Saltanat ve Sulta Mantığı

Haksöz

İDKAM'da 15 Kasım 1995 tarihinde düzenlenen programa konuşmacı olarak katılan Ahmet Ağırakça "Saltanat ve Sulta Mantığı" başlıklı bir konferans verdi.

Doç. Dr. Ahmet Ağırakça konuşmasının başında da belirttiği gibi, "Saltanat nedir?", "Sultanlık nedir?", "Sulta mantığı nedir?" sorularına açıklık getirdi ve bunların İslam'la ilişkileri, tarih boyunca bu konudaki gelişmeler ve alimlerin bu konudaki görüşlerini değerlendirdi.

Konuyla ilgili kavramların anlamlarını açıklamakla konuşmasına başlayan Ağırakça, "Sulta" kavramının kudret, otorite, tahakküm anlamına geldiğini, "Sultan" kavramının ise, İktidar sahibi, güç bulunduran, hükmeden kişi, hakimiyeti elinde bulunduran kişi anlamına geldiğini belirtti. "Saltanat" kavramını da, tek kişinin yönetimi (monarşi), yönetimin tek bir ailede olması, iktidarın babadan oğula ya da Sultan'ın istediği kişiye intikal ettiği rejim olarak tanımlayan Ağırakça, konuyu Doğu ve Batı açısından değerlendirirken Doğu toplumlarında gücü elinde bulunduran kişilerin "kaari, hakan, han" olarak adlandırıldığını ve bunların "hakimi mutlak" olarak değerlendirildiğini söyledi. Tanrısal bir güce sahip olduğuna inanılan bu güç sahiplerinin Batı'da da bundan pek farklı olmaksızın "Kral, İmparator, Monark" şeklinde isimlendirildiğini ve yine Doğu'daki anlayışa yakın bir şekilde Tanrının temsilcisi, halkla Tanrı arasında bir aracı olarak nitelendiğini belirtti. "Ve bu insanlar (güç sahipleri) böyle bir inanışın sonucu olarak yaptıkları hiçbir şeyden sorumlu olmamak gibi bir serbestiye sahiptirler. Bu Doğu geleneğinde de, Batı geleneğinde de aynıdır. Bu, kültürlerin birbiriyle etkileşimidir. Kur'an'da ise bu güç sahipleri Firavun, Nemrud gibi isimlerle anılmaktadır. Bu isimler özel bir kişiyi değil tüzel bir kişiliği, bir makamı ifade etmektedir".

"Saltanat mantığında mülk Sultan'a aittir. Toprak ve toprak üzerindeki canlı cansız her şey, O'na aittir ve o toprak üzerinde yaşayan insanlar da Sultan'ın kuludur. Onlar üzerinde istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Bu hakkını da istediği kişiye istediği biçimde devredebilir. Ve bu konuda herhangi bir tartışma yapılamaz. Bu alan tartışmaya açık bir alan değildir. Batı'da da Krallık 18,, hatta 19. yüzyıla kadar aynı anlayışla sürdürülmüştür. Daha sonra bu monarşi, oligarşiye çevrilmiştir. 18. yüzyıldan sonra ise (bilhassa Batı'da) bunun adını farklı bir ortama çekebilmek, daha meşru bir zemine oturtabilmek için meşruti sistemler ortaya konmuştur. Bu da Osmanlı'ya Tanzimat ve Islahat Fermanı olarak yansımıştır. Ve sonuçta Batı'da olduğu gibi meşruti bir sistem kurulmuştur. Yani Sultan'ın yanında Sultan'a itaat edecek sembolik bir meclis. Daha sonraları ise bu meclis Doğu'da sultanı, Batı'da kralı bertaraf ederek oligarşik bir sınıf olarak yönetimi ele geçirmişlerdir. Ve bu oligarşik yapının adını değiştirerek demokrasi adını vermişlerdir. Bu oligarşik sınıf, Kur'an'da Mele ve Mutrafin olarak zikredilmektedir. Ve bugünkü demokrasiler de bu oligarşik sınıfların, yani Kur'ani söylemle Mele ve Mutrafin'in yönetimidir. Bugün tevhidi engellemeye çalışanlar sultanlar, krallar ya da onlar etrafındaki Mele ve Mutrafin grubudur. Yani demokratik diye nitelenen oligarşik sınıflardır. Bunların Peygamberlere dolayısıyla onların getirdiği mesaja karşı çıkmalarının sebebi kendi otoritelerini kaybedeceklerini bilmelerindendir. Tevhid ve saltanat anlayışları birbiriyle uyum göstermesi birbiriyle anlaşması mümkün olmayan kadim zıtlardır. Birinin varlığı diğerinin yokluğunu gerektirir, bir arada var olmaları mümkün değildir ve tarih bu iki anlayışın çatışmasının bir ürünüdür. Başka bir deyişle, tarih; peygamberlerle sultanların ve sultanların etrafındaki Mele ve Mutrafin'in/oligarşik sınıfların çatışmasından ibarettir".

Daha sonra "Sultan" teriminin ne zaman gündeme geldiği ve kullanılmaya başlandığı üzerinde duran Ağırakça, klasik İslam tarihinin ilk dönemlerinde "Sultan" teriminin yönetime dair bir terim olarak hiç kullanılmadığını, "Sultan" teriminin gündeme gelişinin ve yönetime dair bir terim olarak kullanılışının Miladi 1030 yılına denk geldiğini belirtti; "Sultan terimi ilk kez Gazneliler devletinde Gazneli Mahmut tarafından kullanılmıştır. Bundan sonra Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularında kullanılıyor. Osmanlıların kuruluş döneminde de bu tabir yok, bunun yerine "Bey" terimi kullanılıyor. Ancak Bayezid'in Niğbolu Zaferi'nden sonra Sultan terimi kullanılmaya başlanmıştır".

Saltanat mantığını Kur'ani kıstaslara göre değerlendiren Ağırakça; saltanat mantığına göre mülk sultana aittir. İslami bir anlayışta ise Kur'an-ı Kerim'de geçen şu hüküm gereği ("Hüküm ancak Allah'ındır. Doğru haberi O verir. Hakkı batıldan ayıran O'dur") mülkün gerçek sahibi ve hüküm koymada tek söz sahibi Allah'tır ve müslümanlar Allah dışında bir veli kabul edemezler" dedi. Eğer hükmü verme hakkı insanlara verilecek olsaydı, insanlar kendi çıkarlarına uygun hükümler verirlerdi. Oysa Allah tüm insanlığın haklarını ve çıkarlarını gözetmektedir diyen Ağırakça, İslam'daki hilafet anlayışı, emirü-l mü'minin'lik makamı, ümmet anlayışı, ümmetin şurası anlayışıyla saltanat anlayışının birbirine taban tabana zıt olduğunu; saltanatta sultanın yanlış yapmayacağı anlayışının geçerli olduğunu ve yaptıkları hiçbir şeyin hesabını vermek zorunda olmadıklarını belirtti.

İslam'da, Emirü-l Mü'minin'in önemli iki görevi olduğunu belirten Ağırakça bunlardan birincisinin adaleti ve toplumdaki eşitliği sağlamak, ikincisi de İslam coğrafyasındaki tüm kaynakları halkın lehine eşit kullanmak. Saltanatta ise sultan, ülkenin kaynaklarını istediği gibi tasarruf eder, istediğine verir, istediğinden esirger dedi. Bu mantığın Muaviye ile başladığını belirten Ağırakça süreç içerisinde de geliştiğini belirtti.

Konuşmasının son bölümünde "hukuk" konusuna değinen Ağırakça hukukun saltanat mantığındaki karşılığının sultanların ağzından çıkan sözlerin zaman içinde gelenekleşerek "örfi hukuk"u oluşturması olduğunu söyledi. "Emirü-l Mü'minin'in hiçbir zaman tam tasarruf yetkisi yoktur, istişare etmek zorundadır. Sultan ise her konuda olduğu gibi, bu konuda da istediği gibi tasarruf yetkisine sahiptir. Saltanat mantığında yargı bağımsız değildir. İçinde yaşadığımız bu oligarşik sistem de saltanat mantığının bir ürünü olduğu için yargı merkezden gelen direktiflerle iş görmektedir".

Bu anlamda, saltanat mantığı içerisindeki hukuk olgusunun anlamsızlaştığını belirten Ağırakça saltanatın işleyiş bakımından ümmetin özgür iradesine değil, kılıç gücüne, zorbalığa, bir ailenin ya da oligarşinin tahakkümüne dayandığını ve tek amacının kendi bekasını sağlamak olduğunu söyledi.