Mevcut Ekonomik Sistem ve İslam

Haksöz

Doç. Dr. Abdülaziz Bayındır, Kasım 1996 tarihinde İDKAM'da "Mevcut Ekonomik Sistem ve İslam" konulu bir konuşma yaptı.

Bayındır konuşmasına, "İslam ekonomisiyle diğer ekonomik modelleri ayıran temel faktörün malların batıl yollarla yenmesi" olduğunu ifade ederek başladı. Bugün Batılı sistemlerde hak ve hukukun olmadığını, kim güçlüyse haklının o olduğunu söyleyen A. Bayındır, Batı'da yaşanan toplumsal çöküntüye de örnekler vererek değindi. "Kendi nefislerinizi öldürmeyin" ayetinin konu açısından önemli olduğunu ifade etti.

İslam'ın faizi yasakladığını dolayısıyla kredinin de yasaklanmış olduğunu, İslam ekonomisinin krediye dayalı değil ortaklığa dayalı bir ekonomi olduğunu, bunu İslam'ın emretmediğini ancak koyduğu sistemle insanları ortaklığa mecbur ettiğini belirten A. Bayındır: "Kredide binlerce insanın cebindeki paralar toplanır birkaç kişinin cebine girer. Bakarsınız birkaç kişi milyarlarca liraya hükmetmeye başlar. Bunun kendilerine vermiş olduğu ek imkanlardan faydalanırlar; tröstler oluşturur tekel olurlar. Büyük paralarla ucuza alıp piyasadaki egemenlikleri sayesinde pahalıya satarlar." dedi. "Paralarını kredi olarak vermiş olan insanların paralarının akibetiyle hiç ilgilenmediklerini" belirten A. Bayındır, "Onlar süre bitiminde alacağı faizi düşündükleri için ekonomik hayatla fazla alakaları yoktur. Sosyal hayatla da ilgisi yavaş yavaş kesilir ve işçi haline gelirler. Özel teşebbüsleri, kendi gayretleriyle küçük paralarını değerlendirme imkanları ellerinden alınmıştır. Zaten üç beş kuruşları vardır o da bir zenginin cebine girmiştir. Bütün hayatları iş, ev ve eğlencedir" dedi.

Sermaye sahiplerinin, zenginleştikçe açlıklarının arttığını, doymak bilmediklerini, yanlarında çalışan işçilerin ücretlerinden kırpmanın yollarını aradıklarını, enflasyonun sebebinin kurdukları sistem olduğunu vurgulayan A. Bayındır "Enflasyon işçiye, memura zarar getirir ama sermaye sahiplerinin kârını katlar" dedi.

"Canavarlaşan zenginlerin, toplumun ahlâki, hukuki, kültürel değerlerini kendilerine göre değiştirdiklerini çünkü paranın -kendi paraları değildir ama vatandaştan topladıkları para onlardadır- gücünün onlarda olduğunu" söyleyen A. Bayındır devamla "televizyonların sahipleri onlardır, hükümetleri onlar kurdururlar, istedikleri kişileri seçtirirler, istedikleri kişiden desteklerini çekerek düşürürler, Bakanlar Kurulu'nun hangi isimlerden oluşacağını, meclisten hangi kanunlar çıkacağını onlar belirler. Böylece toplumda büyük bir hegemonya oluştururlar." dedi.

Daha sonra egemenlerin "Kredinin çok külfetli bir iş olduğunu, bunun için teminat koymak gerektiğini belirterek kredi alan kişileri önemli bir mali külfet içerisine soktuklarını, yeri geldiği zaman hem krediyi mülkiyetlerine geçirmeyi hem de takibattan kurtulmayı başardıklarını belirten A. Bayındır, "Hükmü şahsiyet (tüzel kişilik) diye bir safsata uydurdular. Her türlü pisliği yapacaklar, dini, İmanı, ahiret korkusu olmayan elinden tutamadığın, yüzüne şamar vuramadığın hayali bir şeyi tüzel kişilik diye koyacaklar karşına, ondan sonra da bütün sorumluluk tüzel kişilik üzerinde olacak, kendileri kenarda keyiflerine bakacaklar" dedi.

Türk Ceza Kanundaki "Şirketin yöneticileri şirkete zarar veren faaliyetlerden sorumlu tutulamaz" maddesini hatırlatan A.Bayındır, "Bu bir kanun maddesidir, şirketin büyük ortakları isterlerse küçük ortaklarının ortaklık paylarını kendi zimmetlerine geçirebilir hiç bir kuruş para koymadan para yatırmış gibi göstererek şirketin % 51'ine sahip olabilir." dedi. Şirketin kar etmesi halinde sermaye artırımına ihtiyaç hasıl olduğunu söyleyerek bunun için ticari sicil gazetesinde ilan verip kanun gereği ortakların ruçhan haklarını kullanmalarını isteyebileceğini belirten A.Bayındır, Genel kurul kararıyla herkes zaten kendisinin olan hisseleri yeniden para verip almaya mecbur bırakılır, almaya gücü yetmeyenlerin hisseleri de şirkete kalır, duyulması imkansız gazete ilanlarıyla ortaklara ruçhan haklarını kullandırtmaz, hepsini hissesine geçirebilir, böylece bir daha ki sermaye artırımında şirketin tek sahibi olur" dedi.

Genel kurulda yapılacak ittifakla % 51'i ele geçiren ortaklardan bir kısmı, % 49 hisseli bir ortağı isterlerse fabrikanın kapısından sokmayabilir, fabrikanın kârının tek kuruşunu bile koklatmayabilir. Çünkü kâr dağıtımı için genel kurul kararı gerekmiyor" dedi.

"Hoca efendiye geliyorlar. Hocam biliyorsunuz dinimiz faizi yasaklıyor. Ortaklığı teşvik ediyor. Şu cemaate söyleyin de surda güzel bir potansiyel var, ortak olsunlar, diyorlar. Hoca da ortaklık şöyle güzeldir böyle güzeldir. İki kişi ortak olursa üçüncüsü Allah'tır. Döktürüyor... Hoca sen biliyor musun bunların arkasındaki kanunların ne olduğunu, hangi zeminde kurulduğunu, sen zannediyorsun ki İslami zeminde kuruldu." diyerek meseleye vakıf olmayanların fetvacılığa soyunmalarını eleştirdi.

"İslam ekonomik sisteminde ortakların birbiri üzerinde egemenliği yoktur. Her ortağın kendine göre bir söz hakkı vardır. Kredi verme olmadığı için bugünkü manada zenginler olmaz. Gelir ve servet dağılımında bir denge olur, bir grup diğer grubun işçisi olmaz. Herkes kendi ölçüsünde müteşebbis, iş sahibi olur. Ortaklıklarda güven öne geçer. Kapitalist ekonomideki 'ortaklar şirketin iş sırlarına vakıf olamazlar' maddesi burada geçersizdir. Ortaklar yönetimi hangi konuda vekil ettiğini bilirler" diyen Bayındır, Türkiye'deki bankacılık sisteminin Avrupa'daki bankerlerin tecrübelerinden istifade edilerek kurulduğunu vurguladı.

2 Ağustos 1996 Merkez Bankası istatistiklerini aktaran Abdülaziz Bayındır; "Tüm bankalar paralarını biraraya getirseler 25 trilyon tutuyor. Bu bankaların kredi hacimleri ise 2 katrilyon 278 trilyon liradır. Bu tam 90 kattır. Türkiye Merkez Bankası bin lira bastığı zaman diğer bankalar 90 bin lira basıyor, Türkiye'de enflasyon bundan dolayı oluyor" dedi. Türkiye'de para sıkıntısı çekildiğini söyleyerek "65 milyon nüfusumuz var. Piyasadaki paranın tamamı 360 trilyon liradır. Adam başına 6 milyon düşmektedir. Türkiye'de para bir yılda 6 kere dolaşır. Yani yıllık bir adamın eline geçen 36 milyondur. Türkiye'de toplam paranın % 9O'ı nüfusun % 2-3'ünün elindedir. Bundan dolayı paramızın çoğu elimize geçmeden gider. Ama piyasaya bakıyorsunuz mal ve hizmet alımları çok yüksek. Nasıl oluyor? Hep bunlar bankaların çekleriyle oluyor da ondan. Esnafa sorun kasında para mı var çek mi var. Ve o bankanın parası iktisaden faizli paradır" dedi.

"Faiz almakla Allah ve rasulüyle savaşmış olursunuz" ayetini hatırlatarak; "İslam'da Allah ve Rasulüyle savaşan, topluma karşı savaşan demektir, kamu hukukunun karşılığı Allah haklarıdır." dedi. Ve faiz alıp verenlerin toplumla savaş içerisinde olduklarını vurguladı.

Başbakanın ekmeği 15 bin lira yapmak için mücadele ettiğini hatırlatan Bayındır "faizi kaldırın ekmek 2 veya 3 bin lira olur" dedi ve her ekmek alındığında dünya kadar faiz ödendiğini belirtti.

"Rabbin şunu kesin karara bağladı. Kendisinden başkasına ibadet etmeyeceksiniz" ayetini hatırlatarak "Kapitalizmde insanlar kapitalistlerin kölesidir. Kapitalistlerde nefislerinin kölesidir. Halbuki İslamiyet 'Allah'tan başkasına köle olmayacaksınız' dediği zaman kapitalizm, komünizm diye bir şey kalmaz. İnsan, tabii insan olur" diyen Bayındır, sorular kısmında gelen "Vadeli satışlardaki vade farkı faiz midir?" şeklindeki bir soruya "Allah alım-satımı helal, faizi haram kıldı. Faiz nakit para olarak verilen bir borcun artı getirişidir. Vadeli satış dediğiniz para miktarı ile malın satışıdır; vadeli veya değil. Bir iş satışsa helaldir. Vade farkı gayet tabidir" diye cevap verdi.

Bayındır, "Alışverişte fiyat karşılıklı rıza ile sabit olur. O rıza nerede tahakkuk ederse odur. Fiyat şartlara göre belirlenir. Yasak olan karşı tarafın bilgisizliğinden istifade ederek aldatmaktır" diyerek konuşmasını bitirdi.