Sivas Davası ve Düzenin Kısas Uygulaması

Haksöz

Sivas davası beklendiği gibi sonuçlandı. Sistemin laiklik duyarlılığının doğrudan saldırganlığa dönüştüğü bir konjonktürde yargılanmanın bedeli olarak, sanıklara idamlar ve ağır hapis cezaları yağdı. Uzun bir süredir müslümanlara karşı ezme-yoketme dürtüsü ile hareket eden sistemin elinde az bulunur cinsten bir fırsattı Sivas davası. Medyanın da aralıksız sürdürdüğü linç kampanyasının yardımıyla fırsat ganimet bilindi ve son kez Genelkurmay brifingleriyle şarj edilmiş DGM yargıçları, istiklal Mahkemeleri geleneğine bağlılıklarını bir kere daha teyid etme imkanı buldular.

Yazılı hukuk kurallarının bile bir kenara bırakıldığı ve tek parti döneminin "İnkılap kanunları" anlayışının geçerli addedildiği bir dönemden geçiyoruz. Sistem, sözkonusu dönemin bir gereği olarak elinden geleni ardına koymuyor. Sistemin tepe organlarında İslam öncelikli düşman olarak tanımlanıyor. Bu tespit üzerine herkes, her kurum sahip olduğu imkan ve güçle saldırıya geçiyor. Sistemin baskı ve zor aygıtının en doğrudan işlediği bir alan olma vasfına sahip yargı, bu dönemde özellikle öne çıkıyor. İrtica olarak tanımlanan İslami gelişimle ilgili verilen her kararda açık bir düşmanlık ve kin, nefret dürtüsünün belirleyicilik kazandığını ve "ibret olsun" mantığının işletildiğini görüyoruz. Sivas davasında verilen kararlar da sistemin İslami gelişimi bastırmak, müslümanlara gözdağı vermek için son zamanlarda muhkemleştirdiği baskı ve sindirme zincirinin yeni bir halkası olma özelliği taşıyor.

Sivas olayı, müslümanlar açısından kendi değerleri ve mukaddeslerine yönelik bir saldırganlık ve edepsizliğe karşı ortaya konmuş kitlesel bir tepki olarak önem arzediyor. Davanın seyri süreç içinde epeyce farklılaştırılmasına rağmen, bilindiği gibi olayın temelinde İslam'a ve İslami değerlere en galiz küfür ve hakaretlerde bulunan bir aydın müsveddesine ve onun hezeyanlarını sergilemesine olanak sağlayan devletin İslam karşıtı yapılanmasına karşı duyulan infial yatmaktaydı, Ne var ki, kitlesel tepkiyi oluşturma ve harekete geçirmede başarılı olan müslümanların daha sonra olayın seyrine müdahil olamamaları, sonuçta olayın tümüyle kontrolden çıkmasına ve beklenmeyen gelişmelerin yaşanmasına yol açmıştı. İslami kaygılarla başlayan tepkilerin tümüyle bir yığın tepkisine dönüşmesi ve gittikçe tipik bir lümpen karakter kazanması, ortaya son derece kötü bir sonuç çıkarmıştı.

Otel olayı hem laik sol çevreler, hem de egemen güçler için büyük bir nimet oldu. Böylece bir yandan egemenler her geçen gün büyüyen İslami gelişime karşı ciddi bir propaganda malzemesi yakalarken, bir yandan da Alevi duyarlılığı üzerinden taban genişletmeye çalışan laik sol çevreler iliklerine kadar sömürebilecekleri bir fırsat elde ettiler. Üstelik zaman zaman farklılaşan bu iki kesimin "gericilik tehdidi" karşısında tarihsel bir buluşma noktası yakalamaları açısından da Sivas olayı yabana atılamayacak bir müşterekti.

Sivas olayı, özellikle sol çevreler için tam bir sefalet tablosu olmuştur. Müslümanlara karşı duydukları kin bu insanları DGM'yle, Nusret Demiral'la, holding medyası ile ortak bir zemine taşımış, yıllarca idam cezasına karşı duyarlılıklar geliştiren, yoğun kampanyalar yürüten insanlar Sivas sanıklarının 146. maddeden cezalandırılmaları için adeta yırtınmışlardır.

Müslümanlar söz konusu olduğunda hiçbir standart ve ölçü tanımamak, adeta Türkiye'de genel bir tutum halini almıştır. Bu yüzden sözde demokrat ve sol çevrelerin çelişki ve tutarsızlıklarını çok garip karşılamak yersiz olur. Ne var ki, benzeri olumsuzlukların müslümanlar arasında da vuku bulması ya da müslümanlara da atfedilmesi vakası karşısında ciddiyetle durmak gerekir.

Örneğin Sivas davası ile ilgili olarak ortaya konan birtakım tutum ve söylemler bu olumsuzluğun somut biçimlerini sergilemektedir. Özellikle savunmalar sırasında bazı sanıkların mahkeme heyetini ikna gayretiyle, devletçi, vatancı, asker sevgisi ve "terörist" düşmanlığı içeren söylemler geliştirmeleri, sadece açınılacak bir konuma düşmelerini getirmekle kalmamış, olayın bütününe ilişkin olarak sahiplenilecek İslami çerçevenin de zedelenmesine yol açmıştır. Elbette Sivas davasında yargılanan sanıkların homojen bir topluluk olmayıp, çok farklı eğilim ve anlayışlara sahip oldukları, pek çoğunun net bir İslami kimliğe ulaşabilmekten bir hayli uzak bulundukları biliniyor. Dolayısıyla bu çeşitlilik ve bulanıklığın, ortaya birbirine taban tabana zıt ve çelişkilerle dolu bir görüntü çıkarması doğal.

Doğal olmayan, üzücü olan, olayın mahiyetini bilmeyen insanlar nezdinde İslami söylemin ucuzlatılması, kirletilmesi. Halbuki yaklaşık 5 yıllık yargılama sürecinde bu insanlar en azından düzeni daha ciddi bir temelde tanımış olmalıydılar. Bir kere, düzenin İslam'a karşı duyduğu düşmanlığın somut hedefi haline geldikten sonra, uzlaşmacı-teslimiyetçi söylemler geliştirerek dahi bu düşmanlığın ateşinden kurtulmanın mümkün olamayacağını anlamalıydılar. Kısa bir zaman diliminde dahi bu durumun o kadar çok örneği yaşandı ki!

İslami tehdit' olarak algıladığı gelişim karşısında tavizsiz ve kararlı bir tutum geliştiren düzen, gerçekten irtibatlı olsun veya olmasın bu gelişimle ilgili, ilişkili gördüğü herkesi ve her çabayı doğrudan bir saldırı öznesi olarak algılıyor. Bu saldırganlık karşısında yapılması gereken tek şey, İslami kimliğe daha fazla sarılmak, Kur'an'la daha fazla arınmak ve direnmektir. Alttan alarak, geri çekilerek, farklı görünerek ya da gerçekten farklılaşarak bu saldırıyı atlatacağını sananlar yanılgı içindedirler, düzenin fanatizmini anlayamamışlardır. Bu şekilde davranarak sadece kendi şahsiyet ve saygınlıklarını yitirmektedirler. Halbuki bugün birtakım eziyetler doğursa da, bizleri yarınlarda kurtuluşa eriştirecek olan, daha önemlisi Rabbimizin rızasına ulaştıracak olan şey, kimliğimize ve değerlerimize sahip çıkarak direnmektir.