Onlara Merhamet Kanatlarını İndir

Ali Değirmenci

Bu dünyaya sunduğumuz en büyük armağanlardan biri de “merhamet ağacı”ydı kuşkusuz. 

Uçurumların kıyısında didişip dururken onunla tutunmuştu birbirine yüreklerimiz. Onun dibinde umuda yatırmış, onun yarattığı heyecanla uyandırmıştık kalbimizi, hatırla. Onun gölgesinde dinlenmiş, arınmış, af dilemiştik. Sevgimiz, kardeşliğimiz onun dallarında vermişti göz alıcı meyvelerini. Çiçeklerimiz ona sokularak açmış, onun etrafında koşuşturarak büyümüştü çocuklarımız.

Gözyaşımızla, alın terimizle sulamıştık köklerini. Devasa gövdesinde rengi, ırkı, dili farklı binlerce, milyonlarca insanı bir araya getirmiştik. Görkemli dallarına kurduğumuz salıncaklar yeryüzünün dört bir tarafına süzülüyordu içten bakışlar, sımsıcak tebessümler, dipdiri selamlar eşliğinde.

“Merhamet”, özüydü, mayasıydı insan olmaklığımızın. Habil’in güzellik fideleriyle dolu yüreğinden bütün arza serpiştirilen iyilik yumaklarıydı, ışıklı vicdan huzmeleriydi, parıltısı hiç bitmeyen inci taneleriydi. İnancın ve inkılâbın en güzel ekmeğiydi, merhamet.

Biz, o ışıkla, o sağaltan muştuyla, o herkesin anadilinde terennüm edebildiği şarkıyla girmiştik Rahman’ın yeryüzündeki bahçelerine.

Hatice’nin güzelim kalbi o ışıkla tutuşmuştu Mekke’de, hatırla. O ışıkla bulmuştu, içinde yangınlar biriken yetim ve yoksul bir adamı. Ali, onun gölgesinde büyümüştü tevhidin kol kanat gerdiği odalarda. Mazluma, mağdura, muhtaç olana, yolda kalana onun dirilttiği eller uzanmıştı. Sümeyye, o ışıkla yıkamıştı evini, oğlu Ammar’ın ışıldayan yüzünü o sevgiyle okşamıştı. O duyguyla sıvazlamıştı Ebuzer’in sırtını Son Elçi. Bilal’in, kamçıların şakladığı gövdesindeki yaraları o bitimsiz merhamet iyileştirmişti. Kâbe önünde Müslümanlar dövülürken, ilk kez o sevgiyle bükmüştü kılıçlarını Hamza’nın kalbi. Kız kardeşinin Kur’an okunan evinde o ışıkla yumuşamış, onun yol verdiği ırmakla tanışmıştı Ömer. O çağlayanla gürüldeyip durmuştu yıllarca Erkam’ın evi. Mus’ab, onunla sarıp sarmalamış, onunla ayağa kaldırmıştı Yesrib’in evlerini birer birer. Sümeyra, onun ürettiği sevgiyle vurmuştu topuklarını Uhud’da, o bilinçle koşturmuştu meydanlarda.

Görenlerin seyretmeye doyamadığı güzellikler bağıydı ülkemiz, hatırla. Yemyeşil merhamet damlaları düşürmüştük dünyanın bütün dağlarına. Ocağı hiç söndürmez, soframızı dürüp toplamazdık; kapımız açık yatardık geceleri. Bir çocuk ormanı, bir dua ağacı gibi beklerdik, insanlığın başında.

Şimdi üzgünüz. Üstümüze çöktü evimiz. Sesimiz çopurlaştı, bir ağırlık tünedi göğsümüze. Zehir kattılar balımıza. Birbirine değmiyor artık nehirlerimiz. Kolumuz kanadımız kırık. Şarkımız yarım. Duamız eksik. Evlatlarımız birbiriyle kavgalı. Ve ihanetin bini bir para. Teslim olmuyoruz yine de cellâdımıza. Yekinip umuda yatırıyoruz yüreklerimizi yine o ağacın altında.

Şimdi gel o kandili yeniden yakalım ey evin son bekçisi olan çocuk! Cefakâr anaların, dertli babaların, içi örsle çekiç arasında ezilen yiğitlerin, yaşlı gözlerle dağların omzundan yıldızlara bakan kızların içinden geçelim. Sen o fidanı yeniden dik ve içimize tüneyen kötülük dağlarını kov. İkiliği bitir, ellerimizi birleştir, sırtımızı yeniden sıvazla. Safımızı vahyin ışıklarıyla dirilt, soframızı şükür ve infakla arındır. Devasa tabutluklara dönen şehirlerimizi onar. Kanlı gömlekleri ve kirli, kibirli mızrakları savur. Tankların üzerine çıkıp içli bir ezan oku, dünyanın kulağına. İhanetin, aymazlığın, alçaklığın, karanlığın avenesi düşsün yakamızdan artık. Şefkat adlı o merhemle dokun yaralarımıza. Şehrin bir ucundan çıkıp gelen mümin kardeşlerimizi, o tertemiz tevhid ve adalet sancağının altında birleştir.

Şimdi yorgun, üzgün, şaşkın, göçebe ve korkutulmuş, incitilmiş çocuklarla dolu dünya. Evlerine ateşler düşen, yeryüzünün bütün salıncaklarından itilen, başlarını dağlara vura vura ve yüreklerini dalgalara çarpa çarpa büyüyen çocuklar onlar. Onlara, merhamet kanatlarını indir!