edip Süleyman Tapınağını yıkması ve Yahudileri Babil’e sürmesi ile başlamıştır. Babil sürgünü olarak tarihe geçen bu dönem, 70 yıllık kısa bir zamanı kapsamasına rağmen Yahudi toplumunda dinî, siyasi, kültürel kırılmalar oluşturmuştur. Dinî ve hukuki metin olan Talmud'un ilke ve emirlerini hikâye ve mesellerle anlatan Hakkadah'ta şöyle geçer: “Rabb, Yahudilerin yoldan çıkan halkını Babil’e sürgüne göndererek cezalandırır. Rabb, onları Peygamberleri aracılığıyla defalarca uyarmasına rağmen; putperestlik, ahlaksızlık, kan dökmek, aşırı içki içmek gibi günahlara dalmaları ve peygamberleri inkâr etmeleri nedeniyle sürgün cezasını hak etmişlerdir.” Bu, sürgün öncesi Yahudi toplumunun; azgın, inkârcı ve ahlaksız bir yaşantı içinde olduğunun itirafıdır. Musa (as) şeriatında olan “Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, zina etmeyeceksin!” gibi ahlaki emirlerin toplum içinde yaşanmadığı ve hatta putperestliğe yöneldikleri anlaşılmaktadır. Bu ruh hâliyle sürgünü Rabbin cezası olarak algılıyorlardı. Yahudiler için bu dönem, bir diaspora dönemidir. Yahudi tarihinin en önemli devirlerinden birini teşkil eden Babil diasporasında İsrailliler kendilerini dış kültürel etkilerden korumayı; özgünlüklerini, kimliklerini ve varlıklarını muhafaza etmeyi Babil'de öğrenirler. Bir fikir sistemi, bir ideoloji ve çoğunluk uluslar içinde bir yaşam şekli olarak Yahudilik Babil'de doğar.4

Sürgün şartlarında doğan Yahudiliğin dinî yorumu Babil sürgününden sonra Yahudiler için günümüze kadar gelen bir inanış biçimi olacaktır. Siyasi ve tarihsel alanda bir dönüm noktası olan sürgün dönemi Yahudi düşünce hayatını derinden etkiler. Birincisi yeniden Kudüs'e ve Kudüs toprağına kavuşma özlemi, ikincisi de yabancı bir milletin içinde Yahudi kalabilme endişesidir. Bu dönemde Yahudilerin sadece kendileriyle ilgilenmeleri ve egemen topluma karşı sorumlulukları yerine getirmeleri konuları ağırlık kazanır. Bununla birlikte şüphesiz diasporanın Yahudi dini, kültürel ve sosyal hayatına büyük etkisi olur.5

En önemli değişim; Yahudi milli şeriatının şartların değişmesiyle değişmeyecek şekilde kanunlaşması ve sinagog etrafında toplanan bir cemaat oluşmasıdır. Yahudi olarak kalabilmek endişesini gidermek için tapınak yorumu evrenselleşmiştir. Sürgün öncesi tek tapınak Süleyman Tapınağı iken sürgün yıllarında toplanma yeri olarak sinagoglar tapınak işlevi görür. “Tanrı yeryüzünde toplanılan her tapınaktadır.” yorumuyla ilk sinagog inşası Babil'de yapılır. Bu dönem Tevrat'ın yazıya aktarıldığı dönemdir. Yahudi şeriatı oluşturulurken Babil, İran, Mezopotamya kültürlerinden etkilerle Yahudi milli dininin oluşumunun temelleri atılır. Sürgün sonrası için eskatoloji geliştiren ilk kişi ll. İşaya'dır. Yeni çağın açılışını, ll. İşaya Tanrı tarafından belirlenen bir dizi mucizevi olaylarla izah eder.

1. İsrail'in kurtuluşu yani sürgünlerin özgürlüğe kavuşması, çölü geçiş, Kudüs'e varış ve dünyanın dört bir köşesine dağılmış olanların bir araya gelişi.

2. Yahve’nin yani Tanrı Yehova'nın Siyon’a, günümüzdeki Kudüs şehrine dönüşü.6

Kutsal kabul edilen İşaya kitabındaki bu anlatılar Siyonizm’in beslendiği dinî ön kabuller açısından önemlidir. Siyonizm ideolojisi Babil sürgününde temelleri atılan ulus olma ve milli din ile beraber kutsal dönüşü kutsal metinlerden çıkararak yorumlayan Yahudilik projesine yaslanır. Siyonizm Yahudi kutsal metinlerinde olanın ete kemiğe bürünmüş halidir. Milletlerin yok edilmesi, İsrail’in kurtuluşu, sürgünlerin Kudüs'te toplanması, ülkenin cennete dönmesi, tanrısal egemenliğin veya Mesih'in saltanatının kurulması sonunda tüm milletlerin doğruya gelmesi, sürgünde oluşan eskatolojik anlatıların dinleşmesidir. Hz. Musa'ya atfedilen kutsallık yasası hayatın işlevlerini ve toplumsal davranışları özelleştirir. Amaç Yahve’nin vaat ettiği ülkeyi yeniden fethe hazırlamak için İsrail halkının temizliğini korumaktır. Halk yabancı ve kirli bir dünyanın ortasında etnik ve dinsel kimliğini koruyabildiği ölçüde ayakta kalabilecektir. Bu nedenle sürgün edilen Yahudilerin en önemli işi Tevrat'ın bütününe sarılmak ve Torah eğitimi yoluyla kimliklerini korumaya çalışmaktır. Bu amaçla birer eğitim ve toplumsal dayanışma örnekleri olarak sinagoglar inşa edilir.

Babil sürgünü ile oluşan Yahudi tecrübesi daha sonraki nesillere dinî metinlerle aktarılmıştır. Bu nedenle gittikleri her coğrafyada kendi kimliklerini korumak için gettolaşma ve diaspora oluşturmada, sinagog merkezli eğitim ve cemaatleşmede, dinî ve kültürel hafızalarını nesillerine aktarmada başarılı olmuşlardır. Babil sürgününden sonra devletleşemeyen ve başlarında bağımsız bir kral olmayan Yahudiler; Mezopotamya'da, Arap yarımadasında ve Avrupa'da gettolaşarak diaspora hâlinde yaşadılar. Avrupa'ya geçişleri hususunda kesin tarihî kayıt olmamasına rağmen İskender'in Persleri yenmesi, Yahudiler için geniş hareket alanı oluşturmuştur. Bu nedenle Avrupa’ya ilk göçün Mısır üzerinden İskender zamanında olması muhtemeldir. M.S. 70’te Roma, Kudüs’ü işgal ettiğinde -bazı kaynaklara göre- 80 bin Yahudi köleyi Roma’ya götürdü. İskender ile başlayan ve Roma ile devam eden Yahudi göçüyle Avrupa'da Yahudi diasporasının erken tarihlerde başladığı sonucunu çıkarabiliriz.

Avrupa’da 9. yüzyıldan başlayarak ticaretin en önemli aktörleri olması Yahudilerin nesiller boyu yerleşimle Avrupa'yı iyi tanıdıklarını göstermektedir. Avrupa'da 9. ve 13. yüzyıllar arasında ticari ağ kurarak önemli aktör olmuşlardır. Avrupa'da merkezî krallıkların zayıfladığı, feodal özerk yönetimlerin hüküm sürdüğü bu yıllarda Yahudiler ticaret için rahat ortam bulmuşlardır. Bu dönemde Avrupa'da güçlü olan Yahudi etkinliği 14-15. yüzyıllarda hızla düşüşe geçmiştir. Bunun nedeni iktisadi gerileme ve Avrupa'da oluşan ulusal reflekslerdir ki iktisadi gerilemeden dolayı gönüllü göç yaşanmıştır. Yahudiler iktisadi olarak aktif bölgelerde yaşamak istemektedir. İkinci unsur, Avrupa'da uluslaşma refleksinin dinsel ideolojik hâl almasıyla Yahudi karşıtlığının ortaya çıkmasıdır ve oluşan baskıyla yaşanan zorunlu göçtür.

Tarih boyunca Yahudiler iktisaden geri olan ve baskı gördükleri yerlerden göç etmişlerdir. Bu yüzyıllarda Akdeniz ticaretine hâkim olan ve Yahudilere geniş sosyal ve ticari alan bırakan Osmanlı'ya yoğun göçün nedeni daha iyi anlaşılır. Sanayi Devriminden sonra genişleyen Avrupa pazarından pay almak için Avrupa'ya dönüşleri de hızlı olmuştur. Coğrafi Keşiflerle beraber genişleyen Avrupa ticaretinde Yahudi sermayesinin ciddi katkıları olmuştur. Ticarette emtia hareketlerinin küreselleşmesiyle oluşan yeni durum, kredi ve finans kullanımının başlamasıdır. Tarih boyunca tefeciliği ticaretlerinde kullanan Yahudiler, kredi ve bankacılık yoluyla tefeciliği resmileştireceklerdir. Ticari ağlar ile yüzyıllardan beri ticaret yapan Yahudiler, finans ve kredi ağlarıyla Avrupa'da kapitalizmin doğuşuna katkı sağlayacaklardır. Bu nedenle Marks, Yahudilik ve kapitalizm arasında güçlü bir bağ kurmuştur. “Yahudi'nin toplumsal kurtuluşu, toplumun Yahudilikten kurtulmasıdır.” sözü ile Avrupa açısından kapitalizm ve emperyalizm ile ölçülen bir Yahudi sorunu olduğunu ifade etmiştir. Marks, Yahudilerin kapitalist karakteri ve finans ağının gücüne odaklanır. Devamında devlet, Yahudilerin ticari işlerine ihtiyaç duyduğundan dolayı paranın peşinde Yahudileşme eğilimindedir. Nüfus oranları ile karşılaştırıldığında sivil toplumun ağırlıklandırılmış etkisi yüksek asli unsurlarındandır ve mutualist bir yapı arz eden devlet ile Yahudi'nin ticari işlerinden biri tarihsel olarak ortadan kalkmadan diğerinin ortadan kalkması mümkün değildir.

Avrupa'da Yahudi sorunu, 19. yüzyıldan itibaren entelektüel çevrede emperyalizm ve kapitalizm çerçevesinde tartışılmıştır. Kapitalist yoruma destek olan Protestanlık, paranın peşinden gitmekte olan Yahudiler için yeni bir çığır açmıştır. Yahudiler açısından dinsel hoşgörü ortamı oluşmuştur. Güçlü olandan tarafa nüfuz etme becerileri olduğu için önce İngiliz sömürge imparatorluğuna, daha sonra da çağın küresel emperyalisti ABD’ye kendilerini konumlayacaklardır. Ticaret ve finans ile bu devletlere etki edeceklerdir. Amerika'nın kuruluşunun temelini atan İngilizler Avrupa'dan zengin 20 aileyi Amerika'ya taşıyarak finansal açıdan destek olacaklardır. Bu ailelerin neredeyse yarısı Yahudi’dir. ABD'nin kuruluşunda bu ailelerin önemi günümüze kadar gelen ABD-Yahudi ittifakı şeklinde cereyan etmiştir. Protestanlığa nüfuz ederek oluşturdukları Hristiyanlığın yeni yorumu Evanjelizm’de kendilerine yer bulmuşlardır. Evanjelikler Tanrı'nın kutsal toprakları Yahudilere verdiğine inanırlar. Tanrı'nın vadettiği kutsal topraklar olarak gördükleri yer, Ürdün nehrinin iki tarafında kalan topraklardır. Yani İsrail'in yayılma politikası Evanjelikler için esastır. Babil sürgününde oluşturdukları dinsel metinlerdeki Kudüs'e dönüş ve Yahudi ulusunun kendine özgünlüğünü hiçbir zaman terk etmemişler, gittikleri her yerde gettolaşarak sinagog merkezli yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Evanjeliklerle kurdukları irtibat Siyonizm ideolojisi ile beraber Babil sürgününden sonra ilk defa devletleşecektir.

Tarihte ticari ağlarla devletlere etki eden Yahudiler, 20. yüzyıldan sonra gelişen teknolojiler sayesinde mal hizmet ve finansın küreselleşmesinden en çok istifade edenlerdir. Küresel ticaret ağlarının kurulması Avrupa'da ve ABD’de finansın kredi ve bankacılık yoluyla büyümesi Yahudilerin etkinliği ile oluşmuştur. Küresel çapta faaliyet gösteren büyük firmaların, medya kuruluşlarının internet ağlarının büyük çoğunluğunun Yahudi sermayesi olması erken dönemde küresel ağ ticareti kurduklarının delilidir. Küresel ticari ağlarla güç devşiren ABD-Yahudi ortaklığı egemenliğini bütün dünyaya askerî ve siyasi yolla dayatmaktadır. Kuruluşundan bu yana çok az yıl savaşmamış ABD, kurduğu küresel egemenlikle insanlığa zulüm, kan ve gözyaşı getirmiştir.

Müslümanlar hamasetten uzak bir şekilde içinde yaşadıkları çağın gerekliliğini kavramak zorundadırlar. Eski Ahit’i (Tevrat) kendi inançlarını oluşturmada merkez yapan Mesihçi Evanjelizm, Hristiyan Siyonizm’idir. Hristiyan Siyonistler ve Yahudi Siyonistler özelde Ortadoğu'da genel olarak bütün İslam coğrafyasında Babil sürgününden itibaren oluşturulan vaat edilmiş toprak mitinin gerçekleşmesi için Müslümanlara her türlü zulmü yapmayı dinlerinin ve inançlarının gereği olarak görmektedirler. Bu projelerini gerçekleştirmek için 1980 yılında İsrail adına strateji üreten beyinlerden olan Odet Yinon, milli strateji adı altında rapor hazırlamıştır. Bu raporun amacını şöyle tarif eder: “Bugün bizim en temel amacımız; başta Ortadoğu olmak üzere Müslüman ülkelerin demografik, stratejik, etnik ve ekonomik bakımdan yeni bir dengeye oturtulmasını sağlamaktır.”

İsrail Dışişleri’nde uzun süre stratejik değerlendirme uzmanı olarak çalışan Odet Yinon'un 1982 raporundaki ifadeler de dikkat çekicidir: “Ortadoğu bölgesi her biri birbirine düşman azınlıklardan ve etnik gruplardan oluşturulmuş 19 devlete bölünmüştür. Dolayısıyla her Müslüman Arap devleti içten, etnik ve mezhepsel bölünme tehdidi altındadır. Sosyolojik anlamda Suriye milleti ve Irak milleti gibi bir millet olgusu yoktur. Bu devletlerin sınırları içinde farklı dinî ve etnik gruplar vardır. Irak, Suriye'den daha güçlüdür. Yakın gelecekte İsrail için en büyük tehdit Irak'ın gücüdür. Bizim için Irak'ın bölünmesi Suriye'nin bölünmesinden daha önemlidir.”

Zaman içinde kayda geçen bu yazılı stratejilerin adım adım uygulandığına şahit olduk. En son Arap Baharı ile Müslüman halkların kendi diktatörlerine baş kaldırmalarını bastırmak ve stratejilerini gerçekleştirmek için Suriye'de, Mısır'da, Libya'da, Tunus'ta, Yemen'de askerî müdahaleler ve iç çatışmalarla kaos oluşturmaya çalıştılar. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak yeniden bir dünya inşa etmenin yöntemi üzerine düşünsel ve amelî pratikler ortaya koymak elzemdir. Bilgi üretiminde Batı'yı taklit değil, vahye atıfla bilginin amelden kopmadığı bir Müslüman kimlik inşası hedeflenmelidir. Çağa böyle hitap edilebilir. İnsan fıtratını bozan ve kirleten şer imparatorluğunu, ancak öze dönüşü mümkün kılan bilgi ve amellerimizle insanlığı kuşattığımızda yenebiliriz.

 

Dipnotlar:

1-  Naziat, 24.

2-  Maide, 24.

3-  Haşr, 14.

4-  Sharen More, İsrail Ulusunun Tarihi, s. 38

5- Mehmet Aydın, Diyalog Açısından İlâhi Dinlerin Birbirine Yaklaşımı, s. 12.

6-  İşaya: 40/11.