Laik-Kemalist Cephede Değişen Bir Şey Yok: Brifing, Boykot, Darbe

Kenan Alpay

Eski darbeler gizlice, toptan ve aniden yapılırdı, bu sefer ki açıkça, perakende ve taksitle yapılıyor. Bu da darbenin "postmodern" olanı herhalde1 ifadeleri, Kemalist devlet geleneğindeki başat unsur olan darbeciliğin halen yerini koruduğuna ilişkin yapılan itiraflardan sadece biridir. İtiraflardan sadece birisi olmasına rağmen 70 küsur yıllık zihniyetin değişmezliğini vurgulaması açısından kayda değer. Cuntacıların ve uzantılarının sömürgeci politikalarındaki kararlılıklarının da bir ifadesi aynı zamanda. Sömürü ve baskı temelli azınlık, hiçbir hakkı sahiplerine iade etmemekte ayak diretiyor. Son dönem gelişmelerini de bu çerçevede değerlendirebiliriz. RP'nin hükümet olma arafesinden çok öncesine dayanan pek çok zikzakları, koalisyon görüşmeleri esnasında zirveye çıkmıştı. Hükümet oluştuktan sonra Erbakan ve RP kadroları iktidarlarının süresini uzatabilmek için çokça eleştirdiği taklitçi zihniyetin ahlaki zaaflarını kuşanmakla bir beis görmedi. Ama RP tüm bu budama ve budanmalarına rağmen, laik ordu tarafından "şimdi kuşa benzedin" sözünü hak edecek bir görünüm elde edemedi. Böyle olunca da derdest edilip iktidardan uzaklaştırılmayı hak etmiş oldu.

Laik Cuntanın Değişmeyen Nakaratı: "Bir Gece Ansızın Gelebilirim"

Bu ülkede darbenin söz konusu olmadığı Allah'ın bir tek günü yoktur. Yapılacak her iş, atılacak her adım, sarf edilecek her söz mutlaka askerler gözetilerek, hatta çoğu zaman da askerin arzusuna göre şekillenmiştir.

Kemalist kimliğe ve sisteme dayanan her türlü görüş muteber olup, aksi durumdaki tüm pozisyonlar düşman kampta addedilir Atatürkçü demokraside. İster Kur'an deyin, ister sosyalizm, ister faşizm deyin, ister demokrasi, ama mutlaka bu kavramların ve modellerin içeriğini Atatürkçülük çerçevesi içerisinde tanımlamalısınız. Aksi bir durum ve davranış içerisine girmek demektir. Laik cumhuriyeti koruma ve kollama vazifesini üstlenmiş olan TSK tarafından her türlü muameleyi hak etmek demektir Her türlü muameleden kasıt, duruma göre, muhtıra veya ihtilal şeklinde anlaşılır gelenek olduğu üzere. En üst düzeyden temsilcileri dahi sıkıştıklarında sistemin kokuşmuşluğundan, devletin çivisinin çıktığından dem vururlar vurmasına da, bu kokuşmuş, bulaşmış rejimlerini de silahla ve yalanla ayakla tutmakta ısrarcıdırlar. Herhangi bir siyasal oluşumun hak, hukuk, adalet vb. gibi talepleri "tehdit" değerlendirmesi bağlamında ele alınarak darbe için kamuoyunda ortam oluşturmanın altyapısı için yeterli olmaktadır çoğu zaman. Darbeye uygun ortamı hazırlamak yetmiş yıllık bir birikime, bir tecrübeye dayandığı için sanıldığı kadar da zor olmuyor. Egemenler yıllar yılı madden ve manen yoksullaştırdıkları kitleleri hem darbeyle mağdur ediyorlar, hem de cunta iktidarını alkışa zorluyorlar. Bu durumda "bünyemize göre demokrasi"2 şeklinde vasfediliyorlar rahatlıkla. Bu halde Atatürkçü demokraside darbe olması değil, bizatihi olmaması marazi bir işaret sayılır. Bazı bünyeler ter, bazıları da kan yaparken Kemalist demokratik bünye mutad aralıklarla darbe yaparak formunu koruyor.

Durumdan Vazife Çıkarmak Ya da Kapıkulu Aydın Zihniyet

Devleti oluşturan Kemalist zihniyet, egemenliğini siyasal alanla sınırlamak istemiyor Bireyi ve toplumu tümden kuşatarak dinini, dilini, kültürünü, etnik kökenini ve benzer alanları da kuşatarak tek tip vatandaş, tek tip toplum yapısı oluşturmakta inat ediyor.

28 Şubat tarihli MGK toplantısının ardından acilen yerine getirilmesi istenen 18 maddelik kararlar listesi de bu faşist zihniyetin aynı yöndeki inanç ve tavrını gösterir. Bu faşist dayatmalar karşısında oluşan rahatsızlığın yol açtığı kımıldanışlara "MGK kararlarından taviz verilemez"3 diyerek efelenmeye kalkıyorlar. Tüm halk, insanlığından, müslümanlığından, hakkından, hukukundan vazgeçebilmelidir. Tavizler vermelidir. Ama MGK kararlarının değil bir hükmü, bir harfi değiştirilemiyor, değiştirilmesi teklif dahi edilemiyor. Allah'ın insanlara bahşettiği tüm haklar egemenlerce gasbedilmek isteniyor. Değişmez devlet ve aydın geleneği olarak silahlı dayatmaları ve baskıları demokratik ve insancıl çerçevede izah etmek vazifesi de kapıkulu aydınlara düşüyor.

Haydi Çocuklar İzci Kampına

Milli Eğitim Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı'nın "tavsiyesi" üzerine izcilik faaliyetlerine hız verdi. Amaç, öğrencilerin Kur'an kurslarının etkisinden kurtarılması. Kemalist devlet, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak yetiştirilmesi planlanan bu küçük çocuklarla, Malazgirt'ten İzmir'e üç bin kişilik bir gösteri yapmayı düşünüyor.4 İnsan hayalının en ufak bir alanında bir anlık dahi boşluk bırakmamakta kararlı olan laik egemenler, zor ve zorbalıkla ilahlarına tapacak kullar arıyorlar; küçük-büyük, kadın-erkek hiçbir kimsenin Kur'an'a ilgi göstermesine, Kur'an'a tâbi olma çabasına tahammül edemiyorlar. Kafirler hiçbir şartta kendi ilahlarına tapmayacağımızı anlamamakta diretiyorlar Milli Eğitimin ders müfredatı olarak yalana ve aldatmaya dayalı zorunlu eğitimi yetersiz kalmış yer yer geri tepmiştir. Bu yüzden -tüm eksik ve zaaflarına rağmen- yaz Kur'an kurslarından Allah'a itaat eden müslüman çocuklar yetişmesin diyerek izci kamplarını laik devlete kul olacak yavru bozkurt yetiştirme çiftlikleri şeklinde tanzim etmeye çalışıyor. Egemenler, tüm hesaplarını ağırlıkla kadınlar ve çocuklar üzerinde yapıyorlar

Genelkurmay Sosyal Eşitlikten Yana: Herkese Tele-Brifing

Genelkurmay Başkanlığı'nın başlattığı ve kamuoyu nezdinde güçlenen radikal İslam ve taraftarlarına ilişkin darbe öncesi muhtıra niteliği taşıyan brifinglerine modern ve sosyal bir içerik kazandırıyor. Çok hassas bir yapıya sahip olan Genelkurmay, vermiş olduğu brifinglere sınırlı imkanlar dolayısıyla davet edemediği basın, dernek, vakıf, sendika, sanayici vb. gibi toplumun değişik kesimlerinden yükselen "Biz de brifing isteriz" ricalarını kıramayınca hızla çareler üretmeye koyuldu. Disiplinli ve zeki kurmaylar doğal olarak çare üretmekte gecikmediler: "İrticai faaliyetler konulu brifingi video kaset ve kitapçık haline getirerek tüm Türkiye'ye dağıtmak5. TRT'ye özel olarak hazırlattırılan kaset TRT'den de yayınlanacak. Komutanlar, radikal İslam'ın ulaştığı tehlikeli boyuta dikkat çekmek ve uyarmak amacıyla tüm devlet kuruluşlarına, valiliklere ve belediyelere de kaset ve kitaplar göndererek "ebedi" başkomutanlarının buyruğuna uyuyorlar. "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve o satıh bütün vatandır". Yani çizgi savunması, alan savunmasına dönüştü. Bu alan savunması ticaretten siyasete, hukuktan eğitime, tüm alanlarda "topyekün savaş"a dönüşmüş durumda

Atatürk'e Bağlıyım İlanı Ver Kendini Aklayıp üsteden Çık

Siyasal İslam'ı savunan kesimlerin faaliyetleri konusunda bir "izleme komisyonu" oluşturan Genelkurmay Başkanlığı, bu kesimlerle mücadele konusunda yoğun bir çalışma başlatmıştı. Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tüm birliklere gönderdiği "gizli" emirle, siyasal İslamcı faaliyetlerin "bazı maksatlı ticari kuruluşlarca finanse edildiğini" bildirerek, TSK personelinin bu kuruluşlardan alışveriş yapmamasını ve bu kuruluşların ihalelere sokulmamasını istemişti.6 Genelkurmayın ticari kuruluşlardan bir kısmına karşı "boykot/ambargo" çağrısı yapması "sermayenin dinlisi-dinsizi olur mu?" tartışmalarını gün yüzüne çıkardı. Tartışmalar yoğunluk kazanırken ambargo listesinde adı geçen kuruluşlar özür diler mahiyette medyaya verdikleri ilanlarla durumu kurtarmaya çalıştılar. Ambargo listesine oldukça ilginç isimler de girmişti. İhlas'tan sonra Ülker, bunun en ilginç örneğiydi. 1996 yılının Mehmetçik Vakfı'na bağış şampiyonu olmayı 20 milyar rakamıyla hakeden Ülker de ambargo kararı sonrası ilanlarla vatana-millete-devlete hayırlı katkılarını hatırlattı. Ama bu yeterli değildi komutanlar için. Komutanlar "Atatürk'e bağlıyım ilanı ver, listeden çık"7 diyerek ambargo listesinde adı bulunan firmalara Beğendik Mağazalarını örnek gösterdiler. Kara listeden çıkmanın sürecini takdir eden komutanlar, başta Kombassan ve Yimpaş olmak üzere takip etmeleri gereken usule ilişkin bilgi vererek bir jest yaptılar: "Atatürk'e ve Cumhuriyet'e karşı olmadığını kamuoyuna açıkla. Biz irticaya destek verdiğini söylüyoruz, sen kabul etmiyorsun. Kendine güveniyorsan, gel bize ispat et". Komutanlar açıkça kendi ilahlarına övgü istiyorlar. Ambargo listesine dahil edilenleri hem tokatlıyor, hem de özür dileltiriyorlar. Bu durum, sadece ticari firmalardan talep edilmiyor şüphesiz. Egemen sınıflan en üst düzeyde temsil eden komutanlar, insanların en doğal haklarını hem gaspediyorlar, hem de şükretmeye zorluyorlar. Bizim öğretimizde ise, asıl itibariyle "Haksızlık karşısında eğilen, hem hakkını, hem de şerefini kaybeder". "Zalimlere ne itaat olunur, ne de meyledilir". Aksini düşünmek, kendi kendini imha etmektir.

Dipnotlar

1- Türker Alkan: 13.6.1997, Radikal

2- Kürşat Başar; 12.6.1997, Yeni Yüzyıl

3- 22 Haziran 1997, Sabah

4- 16 Haziran 1997, Yeni Yüzyıl

5- 13 Haziran 1997, Sabah

6- 6 Haziran 1997, Milliyet

7- 22 Haziran 1997. Yeni Yüzyıl