Peygamberlere İman Bağlamında Nübüvvet ve Risalet -2

Fevzi Zülaloğlu

II- Vahiy Kelimesinin Anlam Çerçevesi

Yüce Allah'ın yarattıkları ile iletişim şekli bizim kavrayışımızın ötesinde olup sırlarla doludur. İşte bu sırlarla dola iletişim Kur'an'da vahiy kelimesi ile isimlendirilmiştir. Rabbimizin konuma ve iletişiminin gaybi boyutlarına takılmadan biz sonuçlan ile ve şuhûdî boyutu ile ilgileneceğiz.

Allah Teala yarattıktan sonra kenara çekilen bir ilah değildir. O yalattıkları ile daima iletişim halimdedir. O yarattıkları üzerinde tasarrufta bulunmakta, emir ve buyruklar indirmekte fiziksel ve toplumsal alanda koyduğu yasaları denetlemekte, mizanı alt üst eden gelişmelere karşılık vermektedir. İşte yarattıklarını başıboş bırakmayan Rabbimiz, buyruklarını vahiy yoluyla indirmektedir.

a- Vahyin Kelime Anlamlan

Vahiy kelimesi İslam öncesi Arap şiirinde hayvanlar arasında yapılan konuşma içinde kullanılan bir nitelemedir. Fakat ister insan ile insan, ister insan ile diğer varlıklar, ister hayvanlar arasındaki iletişimi anlatıyor olsun vahiy, sırlarla dolu gizil bir diyalogu çağrıştırır. Mektup yazmak, yol göstermek, acele etmek gibi anlamları vardır.

V-h-y fiilinin masdarı olan vahiy kelimesinin Kur'an da geçen lügat anlamlarını şöyle sıralamak mümkündür:

1- Sevketmek: birini bir iş yapmaya yöneltmek (Bkz. 16/68).

2- İşaret etmek: İma ile iletişim kurmak (Bkz. 19/11).

3- Teşhir etmek: İradesi, hükümranlığı altında bulmaları kontrol etmek, denetlemek, emrini dinletmek. (Bkz 16/12, 68, 69; 99/15 vd).

4- İlham etmek: Bir düşünceyi kalbe doğurmak, içe doğuş şeklinde mesaj vermek (Bkz. 11/37; 23/27; 28/7 vd).

5- Fısıldamak: Gizlice seslenmek (Bkz. 6/112).

b- Kavramsal anlamı

Allah Teala'nın yarattıklarına görevlerini öğretmek, onları terbiye etmek, itaat altına almak için kurduğu iletişime vahiy denir.

c- Vahiy ve Vesvese

Kur'an'da vahiy kelimesi bazen kötülüğe sevketmek anlamında vesvese kelimesinin yerine de kullanılmaktadır. Bu kullanım her iki kelimenin de gaybi, gizemli haberleşmeyi anlatıyor olmasından kaynaklanmaktadır: "Ve işte böylece biz hem insanlar hem de görünmez varlıklar içinden zihin çelmeyi amaçlayan yan hakikatleri yaldızlı parlak sözler şeklinde birbirine fısıldıyan (vahyeden) şeytani güçleri her peygambere düşman kıldık..." (6/Enam, 112).

d- Vahyin Anlam çerçevesini Oluşturan Kelimeler

Kur'an'da vahiy kavramının tam olarak ne manaya geldiği konusunda bütüncül bir fikre ulaşmak için çerçeve içinde kalan fillere bir göz atmanın zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Bunlardan en çok kullanılanlarını kısaca incelemekte yarar vardır:

1- Nezzele ve türevleri: Allah'ın nimetlerinden birini insanların istifadesine sunması demektir. Demir, hayvanlar, kullandığımız elbiseler vb. nimetler için de bu fiil kullanılmıştır. Kur'an ve önceki vahiylerde insanlık için Allah'ın indirdiği nimet ve lûtuftur. İnsanlar idrak olanımız içinde yer alan varlıklar arasında geçen konuşmalar inzal (indiriliş) eylemi ile ifade edilmez.

"Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum Kur'an'a inanın ve onu inkar edenlerin İlki olmayın. Benim ayetlerimi birkaç paraya satmayın ve benden sakının" (2/Bakara, 41; ayrıca bkz. 3/53; 28/24 vd).

2- Karee ve türevleri: Vahyin indiriliş sürecinde Nezzele (inzal) fiilinden sonra gelir. Rasulullahı da içine alacak bir genişlikte kullanılmıştır Okumak, taşımak, iletmek anlamlarına gelir.

"Sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman onun okunuşunu takip et". (75/Kıyame, 18; ayrıca bkz. 96/1 vd).

3- Aileme ve türevleri: Öğretmek demektir. Allah Teala fıtratımıza yerleştirdiği yeteneklerle hayatımızı idame ettirmemize yarayan şeyleri bize öğrettiği gibi, vahiyle de öğretmiştir.

"... Allah sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana lütfü, cidden büyük olmuştur" (4/Nisa, 113; ayrıca bkz. 5/110 vd).

4- Nebee: Haber vermek, bir şeyin aslını, gerçek anlamını kavratmak: "Peygamber durumu eşine anlatınca, kadın 'bunu sana kim haber verdi?' diye sordu. 'Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan, bana söyledi' diye cevap verdi". (66/Tahrim, 3; ayrıca bkz. 9/94).

5- Belleğa: Ulaştırmak, iletmek, tebliğ etmek, duyurmak. "Ey elçi rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur, Doğrusu Allah, kafirler toplumunu yola iletmez" (5/Maide, 67; ayrıca bkz. 7/62, 68; 9/6; 46/23 vd.).

6- Lakıye: Masdarı ilka'dır. Tevdi etmek, yerleştirmek demektir. "Biz sana sorumluluğu ağır bir mesaj tevdi edeceğiz" (73/Müzzemmil, 5; ayrıca bkz. 40/15).

7- Vehebe: Bağışlamak, lütfetmek, ödüllendirmek demektir. "Ve ona (Musa'ya) bahşettiğimiz rahmetin bir devamı olarak kardeşi Harun'u da Nebi kılmıştık" (19/Meryem, 53; ayrıca bkz.

8- Hedâ: Masdarı hidayettir. Rehberdir. Allah'ın yol göstermesi, kılavuzluk yapması, doğru yola iletmesidir,

"Biz ona İshak'ı ve Yakub'u bağışladık ve her birini daha önce Nuh'u ilettiğimiz gibi doğru yola ilettik...". (6/Enam, 84; ayrıca bkz. 2/2, 185; 9/33; 10/57, 108; 17/9; 61/9 vd).

9- Veade: Masdarı va'ddir. Yani sözleşmek, belirlemek demektir. A'raf sûresi 142. ayette Hz. Musa ile Allah Teala arasındaki diyaloga işaret etmek için kullanılmıştır: "Ve Musa için otuz gecelik bir süre için sözleştik ve buna bir on gece daha ekledik..." (7/142).

10- Kelleme: Masdarı, kelamdır. Konuşmak demektir. Allah Teala peygamberlere sözlü vahiyle hitabetmiştir. Nebevi vahiy hadis ve kavi kelimeleriyle de nitelenmiştir ki, bununla mesajın sözlü oluşuna dikkat çekilmektedir;

"Allah'tan başkasına tanrılık yakıştıranlardan biri senin korumana başvurursa onu korumana al. Olur ki, Allah'ın sözünü işitip anlayabilir..." (9/Tevbe, 6; ayrıca bkz. 4/164; 7/152; 39/18, 55; 52/34; 53/59; 77/50; 86/13 vd).

11- Ketebe: Yazdı. Masdarı yazmaktır. Hz. Musa'ya indirilen levhaların yazılı oluşunu nitelemek için ifade edilmiştir.

"Ve levhalara onun için her konuda öğüt ve her şey hakkında yeterli açıklamalar yazdık ve ona "onlara kuvvetle sarıl ve halkına emret, ellerinden gelen en güzel bir biçimde onlar da sıkıca sarılsınlar" dedik..." (7/Araf, 14).

12- Kadâ: Hükmetmek, yerine getirmek, tamamlamak, kesinleştirmek, ilahi yasaları bildirmek, yapıp bitirmek, iletmek, erişmek anlamlarına gelir.

"Ve ona şu hükmü ilettik; 'Bunların son kalıntıları da sabaha varmadan silinip ortadan kaldırılacaktır" (15/Hicr, 66; ayrıca bkz. 28/44 vd).

13- Nâdâ: Masdarı Nida'dır. Yani seslenmek, ünlemek. Bu fiil, birine uzaktan seslenmek, onunla uzaktan konuşmak anlamına gelir. Hz. Meryem'le ilgili anlatımlarda geçmektedir. Nida'nın zıddı vesvesedir. Vesvese ise birine içine girecek şekilde yakından fısıldamak demektir. Vahyin ve nidanın kaynağı Allah'tır. Oysa vesvesenin kaynağı şeytandır. (Bkz. 114/5-6)

"Bunun üzerine hurma ağacının alt yanından bir ses ona şöyle seslendi; "Üzülme! Rabbin senin alt tarafından ufak bir dere akıttı. Şimdi hurmanın gövdesini kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün" (19/Meryem, 24-25).

14- Ersele: Gönderdi. Masdarı risalettir. Risalet Rabbimizin kullarına gönderdiği mesajın elçiliğini yapan sözlerdir.

"Bunun içindir ki, ey peygamber, Biz seni yalnızca bütün alemlere (insanlara) rahmet olarak gönderdik" (21/Enbiya, 107; ayrıca bkz. 2/151, 4/64, 5/70, 7/59 vd).

e- İlahi Vahyin Bazı Temel Özellikleri

Rabbimizin vahyi bildirimini beşeri tasavvurlardan, öğretilerden, ideolojilerden ve şeytanın vesveselerinden ayıran bazı özelliklerinden söz etmek, tanımak, bilmek ve inanmak için zorunlu bir çaba olduğunu düşünüyoruz. İlahi vahyin bazı temel sıfatları şunlardır:

1- İlahi'dir: Allah'tan indirilmiştir. Cin ve insan sözlerine benzemez. "Kur'an'i düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı" (4/Nisa, 82; ayrıca bkz. 10/15, 37; 69/43-47; 74/18-31 vd).

2- Enbau'l-Gayb'dır: Gaybın haberleridir. İlahi vahiy gaybdan indirilmiştir ve gaybın tek sahih ve geçerli bilgisini veren kaynaktır.

"... Bunlar sana vahyettiğimiz, görünmez alemin haberlerindendir..." (3/Al-i İmran, 44; ayrıca bkz. 3/179; 12/3 Vd)

3- Kelam, Hadis, Kelime ve Kavl'dir: Yani sözlü mesajdır. Hz. Musa'ya indirilen yazılı levhalar hariç ilahi vahiy sözlü anlatımlar (hitap) şeklinde indirilmiştir. Nebevi ilahi vahiy resimli, görüntülü, vizyon şeklinde indirilmemiştir.

"Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de vahyetmiştik ve Allah Musa ile de konuşmuştu" (4/Nisa, 164; ayrıca bkz. 2/75; 9/6; 18/6; 39/23, 55; 52/34; 53/59; 73/5; 77/50 vd).

4- İlim'dir: Kesin bilgidir. Hevanın, insan kaynaklı zanni bilginin tersidir.

"... Doğrusu sana ilim geldikten sonra onların hevasına uymaya devam edersen, seni Allah'ın elinden alacak ne bir kimse bulursun ne de bir yardımcı" (2/Bakara, 120; ayrıca bkz 2/145; 6/148; 13/37; 42/14; 45/17 vd).

5- Yakin'dir: Şüphe tereddütden arındırılmış tertemiz, saf bilgidir. Zandan uzaklaştırılmıştır.

"Çünkü o mutlak hakikattir" (69/Hakka, 51; ayrıca bkz. 6/116, 148; 10/66; 43/20; 51/10 vd).

6- Beyyine'dir: Apaçık belgedir. Kesin kanıtlardır. "Andolsun sana apaçık (kesin anlamlı, kanıt olacak) ayetler indirdik. Onları yoldan çıkmışlardan başkası inkar etmez" (2/Bakara, 99; ayrıca bkz. 2/185; 3/86; 10/15; 19/73; 22/16; 46/7; 58/5 vd).

7- Münir'dir: Aydınlatan nurdur. Küfrün karanlığını yırtıp imanın aydınlığını ortaya çıkarır. Kararan vicdanları, karanlığa gömülen kalpleri ışığı ile aydınlatır.

"Seni yalanladıklarında, aynı zamanda senden önce hakikatin tüm kanıtlarını ilahi hikmet yüklü kitapları ve aydınlık saçan vahyi getiren diğer peygamberleri de yalanlamış olurlar" (3/Ali İmran, 184; ayrıca bkz. 5/15; 6/122; 39/22; 64/8 vd).

8- Ruh'tur: Yaşam kaynağıdır. Hükmen ölmüş toplumları, çürümeye yüz tutmuş vicdanları ilahi mesaj diriltir.

"Ölü iken hayata kavuşturduğumuz ve insanlar arasında yolunu bulabilmesi için kendisine ışık tuttuğumuz kimse, hiç içinden çıkamayacağı derin karanlığın içine girmiş biri gibi olur mu?" (6/Enam, 122; ayrıca bkz. 2/87; 8/24; 16/2; 17/85; 19/64; 58/22 vd).

9- Hidayet'tir. İlahi yol göstermedir. Allah Teala vahiyle insanlara rehberlik, kılavuzluk eder.

"Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olan hastalıklara bir şifa ve inananlara bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir" (10/Yunus, 57; ayrıca bkz. 10/108; 17/9; 27/2; 34/6; 48/28; 61/9 vd).

f- İlahi Vahyin Kaynağı

İlahi vahiy levh-i mahfuz'dan indirilmiştir. Levh-i mahfuz, yüce Allah'ın bilgisinin muhafız melekler tarafından korunduğu manevi bir atmosferdir. Kur'an ve diğer ilahi kelamler bu bilgi levhasında işlenmiş ümmü'l-kitapta (ana kitapta) kayıt ve koruma altına alınmıştır. İlahi vahiylerin indirildiği "Ana Kitab"ın keyfiyeti de meknun olmasıdır. Yani levh-i mahfuzdaki bu özel alandan sadece vahiy meleği Cebrail (a) bilgi alabilir.

"Yok yok, hayır! O şerefli bir Kur'an'dır. Korunan bir levhanın (levh-i mahfuz'un) içinde" (85/Buruc, 21-22).

"O elbette değerli bir Kur'an'dır. Kitâbun meknun'dadır. (Güvenle saklanan kitaptandır) ki ona temizlerden (meleklerden) başkası dokunamaz" (56/Vakıa, 77-79).

"Bakın bu (ilahi kelam) gerçekten soylu bir elçinin (rasulün kerim: cibril) sözüdür. Güç bahşedilmiş, kudret ve egemenlik tahtının sahibi Allah nezdinde, itaat edilen ve güvene layık birinin sözü". (81/Tekvir, 19-21).

III- Vahiy çeşitleri

İnsanlar, hayvanlar, cinler ve diğer varlıklar arasında kurulan diyalog, olağanüstü bir forma sahipse bu iletişim vahiy kavramıyla ifade edilir. İfade kolaylığı açısından Rabbimizin Kur'an'da bildirdiği mesaja dayanarak vahyi üçe ayırmak mümkündür: 1- Allah ile varlıklar arasındaki vahiy, 2- Varlıklarla varlıklar arasındaki vahiy, 3-Allah ile insanlar arasındaki vahiy şimdi bu üç grubu kendi içindeki örnekleri ve çeşitleriyle beraber öz olarak inceleyelim:

1- Allah ile Varlıklar Arasındaki Vahiy: Fıtri Vahiy

Kudretinde, egemenliğinde ortak tanımayan Allah varlıkları yarattıktan sonra görev ve sorumluluklarını da özlerine yerleştirmiştir. Yarattıktan sonrada mücadele etmeye, kontrolü ve davetini sürdürmeye devam eden Rabbimiz vahiy yoluyla varlıkların ana yapısını itaat ve buyruktan çıkmayacakları şekilde düzenlemiştir. Başka bir deyişle onların özlerini hareket ve görevlerini belirleyen içgüdüler, programlar yerleştirmiştir. İşte bu işleme Rabbimiz Kur'an'da vahiy kelimesiyle işaret etmektedir. Bu tür vahiy de kendi içinde ikiye ayrılır: a- Somut varlıklara vahiy, b-Soyut varlıklara vahiy

a- Somut, fiziksel aleme yapılan vahiy: Yüce Rabbimiz, canlıları, Tabiatı ve kainatı bu yolla emir ve iradesi altına almış, görev ve sorumluluklarını öğretmiştir:

"O gün yer, bütün haberlerini ortaya dökecek, Rabbinin vahyettiği şekilde" (99/Zelzele 4-5).

"Ve onları iki evrede yedi gök olarak yarattı her göğe kendi İşlevini vahyetti (yükledi). Biz yere en yakın olan gökleri ışıklarla süsledik ve onları emniyetli kıldık İşte bu, kudret sahibi ve her şeyi bilenin takdiridir" (41/Fussilet, 12; ayrıca bkz. 16/Nahl, 12 vd).

Arıya, bitkilere, hayvanlara Yüce Allah görevlerini fıtri vahiyle (içgüdü yerleştirmek suretiyle) öğretmiştir:

"Ve bir de, Rabbinin arıya: 'Dağlarda, ağaçlarda ve hazırladıkları kovanlarda kendine yuva edin' diye vahyetti" (16/Nahl, 68; ayrıca bk. 16/69).

b- Soyut varlıklara vahiy: Kur'an'da emir ve itaatten çıkmayan, vahiyle ilahi kontrol altında tutulan soyut varlıklara melekler örnek verilmiştir.

"Rabbin, meleklere vahyediyordu ki: 'Ben sizinle beraberim, siz mü'minleri pekiştirin, ben inkar edenlerin yüreklerine korku salacağım, vurun boyunlarının üstüne, vurun onların her parmağına" (8/Enfal, 12).

2- Varlıkların Varlıklara Vahyi

Varlıkların birbirleriyle iletişimini anlatmak için kullanılan vahiy kelimesi üç tür ilişkiye işaret etmektedir: a- İnsan ve cin şeytanlarının birbirleriyle dayanışması, b- Şeytanların dostlarına tek taraflı vesvesesi, c- Zekeriyya peygamberin ima ile konuşması

a- İnsan ve cin şeytanlarının birbirleriyle dayanışması: Nebevi ilahi vahye karşı kin ve düşmanlıklarını görünür ve görünmez güçler tek platformda sürdürür, birbirleriyle dayanışma kurarlar. İnsan ve cin şeytanları risalete karşı yakın temas kurar, ortak düşmanları olarak gördükleri ilahi vahyin insanlığı aydınlatan nurunu karartmak için fısıldaşırlar. Onların bu gizli kapaklı tuzaklarına işaret etmek için Kur'an'da vahiy kelimesi geçmektedir.

Peygamberlere onların izinde giden mü'minlere karşı ortak cephe açan şeytanlar açıkça görülen ve açıkça görülmeyen hilelerden güçlerden yararlanırlar. Şer güçler iç dayanışmalarını olağan olmayan bir formda fısıltı ve gizlilikte yaptıkları için bu ilişki vahiy kelimesi ile ifade edilmiştir.

"Ve işte böylece biz, hem insanlar hem de görünmez varlıklar (cinler) İçinden zihin çelmeyi amaçlayan yaldızlı yarı gerçekleri birbirine vahyeden (fısıldayan) şeytani güçleri her peygambere düşman kıldık..." (6/Enam, 112).

b- Şeytanları vesvese vahyi: Şeytanların dostlarına gizlice fısıldayarak onları rnü'minlerle mücadeleye sevketmesi, telkinde bulunmasıdır. Vesveseden farklı olarak şeytanların dostlarına vahyetmesi, yakın temas kurmadıkları, uzaktan uzağa tuzağa düşürdüklerinden kendilerinin sorumlu olmadığı çağrışımlarını içerir. Şeytanların mü'minlere karşı bir güçleri yoktur (Bkz. 16/99) onlar bilinçlerini şer güçlerin istilasına açanlara, yalancı günahkarlara İner.

"...Ve şeytani dürtüler, sahiplerine sizi tartışmaya çekmelerini vahyederler (fısıldarlar) ve eğer onlara uyarsan bil ki sen, Allah'tan başka varlıklara veya güçlere ilahlık yakıştıranlar gibi olursun" (6/Enam, 121).

"Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar her günahkar yalancıya inerler. O yalancılar şeytanlara kulak verirler. Çokları da yalan söylerler" (26/Şuara, 221-223).

c- Zekeriyya peygamberin ima ile konuşması: Zekeriyya peygambere Yüce Allah, meleklerle ömrünün son dönemlerinde hanımı da kısır olduğu halde bir erkek çocuk (Yahya) müjdelemiştir. Allah için kolay olan bu yaratma şeklinin gerçekleşeceğine dair ikna olmak için Zekeriyya peygamber bir işaret İstemiştir. Bu işaret "üç gün üç gece insanlarla olağan konuşamamasıdır" (Bkz. 19/Meryem, 5-10). İşte bu esnada Zekeriyya peygamber işaret yoluyla konuşmuştur ki, buna da vahiy denilmektedir:

"Bunun üzerine Zekeriyya mabedden kavminin karşısına çıktı ve onlara, 'sabah akşam Rabbinizin sınırsız kudret ve yüceliğini anın' diye vahyetti (işaret etti)" (19/Meryem, 11).

3- Allah İle İnsanlar Arasındaki Vahiy

Yüce Allah insanlarla üç şahıs münasebetli bir kelime olan vahiy yoluyla iletişim kurar. Rabbimiz, vahiy meleği ve insan rasuller arasında gerçekleşen üç şahıs münasebetli vahiy olgusu insanlığın görev ve sorumluluklarının yaratıcı tarafından belirlenmiş gayesine hizmet etmiştir.

Bu konunun ana eksenini Şura sûresi 51. ayet belirlemektedir: "Allah, insanla ancak vahiy (apansızın gelen bir ilham) aracılığıyla, yahut bir perde arkasından seslenerek, yahut vahyedilmesini dilediği şeyi kendi izniyle vahyeden bir elçi (Cibril) göndermek suretiyle konuşur. O şüphesiz yücedir, hikmet sahibidir".

Bu ayet muhkem bir şekilde bildirmektedir ki, Yüce Allah insanlarla üç yolla konuşmaktadır 1-Vahiy, 2- Perde arkasından seslenerek, 3- Vahiy meleği ile inzal. Bu üç yolla indirilen vahyi bildirim niteliği açısından ikiye ayrılır: a- Sözlü, tebliğ nitelikli vahiy, b- Sözsüz, tebliğsiz vahiy

a- Sözlü, tebliğ nitelikli vahiy: Bu tür vahye muhatap olanlar peygamberlerdir. Peygamberler, Yüce Allah tarafından tereddüde yol açan bütün şüphelerden arındırılırlar. Keyfiyeti bakımından üç özelliği vardır: İkna, tebliğ, kelam

Birincisi iknadır: Peygamberler aldıkları görevin şuurundadırlar. Peygamber oldukları konusunda Allah tarafından ikna edilmişlerdir. Necin sûresinde bu durum "gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı" şeklinde betimlenmektedir. Peygamberler peygamber oldukları konusunda özel olarak ikna edilmektedirler:

"Sizin bu arkadaşınız ne sapmış, ne de aldatılmıştır ve ne de kendi arzu ve heveslerine göre konuşmaktadır. Bu kendisine indirilen ilahi vahiyden başka bir şey değildir. Son derece kudretli birinin (Cebrail'in) ona öğrettiği bir vahiydir. O fevkalade bir güçle donatılmış bir melektir -ki, o an geldiğinde kendini gerçek şekli ve hüviyeti ile gösterdi. Ufkun en uç noktasında görünerek ve sonra yaklaşarak yanma geldi. Aralarında iki yay mesafesi kalıncaya kadar, hatta daha da yakınına. Böylece Allah vahy edilmesini uygun gördüğü şeyi kuluna vahyetmiş oldu. Kulunun (peygamberin) kalbi gördüğünü yalanlamadı" (53/Necm, 2-11).

Hz. Peygamber'in nübüvvetle vazifelendirildiğine kesin olarak mukni olmasını sağlayan "asli şekli ile vahiy meleğini görmek" olayı ayette şematik ifadelerle anlatılmaktadır. Bu ifadelerden çok somut bir tasvir ortaya koymak mümkün değildir. Fakat bu gaybi olay, yüksek teşbihlerle Rabbimiz tarafından algı alanımıza indirgenerek mesaj boyutu zihnimize yakınlaştırılmıştır.

Allah'ın kulu Muhammedi peygamberliğe hazırlamak için yaşattığı bu tecrübenin bazı kısımları esrarengizdir, tahlil edilemez. Yani idrak alanındaki gösterilerek rasyonelleştirilemez. O halde olayın bizi ilgilendiren, niteliği ile ilgili ipuçlarıyla, mesaj boyutuyla yetinmek gerekir. Konunun niceliği ise bizim müşahade alanımız dışındadır. Onun için, vakıanın eseri olan ve kafi derecede sınırlı bilgi içeren ayetin işaret ettiği mesajın niteliği ile ilgilenmeliyiz.

İkincisi tebliğdir: Sözlü, tebliğ, nitelikli, nebevi risaletin içeriği şahsi değildir. Yani toplumsaldır. Bu yüzden Kur'an'ın ilk indirilen Alak sûresi oku! (ilet, aktar, taşı, yüklen) diye başlamaktadır. Yine daha sonraki Kur'an sûreleri içe kapanmanın, gizlenmenin yanlışlığını vurgulayan ifadelerle doludur. (Bkz. Müddessir, Müzzemmil sureleri; ayrıca bkz. 6/106; 10/109; 13/30; 26/13; 29/45; 42/7 vd).

Nebevi vahyin tebliğ edilmesi şarttır. Tebliğden kaçınma, çekinme ihtimaline karşı Rasulullah yaptırımla tehdit edilmiştir.

"... Bu Kur'an bana vahyolundu ki, onunla size ve ulaştığı herkesi uyarayım..." (6/Enam, 19).

"O Kur'an bir şairin sözü değildir. Bir kahinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! Alenilerin Rabbinden indirilmiştir. Eğer o bazı laflar uydurup bize iftira etseydi. Elbette onun sağ elini alırdık. Sonra onun can damarını keserdik" (69/Hakka, 41-46; ayrıca bkz. 10/15-17 vd).

Üçüncüsü sözlüdür; Yani tebliğ nitelikli, sözlü nebevi risalet yazılı bir kitap şeklinde de indirilmemiştir, Resimli, imaj ve vizyon olarak indirilmemiştir.

O Kelime'dir. (Bkz. 2/37) Kelam'dır: Sözlü hitaptır (Bkz. 2/75; 9/6). Kavl'dir: Sözdür. (Bkz. 39/18; 73/5; 86/13). Hadis'dir: Sözlü anlatımdır (Bkz. 18/6; 39/23, 55; 52/34; 53/59; 77/50).

b- Sözsüz, ferdi vahiy: Yüce allan Peygamber olmadıkları halde bazı insanlara vahy etmiştir. Fakat bu vahyin nitelikleri şunlardır: Birincisi, vahye muhatap olanlar Allah'tan vahiy almadıkları konusunda peygamberler gibi ikna edilmemişlerdir. İkincisi, Vahyin konusu ikinci üçüncü diğer şahısları ilgilendirmez. Şahsidir. Sadece vahye mazhar kılınan fertle ilgilidir. Toplumsal değildir. O yüzden de bu vahiyle taltif edilen salih insanlar tebliğ yapmamışlardır. Hatta tebliğ yapmak, yalancı peygamber durumuna düşmektir. Çünkü tebliğ peygamberlere ait bir vasıftır. Üçüncüsü, sözsüzdür. Fıtri vahiy gibidir. Dürtü gibidir. Amaç muhatabı bir davranışa sevketmektir. Allah'ın hüküm ve iradesi altına almaktır. Ayrıca muhataba ilahi bir lütuf, gaybi bir yardım yapmaktır.

Üzerinde en fazla spekülasyon üretilen, en fazla oynanan ve alet edilmek, istismar edilmek istenen bu tür iletişimin Kur'an'da üç örneği vardır: Hz. Meryem, Hz. Musa'nın annesi, Hz. İsa'nın havarileri.

1- Hz. Meryem: "Bunun üzerine hurma ağacının alt yanından bir ses ona şöyle seslendi: 'Üzülme! Rabbin senin alt yanında ufak bir dere akıttı. Şimdi hurmanın gövdesini kendine doğru silkele, taze hurma dökülsün' (19/Meryem, 24-25).

2- Hz. Musa'nın annesi: "Ve bunun içindir ki Musa doğduğu zaman annesine: 'Onu emzir' diye vahyettik. 'Ama onun başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu nehrin sularına bırak ve korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana geri getireceğiz ve kendi elçilerimizden bir elçi yapacağız" (28/Kasas, 7).

"Bu arada Musa'nın annesi yüreği acıyla dolup taşarak sabah etti..." (28/Kasas, 10).

"İşte bu haldeyken Musa'nın kız kardeşine 'Onu izle' dedi ve kız da kimseye fark ettirmeden onu uzaktan gözetledi" (28/Kasas, 11; ayrıca bkz. 20/Taha, 38/39).

3- Havariler: Hz. İsa'nın peygamberliğine inanan beyaz elbiseliler (temiz insanlar).

"Ve havarilere: 'Bana ve Benim elçime inanın' diye vahyetmiştim. Onlar: 'Biz inanıyoruz ve şahit ol ki kendimizi sana teslim etmişiz' diye cevap verdiler" (5/Maide, 111; ayrıca karşılaştırınız 5/Maide, 112-115).

Bu üç örnekteki şahıslar peygamber olmadıkları halde Allah'ın vahiy lütfuna mazhar olmuşlardır. Konu ile ilgili ayetleri incelediğimizde görürüz ki, söz konusu şahısların üzerinde bir tedirginlik, tereddüd hali vardır. Her üç örnekte anlatılan insanlar Allah'ın vahiy yoluyla gaybi yardımda bulunmasını da hak edecek bir zeminde bulunmaktadırlar.

Bu kimseler peygamberler gibi yaşadıkları durum hakkında kesin bir yargıya varamamaktadırlar. Ayrıca vahyin konusu vahyedilen kişilerin sadece kendileri ile ilgilidir. Yani bireyseldir. Toplumsal boyutu olmadığı için de tebliğ de yoktur. Bu yüzden kendilerinde dürtü misali oluşan bu halden kimseye söz etmemişlerdir.

Yeryüzündeki tevhidi mücadele ile bağıntılı böyle ilahi lütuflara mazhar olanların varlığından biz Kur'an'da Rabbimiz bahsettiği için haberdar olmaktayız. Aksi takdirde Allah ile vahyedilen arasında kalan bu esrarengiz halden hiçbir malumatımız olamazdı. Kur'an'da yer alan kesin ilahi bildirimden dolayı bu hallerin Rabbani karakterli olduğunu anlamaktayız. Oysa böyle bir lütuf ile karşılaşanlar bile yaşadıklarının şeytani mi, Rabbani mi olduğuna dair beyyine sahibi değillerdir.

Sözün Özü

Peygamber olmadığı halde Allah'tan vahiy aldığını iddia edenler yukarıda izah etmeye çalıştığımız nedenlerden dolayı yalancıdır. İster Nebi olduğunu, isterse sözü döndürüp dolaştırıp Rasul olduğunu iddia etsin, durumu değiştirmez.

IV- Nebevi Risalete Karşı Oluşan Tepkiler

Vahiy nimeti karşısında insanlar ya şükredici ya da nankör olmuşlardır: "Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik. Artık ya şükredici ya da nankör olmak (kendisine bağlıdır)" (76/İnsan, 3).

Vahiy nimeti karşısında nankör tavrı seçen müşrikler, kafirler, münafıklar elçileri zor durumda bırakmak için onlardan olmayan şeyler istemişlerdir. Gözlemleyebilecekleri melek elçilerin, insanlara peygamberlik yapmalarını isteyerek olanak dışı saçma isteklerde bulunan müşriklere Rabbimiz şöyle cevap vermiştir:

"Melekler, ancak hak ile inerler. İnince de asla göz açtırmazlar."

Müşrik Araplar Rasulullah'ta şairlerden farklı bir özellik görmek istemezler. Bunu inatla reddederler. Müşriklerin gözünde, gayb aleminin bilgisine sahip olduklarını söyleyenler melek de olsa, şeytan da olsa cinlerden {görünmez varlıklardan) olmalıdır. Bu görüşü temelsizce savunan müşrik araplar hiçbir burhana sahip olmadan, vahyin mesajını sıradanlaştırmak için kahin ve şairlerin bilgi kaynağı cinlerle (!) Yüce Allah'ı aynı kefeye koyarak, Kur'an'ın değerini küçümseyerek düşük akıllı olduklarını örtmeye çalışmışlardır.

Oysa cinler günahkâr, yalancıdırlar ve emin, güvenilir, seçkin, güzel ahlaklı elçilere değil iftirayı, kara propagandayı hayat tarzı benimseyenlere inerler:

"Onlar nerede kendi kendini aldatan, günahkar biri varsa ona inerler" (26/Şuara, 222).

Şeytanlar ve dostları, topluma, geniş kitlelere halis ifki pompalarlar. İfk ise gerçek bir temeli olmayan, hak üzerine kurulmayan zanni bilgidir. Affak (iftiracılar söylediklerinin doğru olup olmadığını düşünmeyen, ağzına geleni, nefsine cazip gözükeni sorumsuzca sarfeden kimsedir.

Peygamberler ise sadece hak söylerler: "Sana hakkı getirdik, çünkü kuşku yok ki, biz doğru söylüyoruz" (15/Hicr, 64).

Şairler de kahinler gibi cahiliyye döneminde olağanüstü nitelikler atfedilen kimselerdir. Kahinler, kabile içi ve dışı olaylarda kendisine danışılan, rüyaların tabir ettirildiği mistik güçleri olduğu vahmedilen kimselerdir. Kahin sözlerini seci' denilen uyumlu şiirsel bir form içinde söyler. Seci' günlük konuşma ile düzenli şiir arasında bulunan bir anlatım şeklidir.

Şairler de şiirlerini bazen seci' formunda söylerler. Cahiliyyede bu anlatım, gaybi olduğu iddia edilen tipik bir üslup olarak kullanılmaktaydı. Cinlerden gelen her türlü konuşma, günlük dilden farklı olarak, dua, beddua, gelecekten haber verme, büyü vb. işlerden seci' formuyla söz edilmekteydi.

Kur'an'ın ilk inen sûrelerinin biçim itibariyle seci' veya recez üslubuna benzemesi müşrikler tarafında fitne konusu olmuştur. Oysa önemli olan muhteva ile biçim arasındaki uyumdur. Fakat cahiliyye Arapları ayetlerin söyleniş şekline takılarak Rasulullah'ı kahinlikle ve şairlikle suçlamışlardır. Oysa o bir nebi-rasuldür:

"Öyleyse (ey Muhammed) öğüt ver. Çünkü. Rabbinin rahmetiyle sen ne bir kahinsin ne de cinlenmiş" (52/Tur, 29).

"Ve biz bu (Peygambere) şiir bahşetmedik. Zaten (şiir) bu mesaja uygun düşmezdi. O yalnızca bir uyan ve öğüttür ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğru gösteren bir (İlahi) hitabedir. Ki kalbi diri olanları uyarabilsin ve sözü kafirlere karşı tanıklık kapabilsin" (36/Yasin, 69-70).

İlahi vahiy yapı itibariyle insan konuşmasından ayrılmıştır. Kaynağının cinler olduğu iddia edilen kahin, şair ve mecnunların vehimlerinden de münezzehtir. O yüce Allah'ın koruması, kollaması, kontrolü altında iner.

Kahin ve şairlere cahiliyye Arapları mecnun (cinlenmiş, cinin istilasına uğramış) demekteydiler. Şair ve kahinler esrarengiz konuşmalarını, şiirlerini bu teze göre cinlerden öğrenmektedirler. Cin aracılığı ile konuşur, şiir söylerler. İkisi arasında da başka bir vasıta yoktur. Cin şairi yakaladığı an, artık ikisi tek şahıs gibi olurlar. Fakat Nebevi vahyin risaletinde Allah ile peygamber arasında elçilik yapan melek (Cebrail) vardır.