Mesajı Tersyüz Edilen Bir Kıssa Firavun’un Sarayında İmanını Gizleyen Mü’min

Şükrü Hüseyinoğlu

 

 

İnsanlar Allah’ın Kitabı’na temelde iki türlü yaklaşırlar. Birincisi; Kitab’a yönelerek, inanç ve amelleri, üzerinde bulunulacak istikameti Kitab’ın hidayeti yönünde belirlemek. İkincisi ise; Kitab’dan bağımsız olarak belirlenen inanç, amel, yol ve yöntemlere dayanak ve meşruiyet sağlamak gayesiyle Kitab’a yönelmek. Biz bu tutumlardan birincisine “Kitab’a uymak”, ikincisine ise “kitabına uydurmak” diyoruz.

Belirttiğimiz ikinci tür yaklaşımla ilgili olarak, Ali Şeriati ilginç bir saptamada bulunmuş ve “Kur’an’a Şii girenin Şii, Sünni girenin Sünni çıktığından” yakınmıştı.

Yazımızın konusunu teşkil den ve Mümin (Ğafir) Suresi 28 ile 45. ayetler arasında söz konusu edilen “Firavunun sarayında imanını gizleyen mü’min” kıssası da, bazı çevrelerce ikinci tür okumaya tabi tutulup mesajı ters yüz edilmiş Kur’ani anlatımlar arasında bulunmaktadır. Sahip olunacak istikameti, hidayetin yegane sahibi olan Yüce Allah’ın ölçüleriyle belirlemek üzere Kur’an’a yönelmek yerine, insan hevasının kaynaklık ettiği cahili işleyişlere dahil olarak, yol ve yöntemlerini bu işleyişler içerisinde konumlandıranlar, bu defa kalkıp Kur’an’dan girdikleri bu yanlış yola dayanaklar aramaya koyulmaktalar. Bu çerçevede, konumuz olan “Firavun’un sarayındaki mü’min” kıssası, Hz. Yusuf’un Mısır’da yönetici olması gibi örnekler, sistem içi mücadele ya da bir başka deyişle “kaleyi içten fethetme” anlayışına sahip grup ya da cemaatlerce kendileri için dayanak olarak öne sürülmektedir. Cahili sistemleri inkılaba uğratmak yerine onların işletmeciliğine aday olmaya dayalı yanlış yol ve yöntemlere tevessül edip, bu yolda batılın kavram ve sembollerine bağlılık ahidleri deklare eden, batıl güç odaklarına yaranabilmek gayesiyle inandığı doğruları eğip büken, bitmez tükenmez köprüleri geçmek adına türlü yaklaşımlar sergileyenlerce, bu yaptıklarına dayanak ve meşruiyet kaynağı olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Bu tutumda, belirttiğimiz kıssaların, baştan sona ilke merkezli bir mücadele yöntemini tembihleyen ve peygamberlerin mücadelelerini anlatarak bu Nebevi yöntemi müşahhaslaştıran Kur’an bütünlüğünden koparılarak ele alınması bir tarafa, bu kıssaların da anlam ve mesajının tersyüz edilmesi söz konusudur. Zira bu kıssalarda hangi konumda bulunulursa bulunulsun imanın gereği söz konusu olduğunda bunun eğilip bükülmeden yerine getirilmesi ve Yüce Allah’ın hükümlerine göre hareket etme konusunda bir engelin/kotanın kabul edilmemesi söz konusu edilmektedir.

Aşağıda ayrıntılarıyla ele alacağımız üzere, konumuzu teşkil eden “Firavun’un sarayında imanını gizleyen mü’min”, imanını bir süre gizlemiş fakat imanını açıkça ortaya koyması ve onun gerektirdiği tavrı takınması kaçınılmaz olan ilk anda imanının gereğini yapmıştır. İmanını eğip bükmeye, onun gereğini yerine getirmeyi ertelemeye, imanıyla mevcut konumunun ortasında bir tavır aramaya, hakla batılı uzlaştırmaya tevessül etmemiştir. Hz. Musa’yı öldürmek için kabineden karar çıkarmak isteyen Firavun’a itiraz edip, kendisinin de Hz. Musa gibi yalnızca Alemlerin Rabbi Yüce Allah’ı rabb olarak kabul ettiğini ortaya koyan bir çıkış yapmış, Firavun ve kabinesini açıkça Allah’ın dinine tabi olmaya davet etmiştir. Bunun sonucu olarak da Firavun tarafından zindana atılmıştır. Bu kıssada verilen mesaj, imanın gizlenmesi değil, imanın gerektirdiği bir tavırla sınanıldığında, ertelemeden imandan yana net tavır almaktır.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, Firavun’un sarayında imanını gizleyen mü’min kıssası, bizlere temel olarak “imanı gizlemenin” fıkhını anlatmaktadır. İman nereye kadar gizlenebilir, böyle bir tutumun meşruiyeti nereye kadardır? Bu kıssa bize temelde bunun cevabını vermektedir. Kıssanın mesajı ve sosyal ve siyasal işleyişle ilgili Müslümanlar için taşıdığı anlam bu noktada yoğunlaşmaktadır ve bu kıssa temel olarak, bir Müslümanın imanının gereğiyle sınandığında, nerede ve hangi konumda bulunursa bulunsun imanın gereğini yerine getirmekle yükümlü olduğunun mesajını taşımaktadır tüm çağlara.

Firavun sarayındaki mü’min kıssası, bunun yanı sıra takiyye anlayışına ve gizliliğe dayalı bir mücadele anlayışına da dayanak yapılmak istenmektedir. Oysa konuya “kitabına uydurmak” yerine “Kitab’a uymak” gayesiyle yaklaşıldığında, Kur’an’da söz konusu edilen bu kıssanın mesajının, kendisinden çıkarılmak istenen bu tür sonuçların tam aksini işaret ettiği görülmektedir.

Bu kıssada söz konusu edilen ve kaynaklarda, adı Harbil veya Hazkil olup, Firavun’un sarayında Hazinedar olarak görev yaptığı belirtilen “İmanını gizleyen mü’min”, en zor şartlar altında imanının gereğini yapıp zalim yönetici karşısında hakkı haykırarak bizlere örneklik teşkil etmiştir. İbnü’l Esir, El Kamil Fi’t-Tarih’te “Firavun sarayında imanını gizleyen mü’min”le ilgili şu bilgileri vermektedir:

“Harbil, Firavun hanedanından inanmış bir kişiydi ve imanını saklıyordu. Bir rivayette onun İsrailoğulları’ndan, diğer bir rivayette ise Kıptilerden olduğu söylenir…”1 Mevdudi de Tefhim’de bu konuda şu yorumu yapmaktadır:

“Öyle anlaşılıyor ki, bu mü’min şahıs, Firavun yönetiminin önemli bir kademesinde görev yapmaktaydı. Çünkü imanını açığa vurarak, Firavun’a karşı gelmesine rağmen, Firavun ona açıkça bir zarar vermeye cesaret edememiştir. İşte bundan dolayı Firavun ve etrafı, bu mü’mini öldürme planlarını gizli gizli yapıyorlardı. Fakat Allah onların planlarını boşa çıkardı.

Buradaki açıklamanın üslubundan da hadisenin Firavun ile Hz. Musa (as) arasındaki mücadelenin son döneminde vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, Firavun bu mücadelenin sonunda ümitsiz bir hale düşerek Hz. Musa’yı öldürmeye niyetlenmiştir. Ancak devlet erkanından biri kendisine karşı gelince, o, Hz. Musa’nın kendi adamlarını da etkilediğini görerek çekinmişti. İşte bu yüzden Hz. Musa’yı yakalamadan önce, kendi adamlarından Hz. Musa’ya tabi olanları tasfiye etmeye karar vermiş ve söz konusu planlarını kurarken, Hz. Musa’ya hicret emri gelmiştir. Sonuçta Firavun, Hz. Musa’yı takip için, onların peşinden giderek ordusuyla birlikte felakete gark olmuştur.”2

Kıssadan anlaşıldığına göre, Firavun sarayında görevli olan söz konusu şahıs, Hz. Musa’nın Firavun’a ve kabinesine yönelik davetine muhatap olanlardandı ve bu davete icabet ederek iman etmişti. Fakat imanını açığa vurmamış, gizlemeye karar vermişti. Ta ki, Firavun Hz. Musa’yı öldürmeye karar verdiğinde bu kararını açıklamak üzere topladığı kabine toplantısına kadar. Bu toplantıda Firavun Hz. Musa’yı öldürme yönündeki kararını açıkladığında, mü’min şahıs bu karara itirazını açık olarak dile getirmiş ve helak edilen zalimlerin akıbetini ve hesap gününü hatırlatarak Firavun ve kabinesini uyarmıştır:

“Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü’min bir adam dedi ki: ‘Siz, benim Rabbim Allah’tır diyen bir adamı mı öldürüyorsunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size va’dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez.

Ey kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa bize kim yardım edecek?’ Firavun dedi ki: ‘Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum.’

İman eden (adam) dedi ki: Ey kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum.

Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez.

Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum.” (Mümin, 40/28-32)

Görüldüğü üzere, o ana kadar belli bir süre imanını gizlemiş olan Firavun’un sarayındaki bu mü’min şahıs, imanından yana tavır alması ve imanını ortaya koyup hakkı dillendirmesi gerektiği ilk anda bunu yapmış, üstelik Firavun’un kabine toplantısı sırasında ve döneminin “süper gücü” konumundaki bu müstekbirin son derece öfkeli olduğu bir anda bu tavrı ortaya koymuştur. En zor zamanda imanını açığa vurmaktan ve Hz. Musa’yı savunmaktan geri durmamıştır.

“Mü’min şahıs, Firavun’un ve saltanatının tüm baskı ve zulmünün üzerine geleceğini bile bile, bu sözü söylemiştir. O, sadece yönetimde işgal ettiği mevkiyi değil, canını dahi kaybedeceğini bilmesine rağmen, Allah’a tevekkül ederek ve vicdanının sesine uyarak, yapması gereken görevi yerine getirmiştir.”3 “Firavun’un sarayında imanını gizleyen mü’min”, bu hayat memat anında Hz. Musa’yı savunduktan sonra, Firavun’u ve çevresini Alemlerin Rabbi Yüce Allah’a tabi olmaya davet etmiş ve “İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.” (Mümin, 40/44) sözleriyle Yüce Allah’a tevekkülünü belirtmiştir.

Firavun ise, Mümin şahsın bu açık tavır ve muhalefeti karşısında onu da cezalandırmak istemiş ve kıssada belirtildiği üzere “Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korumuştur.” (Bkz. Mümin 40/45)

Söz konusu mü’min şahsın, Firavun’un elinden kurtulduktan sonra Hz. Musa ve beraberindeki mü’minlerle birlikte Kızıldeniz’i geçip Tih Çölü’ne yerleşenler arasında bulunduğu kaynaklarda belirtilmiştir. “Kambersiz düğün olmaz!” misali bu konuda da kaynaklara bir yığın İsrailiyat kaynaklı abartılı malumat sızdırılmış, Hz. Musa’dan sonra İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerin üçüncüsünün de bu mü’min şahıs olduğu gibi akla hayale sığmayan iddialarda bulunulmuştur.

Bu genel çerçeveyi çizdikten sonra, bu kıssada sözü edilen ve kaynaklarda Firavun’un Hazine Bakanı Harbil ya da Hazkil adındaki kişi olduğu belirtilen “imanını gizleyen mü’min” konusunda şu temel hususları zikredebiliriz:

• Söz konusu kıssa, imanı gizlemenin fıkhını bildirmekte/öğretmektedir. Şayet bir kimse inanmış ve bunu bir süre açıklamamışsa, imanından yana tavır alması gerektiği zaman bu tavrı sergilemesi gerektiği mesajı verilmektedir bu kıssayla.

• Kıssada söz konusu edilen mü’min şahıs, Hz. Musa’nın Firavun’a ve kabinesine yönelik daveti esnasında iman etmiş, fakat o anda imanını açıklamayıp gizlemiştir. Bu gizleme durumu Firavun’un Hz. Musa ve iman edenlere karşı alacağı tedbirleri görüşmek üzere topladığı ilk kabine toplantısına kadar sürmüştür. İlk sınavda imanının gereğini açıkça ortaya koymuş, hakkı açıkça savunmuştur.

• Önemli bir husus da, bu mü’minin, Firavun’un sarayında iken, Hz. Musa’nın davetini işitip orada iman etmiş olmasıdır. Yani saraya imanı olduğu halde girip imanını gizlemiş değildir.

• Söz konusu mü’min kişi, bugün bazı kesimlerin bütün enerjilerini harcadıkları “kaleyi içten fethetme” gibi bir anlayışla imanını gizlemiş değildir. Ferdi bir kararla bir süre imanını açığa vurmamış, fakat açığa vurmak kaçınılmaz olduğunda da bunda tereddüt etmemiştir. Kaldı ki bugün yapılan imanı gizlemek değil, imanı batıl söylemlerle sentezlemek, hakkı batıla bulamak, imana zulüm karıştırmak, onu eğip bükmek, onu batıl ideolojilerin kavram ve tabularıyla kirletmektir.

• Bu kıssada verilen mesaj, imanı gizlemek gibi bir yola gidildiğinde, bunun nereye ve hangi hale kadar meşru olacağı, imanın nereye kadar gizlenebileceği hususudur.

• Burada söz konusu olan, imanın ferdi bir kararla ve sonu gelmez bir tutum olarak değil bir süreliğine gizlenmesidir. Burada bir cemaat tavrı söz konusu değildir. İmanın batılla bulandırılması, imana zulüm karıştırılması da söz konusu değildir. Bugün imanını dile getirip, sonra da çağdaş Firavunların sarayında imanını eğip bükenler, onu batıl ideolojilerle sentez edenler, onların kutsalları önünde eğilenlerin durumu çok farklıdır.

• Firavun’un sarayında imanını gizleyen mü’min, sorumlulukla ilk karşılaştığında, gizlediği imanının gereğini yapmış, zalime karşı koymuş, mazlumu açıkça savunmuştur. Bugün imanını gizlemediği halde zalimleri memnun etmek çabasına girişip onların zulümlerine ses çıkarmayanların, hatta zulüm düzenlerinin işletmeciliğine soyunanların yaptığı, imanı gizlemek değil imana zulüm karıştırmak ve hatta imana sadakatsizliktir.

• Bu kıssa, takiyye anlayışına asla dayanak kılınamaz. Zira burada söz konusu edilen durum ile takiyye arasında hiçbir benzerlik yoktur. Zira takiyye, bir baskı ve zorlama durumu karşısında iman sahibi olunduğunu inkar etmek, yani inandığı halde inanmadığını söylemek halidir. Burada ise böyle bir durum olmamıştır. Aksine, muhaliflerini öldürmeye yönelik kararını açıklamak için kabinesini toplayan bir müstekbirin karşısında üstelik böylesine bir an ve ortamda imanın hakikatleri dillendirilmiş, haksızlığa karşı durulmuştur.

Görüldüğü gibi bu kıssada söz konusu edilen “Firavun sarayında imanını gizleyen mü’min”, imanı ölçüsüzce gizleme gibi bir tutumun veya bazı çevrelerce dayanak yapılmaya çalışılan cahili sistem içi işleyişe katılma ve uzlaşmaya dayalı bir yöntemle “kaleyi içten fethetme” gibi bir yaklaşımın tam aksine, imanıyla sınandığı ilk anda imanının gereğini net olarak yerine getiren, zalime hak sözü onun sarayında haykıran açık ve net bir tanıklığın sahibi olmuştur. Benzer şekilde batıl sistemlerin işleyişine dahil olmaya dayalı yöntemlere dayanak olarak öne sürülen Hz. Yusuf kıssasının da bu tür bir yönteme asla dayanak olamayacağı Kur’an’ın şehadetiyle sabittir. Hz. Yusuf’la ilgili olarak Yusuf Suresi 56. ayette şu önemli bilgi verilmektedir:

“Ve böylece Yusuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.”

Dolayısıyla “Firavun’un sarayında imanını gizleyen mü’min” kıssası da, Hz. Yusuf’un kıssası da, bugün batıl sistemlerle içli dışlı olmaya dayalı, sistem içi konumlanmak adına inandığını gizlemenin de ötesinde eğip büken, batılın kavram ve sembollerini kutsamaktan geri kalmayan, sistem içi konumları muhafaza etmek adına dün söylenen doğruları bugün yalanlamaktan kaçınmayan, batılın kutsallarına tazim ve bağlılık gösterileri sunmayı reddetmeyen yöntemlere dayanak teşkil etmek bir yana, bunları tekzip eden, bunların tam da aksini bizlere öğreten metinlerdir.

Netice itibariyle şunu ifade edebiliriz ki, “Firavun’un sarayında imanını gizleyen mü’min” kıssası bizlere imanı gizlemenin meşruiyet sınırlarını bildirmekte ve hangi konumda ve nerede bulunursak bulunalım imanımızı bir tercihle karşı karşıya kaldığımızda her halükarda makam-mevkiimize, malımıza-mülkümüze, evimize-barkımıza, işimize vb. tercih etmemiz gerektiğini öğretmektedir. “Firavun’un sarayındaki mü’min”, Firavun’un sarayında iken Hz. Musa’nın davetine muhatap olup iman etmiş, imanını belli bir süre gizlemiş, fakat Firavun’un Hz. Musa’yı öldürme kararını açıkladığı kabine toplantısında “insan hakları”, “fikir özgürlüğü” gibi nötr söylemlere de tenezzül etmeden imanını açıkça beyan ederek Firavun’a karşı durmuş, Hz. Musa’nın davetini Firavun ve kabinesine karşı yinelemiştir. En zor zamanda hakkı haykırmış ve Yüce Allah’a dayanarak imanının imtihanını başarıyla vermiştir. Bunun içindir ki, Rabbimiz tarafından gelecek tüm nesillere örnek kılınmıştır.

 

Dipnotlar:

1- İbnü’l Esir, El Kamil Fi’t-Tarih, Cilt 1, sh. 176, Bahar Yay.

2- Ebu’l Al’a Mevdudi, Tefhimul Kur’an, Cilt 5, sh. 151, İnsan Yay.

3- Ebu’l Al’a Mevdudi, Tefhimul Kur’an, Cilt 5, sh. 150, İnsan Yay.