Okuyucu Köşeniz Niye Yok?

Ahmet Belge

Bundan 7-8 yıl evvel Haksöz'ü ilk defa okuduğumda derginin gerek yerel gerek evrensel küfre ve zulme karşı takınmış olduğu nebevi tavır karşısında gözlerimin dolu dolu olduğunu hatırlıyorum. Dergi ne sağa yalpalıyor ne de konjonktür bataklığına saplanıp kalıyordu. Modernizmin ürettiği yaldızlı değerleri, Musa'nın asası gibi yok ediyordu. Hele Kur'an yazıları, Kur'an 'in içine bakan kocaman bir pencere açmıştı yüreğimde. Birkaç sayı daha takip edince derginin tutmuş olduğu yolun Rabbani sürekliliğine kani olunca benim okumam da bir sürekliliğe dönüşmüştü.

Neden sonra Haksöz'ün çevremdeki insanları, beni cezbettiği gibi cezb etmediğini fark ettim. "Niçin" diye sorduğumda "dili ağır" dediler. Kullanılan yabancı kelimeleri, kimi yazılardaki uzun uzun cümleleri örnek verdiler. Yine 'egemen güçler, düzen, kimlik, sağaltmak' vb. kelimelerin yazarlar tarafından bolca kuşanılıyor olması yazıların üslubunun hep birbirini andırmasına yol açıyor ve okuma zevkini kırıyormuş. "Nihayetinde bir okuyucu köşesi bile yok, yoksa Haksöz sadece elit bir çevreye mi hitap ediyor?" gibi itirazları sık sık duydum.

Önce onlara itiraz ettim, haksız eleştiriler yaptıklarını söyledim. Fakat sonra anladım ki söylediklerinin bazı haklı yönlen vardı. Benimkisi bir sevdaydı ve aşkın gözü kördü.

Haksöz, üslubu, edası ve yazarlarının hep aynı tarzı sebebiyle geniş kesimlere hitap edemiyordu. "Başı takkeli, teşbihti, buram buram hacı yağı kokan" diğer İslam'ı dergiler, halka hitap etmekte daha başarılıydılar. Üzerinde mücadelenin dumanı tüten ama bilinen hiç bir kokuyu salgılamayan Haksöz'ün müslüman kitlelerce rahatça okunabilirliği tartışmalıdır.

Yine fark ettim ki, dergide yer bulan ayet mealleri ve özellikle hadis metinleri, elimizdeki meallerde ve hadis kitaplarında görmeye alıştığımız hallerinden farklı bir biçimde çıkıyordu karşımıza. Sonra kapak resimleri niçin hep soyuttu, davamız fotoğraflarla belgelenecek kadar gerçek değil miydi?

Ayrıca yazıların çoğu bir ültimatomu ya da öğretmene sunulan bir ödevi çağrıştırıyordu. Ve okuyucu da yazıların ardından bir insandan ziyade ders kitapları veya bir kurumun basın sözcüsü varmış gibi bir hisse kapılıyordu. Yani diğer bir ifadeyle salona değil de localara yahutta kulisteki menajere idi sunu.

Bir gün en soldaki kliklerden birinin dergisi geçti elime, inanır mısınız onu okurken bir an için Haksöz okuduğum zehabına kapıldım. Acaba yaşanılan sorunların benzerliği ve maruz kalınan zulmün aynılığından mıydı, yoksa bir tür kompleksin ürünü müydü üsluptaki ve literatürdeki bu benzeşme? Haksöz birtakım kesimlerden ayrışayım derken bir diğer kesimle bazı bakımlardan aynılaşmış mıydı? Allah korusun!

İşte şimdilik böyle kardeşler. Ben hala Haksöz okumaya devam ediyorum ve edeceğim de. Ama dergiyi henüz herkese okutamıyorum ve diliyorum ve diyorum ki, Haksöz'ü herkes okusun."

Ahmet BELCE Beykoz/ İST.

Haksöz'ün Cevabı

Bundan böyle bazı okuyucu kardeşlerimizin de teklifleri doğrultusunda sizlerden gelen mektupların yayınlanıp değerlendirildiği bir "mektup köşesi" açtığımızı belirtmek istiyoruz.

Hasbihal etmek, görüş belirtmek, soru sormak, teklifte bulunmak, hasılı "mektup yazmak" isteyen bütün okuyanlarımıza sayfalarımızın açık olduğunu bu vesileyle bir kere daha hatırlatıyor, ilgileneceğinizi umuyoruz.

Ahmet Belge kardeşimizin mektubunun temel vurgularını (eleştirilerini) kanaatimizce şu başlıklar altında toplamak mümkündür. Birincisi; Haksöz'ün dili ağır, anlaşılması güç. İkincisi; üslup sol dergilerin üslubuna benziyor. Üçüncüsü; dergi yazarlarının çoğunun yazı tarzı birbirine yakın.

Mektup sahibinin, derginin teknik kısmı ile ilgili kimi sorularını bir kenara bırakacak olursak temel ve genel eleştirilerini yukarıdaki şekilde özetlemek mümkündür diye düşünüyoruz.

Bir dergi için dil meselesi en zor konulardan birini teşkil eder. Bu alanda herkesi, her okuyucuyu aynı anda ve aynı oranda memnun etmek imkansız gibidir. Birisinin anlaşılır ve kolay bulduğu bir yazıyı, bir başkası zor ve girift bulabilir. Anlaşılmazlık bile, 1) konunun anlaşılmazlığı; 2) kullanılan kimi kelimelerin anlaşılmazlığı şeklinde çok basit ve genel bir ayrıma tabi tutulabilir.

Müslüman olmamız, birçok özellikle beraber, tebliğci bir kimlik ve kişilikle varolma mücadelesini gerektirir. Tebliğ ise, en başta bilgi ve birikimle mümkündür. Bunun için anlam dünyasının, görüş ufkunun ve açısının geniş tutulması icabeder. Bütün bu sayılanlar da kelime ve kavram dağarcığının zenginliği, fazlalığı ile ilgili ve irtibatlıdır. Günümüzde yaygın olarak, dil kullanımının çok sığ ve zayıf bir kelime hazinesiyle gerçekleştirildiğini hatırladığımızda, kelime dağarcığımızın geniş olması gerektiği vurgumuzun anlamı ve gerekliliği daha bir ortaya çıkacaktır. Buna yol açan birçok faktörü sıralamak elbette mümkündür. Kanaatimizce her alanda olduğu gibi bu alanda da biraz gayret göstermek sorunun çözümü için yeterli olabilecektir. Misal olarak, anlamadığımız bir kelime ya da kavram için sözlük/lügat karıştırabilsek, bundan da öte okusak; evet, "sözlük okusak", kelime ezberlesek, kuşkusuz yararlı bir iş yapmış olacağız.

Anlamı, kendi yanımıza çağırmak, kişisel kapasitemizi yeterli görmek yerine, bizim anlama koşmak ve kendi kapasitemizi artırmak gibi bir zorunluluğumuz/görevimiz olmalı.

Dergi dilinin kimi başka dergilerin diline benzemesi meselesine gelince birincisi; bu izafi bir değerlendirme olabilir. Yani burada da farklı görüşler ve kanaatler dile getirilebilir. İkincisi, birilerinin bize ya da bizim birilerine benzememiz niye yanlış ya da kötü olsun. Sizin de söylediğiniz gibi aynı coğrafyada, aynı ya da benzer şartlar altında olmak birileri arasında benzerlik oluşturabilir. Muhaliflerin birbirine benzer yanlarının, yönlerinin olması normal bir şey olsa gerektir. Bu aynı zulüm odaklarıyla muhatap olmaktan başka, aynı dili kullanıyor olmaktan ve hatta yer yer aynı ya da benzer kültürel kodlara sahip olmaktan ileri gelebilir. Benzemek, bizi biz kılan özellikleri, rengi, iklimi bozuyorsa; bizleri başka bir kimliğe, kişiliğe büründürüyorsa; amaçlarımızdan ve hedeflerimizden uzaklaştırıyor ve giderek değerlerimizi solduruyor ya da söndürüyorsa, işte o zaman tehlikelidir. Doğrusu, bizim mücadele ve tebliğ alanında, başkalarına benzemeye, taklid etmeye ihtiyaç göstermeyecek kadar kendimizden olan, kendimizin olan, özgün değerlerimizin bulunduğunu, örneklerimizin olduğunu düşünüyor ve biliyoruz. Öyle olunca da, benzemek gibi bir derdimizin ve ihtiyacımızın bulunmadığını beyan etmek isteriz. Bu elbette bizim hiç yanlışlarımızın, eksikliklerimizin olmadığı ya da olamayacağı anlamında değildir. Muhakkak ki biz de uyarıyı, kendi nefsimize olsun ya da başkalarına yönelik olsun, dini bir vecibenin yerine getirilme çabası olarak telakki ediyoruz. Bu yönüyle her uyarıcıya, hatırlatıcıya da müteşekkir olacağımızı belirtelim.

Dergi yazarlarının üsluplarının birbirine benzediği yönündeki kanaatinize gelince bu konuda on yılını geride bırakmış ve onlarca kişinin emek verdiği bir dergi için -iddianızın doğruluğunu, yanlışlığını bir kenara bırakarak söyleyecek olursak- çok genellemeci davranmıyor musunuz, ne dersiniz?

Hem "bir arada" bulunan/duran insanların birbirlerine benzeyebilecekleri gerçeğini de inkar etmiyoruz. Benzemek, iyi olanda, güzel olanda ise ne ala, yok, yanlış ve hatada ise Allah korusun, ne diyelim...

Bir de dergide yer alan kimi ayet ve hadis meallerinin "farklı" ele alındığı düşünceniz var ki, örnek verilmeksizin bir şey söyleme durumunda ol(a)madığımızı hatırlatmak isteriz,

Sözün hitamında okuyucu kardeşlerimizle hasbıhal etmeyi sürdürmek isteğimizi tekrar hatırlatmak istiyor, hepinizi Allah'a emanet ediyoruz.