Sanat’ın Anlam Çığlığı

Bülent Şahin Erdeğer

....aldırma çiçek bu da geçecek...

"Sanat nedir?" sorusunun içinden çıkılamayan bir metafor olmadığını göz önünde bulundurursak, günümüzde sanatın bütünsellik içerisinde anlaşılması gerektiğini de söyleyebiliriz. Sabiteleri olmayan görece anlayışların sanatı ciddiye almayışları (her ne kadar yaldızlı süslemelerle bunun tersini göstermeye çalışsalar da) beraberinde düzeysizliği ve ilkesizliği, popülizmi ve gayri samimi sahteciliği de doğurmaktadır. Elbette insanın "beşer" bir canlıdan "insan" haline gelmesiyle beraber, bilincinin doğasından kaynaklanan seçme ve seçmediği ile mücadele etme süreci, olumlu ya da olumsuz bir duruşun da sahibi olmasına sebebiyet vermiştir. Bugün sanatın toplumsal gerçeklikten ve nesnel dünyadan uzak bir biçimde kendi halinde bir uğraşı, bir amaç olduğunu dillendiren yaklaşımlar, bu saflaşmanın bir kanadına hizmet etmektedirler. Gerçeğin ve gerçeklerin getirdiği sorumlulukların duyumsanması olarak "sanat" ile, hayalin ve hayalin getirdiği uyuşma duygusunun duyumsanması olarak "sanat"ın oluşturduğu bu saflaşmada asıl olan sanatçının kendisini tanımladığı ve sanatına yansıttığı kimliğin tutarlılığıdır.

Rilke, "Bir sanat yapıtı, zorunluluktan doğmuşsa iyidir ancak" diyor.1 Çünkü sanatın tarafsızlık ya da yaşam üstü bir niteliğinin olduğunu ileri sürmek bile bir yanılsamayı beraberinde getirmektedir. Unutulmamalıdır ki kendi tasarımlarını, düşüncelerini insanlar kendileri üretirler. Bilinç, algılama düzeyinin sınırı kadar olmakla beraber, insanların varlığı da insanların kendi gerçek yaşam sürecidir.2 Dolayısıyla insanların her türlü baskılarla sindirilmeye çalışıldığı, ahlaki tüm değerlerin sistemli bir şekilde yozlaştırıldığı, kişiliklerin çözüldüğü, insanların kendilerine ve çevrelerine yabancılaştırıldıkları çöküş dönemi toplumlarında sanatçının insanlığını kaybetmemesi ve ahlaki tutarlılığa sahip olabilmesi için hayatın olumsuz gerçekliğine duyarsız kalmaması şarttır. Bu, sanatçı için belirleyici bir sabite olmakla beraber Brecht'in deyişi ile sanatçı, insanlar içinde ve aralarındaki ilişkilerde varolan çelişkileri betimler ve çelişkilerin hangi koşullar altında geliştiğini gösterir... Gerek insanların, gerekse ilişkilerin uğradığı gelişmelerle ilgilenir... Düşüncelerin gücünü tasvir eder3. Sanatçının bu tavrı ve insani tanıklığı, Ali, Şeriati'nin insanı çevreleyen ve özgürlüğünü engelleyen zindanlar olarak ifade ettiği koşullarla (Tarih, Biyoloji, Doğa, Toplum, Kişilik) belirlenmiş olduğunu, insanınsa bu koşullar üzerinde etkin, değiştirici ve dönüştürücü bir etkinlikte bulunması zorunluluğunu da beraberinde getirir.4 Yani sanatçı sadece nesnel gerçekliğin aynası olmakla kalmamalı aynı zamanda gerçekliği sanatsal yoldan yansıtmanın yanında gerçekliği özümleyip, biçimlendirerek yeniden üretimi ile, gelecekte daha güzel bir gerçekliğe kapı aralamalı, umudun ve sabrın yegane taşıyıcısı olmalıdır. Walter Benjamin'in deyişi ile "Yitirilen her şeyin yeniden kazanılması, her şeyin yitirildiği yerde gerçekleştirilecek olanla mümkündür ancak."5 Bu sorumluluk kaygısı, estetik boyutu ihmal edilip propagandaya indirgenmemelidir. Bu indirgemecilik, yapıtı özgün bir mesaj iletimi olması gerekirken sanat tatmin aracı haline getirip sanatsal imgelerin donup kalıplaşmasına neden olmamalıdır. Kalıplaşma yeni bir uyuşturucuyu doğurmaktadır. Bu sorun genellikle insanın yabancılaşmasına gereken çözümü sunamayan hatta onu daha da yabancılaştıran Sovyet sanatında gözlemlenmiştir. Sanat'ın toplumsal sorunlarla olan kopmaz bağı toplum merkezli bir kalkış değil, toplumsal adaleti de içeren ancak merkezinde fıtrat olan bir kalkışı gerektirir. Dolayısıyla Müslüman için "sanat" insanın kendi iç dünyasına dönüşündeki anlam arayışını dış dünyaya yansıtan ve dış dünyayla bütünleştiren bir sanattır. Sufizmin bencil tavrı6 ve sosyalizmin insanı unutup topluma kilitlenen tavrı Müslüman sanatçının kendinden insanlığa uzanan sorumlu tavrının yerine geçirilemez. Müslüman (Kur'an'a teslim olmuş) sanatçı Alak Suresi'nden başlayan "insan olmanın anlamı ve sorumluluğu nedir?" sorusuna vereceği cevaplarla sanatsal duruşunu inşa etmelidir.7 Bu inşa süreci Seyyid Kutub'un ifadesiyle sanatçının hayatı diğer insanlardan farklı perspektiflerde hissetmesi ve hissettiklerini diğer insanlara sadakatle aktarması temel vasfını kazanmasıyla başlar.8 Kutub'a göre "edebiyatın ve sanatın görevi, imanın kişiliğini veya hayatını doğal akışından çıkararak gerçeklikte yeri olmayan hayaller şeklinde efsaneleştirmek değil, insanın gizli-açık kişiliğini doğru tasvir etmektir. Edebiyat, kurt sürüsü tasviri değil, insanlık dünyasına layık olan insan hayatının hedeflerini, gerçekçi bir biçimde tasvir etmektir. İslami edebiyatın ve sanatın görevi, fazilet ve değerlerden kopmuş birey ve toplumun elinden tutarak durumunu ıslah etmektir."9 Son dönemde bu merkezde ortaya konan olumlu çabalar yok değildir elbet. Filistin sanatının intifadayla şekillenen gelişimi gözardı edilemez. Ayrıca Devrim sonrası İran'ında ortaya konan atılım da dikkate değerdir.10 Geleneksel önyargıların Kur'ani bir bilincin etkisiyle ortadan kalkmaya başlamasıyla, Müslüman sanat sorumluluğunun bilincinde olarak boy vermeye devam edecektir.

Sanat tarihi de şahit olmaktadır ki onurlu sanatsal duruş, her zaman sanatın asıl temsilcilerini doğurmaktadır. Nizar Kabbani, sanatın ne'liğini şu dizeleriyle okurunun zihninde cevaplar: "Dostlarım,

Başkaldırmıyorsa nedir ki şiir?

Azgınları ve azışları devirmiyorsa nedir ki şiir?

Zamanda ve mekanda

Sarsıntı yapmıyorsa nedir ki şiir?

Kisra Nuşirevan'ın başındaki tacı

Yere çalmıyorsa nedir ki şiir?"11

Kabbani neden böyle bir soruyla şiirini inşa etmiştir? Çünkü bu sorunun cevabı aynı zamanda sanatın anlam sorununun da gerçeğini ve yanılsamasını birbirinden ayırdetme imkanı sağlamaktadır. Sanatı apolitik bir hobiye dönüştürmeye çalışanlar toplumun yabancılaşmasını, ifsada ve sömürüye duyarsızlaşmasını da sağlamaktadırlar. Sanat tarihinde "biçimci estetik" olarak tanımlanan anlayış, örümcek ağlarıyla kaplanmış kendi fildişi kulesinde, sanatçının yalnızlaşıp inzivaya çekilmesini vaaz etmektedir. Sanatın toplumsal fonksiyonunu yadsıyan biçimci estetik, özü itibariyle halk kitlelerini dışlayan bir sanat anlayışını kabul ve tercih eder. Yaşamın anlamını saptırır; insanları tarihin saçmalığına, daha iyi bir gelecek için çaba sarfetmenin gereksizliğine ikna etmeye çalışır ve halk kitlelerini ideolojik bakımdan silahsızlandırmayı hedefler.12

1917 Devrimi öncesi Rusya toplumundan Dostoyevski, Çernişevski, Tolstoy gibi usta kalemlerin doğmasının bu yazarların toplumsal gerçekliğin tanıklığını yapmış olmalarından kaynaklandığı yadsınamaz. Susmanın ve yazıklanmanın rahatlık verirken bir yandan zehirli olduğunu unutmayan Tolstoy'un da Ispoved (İtiraflarım)13 isimli eserinde ortaya koyduğu gibi riyakar ve bencil sanatçılarla sancılı ve feryat içindeki sanatçılar derin bir uçurumla ayrışmaktadır.

Sanatçının işi insanın mutsuzluğu ve yoksunluğundan köken bulmalı, tüm özverisine ve düş kırıklıklarına karşın bu köken, sanatçıya sürekli doyum ve cesaret vermelidir. Çünkü sanat, sürekli adaleti merkeze alan umutlu bir hayat anlayışından, o hayat tarzını kişinin benliğine veren yaratıcıya olan güvenden kaynaklanmaktadır.

Gogol'un öykülerinde günümüze taşınan haksızlığın çelişkisi, Ahmed Arif, Necip Fazıl, Mehmed Akif gibi şairlerin dizelerinde ifadesini bulan "yanlış gidene zerafetle karşı durmak" sanatçı sorumluluğunun sonucudur. "Yeraltından Notlar"ı ya da "Sefiller"i okuyan her "İnsan" bir ürperme ve sorumluluk hissedecektir kuşkusuz.

Bu sorumluluğun tiyatrodaki en güzel sanatsal örneklerinden birisi de "Happening"lerdir. Happening, kapitalist toplumda düzenin görünmeyen baskısına karşı bir başkaldırı olarak ortaya çıkan theatral bir gösteri türüdür. Happeningler, oyuncu seyirci ikilemini kökten kaldırarak metne ya da belirli bir sahne düzenine bağlı kalınmaksızın o anda orda bulunanlarla geliştirilen doğaçlama gösterilerdi.14

Sanatçı bu noktada "Size ne oluyor ki ezilmişler için mücadele etmiyorsunuz?" (4:75) sorusuyla hesaplaşmak zorundadır. Çünkü onun, tek başlarına olduklarında birer sapmayı ifade eden "Bilgi", "İnanç" ve "Eylem"i bir bütünlük içinde sanatsal yaratıcılığının tek belirleyen etkeni yapması zorunluluğu vardır. Bu bütünsel kavrayışa sahip olamayan bir sanatçı, muhatabı karşısında samimiliğini, tutarlılığını ve ciddiyetini kaybetmektedir.

Aynı zamanda sanatçı, hitap ettiği muhatabını edilgen bir nesne olmaktan çıkarıp bir özne konumuna getirme çabasında olmalıdır. Sanatsal etkinliğin nihai hedefi iyi olanı yaygınlaştırmak olduğundan iyiyi duyumsatmak, güzel olanın heyecanını ve adaletin bedelini yaşamsallaştırmak da doğal olarak sanatsal etkinliğin ilkelerinden biridir. Başka bir deyişle duygulandırma yerine düşündürme sayesinde, duygu asıl anlamını kazanacak, özdeşleşme yerine bilinçlenme sayesinde ise anlama asıl anlamını kazanacaktır. Örneğin karşı cinse duyulan sevginin sanatsallığı ancak hayatın diğer alanlarındaki sevgiler savunuldukça, adalet ve özgürlük hayatın ve sanatın ana sorunu oldukça anlamlı olacaktır. Ali Şeriati'nin deyişi ile, "Kuşkusuz hare ketlerdeki, devrimlerdeki, Özgürlüklerdeki adaleti, halkı, intikamı, inancı, başkalarını sevmeyi, insanlığı, savaşımı ve fedakarlığı en az aşkta, yaşta, nazda, hicranda, rekabette ve kaşların keman oluşunda bulunan zarif ve ince duygular kadar görmek mümkündür!"15

İnsanlık tarihi bariz bir şekilde göstermektedir ki insanlık, adaleti ve insani/fıtri değerleri savunan kanatla; zulmü ve haksızlığı yaygınlaştıran kanat arasındaki seçimiyle tarihte rol almıştır. İnsanın öz varlığının dışavurumu olan sanat da elbette bu seçim doğrultusunda değerlendirilmelidir. İşkencenin sıradanlaştığı, erdemliliğin sıradışı olarak değerlendirildiği, haksızlığın, adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir nesnel gerçeklik ortamında doğadaki çiçeğin, kalpteki yarin, zihindeki kurguların öncelikli gündem haline getirilmeleri, öncelikle bu imgelere karşı adaletsizliği ve kişinin kendi kişiliğine yabancılaşmasını getirmektedir. Kur'an, kendisine teslim olduğu ön koşulunu savunan sanatçıların, sanat algılarına temel kabul etmeleri gereken bir kitaptır. Seyyid Kutub, Kur'an'ın sanat anlayışını, edebi tasvirlerinin merkezine vurgu yaparak belirler. Ona göre, insan zihninde oluşturulan tablolar her an hayatla bağlantılı ve sonuçları hayatın içinden gerçekleri ifade eden anlatımlardır. Kutub, kıssaların ve edebi mesellerin ana amacını bizzat o toplumdaki insanın kendi benliğinin ve diğer insanlara yaptığı zulüm ve haksızlıkların resmedilmesi olarak vurgular.16

Kur'an'daki sanat algısının en güzel örneği ise Süleyman (a) örneğinde bizlerden istenen tavırdır: "O ne dilerse onun (Süleyman) için yaparlara; Mihraplar, heykeller, derin havuzlar ve ağır kazanlar... Ey Davut ailesi, şükür göstergesi olarak çalışın. Kullarımdan pek azı şükredicidir." (34:13) Ayet sanatsal yapıtların zulüm ve baskısının uyuşturucusu olma haline getirilmemesini, bizzat tek yaratıcının kulluğunda, kulun kula kulluğunu ortadan kaldırıcı bir bilinçle, tek terbiye ediciye şükredilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu vurgu aynı zamanda sanatta, tek başına estetik kaygısıyla unutulabilecek olan ana sorumluluğa dikkat çekmektedir.

Bu noktada, Kur'an'ın kız çocuklarının diri diri gömüldüğü, Mekke oligarşisinin ekonomik, dinsel ve siyasal zulmünün had safhada olduğu sırada gereksiz şeylerle oyalanan şairleri "vadilerde mecnun halde deli deli dolaşanlar, kaybolanlar" (26:225) tarzındaki tasvirinden de anlaşıldığı gibi, sanatçının her sanatsal etkinliğinin başında ilk olarak şu soruyu kendisine sorması gerekir: "Bu dünya ne ölçüde gerçekten insanın olan bir dünyadır, ve insanoğlu bu dünyayı ne ölçüde insanlığa yaraşan bir dünya olarak onaylayabilir?"17

Dipnotlar:

1- Rilke Rainer Maria, "Genç Bir Şaire Mektuplar", Aralık Yay. 1998,s. 13.

2- Çalışlar, Aziz, "Gerçekçilik Estetiği" De Yay.1986 s.83

3- Brecht, Bertolt, Toplumcu Gerçekçilik ve Toplum, Günebakan Yay. 1976, s. 255-256

4- Şeriati, Ali, "İnsanın Dört Zindanı", İşaret Yay. İstanbul 1997.

5- Bozkurt, Nejat, "Sanat ve Estetik Kuramları", Asa Yay. 2000, s. 201.

6- Maalesef İslamilik iddiasındaki sanat tarihimiz bu tavrın dışında bir tablo göstermektedir bizlere. Sultanların gölgesi altında yapılan zevku sefa alemlerinde üretilen şiirlerden, yabancı dinlerin ve kültürlerin etkisi altında geliştirilen ve insanları sorumluluktan alıkoyan ve hatta sorumluluğu kötü gösteren sanat eserleri sanat tarihimizin önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Örneğin Celaleddin Rumi'nin Mesnevisi buna güzel bir örnektir.

7- Müslüman sanatçının "Ne yapmalı?" sorusuna vereceği cevabı inceleyen önemli bir çalışma için bknz. Şeriati, Ali, "Sanat" Şura Yay. İstanbul 1999

8- Sarmış, İbrahim, "Bir Edebiyatçı Olarak Seyyid Kutub" Fecr Yay. Ankara 1993 s.41

9- A.g.e, s.13

10- Muhsin Mahmelbaf'ın Şah dönemi İran'ında suç, yoksulluk, umut, mücadele, 'dine karşı din', işkence gibi temaların etrafında toplumsal ve ekonomik sorunları alt tabakadan mazlum ve ümmi bir kadının dilinden anlattığı "Sultan Havuzu" (Özgün Yay. İstanbul 1997) İsimli eseri, Zehra Rahneverd'in Kur'an kıssalarını bugünle harmanlayan öyküleri ("Yusuf'un Hicretiyle Adım Adım", Endişe Yay. Ankara 1990; "Musa'nın Kıyamında Yol Arkadaşı", Endişe Yay., Ankara 1989) örnek gösterilebilir.

11- Kabbani, Nızar, "Gazaba Uğramış Şiirler" Mavi Yay. İstanbul 1997, s. 32 "Kontrolistan Ülkesinden Çok Gizli Konuşma Bölüm 10"

12- Fried, I., "Formalizm", Evrensel Kültür, Ocak 2000, s. 43.

13- Tolstoy, Lev, "İtiraflarım", Kaknüs Yay., İstanbul 1999.

14- Piscator, Erwin, "Politik Tiyatro" Metis Yay. 1985, s. 15.

15- Şeriati, Ali, "Mektuplar", Şura Yay., İstanbul 1991, s. 42.

16- Bknz. Kutub, Seyyid, "Kur'an'da Edebi Tasvir", Arslan Yay., İstanbul 1997, s. 336.

17- Lukacs, György, "Estetik", Payel Yay. İstanbul 1978 s. 37.