Mevcut Devlet Yapısını Tanıyamayanlara İmkan: Susurluk Bataklığı

Kenan Alpay

Kasım 1996'de Susurluk-Bursa karayolu üzerinde meydana gelen trafik kazası, kuruluşundan itibaren TC devletinin temel niteliğini oluşturan, hukuk tanımaz ve çeteci yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Tüm kanunları ve örgütleniş biçimleri İle halk ve hukuk düşmanlığını her daim kuşanmış olan laik-kemalist düzen, ne yazık ki tutarlı ve sürekli bir muhalefet hareketi sayesinde değil de bir kaza sonucu büyük bir darbe yedi. Susurluk'ta meydana gelen kazada, kaza geçiren arabada bulunanların kimliği rejimin hukuk ve işleyişi açısından sahip olduğu niteliği gün gibi ortaya çıkardı. Susurluktaki kazada lüks mercedesin içinden yolun ortasına savrulan sahte kimlikler silahlar, yaralı ve ölüler uluslararası emperyalist statükonun bölgedeki taşeronlarının ilişkiler ağının bir kısmını açığa çıkarıyordu. Bir akşamüstü, Susurlukta altına aldığı mercedesle "Türk Gladio"suna güçlü bir darbe vuranın bir kamyon olacağı bilinemezdi.

Kazada ölen ve bir çok şeyin daha iyi anlaşılmasını sağlayan en önemli kişi hiç şüphesiz ki Mehmet Özbay sahte kimlikli ülkücü Abdullah Çatlı idi. 80 öncesi Ülkü Ocakları'nın 2. başkanlığını yapmış ve bu dönemde özellikle Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li öğrencinin katledilmesi başta olmak üzere öldürme, bombalama vb gibi pek çok olaydan sorumlu tutulan isimdir A. Çatlı. 12 Eylül'de askeri cuntanın yönetimi ele geçirmesi ile birlikte Çatlı ve ekibi Türkiye dışına çıktı. Çatlı ile birlikte kazada ölen diğer önemli kişi de Özel Harekat Timlerinin kurucusu, İstanbul'da Terörle Mücadele'den sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ idi. Kocadağ'ın yükselişi Bucak aşiretinin lideri Sedat Bucak ile tanıştığı Siverek'te Emniyet Müdürlüğü yaptığı dönemle birlikte başladı. Aynı kazadan yaralı olarak kurtulan DYP Urfa milletvekili Sedat Bucak ise Siverek'teki yaklaşık 60 bin kişilik bir aşiretin lideri olarak ön plana çıkıyor. Bucaklar devletin PKK ile olan savaşında 10 bin kişilik silahlı korucu gücüyle devletin safında bulunuyor. Kazada ölenlerden biride Melahat Özbay sahte kimlikli Gonca Us idi. Us kariyerini kabul ettirmiş ve üst düzeydeki müşterilere çoğu zaman "eskort kız" olarak zaman zaman da kuryelik yaparak hizmet veren bir kişi.

TC'nin içinde bulunduğu güvensizlik ve korku hali sürekli olarak bir artış gösteriyor. Neticede düzen (kendi çarpık hukukuna rağmen) gayrı meşru ilişkiler ağını olabildiğince genişletip çetrefilleştiriyor. Bu süreci ve işleyişi hızlandırdıkça da işkenceye uğrayan, kaçırılıp kaybedilen, yargısız infaz veya faili meçhul'e kurban giden veya uyuşturucu, alkol ve futbol bağımlısı haline gelen, işsizlik veya hırsızlık arasında tercih yapmaya mecbur edilen, cinayet veya intikamlardan birini seçmekle baş başa bırakılan bir kaos toplumu oluşturuyor. TC kendi ifsad edici yapısını olabildiğince geniş kesimlere yaymaya çalışıyor. Tüm bunlar "vatan, millet, devlet" aşkına, devletin resmi ve sivil güçleri tarafından yapılıyor. Kimi zaman resmi, kimi zaman sivil, kimi zaman da resmi ve sivil güçler, ortaklaşa eylem yapıyorlar. Devletin resmi gücünü asker, polis ve istihbaratın dahil olduğu güçler oluştururken sivili(!) gücünü genellikle MHP'li ülkücüler, sol veya PKK itirafçıları, korucular, uyuşturucu ve silah mafyası oluşturuyor. Devletin resmi güçlerinin eylemlerini çoğu zaman -inkar etseler de- mahiyeti ve faili bilinen eylemler oluşturuyor. Örneğin; sayısı üç bine yaklaşan köy ve mezraların yakılarak boşaltılması, Cizre'de Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirme operasyonu, işkencede öldürdükleri insanları camdan atıp intihar süsü verme çabaları, cezaevindeki isyanı bastırıyoruz, diyerek kalas ve demir çubuklarla dövüp aralarından 10 kişinin "beyin harabiyeti" sebebiyle öldürülmesi vb. gibi. Bu sayılanlar gibi her gün onlarca örnekle karşı karşıyayız. Bu uygulamalar git gide gündelik hayatın bir parçası olmaya, normalleşmeye neredeyse kanıksanmaya başlandı. Diğer taraftan devletin MİT, polis veya JİTEM kanalıyla kullandığı, işleyişte resmi fakat kağıt üzerinde gayri resmi olan güçlerinin faaliyet alanı her ne kadar konuşulup yazılıyorsa da, bu güçler hakkında derinlemesine bir bilgiye sahip olunamıyordu. İşte Susurluk'ta meydana gelen önceden sahip olduğumuz birçok bilgi ve ipuçlarını kolayca bir araya getirebilmemizi, taşları yerli yerine oturtabilmemizi sağlaması açısından oldukça büyük önem taşıyor. Bu olayla birlikle "polis-siyasetçi-mafya" üçgeni çerçevesinde tanımlanan kirli ilişkilerin, ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok kişi ve kurumu da kapsadığı ortaya çıktı. Dolayısıyla bu ilişkiler ağını, Susurluk'ta meydana gelen kazadan yola çıkarak ele almaya çalışırsak, faaliyet halindeki mafyavari ilişkileri devletle ve uluslararası sistemlerle içice geçtiğini görebiliriz. Şöyle ki: Abdullah Çatlı'nın; karıştığı cinayetlerden sonra gözaltına alınıp serbest bırakılması, 12 Eylül'de yurt dışına çıkışının istenmesi, Fransa, Belçika ve İsviçre'de uyuşturucu ticareti yapması, tutuklu bulunduğu cezaevinden esrarengiz firarı, Türkiye'ye iade işlemleri için yapılan müracatının gecikmesi, Türkiye'deki ve dışarıdaki rejim muhaliflerine karşı aktif olarak katıldığı operasyonlar, Azerbaycan'da Aliyev'e karşı yapılmak istenen darbedeki rolü, Asya-Avrupa-Amerika çizgisindeki uyuşturucu trafiğinin yönetiminde CIA-MOSSAD ve MİT ile olan ilişkisi, genelev işletmecilerinden alınan haraçtan, çek-senet, kumar, ihale, hayali ihracat, arsa spekülatörlüğüne kadar pek çok kirli işin arkasında olduğuna dair veriler ve daha başka yazılan çizilen özellikleri, ilişkilerinin ne denli kirli olduğunu göstergeleridir. Tüm bu göstergelere rağmen ama önde, ama arkada Çatlı ve ekibi her zaman var.

Tüm bu göstergelere rağmen Çatlı ve beraberindekiler müthiş bir güven ve rahatlık içinde hareket edebiliyorlar. Hatta 80 öncesi ve sonrası kendileri dışındaki tüm kesimleri rejime ihbar etmekle görevli Maocu-Kemalist "Aydınlık" dergisinde, Çatlı'nın ehliyet ve kimliğin, telefonun numarasına, ev ve iş adresine kadar, MİT tarafından sızdırılan bilgiler yayınlanması konusunda, eşi Meral Çatlı "beraberce okuyup güldük, hiç tedirgin olmadık" diyebiliyor. Çatlı ve ekibi birçok şeye aldırmıyor çünkü güçlü bir "devlet güvencesi"ni arkasında hissediyor. Devlet ise karşılığında "Nato Güvencesi"nde kurulan "Gladio"ya yaslanıyor. Ne Çatlı, ne Kocadağ, ne Bucak, ne Ağar, ne Çiller ne de diğerleri hiç bir şeyi tek başına gerçekleştirmedi. Karşımızda duran daha önce İtalya, İspanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Yunanistan'da emperyalist ABD tarafından kendi çıkarlarını korumak için kurulan örgütlerin aynısıdır. ABD devlet içinde, devletten bağımsız olarak organize ettiği Gladio Örgütleriyle ülkelerin askeri, siyasi ve ekonomik geleceklerini ipotek altına almaya çalışıyor. Genel olarak "Gladio" olarak tanınan bu devlet içi devlet örgütleri İhtilal, suikast, toplu katliamlar, uyuşturucu, silah ve kadın ticareti, kumar, banka, borsa vb. gibi sektörlerde dizginleri elinde tutarak istediği anda ekonomik piyasalarda da kamuoyunda da sarsıntı meydana getirebilecek eylemler gerçekleştirebiliyorlar. Dolayısıyla mevcut çetelerin hepsi ABD'li iç savaş şortlarına göre eğitim almış Gladio'nun siyasetçi, akademisyen, din adamı, istihbaratçı, sanayici, bankacı vb. gibi pek çok alanda faaliyet gösteren diğer mensupları ile sürekli ve organize bir ilişkiyi sürdürüyorlar.

Medya sürekli olarak "Türk Gladiosu"nun ABD güdümündeki bir iç savaş örgütü olduğunu işlese de, bu örgütün eylemlerini yurtdışında "ASALA ve PKK'ya karşı olmakla sınırlandırmaya çalışıyor. Oysa kimi PKK sempatizanı, kimi uyuşturucu işi yapan ve kimi laik kesimlere karşı girişilen suikastlerin faillerinin bu çete elemanlarının olup olmadığı sorusunu hemen hemen hiç gündeme getirmedi.

Dün Emniyet Müdürü iken, Adalet Bakanı İken, Ağar'ın, 'cezaevlerinde çok kan dökeceğim' açıklamalarına, işkencelere, yargısız infazlara, gözaltında kaybetmelere alkış tutanlar, bugün yine Ağar'ın 'devlet için binden fazla gizli operasyon yaptık' beyanatlarını "itiraf kabul ederek hayretten ağzı açık kalmışçasına olaylara, iğrenç bir iki yüzlülükle yaklaşabiliyorlar. Mafyavari ilişkilerin Çankaya köşkünden, TBMM'ye, MİT'ten polise, kumarhane işletmeciliğinden çek-senet tahsilatçılığına kadar tüm ilişki ve işleyişin adeta merkezi konumunda olan Türkiye'de koalisyonun büyük ortağı RP ise, gündelik politik oyalanmalarla meşgul. Kendisinin en yaman hasımlarından biri olan Ağar'a karşı en ufak bir yaptırımda bulunmak bir tarafa, Adalet Bakanı Şevket Kazan, Kocadağ-Çatlı-Bucak çetesinin işlediği suçları DGM kapsamından çıkarmak için yeni kanun teklifleri kabul ettirme çabalarında. Kazan bununla da yetinmeyip Çiller ve Ağar'ın gölgesi olarak nitelenen yeni İçişleri Bakanı Meral Akşener'in avukatlığını yapmaya çalışıyor.

RP neye talip olduğuna, nasıl bir işleve sahip olması gerektiğine dahi karar verememiştir. Şu an tek şey koalisyonun bozulmaması, dolayısıyla iktidar koltuğunun gitmemesidir.

Sistem içi araçların peşinde olmak sadece oyalayıcı çabalardır. Sistemin kokuşmuş yüzünü deşifre etmek ve insanlara bu şekilde gerçeği yansıtmak zorundayız. Ayrıca bu kokuşmuşluktan etkilenmemek için sitemle zihinsel İlişkilerimizi netleştirmek, bizim dışımızdaki insanları da uyarmak ve sistemin çelişkilerini ortaya koymak durumundayız.