Savaş Teröre Değil, İslam Dünyasına ve İslam'a Karşıdır

Ahmet Varol

Öncelikle iddiaların hedefi ve odağı haline getirilen Usame bin Ladin, yıllardan beridir ABD tarafından özellikle gündemde tutulan ve "önemli bir tehdit" olarak gösterilmeye çalışılan bir isimdir. Bu şekilde her dönemde belli isimlerin öne çıkarılması ve "tehdit unsuru" olarak gösterilmesi ABD'nin uzun süreden beridir sürdürdüğü bir politikadır. ABD bu gibi isimlere, yerine göre provokasyon amaçtı eylemlerine sahip, yerine göre faili meçhul saldırılara fail bulabilmek için ihtiyaç duymaktadır. ABD bu isimlerden ve onların örgütlerinden, şiddet ve tehdit politikalarına, saldırı eylemlerine, askeri stratejilerine gerekçe bulmak amacıyla da yararlanmaktadır.

Bu gibi isimler ve örgütler, komünist ideolojinin etkin olduğu dönemlerde genellikle komünist örgütlerden seçilirdi. Komünist ideolojinin çökmesinden sonra ise genellikle İslam dünyasından seçilmeye başlandı. Ancak bu arada önemli bir noktaya da dikkat çekmek istiyoruz: ABD'nin bu gibi isimlere ve örgütlere ihtiyaç duyması sebebiyle bazen ABD'nin bu örgütleri kendisinin oluşturduğu ve öne sürdüğü, bu gibi örgütlerin liderlerini kendisinin yetiştirdiği ve kullandığı şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Bu tür yorumlar her zaman isabetli olmamaktadır. Gerek ABD ve gerekse onun güdümündeki güçler bazen bu tür örgütleri ve isimleri kendileri şekillendirebilirler, ama her zaman böyle değildir. Bazen de ABD güdümlü olmayan isimler ve örgütler maksatlı bir şekilde olduğundan fazla şişirilmekte ve ciddi bir tehdit unsuru olarak gösterilmektedir. Usame bin Ladin'in ve örgütünün bu türden olduğunu sanıyorum.

11 Eylül saldırılarından çok kısa bir süre sonra, dikkatlerin Usame bin Ladin üzerinde yoğunlaşması adeta planların ve hesapların önceden yapıldığını gösteriyordu. Araştırmanın şekli de bunu göstermektedir. Yapılan araştırmalardan sonra kanıt diye ileri sürülen emarelerin hiçbiri Usame bin Ladin'in söz konusu saldırıların arkasında olduğunu ispata yarayacak türden değildir. Bunu Batılı uzmanlar da gündeme getirmişlerdir. Zaten ABD de, kanıt diye ileri sürülenlerin bayağı gülünç olduğunu ve iddiaları ispat açısından hiçbir işe yaramadığını görünce: "Asıl kanıtlar bizde, bunları kamuoyuna açıklamak zorunda değiliz" tarzında açıklamalara sığınmak zorunda kaldı. Aslında bu açıklama iddiaların ispatı konusunda aciz kalındığının ilanı anlamına geliyordu.

Bütün bunlara rağmen ABD'nin yine de Afganistan'a saldırması, savaşın amacının iddia edildiği gibi terörle mücadele olmadığını göstermektedir. Bizim gördüğümüz kadarıyla bu savaşın iki temel amacı bulunmaktadır: Birincisi: ABD'nin Asya kıtasındaki askeri ve siyasi inisiyatifinin artırılması, özellikle de Çin'e karşı yakın mesafeden bir tehdit gücünün oluşturulmasıdır. İkincisi ise tüm İslam dünyasındaki İslami oluşumların daha sıkı bir kontrol altına alınması için bir psikolojik yıpratma savaşı başlatılmasıdır. Bu ikinci amaç ise savaşın genelde İslam'a ve Müslümanlara karşı olduğunu ortaya koymaktadır. Afganistan halkı ise bu savaşta tehdit politikasının bir kobayı olarak seçilmiştir. Afganistan'ın siyasi yönden bir istikrara kavuşamamış olması, uzun süreden beridir iç savaşla boğuşuyor olması vs. gibi sebepler bu konuda ABD'nin işini kolaylaştırmaktadır.

Savaşa paralel olarak özelde ABD'de, genelde tüm Batı'da anti-İslamist bir propaganda faaliyetinin başlatılması ve bu propagandanın beslediği muhtelif saldırı eylemlerinin gerçekleştirilmesi, ABD ve Batı ülkelerinin ise bu saldırıları gerçekleştirenleri cezalandırmak yerine Müslümanların faaliyetlerini kısıtlama yoluna gitmesi savaşın esas itibariyle İslam'a ve Müslümanlara karşı açılmış olduğu kanaatini teyit etmektedir.

Savaşın İslam dünyasına yansımaları ise İslami oluşumlar üzerindeki resmi şiddet ve baskının artırılması şeklinde olmaktadır. Örneğin Ürdün hükümeti bu sıralarda yeni bir ceza kanunu çıkarmak için uğraşıyor. Bu yeni kanun tasarısında hürriyetlerin özellikle de basın yayın hürriyetinin daha da kısıtlanmasına çalışılıyor. İslami gelişmeler karşısında başvurduğu resmi terör uygulamalarıyla ün salan Tunus hükümeti son gelişmelerden sonra başörtüsü yasağının kapsamını daha da genişletmek için faaliyetler başlattı. Kısacası, kendi halklarından kopuk ve ayakta kalabilmek için dışarıdan destek alma dolayısıyla uluslararası dengeleri gözetme ihtiyacı duyan baskıcı rejimler İslami gelişmeleri kısıtlamak için yeni metotlar ve yasalar üretme gayretkeşliği içine girdiler.

Bütün bunlar ABD başkanı Bush'un, savaşın uzun sürecek bir haçlı seferi olduğunu dile getirmesinin boşuna olmadığını göstermektedir. Ancak bütün bu gelişmelerden dolayı ümitsizliğe kapılmamak gerekir. Biz Allah'ın izniyle Amerika'nın bu seferki oyununun tutmayacağına, kendi sultasının çöküşünü hızlandıracağına inanıyoruz. Zaten gelişmeler savaşın teröre veya terörü himaye edenlere karşı değil özelde Afganistan'daki Müslüman halka genelde tüm İslam dünyasına ve İslam'a karşı olduğunu daha bir netlikle ortaya çıkarmaktadır. Bu gerçeğin ortaya çıkmasının insanların gözlerini açacağını ve onları Amerika'ya karşı tavır almaya yönelteceğini umuyorum.