Mücadele, Kulluk Görevinin Gereğidir!

Mukadder Değirmenci

Soruşturma: Başörtüsü Yasağının Anlamı ve Çözümü

Sorular

1. Türkiye'de bir kısmı yarım yamalak da olsa son yıllarda bireysel ve kolektif özgürlükler alanında birtakım gelişmeler yaşanmakta; yasal düzenlemelerle hak ihlalleri giderilmesine ve düşünce, ifade ve örgütlenme önündeki engellerin azaltılmasına yönelik bir süreç işlemekte. (Örneğin Kürtçe yasağı ve siyasi partilere üye olma gibi engellerin kaldırılması; sivil toplum örgütlerinin hareket alanın genişlemesi, işkence vakıalarının azalması vb. gelişmeler.) Buna karşın başörtüsü yasağı konusunda düzenin, egemenlerin giderek daha şedit tavırlar içerisine girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

2. Başörtüsü sorunun uzaması özelde başörtülüleri ve genel olarak da İslami duyarlılığa sahip kitleleri nasıl etkilemektedir?

3. Toplumsal mutabakat kavramı sizce ne ifade etmektedir? Bu bir kaçış teorisi mi, yoksa Türkiye gerçeğinin bir kavranışı mıdır?

4. Anketlerde halkın büyük bir bölümü başörtüsü yasağına karşı görüş belirtmekte ve yasağa son verilmesini istemekte. Buna karşın aynı anketlerde en önemli sorunlar sıralamasında ise başörtüsü sorununun çok gerilerde kaldığı da görülmekte. Yani toplumun bütünü açısından değerlendirildiğinde başörtüsü yasağının bir sorun olmakla birlikte yakıcı, öncelikli sorunlardan bir sorun olmadığı sonucu ortaya çıkmakta. Yasağın sürmesinde bu algılamanın etkili olduğu söylenebilir mi?

5. Düzenin baskıcı ve zorba tutumu karşısında peruk, yeni bir türban modeli ya da "zorunluluk fetvası" türünden arayışlar sizce hangi ideoloji-siyasi zemine oturmaktadır? Ne ölçüde mazur görülebilir?

6. Mevcut hükümetten başörtüsü sorunu karşısında somut planda neler yapmasını ne tür adım ya da adımlar atmasını istiyorsunuz, bekliyorsunuz? Sizce Ak Parti Hükümeti'nin yapabilecekleri ya da yapması gerekenler nelerdi(r)?

7. Başörtüsü sorununa nasıl bir itikadi-ameli çerçeve içinde yaklaşılmalıdır? İslami sorumluluklarının bilincinde olanlar açısından yapılması gereken nedir?

 

Yıllardır toplumumuzda "kanayan bir yara" olarak varlığını hissettiren başörtüsü yasağı; 28 Şubat süreci ile birlikte, hiçbir hukuki dayanağı olmadan, birtakım genelgeler ve keyfi uygulamalar eşliğinde resmen ve yaygın bir biçimde uygulanmaya başlanmıştır. Bugüne kadar da sürekli baskı ve şiddeti artırılarak devam ettirilmiştir.

Sömürgeci, emperyalist zihniyet hiçbir zaman kendisinden başka inanç, kimlik, kültür gibi zenginliklere tahammül edememiş, daima saldırgan, dayatmacı bir tavır sergilemiştir. Laikliği tehdit ettiği iddiasıyla irtica ile mücadele söylemini sık sık dile getiren egemen sistem de aynı yolun yolcusu olarak, toplumumuzda gelişip genişleyen İslami inanç ve kimliklerle mücadelesini görünürlüğünden dolayı özellikle başörtüsü üzerinden vermektedir. Dolayısı ile başörtüsü yasağı doğrudan doğruya inanç, kimlik hedef alınarak uygulanmaktadır. Dış etkenlerin ve kimi konjonktürel gelişmelerin de bu uygulamaların gerçekleşmesindeki rolü göz ardı edilmemelidir.

Demokrasi, insan hakları gibi kandırmacalarla başka konularda birtakım düzenlemeler yapılmasına rağmen başörtüsü yasağının sürdürülmesindeki kararlılık yasağın inanç eksenli sürdürüldüğünün göstergesidir. Bu düşünce çerçevesinde hâlâ devam eden yasak İslami duyarlılığa sahip kitleleri, özellikle de yasağın muhataplarını her açıdan olumsuz etkilemiştir. Kendilerine bir hedef, gelecek tayin eden başörtülü öğrencilerin hayalleri bozguna uğratılmıştır. Sorunun uzaması ve çaresizlik, sahipsizlik gibi günübirlik duygularla örtüşmesi birçok insanın bunalıp bocalamasına sebep olmuştur. İslami duyarlılığa sahip kitlelerin, ebeveynlerin ürkeklikleri, sağcı/muhafazakar/devletçi reflekslerden yeterince arınamamış kişi ve öbeklerin pragmatist bir tavırla teslimiyetçiliği çoğaltan yaklaşımları, çoğu öğrencinin ve kamu çalışanının yılgınlık ve çözülüşünü getirmiştir.

Zulme karşı sessiz kalıp sineye çeken bu tavırlar egemenlerde, sonuca adım adım yaklaştıkları hissini uyandırarak baskıların artmasına yol açmıştır. Hedefleri ile kimlikleri arasında seçime zorlanan ilkeli muhataplar ise hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeden hâlâ zulmü ifşa ederek direnmekteler. Çünkü onlar bilmekteler ki; Müslüman kimliğini taşıyanlar sırf sonuç almak için değil kulluk görevinin gereği olduğu için, ahirete ayarlı bir bilinçle mücadele eder, güzel örneklikler sergilerler. Fakat bu insanlara yönelik destek ve dayanışma her zaman yetersiz kalmaktadır. Bu tutum tamamen adanmışlık bilincinin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla baskıların artışını biraz da ezilenlerin zayıflığında, yorgunluğunda, iç çelişkilerinde, örgütlenme eksikliklerinde aramak gerekir.

28 Şubat sürecinde yaşanan savrulmalar, bazı kesimlerde özür dileyici ve resmi ideolojiyle barışmayı önceleyen yaklaşımları öne çıkarmıştır. Bugün yönetimde bulunan mevcut hükümet yetkilileri de artık değiştiklerini yüksek sesle söylemelerine rağmen, bir taraftan da konuyu inanç ve kimlik ekseninden kaydırıp demokratik düzleme çekerek duyarlı insanların, bir beklenti içine girmesine yol açmıştır. Hükümet zamanla, halkın talep ve beklentileri ile sistemin baskı ve dayatmaları arasında sıkışıp kalmıştır. İlgili kişiler, gasp edilen başörtüsü hakkı ve İHL söz konusu olduğunda kendilerinin değişerek, başka bir vizyon ve yaklaşımla yönetime geldiklerini ve bu konularda halka hiçbir söz vermediklerini, kendilerini riske atamayacaklarını söylemek zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla halk artık verilmek istenen 'Biz yasağın kalkması şeklinde bir mücadele içinde olamayız.' mesajını almalı ve baştan beri yanlış bir beklenti içinde olduğunun farkına varmalıdır. Başbakan Erdoğan'ın "Biz türban konusunu toplumsal mutabakatla çözeceğimizi açıkladık. Bu konuda önemli gelişmeler var. Türbanlı ve başı açık insanların birlikte düzenledikleri toplantılar bu sorunun çözümü konusunda toplumsal mutabakatı oluşturacaktır." sözleri de tamamen beklenti içindeki insanlar karşısındaki ezikliğin getirdiği bir kaçış söylemidir. Çünkü çözüm net bir şekilde bellidir: "Yasağın kalkması!" Yasak kalkacak demeyenlerin/diyemeyenlerin "toplumsal mutabakat" gibi söylemleri; insanda ikna odalarında gerçekleştirilen uygulamaların "içeriden barikatlar" eşliğinde sulandırılıp sündürülerek devam ettirileceği hissini uyandırıyor. Kendi kız çocuklarını kendi ülkesinde okutamayan, kendi eşinin hala bazı mekanlara/konutlara girmesini sağlayamayan, kendi kitlesinden bile bu konuda ciddi bir destek göremeyen bir Başbakan var bu ülkede. Yani halk, kısmen iyi niyetli olduklarını kabul etsek bile, kendi dertlerine çare bulamayan insanlardan deva beklemiş oluyor.

Başörtüsü yerine peruk ve buna benzer diğer öneriler de kirli, teslimiyetçi tavrın göstergesi iken sahih, ilkeli kimlikler açısından hakaret ve zulüm demektir. Onurlu mücadele; kimi özgürlük ve haklara dilenerek, başkalaşarak, başkalarının merhametine el açarak sahip olma düşüncesinden beridir. Bu tür öneriler hiçbir şekilde mazur görülmemelidir. "Genleriyle oynanmış", değişime uğramış, hormonlu tesettür ve inanç anlayışı ile hareket eden mevcut iktidarın bu önerileri sunmaya devam edeceği de açıktır. Düzenden düşünce ve pratik olarak köklü bir ayrışma sergilemeyen hiçbir anlayıştan, genelde halk özelde ise yasağın muhatapları hiçbir şekilde kesin çözüm beklememelidir. Zira çözüm diye sunulan öneriler daima riyakarlık özelliğini taşıyacaktır.

Duruş olarak beyaz ile siyahı karıştırıp gri rengi kullanan, tehdit altında bir rehine tavrı sergileyen bu söylemler nereden ve kim tarafından yapılırsa yapılsın net duruşlar tarafından daima ihtiyatla karşılanmalıdır. Hayatı sadece bu sorunun çözülmesine endeksleyerek kurmanın yanlışlığı kadar, genel kitle açısından "Başörtüsü yasağının kaldırılması mümkün değildir" şeklinde bir ümitsizliğin yaygınlaştırılması ve kendiliğindenciliğe kapı açılması da bence doğru değildir. Hatta tarihe bakıldığında hiçbir yasağın sürekli olmadığı bile söylenebilir. O halde hiçbir yasallığı olmayan bu yasak da uzun bir tarih sürecinde de olsa ortadan kalkmaya mahkumdur. Onun ötesinde aslolan kesintisiz direniştir! Aslolan inancın ve inkılabın ekmeğini elbirliğiyle büyütüp çoğaltmak, Kur'an merkezli bir hayat tasavvurunu sosyalleştirebilmektir. Sadece başörtüsü konusunda değil hayatın her alanında ilkeli, kimlikli, zulmü ifşa eden, ikna odalarına mahkum olmayan duruşlar sergilemek, güzel birliktelikler oluşturarak güzel örnekler bırakmaktır.

Özel, tüzel, siyasal, kamusal bütün alanların; dünya ve ahiret yurdunun yegane ve mutlak sahibi Allah'tır!