Mücadele Özgürleştirir!

Haksöz

İstanbul Üniversitesinin müslüman öğrencileri, yaygınlaştırdıkları başörtüsü direnişiyle 28 Şubat karanlığını yırtıyorlar adeta. Bu direniş, sabahın mutlaka geleceğine, günün kesin ağaracağına dair inancımızı pekiştiriyor. Bir baştan bir başa sarmaladıkları gece karanlığında, ülkeyi bir kitlesel infazlar çukuruna dönüştürmeye çabalayan zalimlerin ise şimdiden ayakları birbirine dolaşmış bir halde. Egemenler cephesine tereddüt, tenakuz ve telaş hakim. Açıkça itiraf etmekten kaçınsalar da, artık onlar da görüyor ki: "MGK'daki hesap, sokağa uymuyor".

Her zaman müslümanların onurlu direnişlerine sahne olmuş Beyazıt Meydanı "Zulme Karşı Direneceğiz" şiarıyla yankılanıyor yeniden. "Direniş, Adalet, Özgürlük" çağrısı bu kez daha bir yükseliyor ve dalga dalga yayılıyor Beyazıt'tan tüm ülkeye. Egemenlerin, İslami kimliğimizin bir simgesi olan başörtüsüne açtıkları savaşı şiddetlendirme politikasına karşı öğrenci gençlik devrimci bir bilinç ve öfke yumağına dönüşmüş bir halde. Öğrenci gençliğin eylemlerinin halktan gördüğü büyük destek ve kazandığı kitlesellik, iki darbe kurumu; 12 Eylül'ün YÖK'ü ve 28 Şubat'ın Anasol hükümetinin aynı dönemde hem üniversitelerde, hem de İmam Hatiplerde başörtüsü yasağı noktasında buluşmasına en güzel cevabı veriyor. Mücadelenin onuru ve bereketi, henüz literatürlerinde boykot, direniş, eylem gibi kavramların pek yer almadığı geniş kitlelerin gündemine taşınıyor. Bilgi inanca; inanç, eyleme dönüşüyor.

Kesintisiz eğitim protestoları ile başlayan müslüman bayanların eylemlilik içine girme süreci, başörtüsü yasağına karşı eylemlerle olgunluk kazanıyor ve ortaya egemenleri korkutan tablolar çıkıyor. Eğitim ve çalışma özgürlükleri kısıtlanmaya; eve, mutfağa hapsedilmeye çalışılan müslüman bayanlar toplumsal aktivitenin, siyasal mücadelenin en dolayımsız, en net alanlarına, sokağa yöneliyorlar doğrudan. Sıkılmış yumrukları, haykırdıkları sloganları ve taşıdıkları pankartlarla İslami mücadelenin tam ortasında yerlerini alıyorlar. Bu yönüyle 28 Şubat süreci asla arzulamayacağı bir sonucun doğmasına neden olmuş, bir anlamda İslami gelişime katkıda bulunmuştur. Egemenlerin baskı ve dayatmaları İslami mücadelede kadının yerini netleştirmiş; mücadeleyi bayanlara, bayanları da mücadeleye kazandırmıştır.

Eğitimde Kışla Mantığı ve Kitleselleşen Direniş

Egemenlere öncelikli tehdit olarak tanımlanan İslami gelişimi bastırma programını uygulamak üzere, fiili darbe sürecinde görevlendirilmiş bulunan mevcut hükümetin, kurulduğu günden beri başörtüsü ile mücadeleye hız verdiği bilinmekte. Bu program doğrultusunda öncelikle kamu personeli arasında aylardır tam bir kıyım yaşandı. Özellikle başörtülü öğretmenler baskı ve cezalarla bunaltılmaya, giderek okullardan uzaklaştırılmaya çalışıldı. Bir yandan başörtülü memurlara yönelik saldırılarını sürdürmeye devam eden hükümet, bir yandan da yasak kapsamına İmam Hatiplerde okuyan kız öğrencileri de dahil etme çabasına girişti. Tam bu noktada İstanbul Üniversitesi'nde uygulamaya çalışılan yasakçılık ise iyice gerilmiş bulunan halkı patlama noktasına getirdi. Üniversite öğrencileri ile başlayan protestolar çok kısa bir zaman içinde kitlesellik kazandı.

İst. Üniv. Rektörlüğü'nün başörtüsü yasağı adlı iğrenç ve ilkel dayatmaya yasal kılıf hazırlamak için başvurduğu yöntem, doğrusu tam bir bomba misaliydi. Ama sahibinin elinde patlamaya hazır cinsten bir bomba! Başörtüsü ile birlikte saç, sakal vb. birtakım kısıtlamaları da içeren "yasak genelgesi" hem tepkilerin daha geniş bir kitleye mal olmasına yol açtı; hem de medya da dahil olmak üzere, düzen yanlısı güçlerin pek çoğu bile, bu haliyle yasağı savunamaz konuma düştüler. Öyle ki, İslami içerikli her eylemi anında "irticai kalkışma" yaftasıyla karalamaya programlanmış çevreler bile başörtüsü yasağına karşı yapılan protestoları karalamaya cesaret edemediler.

Başörtüsü protestolarına ilişkin olarak ortaya çıkan çarpıcı bir gelişme de devrimci sol güçlerin müslüman öğrencilerin direnişine destek vermeleri ile olmuştur. Düzenin azgınlaşan saldırısına karşı ilgisiz, tarafsız bir tutum yerine, devrimci bir dayanışma tavrı içine girmeyi tercih eden sol güçler bu şekilde egemenlerin birtakım muhtemel hesaplarının da boşa çıkmasını sağlamıştır. Böylece üniversitelerde ileriye dönük olarak düzenin kotarmayı planlayabileceği, düzen karşıtı öğrencileri birbirleriyle çatıştırma senaryoları ciddi bir yara almıştır. Daha önemlisi de kendilerini ilerici, solcu kimlikle tanıtmaya çabalayan K. Alemdaroğlu gibi rektörler ve ortaokullarda, liselerde başörtülü öğretmen ve öğrenci kovalayan idareci ve müfettişlerin, aslında düpedüz düzen işbirlikçisi faşistlerden başka bir şey olmadıkları vurgulanmıştır. Özellikle 28 Şubat sürecinde, sol adına ortaya konan genel tavırların "dinci tehdide" karşı doğrudan ya da dolaylı biçimde cunta politikalarına destek şeklinde tezahür ettiği vakıası göz önünde tutulacak olursa; İstanbul üniversitelerinde yaşanan devrimci dayanışma görüntüsünün yarınlar için olumlu bir tablo oluşturduğu söylenebilir. Böylelikle düzen muhalifi güçler arasında bir diyalog ve karşılıklı anlayış ortamının sağlanması, en azından egemenlerin birbirine karşı kullanma, birbiri aleyhine kışkırtma şeklinde geleceğe dönük kimi planlarına ilişkin bir bilinç ve duyarlılık teşkil edecektir.

Egemenler başörtüsü protestolarının kendilerini telaşa, korkuya sevk ettiğini izleyemiyorlar. Direnişi zayıflatmak için hummalı bir çaba sarfetmekteler. Bunun için bazen açıkça yalan söylemeyi, televizyon ekranlarından halkı kandırmayı, kimi zaman da geçiştirici birtakım düzenlemelerle eylemliliği çözmeyi, direnişi kırmayı deniyorlar. Kukla hükümet tam anlamıyla iki ateş arasında kalmış bir durumda. Bir yandan velinimeti olan darbecilerin, cuntanın talimatları; öte yandan halkın yükselen tepkisi arasında sıkışmış vaziyette. Bu tablonun ortaya çıkması çok yararlı olmuştur. Böylece kuklalarla birlikte, kuklacı düzen olgusu da bir kez daha açığa çıkmış, egemenliğin halkta olduğuna dair aldatmaca ve sahtekârlık bir kez daha görülmüş oluyor.

Başörtüsü direnişi İslami ilke ve şiarlardan taviz verilmeksizin ve İslami mesajın bulandırılmasına fırsat tanınmaksızın yükseltilmiştir. Bu ölçülülükle birlikte, geniş kitlelerin eylemliliğe sevk edilebilmesi, mücadele geleneğimiz açısından önemli bir kazanım olmuştur. Bu süreçte müslümanlar olarak pragmatizme kapı aralayacak her türlü tutum ve davranışa karşı daha da duyarlı olmalı, kitlesellik adına uzlaşmacı anlayışlarca yaygınlaştırılmaya çalışılan ilkesizlik illetinin kendi saflarımız arasında tutuna-maması için daha çok çaba sarf etmeliyiz. Bu nok­tada İstiklal Marşı, bayrak vb. düzeni ve resmi ideolojiyi çağrıştıran, temsil eden simge ve değerlere karşı alınan tavrın önemine dikkat çekmekte yarar var. Kimse bizden celladımızın ipine âşık olmamızı beklememelidir, bekleyemez!

Başörtüsü eylemliliği, egemenlerin düşlediğinden çok farklı bir öğrenci gençlik tablosu ortaya koymuştur. 12 Eylül'ün soktuğu korku tünelinin ardından, 28 Şubat baskı ve dayatmacılığı ile iyice sindirilmeye çalışılan öğrenci gençlik, 98 Baharı ile direnişe merhaba demiştir yeniden. Bugün kendi sorunlarına sahip çıkma azmi ve bunu düzene karşı topyekün bir mücadeleye dönüştürme bilincine sahip bir öğrenci gençlik tablosu şekilleniyor yavaş yavaş. Başörtüsü direnişi bunun işaretlerini vermiştir. Egemenleri paniğe ve geri adım atmaya iten başörtüsü direnişi, müslümanlara çok şey kazandırmıştır. En büyük kazanım ise şüphesiz, direnişin özgürleştirici olduğu, ancak direnenlerin özgür olabileceği gerçeğinin bir kez daha görülmesi olmuştur.