Seyyid Kutub’un Arınma Süreci

Hamza Türkmen

Muhakkik, mütefekkir, şahit ve âlim vasıflarıyla Seyyid Kutub, 1960’lı yıllarda Türkçeye çevrilen makale ve kitaplarıyla Türkiye okuyucusuyla tanıştı. İslami kavrayışın ve Kur’anî amaçların bütünselliğini Türkiye okuyucusuyla buluşturan tüm çabalar önemliydi. Zira 1923’ten itibaren Kemalist resmi ideolojinin inşası süreçlerinde İslami tefekkürün izharı ve İslami kaynaklara ulaşılması yasaklı hale getirilmişti.

Cumhuriyet tarihinde bütünsellik içindeİslam’ı gündeme getirecek ilk çalışmalar 1958’de neşriyat hayatına başlayan Hilal Dergisi ve Yayınları ile ortaya konulan çabalarla belirginleşmişti. Ebu’l Âla Mevdudi, Seyyid Kutub gibi İslami uyanışın sembol isimleriyle de ilkin Hilal neşriyatı sayesinde tanışılmıştı.

Kutub’un kitaplarını Türkçeye 1964’te “Din Dediğin Budur”, Ekim 1966’da “Yoldaki İşaretler”, 1967’de “İstikbal İslam’ındır”, “İslam ve Medeniyetin Problemi”, “İslami Etütler” ile Hilal Yayınları kazandırdı. Ayrı yayınevlerinden de ilk başlarda “İslam’da Sosyal Adalet”, “İslam Kapitalizm Çatışması” ve 1970’lerde de“Fi Zilal” tefsiri yayınlandı.

29 Ağustos 1966’daki şehadetinden hemen 15-16 gün sonra da milliyetçi-mukaddesatçı bir kadronun eline geçmiş bulunan İstanbul Cağaloğlu’ndaki MTTB’nin salonunda Sezai Karakoç ve Necip Fazıl Kısakürek’in konuşmacı olarak katıldığı onun düşünceleri ve dava misyonuyla ilgili bir anma merasimi düzenlendi.

Ama şehadetinden iki ay sonra ne olduysa Seyyid Kutub’a Türkiye’de de vesayet altındaki yargı tarafından cephe açıldı. MİT’in başında bulunan Fuat Doğu Paşa tarafından Kutub karşıtı söylemlerin camiamıza serpiştirildiği öğrenildi. “Yoldaki İşaretler” kitabı yayınından iki ay sonra toplatıldı, yayıncısı ve çevirmeni cezaya çarptırıldı. Daha da acısı tarihî süreç içinde milli dindarlık çıkmazına düşerek devletçi çizgiye yanaşan mezhepçi-mukaddesatçı etkin kişi ve cemaatler “kökü dışarıdalık, vahhabilik, reformistlik, sapkınlık” hatta ve hatta “yeşil komünistlik” ithamlarıyla Seyyid Kutub, Ebu’l Âla Mevdudi gibi ümmet coğrafyasında İslami uyanış ve ıslah çabalarının en etkili âlim ve münevver sembol isimlerine karşı kampanyalar açmaya başladılar.

Bu bağlamda ne olmuştu da Kısakürek, 1966 yılında “tam ayar dava kahramanı” “benden daha müteşebbis ve aksiyoner” ifadeleriyle övdüğü Kutub’un beslendiği Teymiye, Abduh, Rıza, Mevdudi gibi öncülerin ıslah çabası içindeki birikimlerine ve ıslah ekolüne “reformistler” diye cephe açan “Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri” kitabına önsöz yazabilmişti?

Türkiye’de Seyyid Kutub okumaları içinde onun fikrî gelişim seyri ve bütünlüğü çerçevesinde ne kadar doğru takip edilebildiğine dair elimizde bir kronoloji yok. Ama bir sistematiğe tabi olmasa da Kutub’u okuyanlar arasında, Müslümanlarla ilgili durum değerlendirmesi ve çözüm önerisi konusunda en azından şu vurgu ve tespitler makes bulabilmiştir: “Cahiliyye toplumu”, “cahiliyedeki şirk, tuğyan ve tağut kavramları”, “tevhid algısının ve Kur’an rehberliğinin öncülüğü”, “yeniden Kur’an neslinin inşası” vd.

Kutub okumalarından elde edilen parça doğrular dahi resmi ideolojiyi ve vesayet rejimini rahatsız etmiştir. Örneğin 28 Şubat sürecinde “darbe hukuku”yla muhatap olan Müslümanların evlerinde Seyyid Kutub’un kitaplarının bulunması tutuklanmaları için suç gerekçesi sayılabilmiştir. Yani nasıl ki Suriye’deki Baas rejimi için Seyyid Kutub’un kitaplarının okunması anayasal suç kapsamı içine giriyorsa, Türkiye’deki 28 Şubat’ın Kemalist darbeci paşaları tarafından brifinglendirilmiş yargı da Kutub’un görüşlerini suç delili sayabilmiştir. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra adli tutanaklarla ortaya çıkmıştır ki imam hatip okulları, başörtüsü, Kur’an eğitimi veya Seyyid Kutub düşmanlığı yapan 28 Şubat darbe ve yargı sürecinin arkasında hem ulusçu-laikçi Kemalistler hem de “Hizmet Cemaati” denilen İslam’ı tahrif ve istismar eden, uluslararası batini mafya örgütü olan FETÖ bulunmaktaydı.

Türkiye hapishanelerinde hâlâ 600’eyakın Müslüman siyasi mahkûm bulunuyor ve bunların dosyaları arasında Seyyid Kutub’un kitabını bulundurmak suç delili olarak zikredilebilmiştir. Ayrıca 28 Şubat 1997 yılına doğru ve sonraki süreçte Türkiye’deki İslami uyanış süreci safları arasında Fuat Doğu misyonuyla veya “Derin Devlet” söylemiyle yaygınlaştırılan Seyyid Kutub gibi ıslah öncülerimize yönelik “kökü dışarıda”, “başka coğrafyaların fıkhı”, “Siyasal İslamcı”, “Resmi İslamcı” “irfan yoksunu”, “âlim değil” gibi ithamlardan etkilenen ve Seyyid Kutub misyonunu aştığını ifade eden bazı unsurlar, diğer arkadaşlarını “Siz hâlâ Seyyid Kutub mu okuyorsunuz?!” diye tahfif ederken yerel ve küresel vesayetten teşvik görebildiler.

Oysa Kutub mükellefiyet yaşına girdiğinde, hayatı anlamlandırma çabalarında birbirini aşan farklı merhaleler katetmiştir. Kutub bile kendini kimliksel olarak aşma süreçleri yaşarken, yerlilik saplantısıyla “Derin Devlet” teşvikiyle birlikte önü açılan “Kutub’u aştık” söyleminin, “Hangi Kutub’u aştınız?” sorusunu cevaplayabilecek bir donanımı da yoktu.

Özellikle Kutub, 1960’lı yıllarda elde ettiği birikimini ve bakış açısını müzakere ve tashih ederek “Yoldaki İşaretler” kitabıyla birlikte olgunluk dönemine adım atmıştır. Ancak bu dönemini şura eksenli bir paylaşımla yeterince geliştiremeden, Mısır’ın diktatörlük rejimi tarafından sadece yeni düşünceleri ve sünnetullah çerçevesinde ortaya koyduğu stratejik hedefler nedeniyle itham edilmiş ve düzmece bir mahkeme işlemi sonunda 29 Ağustos 1966 tarihinde iki arkadaşıyla birlikte idam edilmiştir.

Ailesi, Kutub’u 8-9 yaşlarındayken hafız olarak yetiştirdi. Ama onun gençliği fıtri ve İslami olana yabancılaşan zihinleri Batılılaşmış mahfillerde dolaşarak geçti. Ancak 40 yaşına geldiğinde ve özellikle de ABD’deki tahsili sırasında gençliğinde takip ettiği milli, yerli ve sol eğilimli düşüncelerinden ayrışmaya adım attı. 1938’den sonra İslami hakikatleri keşfetmeye çalışan bir edebiyatçı ve eğitimci olarak hissedilmeye başladı. Filistin’in işgaline karşı çıktı. İngiliz yandaşı krallığa karşı Hür Subaylar Hareketi ile ilişkiye girdi. 1952 askerî darbesi ile iktidara gelen Nasır cuntasıyla tartışmaları onu İhvan-ı Müslimin’in saflarına yönlendirdi. İhvan’ın bir nevi neşriyat müdürü oldu. Ve Kur’an tahkikleri sonucunda “Fi Zilal’il Kur’an” tefsirini yazmaya başladı. Kabul edilmeyen İslami taleplerinden vazgeçmedikleri için İhvan mensuplarıyla birlikte iki kez zindana atıldı ve bazı kereler işkence gördü. Hapishane şartlarında Fehmi Ced’an’ın ifadesiyle Ebu’l Âla Mevdudi’nin ve Takiyuddin Nebhani’nin görüşleri gibi ıslah çizgisindeki metodik ve metodolojik farklı yaklaşımları mütalaa etti. Ve Rad Suresinin girişinde de belirttiği üzere Kur’an’ı özneleştirdiği bir süreçle itikadi ve sosyal alanda Kur’an merkezli bir inşanın yolunu göstermeye çalıştı. Kutub’un köklü bir değişimle/ıslahla İslami kimliğin bireysel ve toplumsal inşasını teşvik eden sözleri yerel ve küresel istikbarı rahatsız ettiği için zalimane bir şekilde idam edildi. Ortadoğu’daki tüm işbirlikçi rejimlere rağmen onun hakikat ve istikamet arayışındaki görüşleri hapishane parmaklıklarını aşan bahar çiçeklerinin kokusu gibi talepkâr tüm insanların kalplerine ve idraklerine ulaştı.

Türkiye’de “Sen hala Seyyid mi okuyorsun, biz onu aştık!” diyenler, keşke İslami ve evrensel sabitelere dayanan doğrularına doğru deyip onun içtihadi yorumlarını olumlu doğrultuda aşabilme nitelik ve tanıklığını gösterebilselerdi. Onu aşmak için önce onun düşünce aşamalarını, mücadele sevdasındaki iradesini ve adanmışlığını kavramak gerekir. O birilerinin kurguladığı gibi ne “tekfirci” idi ne de hayata ve tarihe sadece devlet merkezli bakanlarca itham edildiği gibi “Resmi İslam” taraftarıydı.

O, ümmeti uyandırmak için sünnetullahla uyumu yakalamaya çalışan bir ıslah projesinin stratejisi içinde canı pahasına “yeniden Kur’an neslinin inşası” hedefini önceleyen, diğer ıslah öncülerimiz gibi tağutun önünde eğilmeyen ve vahye olan şehitliğini hayatında gösteren bir muslihti.

Ancak İslam’ın rehberi ve uygulamadaki en güzel örneği (usvetu’n hasene) Muhammed Aleyhisselam’ın bile mümin erkekler ve kadınlar kadar kendi günahları için de Rabbinden abd/kul olarak mağfiret dilediğini (47/19) hatırlayacak olursak, hayatta hatasız ve kusursuz olan hiç kimse yoktur.

Bu çerçevede Seyyid Kutub’un ortaya koyduğu perspektif ve misyonunu değerlendirebilmek için öncelikle son eserinde “cahiliye” olarak değerlendirdiği ilk dönemlerindeki fikrî arayışlarının ürünlerini bir kenara koymalı veya tahkik ederek değerlendirmeliyiz. İkinci olarak da olgunluk döneminde gerek insani sınırlılığı ve gerek hapishanedeyken yeterli bir istişari ortamı paylaşamamasından kaynaklanan eksikleri ve hatalarının bulunabileceği ihtiyatıyla görüşlerini müzakere etmeliyiz.

Seyyid Kutub’un olgunlaşma döneminde belirginleşen üç temel tespitinden bahsedebiliriz:

1. Kutub, “yakinî deliller” ile itikad oluşturmanın önemi üzerinde durmuş ve gaybi konularda “zanni” haberlerden kaçınmayı tevhid algısının sahihliği açısından elzem görmüştür.

2. Kutub, mezhepçi “sahife fıkhı”nın taklitçiliğinden uzaklaşmayı önemsemiş, Resul-ü Ekrem gibi Kur’an nasslarıyla hayat arasında ilişki kurarak çözüm üretmenin yeterliliği üzerinde durmuştur.

3. Kutub, İslam şeriatının bütün olarak uygulanması için önce Kur’an ümmetinin yeniden inşası gerekliliği üzerinde durmuştur. Rabbimizin işaret ettiği “ulu’l-emr” ve “şura” heyeti ile birlikte İslam ümmeti için İslami uyanış ve dirilişi, bunun içinde ilkeleri Siret-i Resul’de örneklenen yeniden Kur’an neslini inşa etmenin önceliğini temel ibadi görevlerimiz arasında göstermiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kutub’un da insan olarak tabii ki eksik ve hataları olabilir. Ama olgunluk dönemiyle ilgili vurguladığımız bu üç temel tespiti bile onun muhakkik, mütefekkir ve ıslah öncüsü kimliğini ortaya çıkarmaktadır. O, 20. yüzyılda yükselen İslami uyanış ve ıslah çabalarının önceki birikimi ile gelecek açılımları birbirine bağlayan en önemli köprülerden birisidir.

Arap Baharı sürecine bağlı olarak 2013 Şubat’ında İslami kuruluş ve kanaat öncülerinden 40 kişi civarında bir ekiple Libya’ya gitmiştik. Ekibimizde rivayet ve dirayet ekolünden insanlar olsa da ortak paydamız Kur’an ve Sünnet temelli yeni bir ıslah ve inşa mücadelesi, dayanışması içinde olmaktı. Bingazi’de Seyyid Kutub’un takipçilerinden ve İhvan’ın önde gelen mütefekkirlerinden Bekir el-Beşir ile yaptığımız toplu görüşmede sorularımızdan önce bize Libya’daki misyonlarını kısaca özetlemelerini istemiştik.

El-Beşir’in verdiği cevap son derece kısa ve kuşatıcıydı: “Biz Urvetu’l Vuska, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Muhammed Reşid Rıza çizgisini takip eden Hasan el-Benna, Ebu’l Âla Mevdudi, Takiyyuddin Nebhani ve Seyyid Kutub’un izlediği ıslah çizgisindeniz. Bu çizgiyi büyütmeye ve modelleştirmeye çalışıyoruz. Ve ıslah çizgisinin zaaf ve eksiklerini aşarak, içinde yaşadığımız koşulları gözeterek ve kendimizi yenileyerek geleceğe yürüyoruz.”

Islah çizgisini geliştirip kurumlaştırmak, ıslah çizgisindeki zaaf ve yanlışları ayıklama dirayeti ve bu çizgiyi bedeller ödeyerek de olsa geliştirme sürekliliği… Yani dağılmış bir ümmeti itikadi, sosyal ve siyasi zaaflarından arındırarak yeniden diriltme hamlesi. Bu hamlenin formül cümlesi de Seyyid hocamızdan: “Yeniden Kur’an neslini inşa etmek”.

Kutub’un Hayat Çizgisi

Babası Hindistan kökenli olan ve 1906’da Mısır’ın Asyût vilayetindeki bir köyde dünyaya gelen Seyyid Kutub, annesinin ısrarı ile 6-9 yaşları arasında Kur’an’ı hıfzetmiştir. 27 yaşında Kahire Daru’l Ulum Üniversitesi’nden birincilikle mezun olmuştur. Daha sonra ilkin ilkokul öğretmenliği ve sonra damaarif müfettişliği yapmıştır. Gençlik yıllarında modernitenin etkisindeki Mahmud Akkad, Taha Hüseyin, Mustafa Sadık Rafiî gibi edebiyatçıların çevresinde milliyetçi ve sosyalist eğilimlere meyletmiştir. Yine gençlik yıllarında sosyal siyasi konularla ilgili olduğu için Vefd Partisi’ne üye olmuştur. Bu süreçte birçok edebi çalışma yapmış ve 1936’da da iffetli bir aşk hikâyesini konu alan “Eşvak/Dikenler” romanını yazmıştır.

Ancak Kutub, 1938-1945 yılları arasında rüşt yaşına adım atan bir genç gibi hayatın amacını ve anlamını çözümleme çabaları içinde olmuştur. Eşyanın tertip ve düzeni için yüce bir kudrete ihtiyaç olduğu fikrini işlediği kasidesini bu yıllarda yayınlar. 1939’da edebi kaygılarla başladığı Kur’an araştırmalarıyla ilgili ilk makalesini “Kur’an’da Edebi Tasvir” başlığıyla yayınlamıştır. Bu tahkik süreci onu Batılılaşma etkisindeki edebiyat çevresinden ve Kur’an’ın icazını reddeden Mahmud Akkad’dan uzaklaştırmaya başlamıştır.

Kutub, 7 Ekim 1946’da yayınladığı bir makale ile İslami kimlikten ve hareketten yana olduğunu ilan eder ve mevcut siyasi partilerle ilişkisini keser.

Kitap haline getirdiği “Kur’an’da Edebi Tasvir”i 1945’te, nüzul sırasına göre tertiplediği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı çalışmasını da 1947’de yayınlar.Beş duyu ile bilinmeyen şeyleri kavramakta aciz olduğumuzu, dolayısıyla kelam ilmi tartışmalarının da ilim ifade etmeyeceği tespiti üzerinde durur. (Kutub bu yaklaşımını olgunluk döneminde bir usule bağlar ve gaybi konularda zanni rivayetlerin yakînilik ve ilim ifade etmeyeceğini belirtir.)

1948’de bir İhvan üyesinin finanse ettiği “Yeni Fikir” adlı edebiyat dergisi çıkartır ve bu yeni döneminde edebiyatın İslami meselelerle meşgul olması tezini işler. Aynı yılda İslam’ı bütün olarak algılama çabalarının bir ürünü olarak “İslam’da Sosyal Adalet” konusuyla ilgili çalışmalarını yayınlamaya başlar. Bu süreçte krallık rejimi, Kutub’u doktora yapması için ABD’ye gönderir.

1948 yılında İsrail’in kuruluşuna karşı başlayan İsrail-Arap Savaşında ücretli Mısır ordusunun başarısızlığının aksine gönüllü İhvan-ı Müslimin elemanlarının destansı başarıları halk arasında İhvan’ın ve lideri Hasan el-Benna’nın itibarını oldukça yükseltir. Bu arada Kutub Amerika’dayken Hasan el-Benna onun tamamladığı “İslam’da Sosyal Adalet” kitabını 1949’da Mısır’da yayınlatır. Ancak Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da Ramses Meydanı’nda bir suikast sonucu şehit edilir. Kutub bu haberi öğrenince sömürge düzenlerini de sömürgecileri de iyice gündeminin merkezine alır.

Washington ve Colorado’da sosyoloji üzerine “yeni eğitim” konulu doktora çalışmasını bitiren Kutub İngiltere, İsviçre ve İtalya ziyaretlerinden sonra 1951’de Mısır’a döner. Döndükten sonra kapitalizmi ve büyük sermayedarları, Amerika ve Avrupa’da demokrasi adına hak ve özgürlük taleplerinin çiğnenmesini kıyasıya eleştirir. Batı medeniyeti denilen paradigmal yapıya yönelttiği doktrinel eleştirilerini, yayınladığı “İslam ve Medeniyetin Problemleri” kitabında işler. “Amerikancı İslam” nitelemesiyle ABD’nin Müslüman âlemde açtığı yüksek okullarla nasıl da insanlarımızı kimliksel olarak devşirmeye çabaladığını ifşa etmeye çalışır.

O, Mısır’a döndüğünde İslami ve insani arayışlarını derinleştirir. Hem 1952’deki askerî darbe öncesinde Hür Subaylar Hareketi ile hem de İhvan-ı Müslimin elemanlarıyla irtibat içine girer. Verdiği konferanslarına Cemal Abdunnasır ve Enver Sedat başta olmak üzere birçok Hür Subay üyesi katılmıştır. Mısır’ın normalleşmesi için toprak reformu, gelir paylaşımında adalet ve anayasa hazırlanması konularında projelerini Hür Subaylar kadrosuna kabul ettirmeye çalışır. Ki o zamanNasır, Hür Subaylar Hareketinin lideri olan bir yarbaydır. Hür Subayların 23 Haziran 1952 yılında gerçekleştirdiği askerî darbeden sonra devlet başkanlığına getirdikleri General Muhammed Necip, Seyyid Kutub’u “İslam’ın ve devrimin yeni devrimcisi ve ideologu” olarak takdim etmeye başlar.

Oysa bu dönemde Seyyid Kutub’un İslam algısı henüz parça doğrulara dayanmakta ve projeleri eklektisizm içermekteydi. Daha önünde uzun bir arınma süreci vardı. Zira gelenekçi cahiliyenin birikiminden daha çok kendini dayatan modernizmin hepimizin bilinçaltlarımıza serpiştirdiği hayat tasavvuru veya kavramsal muhtevaları kuşatmasını devam ettiriyordu.

Hür Subaylar Hareketi, darbe öncesinde de darbe sürecinde de Benna’dan sonra seçilen İhvan’ın Genel Mürşidi Hasan el-Hudeybî ile temas içindeydi. Seyyid Kutub’un İhvan-ı Müslimin üyeleriyle yakınlaşmasının daha ziyade Hür Subaylar üzerinden gerçekleştiği üzerinde durulur. Kutub’un da İhvan-ı Müslimin’in de bu ilişkiler içindeki hedefi darbe sonrasında İslami bir iktidarın ilanı değil, Müslümanlara imkân sağlayacak ve İslam nizamı için müsait ortam hazırlayacak yasal düzenlemelerin yapılmasıydı.

Seyyid Kutub hem Devrim Konseyinde hem Milli Radyo’nun yönetiminde yer almıştır. O da İhvan-ı Müslimin gibi İngiltere etkisindeki krallık rejiminin yıkılması ve İslam nizamına geçiş sağlamak için müsait şartların oluşturulması düşüncesiyle Hür Subaylara destek vermiştir. Ancak Nasır, devrimden sonra İhvan’ın hükümete üye vermesini ister. Bu teklif İhvan Genel Kurulunda uzun tartışmalara neden olur. Ve Devrim Konseyinin kimliksel seyri güven vermediği için bu teklif kabul edilmez. Lakin Nasır, Sedat, Necip ve diğer hükümet üyeleri Hasan el-Benna’nın dördüncü ölüm yıldönümünde Benna’ya rahmet duasında bulunurlar.

Bu süreçte Nasır, İhvan Genel İdari Meclisinden Bakurî ile Evkaf Bakanı olması için temas kurar. Bakurî’nin Nasır’ın teklifini onaylaması Devrim Konseyi ile İhvan arasındaki ilk fiilî sorunu oluşturur. Ayrıca İhvan-ı Müslimin, seçimlerin yapılması ve anayasanın tanzimini istemektedir. Devrime destek veren Müslümanların önünü açacak isteklere Nasır’ın ve Devrim Konseyinin ilgisizliği ve dış ilişkiler ağında çözümü SSCB ile ABD arasında arama eğilimleri Seyyid Kutub’u Nasır’dan ve resmi görevlerinden kopartır. O, iki çevre arasında yaşanan bu gerginlik sürecinde İhvan-ı Müslim’in yanında yer alır ve Şubat 1953’te teşkilata üye olur.

Kutub, üyesi olduğu İhvan’ın haftalık İhvan-ı Müslimin gazetesinin editörlüğüne getirilir. Nasır yönetimine yönelttikleri talep ve eleştirileri nedeniyle 12 Ocak 1954 tarihinde Nasır cuntası bir bildiri yayınlar. İhvan-ı Müslimin teşkilatını suçlayan ve kapatılmasına karar veren bu bildirinin akabinde Seyyid Kutub, Genel Mürşid Hudeybi dâhil örgütün önde gelenlerinden binlerce kişiyle birlikte tutuklanır. Ancak üç ay sonra serbest bırakılırlar.

Mısır’ın düşkünlükten kurtarılması için süren karşılıklı diyaloglar, İhvan’ın Nasır’ın diktatoryal eğilimlerine yönelik eleştirilerini hafifletmez. Ve 26 Kasım 1954’te İskenderiye’de Cemal Abdunnasır’a düzenlenen bir suikast girişimi bahane gösterilerek Seyyid Kutub’la birlikte 10 bini aşkın İhvan üyesi tutuklanır. Tutuklananlardan işkence ile öldürülenler, sakat bırakılanlar olur. Müslüman tutsaklar zor şartlarda kalır ve taş kırma sahalarında çalıştırılır.

Seyyid Kutub’un 15 yıllık infazı, Mısır’a ziyarette bulunan Irak Devlet Başkanı Arif Abdüsselam’ın ısrarları nedeniyle af kapsamına alınır ve Kutub’a 1964 yılında denetimli serbestlik verilir.

Seyyid Kutub 1964’te serbest bırakıldıktan sonra, hapisteyken akaid merkezli bir mücadelenin koşullarını, İhvan’ın ve diğer İslami hareketlerin mücadele yöntemlerini irdeleyip kritiğe tabi tutarak ulaştığı fikirlerini, ümmetle ilgili durum değerlendirmesini, mücadele metodu ve stratejisiyle ilgili görüşlerini “Yoldaki İşaretler” adlı kitabında toplayarak yayınlar. Bu kitap Kutub’un fikirlerini takip eden gençlerde derinlikli tartışmalara ve hareketliliğe neden olur.

Nasır’ın danışmanı gazeteci Hasan Heykel’in aktarımına göre Cemal Abdunnasır, eski arkadaşının kitabını Moskova’ya giderken uçakta okumuş ve büyük bir öfkeye kapılmıştır. “Yoldaki İşaretler”deki tezler anlaşılırsa gençlik arasında büyük bir tesir oluşturacağı telaşı içine girer ve bu kitabın etki gücünü Karl Marks’ın “Komünist Manifesto”su ile mukayese eder. Moskova’dan verdiği talimatla 9 Ağustos 1965’te Seyyid Kutub yeniden tutuklanır. Bu sefer Kutub’la birlikte “Suudi rejimi adına devrim yapmak” suçlamasıyla daha büyük oranlarda İhvan üyeleri tutuklanmaya başlanır. İhvan’ın kadın önderlerinden Zeynep Gazali 25 sene, Seyyid’in kız kardeşi Hamide Kutub 15 sene ağır işlerde çalıştırılmak üzere hapis cezasına çarptırılır. Bu arada Arap Baharı sırasında İhvan-ı Müslim’in Genel Mürşidi Muhammed Bedii de o dönemde 19 yaşında iken “Yoldaki İşaretler” kitabını okumak suçundan mahkûm edilen ve işkence fasıllarından geçirilen on binlerce gençten birisidir.

Kutub, tutuklandıktan sonra hemen yargılanır ve iki arkadaşıyla birlikte idam cezasına çarptırılır. Bu arada kız kardeşi aracılığı ile rejimin kendisinden istediklerini kabul etmesi talebine muhatap olur. O ise İslami kimliğini şehitleştirme kararlılığı içinde cevap verir: “Batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem!”

29 Ağustos 1966 günü sabaha karşı idam sehpasına yürür. Yaşayan şehitliği darağacında ölümsüzlüğe kanat açar.

Kutub’un Kimliksel Seyri ve Tartışılan Yanları

Seyyid Kutub’un Kur’an hafızı olarak yetiştirildiği çocukluk evresinden (1906-1920) sonra gelen gençlik yılları daha ziyade eğitim ve edebiyat alanlarında yerli, ulusalcı ve sosyalist akımlarla irtibatlı olarak ve etkileşim içinde geçti. (1921-1937)

31-38 yaşları arasında rüşt yaşına adım atan bir genç gibi anlam arayışı içine girdi, fıtri ve İslami olanı kavramaya çalıştı. (1938-1945)

1946’dan sonra Kur’an’la irtibatı ve İslami birikime vukufiyeti oranında İslami kimlikten ve hareketten yana yer aldı, dünya gerçekliğini tanımaya çalıştı. Ancak bütünsel bir İslami algıya, projeye ve stratejiye henüz ulaşamadığı için bu dönemde parça doğrulara dayanan ve Batılı modernitenin de izlerini taşıyan eklektik yaklaşımları yeteri kadar aşamadı. Ancak Şubat 1953’ten sonra İhvan-ı Müslimin hareketi ile bütünleşti. İslami talepleri dolayısıyla İhvan üyeleriyle birlikte tutuklandı. İhvan üyesi olduğu dönemde ve ikinci kezyaşadığı hapis hayatı içinde İhvan hareketinin ıslah çizgisiyle paralel olarak iktidar merkezli bir mücadelenin taşıyıcısı oldu. Yaşanılan kültürel, sosyal ve siyasal süreçleri gözeterek ve ilk dönemlere ait tefsir çalışmalarındanda yararlanarak yazdığı “Fi Zilali’l Kur’an” tefsirinin büyük bölümünü bu dönemde tamamladı.(1953-1960)

Seyyid Kutub zindandayken, Mısır pratiğindeki ve ulus toplumlara bölünen, ulusal sistemler altında yaşayan ümmet coğrafyasındaki İslami mücadele ve tebliğ formlarını sünnetullah kapsamında gözden geçirmeye çalıştı. Hakkında telif eserler veren müelliflerin kaydettiğine göre bu dönemde özellikle Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’nın, Ebu’l Âla Mevdudi’nin, Takiyyuddin Nebhani’nin, Muhammed Esed’in görüşlerini Kur’an temelli tahkike tabi tutarak ve Resulullah’ın Siyer Sünnetini güncellemeye çalışarak akide ve metot anlamında perspektifini ıslah edip yenilemeye çalıştı. Yeni perspektifiyle “Fi Zilal”in bazı bölümlerini elden geçirebildi. Dördüncü baskısında “İslam’da Sosyal Adalet” kitabını revize etti. Son görüşlerini “Yoldaki İşaretler” kitabında topladı ve bu görüşleri nedeniyle de idam sehpasına çıkartıldı. (1960-1966)

Hayatının son beş yılında gerçekleştirdiği sorgulamalar sonucu ulaştığı düşünsel niteliğe Seyyid Kutub’un “olgunluk dönemi” diyebiliriz. Başta üyesi olduğu İhvan-ı Müslimin dâhil diğer İslami hareketlere yönelttiği ve kısmi bir özeleştiri de sayılabilecek tespitlerinin başlıcaları şunlardı:

1. Tebliğde temel amacı, Rad Suresinin tefsirinin girişinde belirttiği gibi düşünsel ve amelî sorunlarımızın çözümünde insanları Kur’an ile buluşturmak. Kutub, öncelikle İslami tasavvurumuzun başına mubin olan hidayet kitabımızı koymaktaydı:

“İlk neslin beslendiği ana kaynak doğrudan doğruya Kur’an’dı. Evet, yalnız başına Kur’an. Resul’ün hadisleri ve sünneti ise sadece o ana kaynağın eserlerinden bir eser olarak göze ilişiyordu.”

O, olgunluk döneminde herkesi Rabbimizin “Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.” (Zuhruf, 44) hitabıyla uyarmaya çalıştı ve Resulullah Aleyhisselam istikametinde tüm ıslah öncüleri gibi Kur’an merkezli bir açılım yapmaya çalıştı.

2. Kelime-i tevhidin açık anlamı ile Rabbimizle taahhütleşmemize işaret ediyordu; bizi gaybi ve dünyevi bütün zanlardan ve tuğyandan arındıracak olan bu temel akaidi anlatmaya çalışıyor; doğrudan yakîn ifade eden Kur’an nasslarına dayanan tevhid akidesi doğrultusunda bir şahitlik ve mücadele bilincinden bahsediyordu.

“La ilahe illallah cümlesinin yeryüzündeki her türlü hâkimiyet ve sultalara isyan manasına geldiği” tespitini işliyor ve İslam’ı taşıyan bir Kur’an neslini yeniden inşa etmenin, ümmeti diriltmenin ve bağlı olarak İslam nizamının uygulanması için mücadele etmenin vaat edilmiş tek bir akıbetinden bahsediyordu: “Cennet”.

O anlayışsızlıklara neden olacağım çekincesiyle üzerine düşen ıslah görevini silikleştirmedi. Tefsirinde ümmeti hayattan kopartan, muhkem ayetlerle ve Resulullah’ın mütevatir uygulamalarıyla çelişir pozisyona düşüren tasavvuftaki “vahdet-i vücut” gibi tamamen zanni, gayb biliciliği yapan veya gabya taş atan yaklaşımlardan Müslümanların akaidini arındırmaya çalıştı. Müslümanları sufi eğilimleri dolayısıyla asla tekfir etmedi ama onları uyandırmaya, Kitabi olmaya davet etti.

3. En çok dikkat çeken tespiti Müslümanlarla ilgili toplum değerlendirmesi idi. Tüm ümmet coğrafyası için toplum değerlendirmesini Kur’an-ı Kerim’deki dört ayette geçen (Âl-i İmran, 154; Mâide, 50; Ahzâb, 33; Fetih, 26) cahiliye kavramı ile irtibatlandırdı. Kutub, bu dört ayette farklı açıları zikredilen cahiliye kavramını günümüze taşıyıp, dağılmış ümmet yapısına hâkim olan Batıcı sömürge sistemleri, kültürü ve ulus toplumlara dönüşen Müslüman kitlelerin hukuki konumunu gözeterek güncellemeye çalıştı.

Onu bu görüşe yönelten yaklaşımı 1964 tarihinde Hilaldergisinin 64. sayısında şu ifadelerle Türkçeye çevrilmişti:

“İslam şeriatı ve onun kanunu olmadıkça, kendilerine ‘Müslüman’ ismi veren insanları cemeden cemiyet, İslami bir cemiyet değildir. Hatta namaz da kılsa, oruç da tutsa, hacca da gitse! Allah’ın ve Resulullah’ın (s) takriri dışında giden, kendi kendine İslam adını takan ve ona da mesela ‘ilerici İslam’ diyen cemiyet, İslami cemiyet değildir.”

Çünkü coğrafyamızdaki cumhuriyet, şahlık, krallık, şeyhlik, cemahiriyye tarzındaki ulusal devlet sistemleri de ümmet bağını ilerlemeci bir tarih algısıyla aştığını zanneden mevcut ulus toplumlar da cahiliyeyi ifade ediyordu. Bize düşen bu cahilî yapıdan zihinsel olarak ayrışarak, fiilî olarak da yeniden ümmeti diriltme yolunu oluşturabilmekti.

4. Kutub için iktidar olmadan önce, iktidarın da dayanacağı ve tarihî süreç içinde zaafa uğrayan ümmeti yeniden diriltecek bir İslami uyanış, bilinçlenme ve saflaşma içinde olunmalıydı. Zira “nesiller boyu İslam’ın metodu ile ilgisiz düşüncelerin, sistemlerin kalıntıları tarafından örtülmüş bu ümmet için diriliş”gerekliydi. Bunun için de Resulullah’ın gecenin belirli vakitlerinde Kur’an ile eğittiği sahabe nesli gibi, öncelikle hayatın ve mücadelenin içinde “yeniden Kur’an neslini inşa etmek” kaçınılmazdı.

Kur’an neslinin ilk örnekleri öncü sahabe nesliydi:

“Sahabiler İslam’a girmekle cahiliyetin, küfrün tüm örf ve adetlerini, dünya görüşünü, İslam öncesi hayatın değerlerini arkalarında bırakıyorlardı. Kişi İslam’a girdiği andan itibaren hayatında yepyeni bir safha açıldığının bilincindeydi ve ona hareket ediyordu. Kelime-i şehadet, tüm şirk ve cehaletten soyutluyordu onları.”

“Yeniden Kur’an nesli” daveti, Müslümanları tebası konumuna düştükleri ulusal cahili sistemlerden arınıp, yeniden ümmeti sünnetullah çerçevesinde diriltecek ve bağımsızlaştıracak bir istikamete yöneltiyordu. Bu çağrının cahili sistemlerce kuşatma altında bulunan Müslüman toplumlarda alttan gelen bir diriliş dalgası oluşturacağını diktatörler anladı ve tavır aldı. Özellikle de Kutub’un bu ve bu hedefle paralelleşen mesajlarının perdelenmesi için hileler ve tuzaklar kurdular.

Seyyid Kutub’un dört maddeyle başlıcalarını özetlemeye çalıştığımız olgunluk dönemine ait görüşlerini yeterince irdeleyip kavrayamayan veya onun fikrî gelişim seyrini gözetmeden ve daha önceki görüşlerini tahkik etmeden sonraki görüşleriyle birbirine karıştıran insanlar dün de bugün de olmuştur. Çünkü o birçok Müslüman kişi ve çevre tarafından, son döneminde ortaya koyduğu usuli, metodik ve stratejik görüşlerinden ziyade; zalimlere boyun eğerek teslim olmaktansa inancı ve kimliği için öldürülmeyi tercih eden tavrı nedeniyle daha çok önemsenmiştir. Bu tespitimiz Kutub’u seven et-Tekfir ve’l Hicre için de el-Cemaatu’l İslamiyye, İslami Cihad, Kutbiyyun, Selefiler ve ümmet coğrafyasının değişik bölgelerinde onlardan etkilenenler içinde söz konusudur.

Tabii ki Kutub da bazı yanlış algı ve davranışlara neden olduğu hatalardan tamamen arınmış değildir. O, ıslah ekolünün mümtaz öncü taşıyıcılarından olsa da akli kapasitesi ve çevre kültürü ile sınırlı olduğu için kendi çizgisi içinde hata olarak tartışılması gereken yaklaşım veya ifadelerden tamamen kaçınamamıştır. Örneğin halefullah ve daru’l harp kavramlarına yüklediği anlamlar, cihadın savunma boyutuyla algılanmasına yönelttiği eleştiri, dağılmış ümmete rağmen cahilî sistem dışında yapılanma beklentisini zihnî ve mekânsal olarak ayrıştırmaması, akaidden çıkan metot anlayışının sabitelerle ilgili mi içtihatlarla ilgili mi olduğunu tefrit etmemesi…

Ama şunu söyleyelim ki bu tür konular istişareye ehil olanlarla uygun zeminlerde müzakere edilebilseydi, daha tutarlı açılımlara ulaşılabilinirdi. Onun söz konusu usuli, metodik ve stratejik yaklaşımlarının bile yeteri kadar İhvan Genel İstişaresinde müzakere edilmediğini yazılıp yayınlananlardan anlayabiliyoruz.

Bununla birlikte Arap Baharında Seyyid Kutub’un özeleştiri kabilinden başlattığı metodik tartışma başlıklarının İhvan ve Nahda hareketleri için önemli katkılar sağladığını söyleyebiliriz. Mısır’daki İhvan iktidarına karşı 3 Temmuz 2013’te yapılan askerî darbeye Adeviyye Meydanı’nda 4 Temmuz 2014 tarihinde “barışçıl direniş” söylemi ve taktiği ile karşı çıkan Seyyid Kutub’un genç zindan arkadaşı Muhammed Bedii, cahilî sistemde adeta Kutub’un Resulullah’ın Mekke dönemini okuyan yaklaşımına uygun bir tavır geliştirmiştir. Mallardan, canlardan, ekinlerden kayıplar verilmesi pahasına “sabır” ile ortaya konan ve Allah’ın yardımını bekleyen barışçıl direniş tavrı, Kutub’un 1960’larda ortaya koyduğu tespit ve görüşlerini, adeta 21. yüzyılda yenileyip geliştirmişti. Bu tavır Müslümanları terörist, tekfirci ve çaresiz pozisyona düşürmek isteyen diktatörlük rejimlerini de İslamofobik küresel emperyalizmi de şaşırtmıştır.

Seyyid Kutub ile ilgili İslam düşmanlarını, münafıkları ve mezhepçi-batini asabiye sahiplerini en fazla tedirgin eden konu, onun olgunluk döneminde ulaştığı perspektif ve görüşlerinin kendi şartları içinde anlaşılıp yeni şartlar çerçevesinde yenilenmesidir.

Kutub’un 20. yüzyıl İslami hareketlerine yönelik eleştiriyi de içinde barındıran iktidara endeksli mücadele yerine, ümmeti yeniden uyandırma ve inşa etme öncelikli yaklaşımına ya da stratejisine rağmen, onu devlet merkezli “Resmi İslam” taraftarı olarak nitelendirenler ya büyük bir algılama zafiyeti ya da bilinçli bir ihanet içindedirler.

Ebu Rebi gibilerin “Günümüz sivil toplumunu tamamlamak için hareket, Kutub’un şiddet metotlarını terk etmelidir.” tespiti de ya onun çizgisini anlamama zafiyetinin ya da saptırıcı ve iftiracı müfsidliğin tezahürüdür. Seyyid Kutub hakkında kitap yazan Yvonne Haddad, Olivier Carré, M. Ahmed Halefullah, Emmanuel Sivan, William Shepard gibi oryantalist tutumlu araştırıcıların karalamaları için de benzer ikilemler söz konusudur.

Belirttiğimiz bu zaaflı veya kasıtlı çerçeveye dikkat edilmezse, ıslah ekolünün arınma ve tanıklık sürecinin, gelenekçi İslami duyarlılığın yanlışları ile bulandırılması tuzağının önü açılmış olur.

Örneğin 11 Eylül olayından sonra New York Times’ta Paul Berman, Kutub’u “İslami terörün fikir babası” olarak göstermişti. Oysa Kutub için ne ölçüsüz şiddet, ne haksızca insanların öldürülmesi ne de kişinin kendini patlatmasına cevaz söz konusudur. Kutub’un istediği, ciddi bir eğitimden geçen, akidesi düzgün ve ahlaki şartlara uyan insanların savunma maksatlı silahlı eğitim alabilme ihtiyatıdır.

Resul ve ilk Kur’an talebeleri gibi Kur’an nasslarını evrendeki ayetlerin fikrî, sosyal ve siyasi boyutları ile ilişkilendirerek tertilen okuma dirayetine ulaşan Seyyid Kutub’un örnek tavrı oldukça önemlidir. Ama bu örneklik düzeyine hangi aşamalardan geçerek gelindiğini kavramak da sıddıkların ve salihlerin istikametinde yol kat etmek için bir o kadar önemlidir.

 

 

Kaynaklar:

Ali Bulaç, Din-Kent ve Cemaat, Ufuk Kitap, İstanbul, 2008

Bekir Karlığa, “Seyyid Kutub’un İslam Düşüncesindeki Yeri veya Doğrudan Kur’an Kaynaklı Bir ‘Islah’ Projesi”, Şehadetinin 30. Yılında Seyyid Kutub Sempozyumu, İrfan Vakfı, İstanbul, 1997

Fehmi Ced’an, İslami Yönetim Tartışmaları, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1989

H. Kamil Yılmaz, Seyyid Kutub Hayatı Fikirleri Eserleri, Hikmet Yayınları, İstanbul, 1980

Hamza Türkmen, Türkiye’de İslamcılık ve Özeleştiri, Ekin Yayınları, İstanbul, 2008

Hasan el-Hudeybi, İslam Dünyasındaki İnanç Sorunları, İnkılâb Yayınları, İstanbul, 1987

İ. M. Ebu Rebi, İslami Hareketin Entelektüel Kökleri, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1998

İbrahim Sarmış, Bir Düşünür Olarak Seyyid Kutub, Fecr Yayınları, Ankara, 1992

Muhammed Berekat, Seyyid Kutub, Risale Yayınları, İstanbul, 1987

Mustafa İslamoğlu, Hayatın Yeniden İnşası İçin, Denge Yayınları, İstanbul, 2001

Mustafa Tahhan, İstikamet ve Sapama Arasında İslami Hareket, Risale Yayınları, İstanbul, 1987

Özgür-Der, Seyyid Kutub’un Şehadetinin 35. Yıldönümü Vesilesiyle Kur’an Neslini İnşa Sorumluluğu, Ekin Yayınları, İstanbul, 2001

Rıfat Seyyid Ahmed, İslami Direniş Haritası, İşaret Yayınları, İstanbul, 1989

Roxanne L. Euben, Aynadaki Düşman, İnsan Yayınları, İstanbul, 2008

Salih el-Verdani, Mısır’da İslami Akımlar, Fecr Yayınevi, Ankara, 1988

SeyyidKutub’un kitapları.

Yvonne Y. Haddad, “Seyyid Kutub: İslami Güçlenişin İdeologu”,Güçlenen İslam’ın Yankıları, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1989

***

Ali Bulaç, “Terör ve İslami Hareketin Seyri”, Zaman Gazetesi, 15.11.2001

Esra Çifci Dindar, “Şehadetinin 40. Yılında Seyyid Kutup Sempozyumu”, Haksöz Dergisi, Ekim 2006

Haksöz Dergisi, “Seyyid Kutub Soruşturması” (A. Müftüoğlu, A. Ağırakça, K. Atalar, D. Cündioğlu), Ağustos 1995

Hilal Dergisi, 49., 56., 61., 64. Sayıları, İstanbul,1964-1966

İsmail Kazdal, “Hilal Dergisi Üzerine Söyleşi”, Haksöz Dergisi, Eylül 1993

Muhammed Kutub, “Seyyid Kutub Üzerine Bir Söyleşi”, Girişim Dergisi, Sayı: 12, 1986

Mustafa Özcan, “Üç Seyyid Kutub”, Dünya Bülteni Sitesi, 7.09.2005

Sami Hocaoğlu, “Kur’an Algısında Seyyid Kutub Farkını Anlamak”, Yeni Şafak Gazetesi, 3.09.2005

-“Muhammed Kutub’la Hasbihal”, Yeni Şafak Gazetesi, 11.08.2006

Sefer Turan, “Şehid Seyyid Kutub’u Rahmetle Anıyoruz”, Haksöz Dergisi, Ağustos 1996

Tohum Dergisi, “Seyyid Kutub’la ilgili Sezai Karakoç ve Necip Fazıl Kısakürek’in konuşmaları”, İstanbul, Ekim 1966

Yusuf Karadavi, “Kutub Eleştirisi”, Şa’b Gazetesi, Mısır, 18.11.1987