Şehadetin Kandili

Ali Değirmenci

Gülümseyişini, o gülümseyen yüzünü, kardeşlerine ve ümmete öyle huzur ve güzellik katarak bakışını ilk gördüğümde çok etkilenmiş ve o mutmain çehreyi, o güzellik yumağını, o vakarlı duruşu yüreğime bir pankart gibi germiştim.

Çocuklarımla birlikte senin ve arkadaşların için dua etmiş; hiç arkası gelmeyen bir dost selamı, unutmak istemediğimiz güzel bir yara izi, koklamaktan usanmadığımız bir gül gibi aramıza katmıştık çehreni ve çabanı. Kardeşlik böyle çoğalan, dönüştüren, sınırları yok eden bir şeydi ve omuzları omuzlarımıza değen genç bir komutan vardı artık saflarımızda.

Sonra gittiğini duyduk bir gün. Hatırlayış ormanı birden nasıl tutuştu, bilemezsin. Soyuluverdi yeniden kalbimin üstündeki kabuk, yüreğimin üzerindeki pankart bir ses rüzgârına vurdu kendini. Önce sesimiz çopurlaştı, kaşığı tutmaz oldu elimiz, alnımızın çatına kondu hüzün güvercinleri sanki. Sonra güneye doğru inlemeye başladı kalbimiz. Gözümüzün ibriğinden damlalar yüzdürdük gülümseyen çehrene. Sessizliğin çölüne usulca kurduk, hem yasın hem de onurun, vakarın, tanıklığın, adanmışlığın çadırını. Sen yiğitliğin defterine insanın içini irkilten çentikler attın. Ben o gün, can verdiğin o yolun ışıklı bahçelerinde usulca silah çattım.

Abdülkadir Salih! Sen susanların arasında konuşanlardan oldun, oturanların arasında direnmeyi ve zulme kıyam etmeyi seçtin. Ölürken bile içimize yürüdün, içimize gülümsedin, içimize işledin. Tevhid duvarına dua ve gözyaşıyla, kan ve umutla bereketlenmiş tuğlalar koyarak, tevhid tugayının kalbine yemyeşil çınarlar dikerek gittin. Daha önce yaralarına merhem olmuştu anaların çığlığı, genç kızların zılgıtı, çocukların duası ve hayranlığı. Sen yaralarını, direnişi ömrüne ilikleyerek tedavi ettin.

Direnişin, zorbalık ve tuğyana karşı mücadelenin daha ilk günlerinde ateş düşmüştü bir kere içine. Ayet ayet ışıldamıştı gözlerin. Malını mülkünü satıp yola koyulmuş, dostlarının kapısını teker teker çalıp onları en hayırlı amele davet etmiştin. Ev ev, sokak sokak, cephe cephe dolaşıp direnişin ırmaklarını bir araya getirmiştin. Cesurdun. Tevazu sahibiydin. Sevecendin. Sabrı, bir ilim edinmiştin.

Bir sabah hamd libasını giyip aramızdan ayrıldın. “Halepli gençlerin en hayırlısı, cihadın bayraktarı” dediler senin için. Kefenin ecirle bezenmişti, evet. Gece çöktüğünde yemyeşildi. Bir direniş evreni, bir cihad ve şehadet ormanı gibi. Ümmetin ihyasını kahramanlığınla, şehadetinle örneklendirdin. Ben de öyle diyorum güzel kardeşim: “Tüm bahçeler can attılar senin kabrin olmaya, eminim.”

Abdülkadir Salih! Direnişin genç komutanı, Halep’in incisi, şehadetin gülümseyen çehresi, Suriye kıyamının Mus’ab bin Umeyr’i, evini ve gönlünü müminlere açan Erkam’ın halefi, yiğitliğin efendisi, Nureddin Zengi’nin çağlar ötesinden yankılanan müjdesi, şehadet mektebinin parıldayan kandili!..

Yüce Allah, seni razı olduğu kullarından eylesin. Ahiret gününde de yüzün ve yüreğin hep öyle gülümsesin.