‘Özgürlük Zinciri’ne TCK 312/2 Darbesi

Haksöz

11 Ekim Pazar günü, "inanca saygı, düşünceye özgürlük için bütün Türkiye elele" şiarıyla tüm ülke sathında gerçekleştirilen eylemler, halkın yoğun katılımına sahne oldu. Egemen zihniyetin, "izinsiz" olarak nitelendirerek engellemeye çalıştığı eylemlere karşı, Kartel medyası da yoğun bir karalama kampanyası başlatmıştı. "Türban kışkırtması", "Şeriat Pazarı", "Büyük tahrik" gibi başlıklarla manşetlere taşınan eylemler esnasında yaklaşık 800 kişi tutuklanırken, Elazığ'da –bir üsteğmenin emriyle- müslümanların üzerine açılan ateş sonucu 2 kişi ağır yaralanırken, 2 kişi de katledildi.

Eylem gününün hemen ardından, 12 Ekim Pazartesi günü ise, emniyetin başlattığı bir dizi gece operasyonuyla, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren, Ekrem Kızıltaş, Kenan Yabanigül gibi gazeteci-yazarlar tutuklandı. (İsmi geçen şahısların da içinde bulunduğu 9 kişi hakkında 'yasadışı gösteriyi yönlendirmek' suçundan 3 yıl hapis istemiyle dava açıldı) Aynı gece pekçok erkek–bayan öğrenci evlerine yapılan baskınlarda elliden fazla öğrenci gözaltına alındı.

Egemenlerin, İslami iradeyi kırma ve zayıflatma mantığının bir uzantısı niteliğindeki bu tür girişimler, tevhidi bilinci yaygınlaştırma mücadelesi verenleri hiçbir şekilde etkilemeyecek; aksine mücadele azmini daha da bileyecektir. Ancak, engelleme ve sindirme içeren bu tür operasyonlar düzenin korku salma ve yalnızlaştırma politikalarına karşı, müslümanların ortaya koymaları gereken iradenin elzemiyetini göstermesi açısından öğreticidir.

Öte yandan, yüzlerce "aydın" ve öğretim üyesinin koltuklarına yaslanarak izledikleri bu zulüm sürecinde, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dursun Odabaş'ın eylemlere bizzat katılarak destek vermesi, makam ve mevkinin onurlu tavır sergilenmesine engel oluşturmaması gereğine önemli bir vurgu ve örneklik olarak nitelendirilmelidir.

Diğer yandan egemenlerin, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla, hem de tam medya-çeteler-devlet ilişkilerinin bir çamur deryasına dönüştüğü bir ortamda, eylemi düzenleyen ve katılanları TCK'nın 312/2. madde kapsamına sokma çalışmaları içerisine girdiği görüldü. Buna göre; "Özgürlük için elele yürüyüşü", "bölücülük" kapsamına alınıyor ve bu yönde bir fezleke hazırlanıyordu. Bu fezlekeye göre, "yürüyüşün asıl amacı toplumu, 'Türban takan müslüman, takmayan değil' anlayışıyla kutuplaştırmaya, kin ve düşmanlığa tahrik etmeye yönelikti". Böylece eylem, "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet" suçunun dışında bırakılıyordu. "Türban Zulmü 75 Yaşında" yazılı pankartın, "Cumhuriyetin temel ilkelerine başkaldırı" provası haline dönüştüğü belirtilen fezlekede, "Eylemi planlayan ve organize eden kişilerin kimliklerinin tespit edilmesi ve haklarında 'halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçundan TCK 312/2 maddesi uyarınca işlem yapılması isteniyordu.

***  

"Özgürlük Zinciri", Türkiye tarihinin bugüne kadar gördüğü en büyük katılımlı eylemidir. Tüm ülke sathında üç milyon kişinin katılımının sağlandığı bu eylem, egemen iradenin tüm baskı ve sindirme mekanizmalarını işlettiği bir döneme rastlaması açısından da ibret vericidir. Evet, katılım oranı yüksek, zamanlaması iyi, yer yer ülke sathında kolluk güçlerinin engelleme çabalarına dönük gösterilen direnişler açısından da öğreticidir.

Kartel medyasının tüm üzerini örtme ve önemsiz gibi gösterme çabalarına rağmen, beklenenin de üzerinde bir katılımın sağlanması, bir başarının göstergesi ve halkın mevcut sürece yönelik duyarlılıklarını yansıtması açısından da önemlidir. Tüm bunlar 11 Ekim'in artı hanesine yazılabilecek göstergelerdir. Bunun yanında biz müslümanlar açısından üzerinde önemle durulması gereken birkaç nokta bulunmaktadır. Bunlardan ilki, halkın üzerinde oluşturulmak istenen baskı havasını ciğerlerine teneffüs edip, sürecin getirdiği olumsuzluklara teslim olanların tavrıdır ki, bu kesimler sivil direniş diye tabir ettikleri çerçeveyi de olumsuzlar hale gelmiş; "katılacağız da ne değişecek?" şeklindeki bir umutsuzluk/yılgınlık psikolojisinin dillendiricisi olmuşlardır. Bu tip kesimler tam bir teslimiyet psikozuna düşmüşlerdir ki, bunlar üzerinde daha fazla söz söylemenin bir gereği yoktur. İkinci önemli husus, 11 Ekimvari günlerin, toplumun diğer kesimleriyle (özellikle örgütlü kesimler gibi) birlikte sürekliliğinin sağlanabileceği bir organizasyonun iradesine henüz kavuşulamadığıdır. Bu durum beraberinde, bu tür eylemliliklerin ardından bir rehaveti getirmektedir; "Üzerimize düşeni yaptık" mantığı, örgütsüz kitlelerin her zaman içine düştüğü bir psikoz halidir. Bireylerdeki tek tek iç tepkilerin, toplumsal ve geniş katılımlı bir eylemlilikle beraber toprağa akıtılan sular misali bir deşarj işlevi görmesi, ancak bunun ortak iradeler üzerine kurulu bir devamlılığı sağlayamaması, daha da kötüsü bir "doyuma ulaşma" ve "mutmainlik" havası vermesi üzerinde uzun uzadıya düşünülmesi gereken bir konudur. Üçüncü husus ise, bu tür tepkilerin ardından gösterilen riskten kaçma ve sorumluluğu/riski üstlenmeme uğraşıdır ki bu, İslami kimliği zedeleyici, kitleleri şüpheye itici, yaptıklarının/yapacaklarının arkasında durmama gibi bir gayrı ahlakiliği de beraberinde getirmektedir. Maalesef 11 Ekim, bu tür görüntülere de şahitlik etmiştir ki, bu tür tavırlar, sürekliliğinin sağlanması gereken ortak iradeye ve müslümanların kendilerine olan güvenlerine zarar getirici yaklaşımlardır.

Rejimin 12 Ekim akşamından itibaren sergilediği tavra gelince. Bu tür sindirme, baskı, yıpratma operasyonları her devirde, her daim olmuştur-olacaktır. Her talebin, her hak arayışının, her direnişin bir bedeli olacaktır. Bugün ödenen bedeller de yarının teminatı olacak ve önüne geçilemeyecek olan buz dağlarının inşası, sağlam irade üzerine dayalı bir direniş hattının kurulmasıyla sağlanacaktır. Yarınlara hazırlık bugünlerden geçmektedir ki, yaşanan her olumluluk-olumsuzluk sadece birikimlerimizi zenginleştiren birer safha olarak görülmelidir.