Nimet ve Nankörlük

Mustafa Siel

17- Geberesice insan, nasıl böyle nankörlük ediyor Hakk’a.

Yüce Allah’a herşeyini borçlu olan, üstüne üstlük kendisine onurlu elçiler aracılığıyla onurlandırılmış sahifelerde tertemiz açık mesajlar indirilmiş ve böylece kendisine yeterince hatırlatma yapılan bu adam, nasıl bu mesajlardaki hakkı görmezden gelip üstünü örtmek suretiyle Allah’a karşı nankörlük yapabiliyor?

18- Allah’ın onu hangi basit bir şeyden hiç yoktan yarattığını bilmiyor mu o?

19- Onu döllenmiş alelade bir yumurtadan yarattı ama onu insan kılan özelliklerini verdi ona.

İnsanın Yumurtası İle Tavuğun Yumurtası Arasındaki Fark

İnsanın temeli döllenmiş yumurtadır. Bu yumurtada biyolojik açıdan, döllenmiş bir tavuk yumurtasından çok farklı değildir. Lakin Yüce Allah insanı tavuktan farklı kılmış, tavukta bulunmayan, ona insanı insan yapan ve çevresiyle uyumlu olarak yaşayabileceği biyolojik ve psikolojik özellikler vermiştir (gadderahu). Dileseydi insan yerine tavuk kılabilirdi. Yani her şeyini ama her şeyini Yüce Allah’a borçludur insan.

Ayette geçen “gader” terimi, bildiğimiz manada kaderi değil; insanın, insana özgü biyolojik ve psikolojik özellikler ile insanın sadece insana has belli özelliklere/ölçülere sahip kılınmasını ifade etmektedir.

Kur’an’da bildiğimiz manada kaderi ifade etmek için “tayr” (kuş) terimi kullanılmakta, İsra Suresinde her bir insanın kuşunun/kaderinin kendi boynuna asıldığı, yani insanın kaderini kendisinin çizdiği ve neticelerinden tek başına sorumlu olduğu net olarak açıklanmaktadır. (İsra, 17/13-15)

20- Sonra yolu kolaylaştırdı ona.

Hidayet Yolu Kolaydır Aslında

Buradan anlaşılması gereken; kolaylaştırılan yol, insanın hak yolu bulması ve bu yolda yürümesidir. Yani hidayet aslında kolaylaştırılmıştır. Nitekim İnsan Suresinde, insanın hidayete erişmesi için gerekli yeteneklere sahip olduğu ve indirilen vahiylerle hidayetin insanın önüne açıkça serildiği açıklanmakta olup, bu ayetler işlemekte olduğumuz son 3 ayet ile aynı hususu vurgulamaktadır. (İnsan, 76/2-3) Yine Ala Suresinde de aynı hususa vurgu yapılmıştır. (Ala, 76/8-9)

21- Sonra onu öldürdü ve kabre koydu.

22- Sonra dilediği zaman onu yeniden ortaya çıkarıp yayacak.

İnsan Ölüp Kaybolamayacak

Bu ayetlerde insanın ahiret günü hesaba çekileceği hususuna gönderme vardır. İnsanın her hususta iradesi ve sorumluluğu söz konusudur. Lakin doğum, ölüm, yeniden diriltilme ve hesap/karşılık görme konularında en ufak bir dahli ve tercihi söz konusu değildir.

İnsan bunu idrak ederek, kendisine verilen bu imkânların hakkını verip nimetin gereğini yerine getirmelidir. Çünkü bunun için yaratılmıştır. Diğer canlılar gibi sadece dünyaya ait olmayıp, asıl olan ahiret hayatı için yaratılmıştır.

23- Ama nankör insan, bu yaratılış amacının gereğini yerine getirmedi.

Nankörler Hiç Ölmeyecekmiş Ya da Ölüp Yok Olacakmış Gibi Yaşıyorlar

İnsandan beklenen, yaratılış amacına iman ve gereğince yaşamak, yani salih amel işlemektir. Ancak bu takdirde nankörlük etmemiş ve gerçek yurt olan ahirette kurtuluşa erişmiş olur.

Lakin bu nankör insan, fıtri ve vahyî gerçeklerin gereğini yerine getirmek yerine, nefsinin hevasına uyup, hakka aykırı çirkin arzularının peşinde koşarak harcadı ömür sermayesini ve heba etti.

24- Hakkı hatırlamak için insan yediklerine bir bakıp düşünsün.

Yazılı Ayetleri Okuyamayanlara, Enfüsive Afaki Ayetler

İşlemiş olduğumuz 17. ayette insanın yazılı ayetler olan Kur’an’la hakkı hatırlamaması ve bunlarıinkâr etmesinin ne kadar büyük bir nankörlük olduğu bildirildikten sonra, arkasından gelen 6 ayette (18-23), insanın bizzat kendisi hakkında (enfüsi) tefekkür etmesi halinde gerçeği görebileceği hatırlatılmıştı. Bunlarında arkasından gelen 9 ayette (24-32) ise insanın kendisi dışındaki (afaki) ayetler üzerine, özellikle yemek ve hayvanlarına yedirmek suretiyle yararlandığı bitkisel ürünler hakkında tefekkür etmesi halinde gerçeği görebileceği ve nankörlüğünden sıyrılabileceği hatırlatılıyor.

Bakmak ve Görmek Arasındaki Fark

Nezara kelimesi, bir şeye bakıp o şey üzerinde düşünmek, o şeyin gerçeğini idrak etmeye çalışmak anlamına gelir. Bu ayette insanın yiyeceklerine bakmasının emredilmesi, fiziksel bir bakıştan öte, gaybi bir görüşe yönelimi ifade etmektedir.

Nitekim Ğaşiye Suresinde afaki ayetlere böyle bir bakış konusunda inkârcılar uyarılıyorken; aynı surede, vahiyle uyarıldığı halde bu bakışı gerçekleştirmeyenlerin işinin ahirete kaldığı belirtilerek bunlarla fazla uğraşılmaması gerektiği bildiriliyor. (Ğaşiye, 88/17-26) Bu ayetler işlediğimiz surenin konusuna yakın mesajlar içeriyor.

Hayvanda Bakar Ama Göremez

Hayvanlarda insanlar gibi fiziki olarak görür ancak insanlar gibi gaybi bir görüşe yönelemezler. Fiziki görüşten kastımız, maddeyi fiziki özellikleriyle görmek iken; gaybi görüşe yönelmekten kastımız ise maddenin fiziki varlığının ardındaki metafiziksel gerçeklerin farkına varmak, onları idrak etmektir.

Bu farka varış iki açıdan olur. Öncelikle baktığı şeylerde (ayet) Yüce Allah’ın kudret ve yüceliğinin farkına varış (hamd), bilahare kendisine verilen sonsuz nimetlerin farkına varış (şükür).

Bunun farkına varamayan insanlar hayvanlarla aynı idrak seviyesinde olmakla beraber, insani potansiyellerini heba ettiklerinden dolayı, hak nezdinde hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşmüşlerdir.

Kalp Gözü Açık Olanlar Kimler?

İnsanı hayvanlardan ayırıp insan haline getiren ve imana vesile olan işte bu gaybi farka varıştır ki buna halk dilinde “kalp gözünün açık olması” da denir. Nice kör olmayan insanın kalp gözü kapalı iken, nice körün ise kalp gözü açıktır. Onlar fıtratlarındaki tevhid ve ahiret gerçeğinin farkını iç görüşle kavramışlardır.

Ama insan, ayetlerde işaret edildiği gibi, sadece kendi yaratılışı ve yediği nimetlerin arkasındaki-aslında her biri birer mucize olan gaybi gerçekleri- görse sınırsız bir şükür ve hamd ile Allah’a yönelir ve gerçek bir imana erişir.

Bu gaybi görüş gerçekleşmeden, yani kalp gözü açılmadan gerçek bir iman söz konusu olamaz. Sadece içinde bulunduğu toplumdan dışlanma korkusu gibi şartlar gereği zoraki bir kabul, bir tabu söz konusu olabilir.

Kur’an’da Çağdaş Bilimsel Mucizeler Arama Yanlışı

Bu ayetlerden hareketleKur’an’ın bugünkü bilimsel buluşları 1400 sene öncesinden haber verdiğine dair bilimsel mucizeler aramak yanlıştır. Ayetlerde o gün yaşayan insanların çıplak gözleriyle her daim müşahede ettikleri tabiat olaylarına dikkat çekilmektedir.

Bugün ulaşılmış olunan bilim seviyesi, bugünkü insanların gaybi görüş kazanması için bir imkân olabilir yahut olmayabilir. Nasıl ki o gün yaşayan insanlar aynı tabiat olaylarına bakıp da bir kısmı gaybi görüşe yönelebilirken, bir diğer kısmı yönelemiyorsa; bugünkü insanlarda ulaşılan bilgileri öğrenip gaybi görüşe yönelebilir ya da yönelmeyebilir. Bu tamamen insanın niyet, beklenti ve tercihleri ile ilgili bir durumdur.

Anlayana Sivrisinek Saz, Anlamayana Davul Zurna Az

Hakkı görmek isteyen için, çıplak gözle görüş debilgiyi öğreniş de fayda verir; tıpkı körün hakkı görebilmesi gibi. Hakkı görmek istemeyene ise ne çıplak gözle görüş nede en ileri seviyede bilimsel veriler zerre fayda vermez. Bilakis bu bilgiler onda kibirlenmeye, böbürlenmeye ve hatta hakka karşı istiğnaya bile sebep olabilir. İman ise hakkı idrakin verdiği, acziyetinin ve muhtaçlığının idraki ile Hakk’ın karşısında tevazu ile eğilmek (secde-iman) ve kurtuluş için kendini hakka teslim etmektir (boyun eğmek-İslam).

25- O yiyecekleri yetiştirmek için önce yağmur halinde suyu döktükçe döktük.

Yağmur Mucizesini Görebiliyormusunuz?

Bitkilerin yetişip ürün verebilmesi ve bu vesileyle hayvan ve insanların yiyecek elde ederek hayatta kalabilmesi için öncelikle yağmurların mevsimlik periyotlarda düzenli olarak yağması, mevsimsel su dönüşümünün sağlanması gerekmektedir. Aksi halde bitkiler yetişemez, bitkisel ve hayvansal yiyecek üretimi olamaz ve insanlar yaşayamaz.

Hem gerçekleşme hem de bu neticeler itibarıyla mevsimsel periyodik su döngüsü ve yağmurlar apaçık mucizelerdir, tabi ki gören gözler ve duyan kulaklar için.

26-Sonra yeri yardıkça yardık.

O Narin Filiz, O Sert Toprağı Nasıl Yarabiliyor?

Şegga kelimesi, bir şeyi ikiye ayırmak, yarmak, çatlatmak anlamlarına gelir. Ayette bahsedilen yerin yarılmasından maksat, yağmur suyuyla filizlenen tohumların filizlerinin yeri adeta yararak toprak üstüne çıkmasıdır ki hakikaten bu dehşetli bir olaydır.

Taş gibi kuru bir tohumdan yeşil ve narin bir filizin çıkması ve bu narin filizin bazen taş gibi sertleşmiş olan toprağı yararak dışarı çıkması dahi hakkı görmek isteyenlere tek başına yetecek bir mucizedir.

Hakkı görebilmek açısından onlarca kitap okumaktansa, baharda bir tohumun filizlenmesini, toprağı yarıp çıkmasını, sapa kalkıp büyümesini, çiçeklenip meyve vermesini izlemek daha etkili olabilir.

27- Sonra o yerden bitirdik (hayvanların ve insanların) tüm yiyeceklerini, mesela dane şeklinde yiyecekler sağlayan tahıllar gibi.

28- Üzüm gibi meyveler veren asma gibi bodur ağaççıkları ve uzun boylu meyve ağaçlarını.

29- Mesela zeytin gibi ekşi, hurma gibi tatlı meyveler veren ağaçları.

30- Ağaçların gür ve sıklığından dolayı dibi görünmeyen meyve bahçelerinde yetişirler bu ağaçlar.

31- Yerde ot, sebze, ağaççık ve ağaç formunda bitip yetişen tüm bu bitkisel ürünlerin meyvelerinden ve yeşil kısımlarından faydalanırsınız.

32- Ki bu meyve ve yeşil kısımların bir kısmını bizzat kendiniz yemek, bir kısmını da hayvanlarınıza yedirmek suretiyle onlardan elde ettiğiniz et ve süt gibi ürünlerinden yemek suretiyle faydalanırsınız.

Bunca Nimet Bunca Nankörlük

Elbette tüm kâinat insanın hakkı görmesine vesile olabilecek afaki ayetlerden müteşekkildir. Lakin insan kendine yakın olanları ve bilhassa kendisiyle direk ilişkili olanları daha kolay görebilir ve faydalanabilir.

Bu nedenle önce bizzat yaratılışla ilgili gerçekler (enfüsi ayetler) hatırlatılmış, bilahare insanın yaşamını sürdürebilmesi için birinci derecede önemli ve etrafında bulunan yiyecekler ile ilgili gerçeklere (afaki ayetler) dikkat çekilmiştir.

33- Bu dünyada bunca hatırlatma, uyarı ve mesaja rağmen hakka kulaklarını tıkayıp görmezden ve bilmezden gelenler, o beyinlerini sallayan dehşetli yeniden diriliş-kalk komutu geldiğinde ve yeniden diriltildiklerinde görecekler.

Bu ayet ve müteakip ayetler, buraya kadar olan ayetlerde açıklanan, Yüce Allah’ın vahyinden -yazılı, enfüsi ve afaki ayetlerinden- faydalanmayan ve nankörlükte direnen insanların akıbetini haber veriyorlar.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az demişler ya. Dünyada yazılı olan ve yazısız diğer mesajlardan faydalanıp uyanamayanlar, ahirette davul sesi ile kendilerine gelecek, uyanıp gerçeği çok iyi görecekler amao zaman iş işten geçmiş olacak.

İnkârcıların yeniden dirilişleri, uykuda olan askerlerin düşman hücumunu haber veren borazan ya da sirenleri duyup panikleyip sersemleyerek uyanmaları gibi olacak. Zaten tavşan uykusunda olan askerler, o dehşetli sesi duyunca, yürekleri hoplayarak hemen yerlerinden fırlarlar ya, kâfirlerde yeniden diriliş için yattıkları yerden öyle fırlayacaklar.

Cennetlikler En Ufak Bir Korku ve Tedirginlik Hissetmeyecekler

Bu ayet ve müteakip ayetlerde yeniden diriliş ve sonrasında korku ve dehşet içinde olacakları söylenenler, hakkı inkâr edenler (kefarat) ve bunun neticesi olarak dünyada özellikle diğer insanlara karşı hakkaniyet sınırlarını pervasızca çiğneyenler (fecarat) olmaktadır. Bu husus işlediğimiz surenin 42. ayetinde açıklanmıştır.

Muttaki mümin ve müslimler ise Enbiya, Neml ve İnşikak sureleri ile konuya dair diğer ayetlerden anlaşıldığı üzere, yeniden dirilişten cennete girişe kadar en ufak bir endişe ve korku duymadan hesaplarını verirler. (Enbiya, 21/101-105; Neml, 27/87-90; İnşikak, 84/7-9)

Mearic Suresinde, “musallin” olarak nitelenen gerçek müminlerin hesap gününü tüm benlikleriyle tasdik ettikleri ve cehennem azabına karşı tedirgin oldukları ve bununla birlikte zaten -hak etmedikçe- kimsenin cehennem azabından emin olamayacağı açıklanmıştı. (Mearic, 70/26-28)

Nahl Suresinde ise bu şekilde yaşayan gerçek müminlerin vefatları esnasında, elçi/ölüm meleği tarafından cennetle müjdelendiği açıklanmıştı. Dolayısıyla yeniden diriliş esnasında bu müjde ile dirilen cennetlikler, hiçbir endişe duymadan hesap yerine gider ve hesaplarını verirler. (Nahl, 16/27-32)

Dünyada Ahiret Endişesi Taşıyanlar, Ahirette Endişe Duymazlar

Yani cennetliklerin korku, endişe sıkıntı ve sabrı, elçinin vefat esnasındaki cennet müjdesine kadar sürer. Kâfirlerinki ise elçinin cehennem müjdesi (!) ile başlayıp,-bu bilinçle dirildiklerinden- yeniden dirilişte devam edip sonsuza dek sürer.

Dünyada iken cehennem endişesi taşıyarak ve gereğince amel ederek yaşayan muttakilerin bu tedirginlik ve korkuları ölüm meleğinin cennet müjdesi ile tamamen sona erecektir. Artık onlar yeniden dirilişten itibaren hesap yerinde ve ahirette en ufak bir endişe ve korku duymayacaklardır.

Dünyada iken cehennem endişesi taşımayan ve tabiatıyla gereğince amel etmeyenlere gelince, ölüm meleğinin cehennem müjdesi ile dehşetli bir korkuya kapılacak, yeniden dirilişten itibaren hesap yerinde bu dehşetli korku ile beklemekte olacaklar. Ve nihayet cehenneme girince de bu dehşetli korku yerini, sonsuz acı ve cenneti kaybetmenin hüznüne bırakacaktır.

Nitekim Yunus Suresinde, tevhidî iman ve takva ile Allah’ın velayetine hak kazananlara, ahirette cehennem korkusu ve cenneti kaybetme hüznü olmayacağı açıklanmıştır. (Yunus, 10/62-64)

34- O hesap günü cehennemlik olan kişi, görmezden gelip uzak durmaya, çaktırmadan uzaklaşmaya çalışır kardeşinden.

35- Anasından ve babasından.

36- Eşinden ve oğullarından.

37- Çünkü cehennemlik olan her kişinin zaten kendi derdi kendine yetip, herkes kendi derdiyle uğraşırken; o korkunç daimi cehennem azabının korku ve dehşetiyle, en yakını bile olsa başkalarının derdiyle uğraşacak zerrece hali olmaz.

Can Cananı Görmez Olur

İnşikak Suresinde, cennetliklerin kolay bir hesabın ardından ehillerine, yani kendileri gibi cennetlik olan eş, ana-baba, çocuk, dost ve akrabalarının yanına sevinçle dönecekleri açıklanmıştır.(İnşikak, 84/7-9) Rad ve Mü’min surelerinde ise cennetlik olan eş ve çocuklar ile akrabaların cennette beraber olacakları ifade edilmiştir. (Rad, 13/23-40; Mü’min, 40/8-9)

Buna karşılık, cehennemlik olanlarsa, dünyada en kıymetli varlıkları olan kardeşlerini, ana-babalarını, eş ve çocuklarını dahi görmek istemezler o gün. Çünkü onları daimi cehennem azabından kurtulma telaşesi sarmıştır ve kimseyi görecek halleri yoktur.

İnşikak Suresinde açıklandığı üzere, cehennemlik olanlar dünyada iken bu görmek istemedikleri insanlar arasında güvenli ve mutlu bir şekilde yaşıyorlardı. (İnşikak, 84/10-25) Yani yeniden diriltilişten itibaren görmezden gelmeye, uzak durmaya çalıştıkları bu en yakınları olan kişiler dünyada iken her şeyleri idi.

Hatta Mearic Suresi’nde açıklandığı gibi, o cehennemlik kimse, değil bunları görmezden gelme, imkânı olsa topunu fidye olarak verip cehennemden kurtulmaya can atar ama nafile! (Mearic, 70/10-15)

38- Cehennemlikler hesap yerinde bu durumda iken, cennetliklerin yüzleri, yeniden diriltilişten itibaren, dünyaya yaptığı imtihan seferinden başarıyla geri dönmüş olmanın rahatlık ve sükûnetiyle sabah gibi ağarmış olacak.

39- Kurtuluşa ermenin sevinciyle güleç, cennetle müjdelenmiş olmanın sevinciyle ışıltılı olacak cennetliklerin yüzleri.

40- Cennetliklerin bu hallerine karşılık, cehennemliklerin yüzleri yeniden diriltilişten itibaren, cehennemin korku ve dehşetiyle, adeta üzerine kül yağmış gibi kapkara olacak.

41- Çünkü onların yüzlerine, altından kalkmalarının ve kurtulmalarının mümkün olmadığı daimi cehennem azabının tedirginlik, sıkıntı ve darlığı yansıyacak.

42- İşte o cehennemlikler dünyada iken defalarca uyarılmalarına rağmen hakkı görmezden gelmekte ısrar eden (keferat) ve bunun neticesi insanların haklarına pervasızca ve devamlı tecavüz edenlerdir (fecarat).

Allah’a Nankörlük Eden, Mutlaka O’nun Kullarına Zulmeder

Yunus Suresinde, güzel kulluk edenlerin (muhsin) ahirette yüzlerini ne bir kararmanın nede bir zilletin kaplamayacağı; kötülükle yaşayanlarınkini ise zillet ve gece karanlığı gibi bir karanlığın bürüyeceği açıklanmıştır. Bu açıklamalar işlemekte olduğumuz ayetlerle aynı manayı ihtiva etmektedir. (Yunus, 10/26-27)

Cehennemlik olanların iki temel vasfı vardır ve ikisi birbirini gerektirir. Allah’ın yukarıda bir kısmı açıklanan nimetlerine nankörlük ve ayetleri görmezden gelerek hakkın üstünü örtmek olan küfür, kaçınılmaz olarak diğer insanların hakkına tecavüzü/fücuru doğurur. Yani açık inkâr varsa mutlaka fücur olacağı gibi; açık inkâr olmadığı durumda fücur varsa, gizli inkâr var anlamına gelmektedir. Yani “Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”

Fücurun karşılığı ise takvadır. Takva nimetin kadrini bilip uyarı mesajlarını dikkate alarak, cehennem korkusu nedeniyle insanların haklarına tecavüzden kaçınmaktır.

Burada Maun Suresindeki namaz ve hac gibi ibadetlerle ahirete hazırlık yaptıklarını iddia edenlerin fücur halinde olmaları durumunda, bu iddialarının geçersiz olduğu, ahiret endişesi taşıyanın insanların haklarına tecavüz/fücur bir yana, kendi haklarından onlara ikram etmeleri (infak, mazlumlar uğrunda cihadvs) gerektiği, kurtuluşun (ebrar) ancak bu şekilde olacağı anlaşılmaktadır ki Bakara Suresinde de bu durum icmalî olarak ortaya konmuştur. (Maun, 107; Bakara, 2/177)