Milli Güvenlik Dersleri Kemalist İdeolojinin Toplum İçerisine Salınan Kulaklarıdır!

Erol Battal

Sorular:

1- Milli Güvenlik Dersi nasıl bire kafa yapısının ve ne tür bir ideolojik yaklaşımın ürünüdür?

2- Milli Güvenlik Dersinin müfredatı ve işleyişinin TC eğitim sistemindeki konumu ve işlevi nedir?

3- Bu ders aracılığıyla okullarda estirilen “haki atmosfer”e ilişkin gözlemleriniz nedir?

4- Son dönemlerde özgürlüklerin genişletilmesi ve militarist dayatmaların azaltılmasına yönelik pek çok ilerleme sağlandığı iddiasına rağmen “Milli Güvenlik Dersi sorunu”nun Milli Eğitim Bakanlığının ve Hükümetin gündemine bir türlü gelmeyişini nasıl yorumluyorsunuz?

5- İslami kamuoyunun bu yönde somut, yaygın ve yoğun bir talebinin olmayışı sizce normal midir? Bu konuda neler yapılmalıdır?


Pedagojik anlayışta eğitim; insanda var olanın geliştirilip, yaşadığı dünyaya ayak uydurma becerisinin kazandırılması süreci olarak tanımlanır. Bu amaç doğrultusunda da yetkililerce eğitim süreci planlanır ve uygulamaya konur. Bununla eğitim durağanlıktan arındırılarak dünyanın geldiği nokta, gelişen bilim, değişen düşünceler eğitim süreci içerisine dâhil edilir.

İdeolojik eğitim anlayışında ise bireyler dikkate alınmadan, bütün gelişmeler, değişmeler, asla değişmeyen, değiştirilemeyen resmi ideoloji çerçevesinde ele alınır ve eğitim buna göre planlanır.

Bu nedenle de bu anlayışın hâkim olduğu yerlerde eğitim bir sorunlar yumağı haline dönüşür. Fark edilen sorunların çözümüne yönelik bütün çabalar, benimsenen ideolojinin sert duvarlarına çarparak anlamsızlaşır. Ve eğitim aslında sorun çözmesi gereken bir araçken, sorunların nedeni haline gelir.

Resmi ideolojinin Türkiye’de eğitime belirlediği amaç, insanın kendisini inşa etme sürecine katkı sağlamak yerine; resmi ideolojinin, kendi varlığının devamını sağlayacak düşüncede, kendisi olma becerisini kazanamayan bireyler yetiştirmektir. Bu sebeple de eğitim hep sorun olarak insanların karşısına çıkmış ve eğitimden, öğretim olarak da iyi sonuçlar alınamamıştır. Çünkü sonucuna bakılmaksızın yegâne belirleyici resmi ideolojinin anlayışı olmuştur.

Amacın kutsal bir ideoloji doğrultusunda belirlenmesi nedeniyle, eğitimde yaşanan birçok zulüm mubah görülmekte, insanların yaşadığı sıkıntılara duyarsız kalınmakta hatta yaşadığı zulmün müsebbibi de yine mağdurun kendisi görülmektedir.

Eğitimin tek belirleyicisi ideoloji olduğunda, hiçbir ders bir diğerinden ayrılmamakta hepsi farklı işleniş biçimiyle de olsa aynı amaca hizmet eden bir araca dönüşmektedir. Bu çerçeveden olaya bakıldığında Milli Güvenlik Bilgisi Dersi, hocalarının şekli, şemaili, giysisi, davranışlarıyla çok dikkat çekici bir ders olmasına rağmen, bir İnkılâp Tarihi, bir Osmanlı Tarihi, bir Türk Dili ve Edebiyatı hatta bir Biyoloji, bir Matematik dersinin veriliş amacından farklı bir amaç taşımamaktadır. Hepsi aynı mantığın mahsulüdür. Bir ülke düşününüz ki yüksek öğreniminin amacı ile ilköğretimin amacı aynı olsun: “Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı bireyler yetiştirmek…” Artık sizin buradan kurtuluşunuz olamaz!

Özelde Mili Güvenlik Bilgisi Dersine gelirsek 1920’li yıllarla birlikte Ebedi Şef’i 1940’lı yıllarla birlikte de Milli Şef’i ebedileştirmek için çeşitli dersler ve müfredatlar oluşturulmuştur. Hatta aynı amaca yönelik Köy Enstitüleri gibi okullar bile kurulmuştur. Bu çabaların yegâne gayesi vardır: Cumhuriyetin vatandaş tasavvurunu hâkim kılmak ve bu ideolojin sahiplerinin varlığını süreklileştirmek.

Okullarda yaşam biçiminin aktarılması aracına dönüştürülmeye çalışılan Milli Güvenlik Bilgisi Dersinin toplumda nasıl yankı bulduğuna bakıldığında, aslında bütün anti-demokratik uygulamaların yaşadığı/yaşattığı trajikomik halin bu dersle de yaşandığı görülmektedir. İdeolojik bakış açısının hâkimiyetiyle insanı ve onun hukukunu hiçe sayan anlayışların tamamında var olan, kendini kandırma ve bundan mutlu olma durumu burada da yaşanmaktadır. Bu derste, öğretmen subayların; sınıflara giriş biçiminden, dersleri anlatış şekillerine; sınav sorularından bunların değerlendirilişine kadar bir yığın komiklik yaşanmaktadır.

Bu komiklikleri, askerî eğitimden gelmiş olan subay öğretmenlerin, karşılarındaki öğrencileri askerle karıştırmaları, onlara askermiş gibi muamele etmeleri; derse giren subayların, kendilerine yükledikleri dünya gerçekleriyle örtüşmeyen misyonları; günü bile karşılamaktan uzakken, geleceğe yön verdiğini sandıkları vizyonları; orta malı olmuş ve bir silah gibi kullanılan Kemalist düşüncelerini insanlığın ulaşabileceği en son mutlak doğrular manzumesi sanmaları; sivil bir kurumda, askeri disiplini tesis etmeye çalışmaları şeklinde sıralamak mümkündür.

Okulların bünyesinde yabancı bir unsur olarak varlığını 1926’dan beri devam ettiren Milli Güvenlik Bilgisi Dersiyle ilgili eleştirilerin kaynağını ise bu komikliklerden ziyade daha farklı nedenler oluşturmaktadır.

Bu dersin son yıllarda daha bir şiddetle eleştirilmesi tabi ki tesadüfî değildir. Bu ders 1926’dan beri verilmektedir ancak 1998’den beri dersin işlenişi, konuları, amacı bir genelgeyle değiştirilmiştir. Bu tarihe kadar genellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinin tanımı, askerlik, rütbeler, bazı askerî kavramlar, milli savunma gibi konular işlenirken Nisan 1998’den beri temel bir paradigma değişimiyle bu konular geri plana itilmiş ve dersin müfredatı yeniden düzenlenmiş ve 28 Şubat sürecine uygun hale getirilmiştir. Bu tarihten sonra “Atatürk İlke ve İnkılâpları ile Milli Birlik ve Beraberlik; Türkiye Cumhuriyeti Üzerine Oynanan Oyunlar” dersin ana konuları olarak belirlenmiştir. Bu konular kitabın ana çerçevesini oluşturan bölümler olarak da dikkat çekmektedir. Nisan 1998'de Tebliğler dergisinde dersin ilk üç amacı şöyle sıralanıyor:

1) Türk gençliğinin Atatürkçü görüş ve düşünce doğrultusunda yetişmesini sağlamak,

2) Milli stratejimizi, milli hedeflerimizi ve milli menfaatlerimizi bilmek ve bunlara karşı olan unsurlarla mücadele etmesini kavratmak,

3) Türk Silahlı Kuvvetlerini tanıtmak.

Kısaca 1998'de yapılan değişikliklerle Milli Güvenlik Bilgisi Dersi ağırlıklı olarak TSK ve askerlik üzerine bir ders olmaktan çıkmış, Atatürkçülük ve uluslararası ilişkiler eksenine oturmuş bir güncel politika dersi şeklinde özetlenebilecek yeni bir mahiyet kazanmıştır. Ve bu ders iç ve dış siyasal gelişmeleri sınıfa taşıyan, güncel politika yapılabilen tek ders haline dönüştürülmüştür.

Tabi ki bu mahiyet değişikliği sadece dersin konularıyla sınırlı tutulmamış; hocalarına ve onların görevlerine de sirayet etmiştir. Çünkü ders bir bilgi aktarma dersi değil, her zaman olduğu gibi ideolojik bir yaşam biçimini enjekte etmenin de aracısı olmaya devam etmiştir. Bu yaşam biçiminin kurallarını askerî kültür belirlemektedir. Bu askerî kültürün toplumun egemen kültürü haline gelmesi gerektiği bir inanç olarak benimsendiğinden, dersin öğretmenleri, yani subaylar görevlerindeki etik dışı unsurlardan bir öğretmen olarak hiçbir rahatsızlık duymamışlardır. Bu anlayış ve uygulama Milli Güvenlik Bilgisi derslerini komik anların yaşandığı saatler olmaktan çıkarmış, korkuların, paniklerin, endişelerin yaşandığı zamanlara dönüştürmüştür.

Bu fişleme görevi Milli Güvenlik Dersine giren subayları okulda yalnızlığa itmiş, öğretmenler odasından uzaklaştırmış ya da öğretmenler odasının bir köşesine hapsetmiştir. Çünkü onlar artık öğretmenler odasını, sınıfı, içindekileri gammazlayan, ihbar eden, fişleyen birer muhbir olarak görülmeye başlanmışlardır. Sınıf içerisinde öğrenciler, onları birer öğretmen olarak değil, kendilerinin yaşam biçimini, inancını, kültürünü, etnik durumunu, ilgilerini, düşünüş biçimini, okuduğu kitabı, aile yapısını, çevresini gözetleyen, bunları fişleyen ve bir yerlere hukuk dışı ihbar eden kişiler olarak görmektedirler. Bunu hisseden öğretmen subaylar da teneffüslerde öğretmenler odasına girebilecek sıcaklığı bulamamakta, kendine farklı gözle bakıldığını görmekte, o kısa teneffüs arasını geçirebileceği yer arayışına düşmekte, bunun için ya kendisine nezaketen kafasıyla selam veren müdür yardımcısını ya da müdürü bir kurtarıcı olarak görmekte, bu kısa teneffüs arasını onların odasında geçirmektedir. Bazı okullarda subaylar, itilmiş oldukları yalnızlık içerisinde doldurmak zorunda oldukları 17 soruluk fişleme dosyasını dolduramamakta ve görevlerini yerine getirebilmek için, bütün açık yüreklilikleri içerisinde okul müdürlerine durumlarını anlatmakta ve bu fişleme dosyalarının doldurulması hususunda onlardan yardım istemektedirler.

Bu durum ve sorular bu matbu fişler görülmese de toplum anti-demokratik otoriter yapıların, beyinlerin reflekslerini çok iyi bildiğinden bu soruların neler olabileceğini 1998’den beri bilmektedir. Son zamanlarda gazetelerde yayınlanmasıyla konu sadece yeniden gündeme gelmiştir. Yoksa bilinmedik yeni bir bilgi alınmış değildir. Halkımız, toplum mühendisleri tarafından, kendisinde, nelerin suç olarak görüldüğünü bilmektedir. Kendi devleti tarafından hukuksuz olarak yaşam biçiminin, inancının bir suç olarak değerlendirilmesinin rahatsızlığını duymaktadır.

Milli Güvenlik Bilgisi Dersinin planlaması, müfredatı, işleniş biçimi Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmakta, subaylarca da verilmektedir. Askerî vesayetin kaldırılmasının düşünüldüğü bugünlerde, bir ihtiyaca binaen değil, sadece ideolojik kaygılarla verildiği için bu dersin acilen kaldırılması gerekir. Bunu sadece fişleme tacizine maruz kalan öğrenci, öğretmen ve okul yöneticileri için değil, birer muhbir olarak görülen subaylar için de yapmak gerekir. Kendi halkına güvenmeyen bir devlet ve onun ordusu anlayışı, devleti ve orduyu güçlü kılmamakta, çoluk çocuğuyla bütün bir milleti sadece huzursuz etmektedir.

Dersle ilgili toplumun tepkisine Hükümetin duyarsızlığını, en azından görmezden gelişini bütün etrafının bu anlayışla çevrili olmasıyla izah edebiliriz. Özellikle AK Parti iktidarına başından beri bir korku salındı. Her türlü olumsuzluğun kaynağı anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleriyle ilintilendirilmesi, bu konuda sürekli gözdağı verilmesi, Hükümeti korkutmaktadır. Ancak şu da bilinmeli ki korkunun ecele faydası yoktur. Karşıdakinin gücünü aslında sizin korkunuz beslemektedir. Mutlaka bu sarmaldan kurtulmak gerekir.

Müslümanların bu konudaki duyarsızlığı ya da yeterince konunun üzerinde durmamaları biraz İslamcı düşüncenin Türkiye’deki serencamıyla ilgiliyken diğer taraftan da bu konu ülkede yaşayan Müslümanların diğer sorunları karşısında soyut görülmektedir. Onların okuma hakları ellerinden alınmıştır. İnançlarını yaşamaları noktasında fiilî müdahalelerle karşılaşmaktalar. Bu nedenle de bu tür gri engellemelere karşı talepler sanki fantezi olarak görülmektedir. Hâlbuki bu sorunlar birbirini beslemektedir. Düşünce özgürlüğünün önündeki engellerin, yaşama özgürlüğünün önündeki engellerden daha az önemli olduğunu düşünmek engellerin katmerleşmesinden ayrı bir anlam taşımayacaktır. Kamuoyu oluşturmak, aydınların ve onların kontrolündeki yayınların görevidir. Bunu bir talep olarak halkın gündemine taşımak gerekmektedir. Güçlü bir kamuoyu oluşturulduğunda Hükümet de bunu gündemine taşıyacaktır. Taşımak zorundadır da.