Kürt Sorununun Çözümünde İslami STK’lar

Hatip Erdoğmuş

Giriş

Mezopotamya’nın en eski yerleşik kavimlerinden biri olan Kürtler, Mezopotamya medeniyetinin inşasında çoğu zaman edilgen olsalar da zaman zaman tarih sahnesine çıkarak etkin roller oynamışlardır. Müslüman olduktan sonra tarihî birçok olayın akışı ve değişiminde öncü ve etkin olmuşlardır. Haçlılara karşı savaş ve Kudüs’ün kurtarılması, örneklerden sadece biridir. Osmanlı egemenliğine kendi rızalarıyla girdikten sonra yine etkin rollerini sürdürmüşlerdir (Erdoğmuş, 2008: 22).

1980’lerin başlarında Türkiye’de, Kürt sorunu bir yana, Kürtlerin varlığı bile kesinlikle inkâr ediliyordu. 80’lerin sonlarına doğru ise Kürt meselesi en hararetli tartışılan politik konu haline gelmişti (Bruinessen, 2013:77). Siyasi ve kültürel birçok haktan mahrum bırakılan, baskıya, göçe, asimilasyona maruz kalan Kürtlerin bir dönem varlıkları dahi sorgulanmış ve Kürtler varlıklarını ispatlamaya çalışmışlardır. Şu an gelinen noktaya bakıldığında “varlığını ispatlama” döneminden “eşit olma” dönemine geçtiklerini söyleyebiliriz. Diasporadaki Kürtleri saymazsak coğrafi olarak şu anda dört ülkenin sınırlarında yaşayan Kürtler, bu dört ülkede birçok sıkıntı yaşamış ve hâlâ yaşamaktadır. Türkiye tarihinin son 30 yılına bakıldığında Türkiye’nin hem iç hem dış politikaları Kürt sorunu tarafından teslim alınmıştır. Aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme sürecini de yavaşlatmıştır. Çatışmalar, savunma harcamalarının eğitim ve sağlık harcamalarının çok ötesinde artmasına neden olmuştur (Yavuz, 2011: 206).

Dindar Kürtler siyasal anlamda genelde Milli Nizam, Milli Selamet, Refah Partisi çizgisine daha yakın durdular. Bu partilerin genel başkanlığını yapan ve İslami kimliğiyle öne çıkan Necmettin Erbakan’ı kendilerine daha yakın gördüler. Refah Partisi teorik olarak Kürt kimliği üzerindeki sınırlandırmaları gevşetmeye daha açıktı, zira etnik bağlardansa İslam’a olan dinsel bağlar daha önemliydi. Üstelik onlar da Kürtler gibi laiklik temelli Kemalist devletin türlü veçhelerine eleştirel yaklaşıyorlardı. Fakat Erbakan, bir İslamcı olmasından dolayı diğer siyasetçilerden daha da kısıtlı durumdaydı. Güçlü güvenlik organını kızdıracak bir şey yapma riskini göze alamazdı; üstelik söz konusu kuruluş zaten, Erbakan’ın laik devleti zayıflatmaya çalışacağından şüpheleniyordu (Marcus, 2010: 338).

Türkiye’de yaşayan Kürtler özellikle AK Parti hükümetiyle birlikte geçmişle mukayese edilemeyecek kadar önemli kazanımlara sahip oldular. Sivil inisiyatiflerin katkılarıyla daha özgür zeminler oluştu, daha cesur söylemler ve talepler dillendirilmeye başlandı. Bunlar yetersiz olmakla birlikte aynı zamanda da önemli kazanımlardı. Aslında Türkiye geç de olsa kendi gerçekliğiyle, Kürt realitesiyle de yüzleşmeye başladı. Her kesim, bu sorunun çözülmesi gerektiği fikrini daha net bir şekilde ifade etmeye başladı. Geniş halk kitleleri tarafından desteklenen, kanın akmaması temeline dayalı çabaların oluştuğu ve bu çabaların daha da güçlendiği bir sürece girildi.

1- İslami Kesim1 ve Geç Kalmışlık Eleştirisi

Türkiye’de İslamcı entelektüellerin -ve hakeza solcu entelektüellerin- kendi tarihlerini ve pratiklerini sorguladıkları noktaların başında Kürt sorununun ve bu sorun karşısında sergiledikleri tavırların gelmesi manidardır. Kürt sorunuyla, “yükselişleri döneminde” karşı karşıya gelen İslamcılar bu sorunu rüştlerini ispatlayacakları bir olay olarak değerlendirdiler (Şengül, 2005: 6, 529). Ancak ilgilerine rağmen İslamcıların Kürt sorunuyla kurmaya çalıştıkları irtibat düzeyi hep eleştirilegelmiştir. Eleştiriler daha çok PKK sonrası süreç için yoğunlaşmaktadır. Çünkü bu süreçte Kürt sorununa gösterilen ilgide İslami kesimle sosyalist ulusalcı kesimin arasındaki makas, PKK özelinde açılmaya başladı. Diğer yandan Kürt sorunu elli yıl sonra ilk defa 1940 öncesi kanlı sürece dönerek daha fazla şahitliği gerektirecek bir noktaya ulaştı. 1980 öncesi süreçte diğer ideolojik grupların da Kürt sorunuyla ilgisi İslami kesimin ilgisi gibidir (Yılmaz, 2011: 45). Bu sorunu dile getiren İslamcılar; olaya farklı yaklaştıklarını, bir solcu gibi olaylara bakamayacaklarını birkaç sebeple açıklayarak soruna yaklaştılar. İslamcılara göre Kürt sorunundan asıl olarak anlaşılması gereken şey eskiden İslam dünyasına ait olan Müslüman bir halkın şu anda milliyetçiliğin pençesine düşmek üzere olmasıdır. Zaten Müslüman Türklerin Kürt sorununa ilgi gösterememelerinin başlıca nedeni de Kürt hareketinin milliyetçi karakteri ve bunun ümmet bilincine sahip olan Müslümanlarda yarattığı antipatidir. Sorun Kürtlük, Türklük temelinde değil İslam kardeşliği temelinde ele alınmalıdır (Şengül, 2005: 6, 529). Türkiye’de yaşayan İslami kesim bu yaklaşımlarına rağmen, özellikle Kürt ulusal hareketi ve kimi sol gruplar tarafından soruna kayıtsız kalmakla suçlandı. Türkiyeli Müslümanlar henüz emekleme aşamasında iken bile sağcı, ulusalcı yönelimlerden kendilerini arındırma çabası içerisinde olmuşlardır. Bundan 24 yıl önceki tartışmalarda da Müslümanların geç kaldığı eleştirileri yapılıyordu. Aslında İslami kesim, o dönem çok güçsüzdü ve devletin baskısı da enselerindeydi. Dindarlar, toplumun gündemini oluşturma gücüne sahip değillerdi. O nedenle verili gündemler üzerinden toplumsal bilinci artırma ve tabanlarını güçlendirme eğilimi içindeydiler. Aradan geçen bunca zaman içerisinde bazı İslami kesimlerin sorunla ilgili yaptıkları sempozyumlar, basın açıklamaları, hazırladıkları raporlar, yaptıkları çalıştaylar ve eylemler adeta görmezden gelinmiştir. Bugün Kürt ulusal hareketinin yanında; İslamcı çizgiden gelip daha sonra Kürt milliyetçiliğinden etkilenen kimi eski “İslamcı”lar İslami kesimin bu soruna kayıtsız kaldığını iddia ederek daha ağır eleştiriler getirmişlerdir.2 Bunu dile getirenlerin eski İslamcılar olması da ilginçtir eğer bir geç kalmışlık varsa bunda kendilerinin de payı olduğu göz ardı edilmemeli.

“Geç kalmışlık” ya da “ilgisiz kalmak” söylemi özellikle PKK hareketinin eylemlerinin başlangıç yıllarından beri sürekli olarak dillendiriliyordu. Bu söylemle aslında Kürt solu ve siyasal hareketi; İslami kesimi bu alanın dışına itmeyi, ulusal-sol bir çizgide, kendi arzuladıkları görüş doğrultusunda soruna yaklaşılmasını istiyordu. Vahiy merkezli bir hayatın inşasına soyunan Müslümanlar, güçleri nispetinde egemen sistemin zulümlerini, var olduğu andan itibaren kendi iç ilişkilerinde ifşa etmiş ve kendi kadrolarını ulusçuluk illetinden uzak kılmaya çalışmışlardır. Eksikliklerin Müslümanların gücü ve kapsam alanı ile ilgili olduğu gözden ırak tutulmamalıdır. İslami oluşumları halkların özgürlüğü talebinde, egemen sistem ile bir tutmak, PKK’nın İslami kesime yönelik bilinçli manipülasyonuna dayanan siyasal, pragmatist bir tavırdır ve gerçeklikten uzaktır. Müslümanlar tüm ulusal hareketlere mesafeli durmaktadır. Bu mesafeli duruş, yaşanan tüm zulümlere sessiz kalalım demek değildir. Müslümanlar, özellikle halkların özgürlük talebinin İslami çerçevede olmasına dikkat etmektedirler. Türkiye’de yaşayan Müslümanlar, bazı haksız eleştirilere karşı haklı olarak on yıllarca Kemalist vesayet altında ezildiklerini, sürgün edildiklerini, hapsedildiklerini, temel haklarından mahrum bırakıldıklarını dolayısıyla kendileri dahi inançlarını yaşayamadıkları bir ülkede yaşadıklarını dile getirdiler.

Batıda yaşayan kimi muhafazakâr Türk milliyetçiler, Kürtlerin hak arama talebine karşı önemli ama içi doldurulamayan bir söylem geliştirdi: Kardeşlik. Eşitlik ilkesini çağrıştıran ve İslami referanslı bu söylem Müslüman olan Kürtlerin asla hayır diyemeyeceği ve istediği bir söylemdi. Fakat sonuca bakıldığında, pratikte bu kardeş tanımlamalarının çoğunda eşitlikten uzak, Kürtlere küçük kardeş ya da üvey kardeş rolü verilmekteydi. Bu söylemleri dillendirenler çoğu zaman karşıdaki Kürt Müslümanlara; Kürt siyasal hareketinin sol bir yapı olduğunu, Marksist bir yönetimi hedeflediğini söylediler. Aslında bölgede yaşayan İslamcı Kürtler de bu siyasi yapının böyle bir amacı olduğunu biliyordu ve hiçbir zaman onları kendilerinden görmediler zaten. İslami kesimin de yakından tanıdığı ve şu an HDP’de milletvekili olan Altan Tan da Kürt siyasal örgütlerin sol menşeli olduklarını ve Kürtlerin dinine karşı mücadele ettiklerini söylüyordu. Kürt kimliğinin mücadelesini veren laik/laikçi-sol/Marksist Kürt siyasal örgütleri, bir yandan Kürtler için mücadele ederlerken; öte yandan da Kürtlerin dinine savaş açtılar (Tan, 2016: 132).

Şunu da vurgulamakta fayda var: Aslında İslami/İslamcı ya da Müslümanlar olarak ifade edilen bölgedeki birçok yapının dünyada yaşanan bazı gelişmelere bağlı olarak kendi içinde farklılaştıklarını göz ardı etmemeliyiz. Bundan dolayı, herhangi bir toplumsal sorun karşısında ortak, tek bir görüntü veren İslami kesimden söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla, İslami kesimlerin Kürt sorununa yaklaşımı değerlendirilirken genellemelerde bulunmak, kendi içinde eksiklikler, yanlışlıklar barındıracaktır. Murat Koç'un, 2010 yılında Diyarbakır'da Özgür-Der tarafından organize edilen ve farklı kesimden birçok Müslümanın katıldığı Kürt Sorunu Forumu'yla ilgili değerlendirmeleri önemlidir: “Kürt sorununa yaklaşım noktasında İslami kesimde ortaklaşmış bir tavrın olmadığı ve bariz bir kafa karışıklığının temayüz ettiği bir kez daha görülmüştür. Bu kafa karışıklığının arkasında yatan saiklerin başında konuşmacıların bağlı bulundukları cemaat-yapı söyleminin sınırlarını zorlamak istemeyişleri gelmektedir. Konuşmacıların tümü, ait oldukları çevrenin total yaklaşımının dışına çıkmadıkları gibi, maslahat hesabıyla birçok konuya bilerek değinmekten imtina ettiler. Konuşurken daha ziyade çevrelerinin genel yaklaşımlarını ifade etmek için çaba sarf eden mübelliğlerin çoğunun, mensubiyet duydukları kurgusal mantığı aşamadığı görüldü. ” (Koç, 2015: 12)

2- İslami Kesim ve Kürt Sorunu

Müslümanlar, çeşitli nedenlerden dolayı Kürt sorunuyla geç tanışmışlardır. Bu da muhtelif eleştirilere neden olmaktadır. Ancak burada “geç tanışma” ifadesine biraz rezerv koymak ve bu duruma yol açan saiklere göz atmak gerekir. Müslümanlar ve Kürt sorununa yaklaşımları arasındaki ilişki çok yönlü izaha muhtaçtır. Çünkü Kürt sorununun ilk dönemlerinde sorunun birinci dereceden şahitliğini yapanlar ve bedelini ödeyenler Müslümanlar olmuştur. Her ne kadar Kürt ulusalcılar dinî kimliğinden rahatsız olsa da ve kimileri onu bir Kürt ulusalcısı ilan etse de Şeyh Said ve arkadaşları bunun en bariz örneğidir (Yılmaz, 2011: 45).

Türkiye’deki İslami hareketin filizlenip serpilmeye başladığı 1960’lı ve 1970’li yıllarda, bu harekete mensup olanlar ümmet olabilmeyi merkezlerine alıp bunun dışında kalan kavmî aidiyetlere uzak, ilgisiz durdular. Kürtlerin yaşadıkları sorunlara karşı ilgisizlik hali sadece İslami kesimlere özgü değildir. Bu dönemdeki sosyalist sol ile sosyal demokrat sola mensup olan bazı çevreler dışındaki Türkiye toplumunun hemen hemen tamamına hâkim olan bir algılama ve davranış biçimidir bu. Hiç şüphesiz bu yaygın algılama ve davranış biçiminde, devletin, Cumhuriyetin kuruluşundan beri izlemiş olduğu sistematik inkârcı ve baskıcı politikaları ile bu sorunla ilgilenmenin yarattığı ağır faturalar belirleyici olmuştur. Kürt sorununun bir daha kalkmamak üzere Türkiye gündemine oturmaya başladığı 1980’li yılların sonları ile 1990’lı yılların başlarına kadar, soruna yönelik İslami kesimin duruşunda önemli bir değişiklik yaşanmamıştır. Bu camianın bir kısmında suskunluk ve kayıtsızlık hali, diğer bir kısmında resmî söylemle paralellik arz eden bir duruş, bir başka kesiminde ise “ümmet” kavramı ekseninde geliştirilen bir yaklaşım tarzı hâkim olmuştur (Erdem, 2008: 84). Bu durumun şüphesiz önemli sebepleri vardır. Ancak sebeplerin başında İslami kesimin de mevcut yönetimler tarafından baskıya uğradığı, derdest edildiği, kendi inançlarını yaşamakta birçok sıkıntıyla karşılaştığını göz ardı etmemek gerekir. Hâlâ 28 Şubat mağduru olup hapishanelerde yatan İslami kesimden birçok insanın oluşu bunun bir göstergesidir.

Tüm olumsuzluklara rağmen İslami kesimin Kürt sorunuyla ilgili çalışmalarına 1990’lı yıllardan itibaren rastlamak mümkün. İslami kesimin örgütlü ve STK düzeyinde sorunla ilgili ilk çalışmalarına 1992’deki Mazlum-Der’in “Kürt Sorunu Forumu” ile başladığını görmekteyiz. Bu çalışmadan sonra başta Özgür-Der/Haksöz, Nûbihar/Med-Zehra, İHH olmak üzere birçok STK3 sorunun çözümü için sempozyum, panel, forum, çalıştay ve raporlarla önerilerde bulunmuştur.

1.1 Mazlum-Der ve Kürt Sorunu

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlum-Der), 28 Ocak 1991 tarihinde kuruldu. Şu an birçoğu farklı yapıların içinde bulunan Mehmet Pamak, İhsan Arslan, Yılmaz Ensaroğlu, Ayhan Bilgen, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ahmet F. Ünsal 1991’den bugüne derneğin dikkat çeken yöneticileri... İslami cenahın insan hakları kuruluşu olan Mazlum-Der, kurulduğu 1991 yılından itibaren “kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana” sloganından hareketle herhangi bir ayrım yapmaksızın hak ihlaline uğrayan bütün kişi ve grupların ve bu arada Kürtlerin insan hakları sorunlarıyla da ilgilenmiştir. Bölgede yaşanan hak ihlalleri karşısında onurlu bir duruş sergilenmiş; hak ihlalleri bizzat yerinde araştırılmış, hazırlanan raporlarla ve basın bildirileriyle kamuoyu aydınlatılmaya çalışılmıştır.

İslami kesimin Kürt sorununa yaklaşımındaki en büyük kırılma ve söylem, İslami bir birikimin sonucunda oluşan Mazlum-Der’in Kürt sorunuyla ilgili 28-29 Kasım 1992 tarihinde Ankara’da düzenlediği “Kürt Sorunu Forumu”yla ortaya çıkmıştır. İslami camianın önemli bir kısmının temsilcisi konumundaki gazeteci, yazar, siyasetçi, sivil toplum mensubu ve kanaat önderinin katıldığı bu forumda, ilk kez Kürt sorunu farklı boyutlarıyla birlikte ele alınmış ve çeşitli tezler ileri sürülmüştür. Bu tezlerden birinde Kürt sorunu, “yeni dünya düzeninin Ortadoğu bölgesindeki yansımasının bir sonucu” olarak değerlendirilmiş; Türkiye, İran ve Irak’ta yaşayan Kürtlerin tahrik edilmesi suretiyle bu devletlerin parçalanmak istendiği görüşü savunulmuştur. Buna göre, sorunun kaynağı, dışarıdan yapılan bir müdahaleye bağlanmış, asıl hedefin bu üç devlet olduğu ve Kürtlerin bir sopa olarak bu devletleri terbiye etmek için kullanılmaya çalışıldığı sonucuna varılmış. Toplum, kendi sınırları dışından kendileriyle ilgili bir müdahalenin olması durumunda her zaman buna karşı korunma refleksine geçer ve kenetlenerek buna karşı mücadele eder. Tezlerden bir başkasında, Kürt sorununun değil, PKK sorununun var olduğu, bu sorunun ise İslam’dan uzaklaşmanın sonucu olarak ortaya çıktığı ileri sürülmüştür. Bu tez, daha sonraki süreçte birçok kişi tarafından savunuldu. Özellikle çözüm süreci zamanında İslami kesim tarafından akil insanlara verilen raporların birçoğunda bu durum vurgulandı. Kürt sorunu ayrı bir konu ve bundan dolayı Kürtlerin oluşturduğu tüm yapılar muhatap alınmalı şeklinde vurgular çok yapıldı. Forumda savunulan görüşlerden birinde ise Kürt sorununun laik-Kemalist rejimin yarattığı tali bir sorun olduğu, ana sorun olan rejim sorunu çözülmeden tali sorun olan Kürt sorununun çözülemeyeceği belirtilmiştir.

“Kürt Sorunu Formu”nda ileri sürülen ve İslami hareket açısından yeni olan tez, Kürt sorununun eşitlik ve kardeşlik ilkeleri doğrultusunda çözümünü öngören yaklaşım tarzı olmuştur. İslami camianın farklı yapılarından geniş bir katılımın olduğu, birçok yapının temsilcisi konumundaki gazeteci, başkan, yazar, siyasetçi, STK mensubu ve kanaat önderinin katıldığı bu forumda, ilk kez Kürt sorunu farklı boyutlarıyla birlikte ele alınmış ve çeşitli tezler ileri sürülmüştür (Erdem, 2008: 85). İslamcı aydınların konuyla ilgili görüşlerini ilk defa bu kadar net şekilde ortaya koyması, Kürt sorununun solun tekelinde olmadığını, Müslümanların da en az onlar kadar -hatta daha fazla- konuya vakıf ve duyarlı olduklarını da ortaya koymuştur (Hatipoğlu, 2015: 395).

Mazlum-Der’in organizasyonu ile 17-18 Kasım 2012 tarihlerinde, İslami camianın farklı kesimlerinden temsilcilerin katılımıyla İznik’te “II. Kürt Forumu” gerçekleştirildi. Birinci forumda olduğu gibi 20 yıl sonra yapılan ikinci foruma da akademi, siyaset, sivil toplum kuruluşları ve medyadan çok sayıda konuşmacı ve hemen her kesimden izleyici katıldı. Forumun sonunda da 13 maddelik bir sonuç bildirgesi yayınlanmıştır. Forumda genel olarak: Anadilde eğitim, temsilde adalet, eşitlik, yer isimlerinin iade edilmesi, yönetimde âdem-i merkeziyet, devletin tüm yapısında yer alan etnik çağrışım yapan vurgulamalar, sorunun travmatik etkilere neden olan boyutu ve Kürt meselesinin ulusal sınırları aşan bir Kürdistan meselesi olduğu konuları üzerinde duruldu ve sonuç bildirgesinde de bu hususlar belirtildi. Demokratik Açılımın başladığı süreçten sonra ve Çözüm Sürecinin başladığı yıla denk gelen ikinci forumda konuşmacıların, bu süreçlerin verdiği rahatlıkla, daha uç konuları, daha rahat bir üslupla dile getirmeleri dikkat çekici olmuştur.

Bugün Mazlum-Der’in İslami söylemden uzaklaşıp Kürt milliyetçiliğinden etkilendiğini iddia eden ve eskiden derneğin kuruluşunda yer alan birçok isim dernekle bağını koparmış durumda. Konuyla ilgili olarak Mazlum-Der GYK Üyesi Adem Çaylak; muhalif sivil söylemle hareket eden Mazlum-Der’in kuruluşundan itibaren ve 2000’den sonra daha yüksek sesle, özellikle İslam kardeşliğinin en önemli unsurları olan adalet ve eşitlik duygusu adına ciddi mağduriyetler ve travmaların yaşandığı Kürt sorununu dile getirmesinin bazı çevrelerce dernek hakkında kasıtlı veya kasıtsız, olumsuz algıya sebebiyet verdiğini hatta Türk ve Kürt İslamcıların Mazlum-Der üzerinden oluşturulmak istenen bir tartışmayla Kürt meselesinde karşı karşıya getirilmek istendiğini ve dolayısıyla ithamların doğru olmadığını ifade etmektedir (Hatipoğlu, 2015: 393). Ancak Mazlum-Der'in geldiği son nokta da önemli. Derneğin genel başkanlığını yapmış olan Ayhan Bilgen, Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Ahmet Faruk Ünsal'ın geldiği son nokta da önemli. Ayhan Bilgen ve Ömer Faruk Gergerlioğlu HDP'de siyasete başlarken Ahmet Faruk Ünsal'ın son söylemleri birçok kişi tarafından eleştirilmektedir. Bütün bu tartışmalar sonrasında mahkeme kararıyla genel kurula giden derneğin on altı şubesi kapatıldı, genel merkez Ankara'dan İstanbul'a alındı ve Ramazan Beyhan yeni genel başkan seçildi.

1.2 Özgür-Der ve Kürt Sorunu

1991 yılından bugüne aylık olarak çıkmakta olan Kur’an merkezli İslami bir dergi olan Haksöz dergisi Nisan 1992 tarihli 12. sayısında “Kürt Sorunu” dosyasını işledi. Bu çalışma İslami kesim tarafından yapılan ilk ciddi çalışma olması hasebiyle önemliydi. Dergi daha sonraki yıllarda da bu sorunu sürekli gündemine aldı. Özellikle Türk kökenli Müslümanların Kürt sorununu dillendirmeleri ayrıca anlamlıydı.

Haksöz dergisi çevresi tarafından 28 Şubat sürecindeki başörtüsü mağduriyetini dile getirmek ve yasağa karşı direnişi örgütlemek, alternatif eğitim çalışmaları yapmak için 1999 yılında Özgür-Der (Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği) kuruldu. Dernek, resmî sitesinde konuya bakışını şöyle açıklamakta: “Türkiye'nin -ve tüm Ortadoğu'nun- yüzyıldır temel gündem maddelerinden biri olan Kürt sorunu resmî ideolojik dayatmalar, ondan beslenen milliyetçi fanatizm ve inkârcı politikalarla yaşadığımız ülkenin yakıcı bir gerçeği haline gelmiştir. Sorun propaganda edildiği şekliyle bir asayiş meselesine ya da egemenlerin söylemiyle 'terör sorunu'na indirgenemez. Kürt sorunu en temelde laik-ulusalcı sistem sorunudur. Kalıcı çözüm ancak İslam'ın kardeşlik ve adalet anlayışının siyasi yapıdan sosyal ilişkilere kadar her düzeyde yaygınlaşması ve bilince dönüşmesiyle gerçekleşebilir.” (Özgür-Der, 2017)

Bugün güçlü İslami yapılardan biri olan Özgür-Der/Haksöz çevresi bu sorunu gündemine alan en önemli yapıların başında gelmektedir. Hem batıda hem de doğuda şubeleri ve ciddi destekçisi bulunan Özgür-Der’in sorunla ilgili düzenlediği sempozyumlar, seminerler, hak ihlallerinin, adaletsizliğin dile getirildiği basın açıklamaları dikkat çekmiştir. Özgür-Der’in 28 Ocak 2006 Cumartesi günü Bayrampaşa Kültür Merkezinde gerçekleştirdiği "Kürt Sorunu ve Müslümanlar" konulu forum yoğun ilgi ve katılımla gerçekleşti. Foruma Mehmet Göktaş, Bülent Yıldırım, Burhan Kavuncu, Sıddık Şeyhanzade, Süleyman Kurşun, Abdurrahman Dilipak, Abdurrahman Arslan, Mustafa İslamoğlu, Ramazan Kayan, Kazım Sağlam, Hamza Türkmen, Ali Kaçar gibi farklı kesimlerden geniş bir katılım oldu. Forumda şu hususlar vurgulandı: “Kürt halkı, Türkler ve bu ülkede yaşayan diğer tüm halklar gibi bu ülkenin asli sahibi ve Türk halkının sahip olduğu tüm haklara sahip eşit ortağıdır. Bu net bir şekilde ilan edilerek anayasal düzeyde kayıt altına alınmalı, hayata aktarılmalı ve tüm hakların kullanılmasının ortamı sağlanmalıdır. Ayrıca geçmişteki bütün maddi ve manevi zulümlerin telafisi sağlanmalıdır. Müslümanlar her türlü zulme olduğu gibi Kürt halkına yapılan haksızlık ve zulümlere de karşı çıkarak, mazlumun hakkını, zulmün müsebbibi egemen TC devletinden talep etmelidirler. Müslümanlar inançları gereği ulus-devlet formunu doğru bulmamakla beraber, TC ulus devletinin bütünlüğünün bekçileri de değildirler. Müslümanlar ancak inançları gereği mazlum Kürt halkının tüm haklarına kavuşmasının savunucusu olmalıdırlar.” (www.haksozhaber.net, 2015)

Gerekçesi ve resmî duyurusu geniş bir metinle ilan edilen “Kürt Sorunu ve Müslümanlar” forumunda, "Dünden Bugüne Kürt Sorunu", "Kimlik Tartışmaları ve Kürt Sorunu", "Bugünden Yarına Kürt Sorunu" başlıklı üç ayrı oturumda 25 tebliğ sunuldu. İslami perspektiften birçok değerli tespit, yorum ve önerinin sunulduğu tebliğlerde çeşitli kesimlerce haksız bir biçimde itham edilen Müslümanların etnik, tarihî ve siyasi boyutları iç içe geçen ve yüz yılı aşkın bir zaman zarfında ümmeti huzursuz eden bu mevzuya uzak olmadıklarını ve kayda değer değerlendirmeler ortaya koyduklarını görmek mümkündür (Hatipoğlu, 2015: 402). Demokratik Açılımdan, Çözüm Sürecinden önce bu mevzuların cesur bir şekilde tartışılması, konuşulması demokratikleşmeye doğru bir sürece evrilen Türkiye için önemli bir adımdı. Özellikle bölgede, Diyarbakır’da, daha güçlü ve organizeli bir yapıya sahip olan dernek burada yaptığı seminer ve konferanslarla sorunu sürekli gündemde tutmaya çalışmıştır. Bu durum, daha sonra, bölgede bu konuda bir ilk olan geniş katılımlı bir forumun da önünü açmış olacak.

Özgür-Der Diyarbakır Şubesi 24-25 Temmuz 2010 tarihleri arasında Kayapınar Belediyesi Cegerxwîn Kültür Salonu’nda “Kürt Sorunu” başlıklı geniş katılımlı bir forum düzenledi. Yurtiçi ve yurtdışından 30’u aşkın konuşmacı ve yaklaşık yüz kişilik bir misafir gözlemci grubunun katıldığı forumda Türkiye’de son zamanlarda yeniden yükselen kirli savaş süreci de gözetilerek birçok konu masaya yatırıldı. Türkiye’de ulus devlet anlayışının temelleri, İran, Irak ve Suriye'deki Kürt halkının sorunları, adalet, eşitlik ve hukuk temelli çözüm arayışlarının dile getirildiği forumda 30 tebliğ sunulmuştur. Konuşmacıların büyük bir çoğunluğunun bölge kökenli İslamcı şahsiyetler olması ve ayrıca Suriye, İran ve Irak Kürdistan’ından konuşmacıların da olması, kimi tebliğlerin Kürtçe yapılması bu forumu öncekilerden ayıran en temel özellikti.

Bu forumu Kürt sorunu konulu öncekilerinden ayıran bir diğer olgu da tercih edilen mekândı. Daha önce Kürt sorunu ile ilgili sempozyum ve forumlar batıda; İznik, Ankara ve İstanbul’da düzenlenmişken ilk defa sorunun asıl yerinde program düzenleniyor ve bölgede ilk kez bu boyutta bir forum gerçekleştiriliyordu. Forumun sonunda 8 tespit ve 14 öneriden oluşan Kürt Sorunu Forumu Sonuç Bildirgesi katılımcıların üzerinde ittifak ettiği tespit ve önerilerle yayımlandı. Sonuç bildirgesinde, sorunun yakıcı güncel boyutuna ağırlık verilerek her iki tarafa da çağrıda bulunulup öncelikli olarak yapılması gerekenler ortaya konuldu. Mevcut laik-Kemalist sistemle topyekûn hesaplaşmadan hiçbir sorunun kalıcı manada çözülebilmesinin mümkün olmadığına dikkat çekilerek Kürt halkına yönelik zulmü sonlandırmaya matuf somut öneriler sıralandı.

TSK ve PKK’nın eşzamanlı eylemsizlik kararı alarak akan kanı durdurmalarının ilk talep olarak zikredilmesi de anlamlıdır. Kürt sorununun çözümü için, öncelikle anadil önündeki engellerin kaldırılması, Kürtçe üzerinde devam eden resmî-gayri resmî yasakların ve keyfi uygulamaların sonlandırılması, "Andımız"ın kaldırılması, Kürtçenin her alanda koşulsuz olarak serbest bırakılması, Türk ulus kimliğinin bir dayatması olarak dağlara taşlara yazılan faşist yazıların silinmesinin talep edilmesi dikkat çekmekteydi. Kemalist sistemin laik-ulusçu yönüyle hesaplaşmak için; vatandaşlık tanımı başta olmak üzere, anayasa ve sistemin bütün resmî literatürüne hâkim olan Türklük esaslı dışlayıcı ve ayrımcı söylemin terk edilmesinin önerilmesi gerekmektedir ki bu konu bildirgede güçlü biçimde işlenmiştir. Köy koruculuğu sisteminin lağvedilmesi; isimleri değiştirilen yerleşim yerlerinin eski adlarının tümden iade edilmesi, bölgede Kemalist zulme başkaldıran önderlerin ve arkadaşlarının mezar yerlerinin gösterilmesi ve Şeyh Said ve Seyyid Rıza’nın kıyamlarının tüm resmî arşivlerinin açılmasının istenmesi de bildirgede yer tutan önemli taleplerdendir.

Özgür-Der’in düzenlediği bu forumdaki bazı konuşmalarda önceki forumdan farklı olarak Kürt-Kürdistan-ulus-milliyetçi söylemler İslami söylemin önüne geçmişti. Eski forumlarla kıyaslandığında zihinlerde karmaşanın yaşandığı, zihnî anlamda makasın fazlasıyla açıldığı görülüyordu. Eleştirilerin dozu kaçmış, katılımcılar herkesi şaşırtan bir söylemle uç konulara değinmişti.

1.3 İLKAV ve Kürt Sorunu

Kürt sorunu konusunda İslami kesimin ön açıcı isimlerinin başında gelen İLKAV Başkanı ve Mazlum-Der’in kurucu başkanı Mehmet Pamak da Kürt sorununu üst perdeden vurgulayan önemli kişilerin başında gelir. Ülkücü gelenekten gelen ve bir dönem TBMM geçmişi de olan Pamak, 1990’lardan itibaren Kürt sorunuyla ilgili düzenlenen birçok programda yer almış, sorunla ilgili kitaplar yazmış ve aynı zamanda çeşitli yerlerde konuyla ilgili kaleme aldığı yazılarla da dikkat çekmiştir. Sistem karşıtı, eleştirel ve muhalif düşüncelerini ifade ettiği çok sayıda konuşması ve makalesi sebebiyle DGM’de yargılanan ve türlü cezalara muhatap olan Pamak, Kürt sorununun çözümü için adil yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu ve ırkçı taassuplardan kurtulmak gerektiğini belirtir (Hatipoğlu, 2015: 374). 1992’de bir dergiye verdiği röportajda şunları söylemekte: “Biz Müslümanlar her hal ve takdirde, arkasında hangi plan bulunursa bulunsun ve hangi oyun bulunursa bulunsun gayet tabii ki bütün bu oyunları bilerek ve ferasetimizle onların tarafından kullanılmayarak ama mutlaka İslami kimliğimizle ve Allah rızası için Kürtlerin yanında, uğradıkları haksızlıklara karşı onların Allah'ın ayetleriyle verilmiş haklarının verilmesinden yana bir mücadeleyi geliştirmek zorundayız. Gayet tabii arka planda birtakım oyunlar vardır, uluslararası ilişkiler vardır ama bu ilişkiler yalnız Kürt meselesinde değildir. Dünyada nerede bir mesele varsa, o meselenin arkasında böyle planlar vardır. Eğer biz Müslümanlar olarak, arka planda böyle oyunlar vardır, aman böyle oyunlara gelmeyelim endişesiyle sorunlardan uzak kalırsak, o zaman hiçbir sorunla ilgilenemeyiz. Mesela biz Filistin konusunda çok samimi olarak yapmamız gerekeni yapıyor, mazlum Filistin halkının yanında yer alıyoruz. Hâlbuki Filistin'in öncülüğünü bugün dahi hâlâ laik FKÖ sürdürüyor. Ve orada da Amerika, Avrupa ve benzeri bir sürü ülkenin birbirine girmiş oyunları var. Ama buna rağmen biz aman bunlardan uzak kalalım diyemedik. Bu sebepten dolayı da Kürtlere yapılan zulmü de çok iyi tanımalıyız, çok çok iyi teşhis etmeliyiz. Biz sadece İslami kimliğimizle ve sadece Kur'ani bakış açımızla Kürtlerin haklarından yana, kim zulmediyorsa, o zalimlere karşı tavır geliştirmeliyiz.” (Pamak, 1992: 10, 23)

Mazlum-Der ve Özgür-Der’in düzenlediği forumlara katılan Mehmet Pamak’ın Kürt sorunuyla ilgili görüşlerini üç başlık altında toplamak mümkündür: Birincisi; bütün İslâmcı Kürtler gibi Pamak da Kürtlerin verdiği mücadelenin ve hak taleplerinin milliyetçilik ya da kavmiyetçilik olarak adlandırılamayacağını göstermek için, Kur’an ve hadislere dayanarak kavim ve kavmiyetçilik kavramlarına açıklık getirmeye çalışır, Hucurat Suresinin 13. ve Rum Suresinin 22. ayetlerini dayanak göstererek meseleyi açıklar (Pamak, 1992: 300). İkincisi; Pamak, Kürt sorununun nedenlerine değinir. Milliyetçiliğin İslam dünyasında büyük yaralar açtığını belirten Pamak’a göre, bundan en büyük zararı Kürtler görmüştür. Anadolu halklarını birbirine bağlayan İslam bağını yok sayarak Türklüğü ortak payda yapmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti, Kürtleri bu projenin önündeki en büyük engel olarak görmüştür; Kürtlerin dili yasaklanmış, Kürt ve Kürdistan kelimeleri sözlükten dahi çıkarılmış ve Kürt’ün varlığının tamamıyla inkâr yoluna gidilmiştir; diğer kavimlerden Müslümanların çektikleri acılara ek olarak Kürtler ırkçı bir baskıya da maruz kalmışlardır (Şengül, 2005: 6, 533). Üçüncüsü; Türkiye'deki Müslümanların Kürt sorunu karşısında sergiledikleri tavırdır. “Müslümanlar, devletin Kürt politikası karşısında sessiz kalıyorlar ama Kürtlere yönelik uygulamaları dile getirenleri Kürt milliyetçiliği yapmakla suçluyorlar.” Mazlum-Der başkanlığı sürecinde Bulgaristan Türklerine, Doğu Türkistanlılara yapılanları dile getirdiklerinde Türkçülükle suçlanmadıklarını; Fas, Tunus, Cezayir’de Müslümanlara yapılanları dile getirdiklerinde eleştirilmediklerini ama Kürtlerin maruz kaldığı haksızlıkları dile getirince hemen Kürtçülük yapmakla suçlandıklarını belirtir. Pamak, Müslümanların tutumlarının Kürtlerin mevcut önderliğinin Marksist bir ideolojiye sahip olmasına bağlayanları da eleştirir ve bunun bir mazeret teşkil edemeyeceğini söyler: “Kürtler Müslüman olmasaydı bile sırf mazlum oldukları için haklarının sahiplenilmesi gerekir. Filistin davasını savunanlar laik FKÖ taraftarı olmakla suçlanmazken Kürtlerin haklarını savunmak neden PKK taraftarlığı anlamına gelsin ki?” (Şengül, 2005: 6, 533)

1.4 İHH ve Kürt Sorunu

1995 yılında kurulan, yüzün üzerinde ülkede faaliyet gösteren, dünyanın dört bir tarafında meydana gelen zulümlere karşı ciddi çalışmalar yapan, şu an tüm Türkiye’de yapılanan, geniş toplum desteğini alan uluslararası bir sivil toplum kuruluşu olan, yeryüzündeki birçok hak ihlallerini, mazlumiyetleri dile getiren İHH’ya da Kürt Sorununa gereken önemi vermediği için ciddi eleştiriler yöneltiliyordu. İHH İnsani Yardım Vakfı, 2008 yılında “Kendi Dilinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yoksulluk ve Sosyal Durum Raporu” ile bu sorunla yakından ilgilenmeye başladı. Raporun girişinde şöyle deniyordu: “Bu araştırmanın temel amacı, Doğu ve Güneydoğu meselesi çözümüne o bölgede bizzat yaşayan ve o bölgeden göçmüş kişilerin tespit ve önerilerinden yola çıkarak katkı sağlamak ve bu verilerden hareketle bölgeye dair yoksulluğu giderici projeler üretmektir.” (İHH Raporu, 2008: 6)

GENAR’a hazırlatılan rapor altı ana başlıktan oluşmakta: Ekonomik Boyut, Etnik Boyut, Şiddet/Terör Boyutu, Demokrasi ve İnsan Hakları Boyutu, Eğitim Boyutu, Toplumsal Boyut. Sonuçları bakımından çok değerli veriler sunan raporda sorunun büyük oranda ekonomik olduğu ortaya konulmakta ve sonrasında da etnik köken, güvenlik ve sosyal sebepler sıralanmakta. Rapora göre bölgenin en önemli sorunu %55’lik bir oranla işsizliktir (Hatipoğlu, 2015: 414). Daha önce hazırlanan raporların da derlenip incelendiği bu rapor, önemli ve de ses getiren bir rapor oldu.

İHH tarafından, 15 Eylül 2013’te yapılan istişareler ve toplantılar sonrasında görüş ve önerilerin bulunduğu bir metin hazırlandı. Hazırlanan metin İHH'nın Fatih'te bulunan genel merkezinde düzenlenen bir basın toplantısı ile kamuoyuna açıklandı. Açıklamada 17 maddeden oluşan “öneriler” de paylaşıldı. 2013 yılından itibaren İHH farklı bir yol izleyerek Türkiye'nin her yerinde kendisine bağlı, onun temsilcisi konumunda dernekler açmaya başladı. Özellikle bölgedeki temsilciliklerinin konuyla ilgili genel merkeze, yetkililere ulaştırdıkları öneriler ve bilgilendirmeler İHH'nın işini daha da kolaylaştırarak onu doğrudan meselenin içine çekmiştir. 25 Kasım 2014 tarihinde “Kürt Meselesi ve Çözüm Süreci” başlığı altında Kürt meselesi ve çözüm süreciyle ilgili saha verileri, raporlar ve istişareler sonucunda yapılan tespit ve öneriler kamuoyunun bilgisine sunuldu. Üçüncü gözün halk olduğu vurgusu yapıldı. 13 maddelik tespitlerden ve 25 maddelik önerilerden oluşan metin paylaşıldı. Önerilerde şu konular öne çıktı: "Silahların kullanılmasına fırsat verilmemelidir. Devlet; kısıtlanan, engellenen ve gasp edilen bütün hakları iade etmelidir. Kürtçenin kamusal kullanımı meşrulaştırılmalıdır. Ana dilde eğitim imkânı mevzuat olarak düzenlenmeli ve uygulamaya konulmalıdır. İnsana, Allah’ın verdiği tüm hak ve özgürlükler koşulsuz olarak sağlanmalıdır. Süreci çözecek politika, adalet ve kardeşlik hukuku üzerine inşa edilmelidir." Önerilerin; sorunun temelini oluşturan konularla ilgili olması, Allah'ın çizdiği sınırlar içerisinde adilane ve kardeşçe tüm hakların verilmesi vurgusunu yapması önemliydi.

İHH, konuyla ilgili olarak 2013 ve 2014 yıllarındaki aktifliğini daha da artırarak 2015 yılında iki geniş kapsamlı programı organize etti. 10 Ocak 2015’te "Kürt Meselesi ve Çözüm Süreci" konulu toplantı düzenledi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki 20 ildeki kanaat önderi, âlim ve 724 sivil toplum kuruluşu temsilcisinin katıldığı toplantıda hazırlanan ortak bildiri Türkçe, Kürtçe ve Arapça okundu. Yapılan açıklamada şu konulara dikkat çekildi: "Yaşanan sorun sadece hükümetin sorunu değildir. Kavimler ve diller üstünlük veya aşağılanma sebebi değildir. Ölen her insan için herkes kendisini sorumlu hissetmelidir. Kürt sorununun çözümünde İslami, insani ve adil bir yaklaşım sergilenmeli. Engellenen ve gasp edilen bütün haklar iade edilmeli. Kırmızı çizgimiz barış ve masadan kalkılmamasıdır. Sürecin tarafı ve takipçisiyiz."

25-26 Nisan 2015’te İHH, “Ortadoğu'da Kürtler ve Barış Sempozyumu”nu Diyarbakır’da düzenledi. Çözüm süreciyle ilgili gelinen noktayı değerlendirmek ve katkı sağlamak için uluslararası düzeyde gerçekleştirilen sempozyumda hangi çözüm şeklinin Türkiye ve Ortadoğu'da barışa katkı sunacağı tartışıldı. Sempozyumda tarafların egemen güçlere rağmen dikkatli ve kararlı olması gerektiği vurgulandı. Çözüm Sürecinin bölge, Türkiye, Ortadoğu ve İslam dünyasında daha derinlikli anlaşılması, somut öneri ve adımların biraz daha iyi tartışılarak ortaya konulması için organize edilen sempozyuma İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım'ın yanı sıra bölge milletvekilleri, öğretim üyeleri, gazeteciler ve konu ile ilgili referans kabul edilecek çalışmalara imza atmış isimler katıldı (İHH, 2015). Yapılan sunumlar daha sonra Türkçe, Arapça, Kurmancca, Zazaca ve İngilizce dillerinde kitap haline getirilecektir. Sempozyumda konuşmacıların çoğu da AK Parti ile başlayan Çözüm Sürecine ve sürecin taşıdığı zaaflara ve muhtemel engellere dikkat çektiler. Yapılan oturumlarda şu konular konuşuldu: “Kürtler: Tarih, Dil, Kültür, Coğrafya”, “Kürt Meselesi, Çatışma, Değişim, Dönüşüm”, “Farklı Coğrafyalardaki Etnik Kökenli Silahlı Çatışmalar ve Çözüm Süreçleri”, “Barış ve Çözüm Süreci”. İHH'nın iyi niyetle, geniş kapsamlı, ulusal-uluslararası katılımcılarla yaptığı bu programların maalesef devamı gelmedi. Çözüm Sürecinin bitmesiyle birlikte Kürt sorunuyla ilgili söylemlerin de bittiği görüldü.

1.5 Nûbihar Dergisi Çevresi ve Kürt Sorunu

Said-i Nursi’nin vefatı ardından Nurculuk hareketinde yaşanan bölünmeler Kürtleri de etkilemiş, özellikle de bölgede seküler-Kürtçü inisiyatifin gün geçtikçe güçlenmesi, Kürt kökenli Müslümanları da alternatif arayışlara sevk etmiştir. Nurculuk menşeli Med-Zehra hareketi böyle bir ortamda filizlenmiş ve rağbet görmüştür (Hatipoğlu, 2015: 282). Çok sayıda medrese kökenli din âliminin de katkıda bulunduğu, 1992 yılında “İlk Kürtçe İslami Edebiyat Dergisi” sloganıyla çıkan Nûbihar, özellikle ilk sayılarından itibaren Kürt sorununun İslami açıdan tartışıldığı bir platform haline gelmiştir. Dergi, Med-Zehracılar olarak tanınan bu kesimden büyük bir destek görmüştür. Dergi, zaman içinde geniş bir okuyucu kitlesine ulaşsa da ilk başlarda büyük oranda bu çevrelerce alınıp okunmuştur. Zaten bu çevre de 12 Eylül’ün ardından giderek artan dozda Türk milliyetçisi bir söylem benimseyen Nurcu çevreleri milliyetçilikle suçlayarak kendi oluşumlarını meydana getirmişler (Şengül, 2005: 6, 532).

16 Mayıs 1993 tarihinde Nûbihar dergisi tarafından, Beyazıt'taki The President Hotel'de yaklaşık 200 kişinin katıldığı "Kürt Sorunu Nasıl Çözülür?" konulu bir sempozyum düzenlendi. Bu sempozyuma İslami kesimin dışında farklı kesimlerden katılımın olması dikkat çekiciydi. İslami kesimin dışındaki katılımcıların sempozyumda oluşu bazı Müslümanlar tarafından eleştirilse de aslında her iki tarafın bir arada bu sorunu konuşması önemliydi. Sempozyumda sık sık "Kürt hareketi İslam'la barışmalıdır." söylemi dile getirildi. Kültürel hakların verilmesinin yetersiz olduğu, Kürt sorununu çözmeden evvel demokrasi sorununun halledilmesinin, resmî devlet ideolojisinin aşılmasının, devlet militarizminin bertaraf edilmesinin gerektiği ve bunun için de Türk ve Kürt aydınlarının ortak olarak hareket etmesinin zorunluluk olduğu, seçim barajının kaldırılması, siyasi partiler kanununda değişikliklerin yapılması konuları tartışıldı. İslamcıların dışında da katılımcılar olsa da sempozyumda; sorunun çözümünde belirleyici faktörün İslam olduğu, İslam’ın Kürtler için önemini göz ardı eden hiçbir çözümün başarılı ve kalıcı olamayacağı vurgulandı. Kürt ulusal hareketinden etkilendikleri yönünde eleştirilere muhatap olsalar da sempozyumu yapanların İslami hassasiyetleri olan bir çevre olduğu da göz ardı edilmemeli. Bu çevre içinde en büyük kırılma aslında 1994 seçimlerinde oldu. Bu seçimlerde Nûbihar dergisi çevresi seçimde HADEP’i destekleme kararı alınca kopmalar yaşandı.

Nûbihar dergisi tarafından ayrıca 21-22 Eylül 2013 tarihlerinde Diyarbakır’da “Uluslararası Din, Dil ve Kimlik Sempozyumu” gerçekleştirildi. Sempozyumda Kürt kimliği, kültürü, dili, din ve milliyetçilik, anadil, çok dillilik ve kültürlülük gibi konular konuşuldu. Konferansa dünyanın farklı ülkelerinden akademisyenler, gazeteci ve yazarlar konuşmacı olarak katıldı (Zehra, 2015). Din, dil, iktidar, tarih, kültür, siyaset ilişkileri ve bu ilişkiler ağında kimlik oluşumunun tartışıldığı sempozyumda Kürt sorununa farklı açılardan çözüm perspektifleri sunulmuş ve bu bağlamda Said Nursi'nin geliştirdiği reçete bağlamında da konu yeniden değerlendirilmiştir. Said Nursi’nin yaklaşımları incelendiğinde günümüzdeki sosyal adaletsizliklere yönelik mücadelelere ilham veren bir model olduğu sonucuna varıldığının ifade edilmesi de sempozyumu diğerlerinden farklı kılan bir özellikti. İlk defa sorunun çözümü için Said Nursi’nin yaklaşımları bir sempozyumda vurgulu olarak dile getirilmiş oldu. Sempozyumda, kimliği oluşturan iki temel öğe olan dil ve dinin birbirini tamamladığı sonucuna varılmış, birey veya toplumun dil ve din arasından birisini tercihe mecbur etmenin doğru olamayacağı da tespit edilmiştir.

1.6 Kürt Sorunuyla İlgili Diğer Girişimler

2010 yılında hem doğudaki hem de batıdaki İslami STK’lar Bursa’da bir araya gelerek bir platform kurdular. 59 sivil toplum kuruluşundan oluşan Bursa Gönüllü Kuruluşlar Platformu, kimi ihtiyaç duyulan güncel sorunlarla ilgili çalışmalar yapmak amacıyla “Sosyal Faaliyetler ve Dayanışma” adı altında bir komisyon kurdu. İlk toplantıda icra kurulunun önerisiyle Müslüman toplumun kardeşliğini, tarihsel birlikteliğini ve bütünlüğünü tehdit eden “Kürt Sorunu”nu gündemine almıştır. Yapılan değerlendirmelerde doğusuyla batısıyla Müslüman toplumu derinden sarsan sorunla ilgili sivil inisiyatif üstlenilmesi gerektiği kanaati ağır basmış ve “Doğu-Batı Kardeşlik Buluşması” adı altında sivil bir çalışmanın başlatılmasına karar verilmiştir. İlk buluşma, 20-22 Ağustos 2010 tarihinde Bursa’da gerçekleştirilmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan 11 ilin katılımı ile gerçekleşen Bursa buluşmasında inisiyatif, “Doğu-Batı Kardeşlik Platformu” adını alarak ilk sonuç bildirisini yayınlamıştır. İkinci buluşma 31 Ocak 2011 tarihinde Diyarbakır’da 27 il platform temsilcisinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Diyarbakır buluşması “Sorunu Doğuran İradeden Çözücü İradeye” konu başlıklı çalıştay şeklinde düzenlenmiş olup çalıştay sonrası ikinci sonuç bildirisi yayınlanmıştır (Doğu Batı Kardeşliği, 2015). Platform üçüncü buluşmasını 8-10 Temmuz 2011 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirdi. “Adalet, Özgürlük ve Kardeşlik Temelinde Kürt Sorununa Çözüm Önerileri” başlığıyla Ankara buluşmasına yaklaşık 50 il platform temsilcisi katıldı. Sonuç bildirisinde; 81 ilde, il STK platformlarının oluşması için Türkiye’nin yedi bölgesinde seri toplantıların yapılması hedeflenmiş ancak bunda sonuca varılamamıştır.

Aralarında Anadolu Platformu ve HÜDA-PAR çevresinin de bulunduğu 7-8 Mart 2015 tarihlerinde Diyarbakır'da; İslami sivil toplum kuruluşlarından, cemaat ve camialardan, medrese âlimlerinden, kanaat önderlerinden, 3500 STK bileşenini temsilen 600 civarında delegenin katılımıyla Kürt Meselesine İslami Çözüm Çalıştayı yapıldı. Sonuç bildirisinde: “Kürt meselesi güvenlikle alakalı tek boyutlu değil; tarihî, siyasi, sosyolojik, ekonomik, bölgesel ve uluslararası boyutları olan bir meseledir. Doğru hedefler tespit edilerek doğru usuller kullanılmadığından çözüm gecikmekte, bu nedenle sorun derinleşmektedir. Gelinen noktada kangrenleşmeye yüz tutmuş, öncelikli ve acilen çözüme kavuşturulması gereken bir meseledir.” (Kürt Meselesine İslami Çözüm, 2015) denilerek Kürt meselesinde göz ardı edilen detaylara dikkat çekildi.

Hükümetlerden, küresel güç odaklarından, PKK’nın oluşturduğu Demokratik Toplum Kongresinden bağımsız, Müslümanların inisiyatifini oluşturan bir hareket olarak 2010 yılında Kardeşlik İçin Adalet Platformu (KİAP) oluşturuldu. KİAP, Müslümanların Kürt sorununda ortak bir inisiyatif geliştirme ihtiyacından doğdu. Bölgedeki çeşitli İslami kurumlar, “Adalet Çağrıcıları İnisiyatifi” adıyla bir çağrı yayınladı. Bu çağrıda, “mevcut kargaşa ve çözümsüzlüğün kaynağının Kemalist sistem olduğu; halkın yoğunlaşan çatışmalar karşısında çaresiz kaldığı; açılımın tamamlanmamış, olumlu ancak zaaflı bir süreç olduğu; sorunun silahlı boyutunun muhatabının PKK, Kürt sorununun muhatabının ise tüm Kürt halkı olduğu” yönünde tespitler yapılmıştır. Sonrasında şu ifadelerle çağrı sonlandırılıyordu: “Bizler 'Adalet Çağrıcıları İnisiyatifi' çağrı grubu olarak, hükümetlerin veya seküler Kürt örgütlerinin söylemlerinin dışında bağımsız İslami kimliğimizle ve özgün duruşumuzla Kürt sorunu ve son günlerde şiddetlenen çatışmalar karşısında tüm Müslümanları adalet temelinde tavır geliştirmeye çağırıyoruz.” Platform19 Eylül 2010 tarihinde Diyarbakır’da Kürt Sorunu Çalıştayı düzenledi. Çalıştayda 19 maddelik bir sonuç bildirgesi yayınlandı ve Kürdistan ölçeğinde Kardeşlik İçin Adalet Platformu (KİAP) adıyla bir platformun kurulması kararı da alındı (Haksöz-Haber, 2015).

Sonuç

Müslümanlar, Kürt sorununun en çok gündemde olduğu, yasakların revaçta olduğu, cenazelerin bitmediği bir zamanda, temel hak ve hürriyetlerin olmadığı, Kürtçe konuşmanın, müzik dinlemenin yasak olduğu bir zamanda 80'lerin ortası, 90'lı yılların tamamı ve 2000'li yılların başlarına kadar silahların konuştuğu, çatışma ve düşük yoğunluklu savaşın devam ettiği bir süreçte, şiddetin ve gücün sözü bastırdığı bir zaman diliminde, güçleri nispetinde sorunu yüksek perdeden dillendirmişlerdir. Kimi sol çevrelerin “Müslümanlar Kürt sorununa sahip çıkmadılar!” iddialarını Müslümanlar boşa çıkardılar. Ama yaptıkları hep görmezden gelindi, gündemleştirilmedi. İslami kesim tarafından yapılan sempozyumlar, çalıştaylar, basın açıklamaları, hazırlanan raporlarda ısrarla önemli noktalar vurgulanmaktaydı. Ancak tespit ve öneriler konusunda önemli vurgular yapan ve birçok program düzenleyen İslami kesim, kendi dışında gelişen siyasi konjonktürün etkisiyle bu işin takipçiliğini gereği gibi yapamadı. Çözüm Sürecinin bitmesiyle birlikte bu konunun gündemden düştüğü, havanın tersten esmesiyle birlikte bu konunun artık çok az konuşulduğu görümekte. Yapılan kapsamlı programlara bakıldığında İslami kesimden bu konuyla ilgilenen farklı sivil toplum kuruluşlarının birlikte hareket etmemesi, konunun yeteri kadar sahiplenilmemesi, programlara katılımda kimi camiaların sadece birer temsilci ya da konuşmacıyla yetinmesi vb sebepler İslami kesimin bu konuda sesini yeterince yükseltmesine, etki gücünü artırmasına mani olmuştur.

Kürt sorunuyla ilgili çalışmalar yapan tüm İslami kesimler, her meselede olduğu gibi bu soruna da ancak tevhid inancının yüklediği şahitlik bilinciyle, kardeşlik ve adalet temelinde ve endişesiyle bakmaktaydılar. İslami kesim, inancı gereği ulus-devlet modelini doğru bulmadığı gibi Türkiye Cumhuriyetinin ulus kimlik mantığından dolayı oluşan haksızlıklara karşı da tavır alıyordu. Bu sorunun çözümünün, toplumun bütün kesiminin dâhil olacağı ortak bir aklın inşasıyla mümkün olabileceği vurgusu yapılarak sadece Kürt siyasi hareketinin muhatap alınmasına ciddi eleştiriler yapıldı. Müslümanlar; dünyada, özelde de Ortadoğu'da, daha etkili olabilmek için kendi içlerindeki bu sorunun çözülmesi gerektiği düşüncesini taşıyorlardı. Her türlü zulme karşı durdukları gibi Kürt halkına yapılan haksızlığa ve zulme de karşı çıkılması gerektiğinin bilincindeydiler.

İslami kesimin, soruna karşı ortak hareket etmemesi çözüm yolunda atılan adımların etkisini düşürmüştür. Bugün bazı sivil toplum kuruluşlarının hükümetle yakın ilişki içinde olması, hükümetin soruna dair değişen politikalarına paralel olarak kendi yaklaşımlarında da değişmelere sebep olmuştur. Atılan adımların arkasının gelmemesi, özellikle bu süreçte daha fazla inisiyatif alınarak yol alınması gerekirken bunun yapılmayışı eleştirilmesi gereken önemli husustur. Ama her şeye rağmen bugün İslami kesimin Kürt sorunu konusunda geçmişe nazaran daha iyi bir yerde olduğunu söylemek mümkündür.

Dipnotlar:

1- Bu çalışmada geçen “İslami kesim”, “İslamcılar”dan kastedilen; Müslüman kimlikleriyle ön planda olan, Kürt sorunuyla ilgili görüş bildiren, çalışmalar yapan, politika üreten kişiler ve çevrelerdir.

2- İslami kesimlerin belirli bir ilgisizliğinin olduğunun kimi kesimlerce bir politika olarak abartılıp sürekli işlenmesi düşmanlığın dışa vurumudur. Bu kesimlerin, iddialarını topluma bu denli yansıtabilmelerine neden olan en temel argüman, dindar tüm çevreleri İslami kesim / İslamcılar olarak tanımlamalarıdır. Dindar/muhafazakâr kesimlerin, İslam'ın adalet mantığına uzaklıkları ve aynı oranda devletin milliyetçi fikirlerine yakınlıkları, İslami kesimlere yüklenmiştir. Türkiye’de MHP’nin bile muhafazakâr kabul edildiği ve bu kesimlerce İslami tabana dahil edilmeye çalışıldığı hatırlanmalıdır.

3- Bu çalışmamızda; Kürt sorununun çözümüyle ilgili İslami kesimden ilk çalışmaları yapan, konuyla ilgili yaptıkları çalışmalarla kamuoyunu etkileyen ve aktif olan bazı STK’ların çalışmaları değerlendirilmektedir.

Kaynakça

ARGE Enstitü, (2011). Kürt Sorununa İslami Bakış, http://www.argeenstitu.org/component/content/article/39-yenianalizler/107-kurt-sorununa-islami-bakis-acisi, Erişim Tarihi: 16.04.2015

Bruinnessen, Martin Van. (2013). Ağa, Şeyh, Devlet, (Çeviren: Banu Yalkut), İstanbul, İletişim Yayınları.

Erdem, F. H. (2008). Kürt Sorunu ve İslami Kesimin Soruna Yaklaşımı, Liberal Düşünce Dergisi, 50, 81-91.

Erdoğmuş, A. (2008). Mahzun Mezopotamya, Ankara, Elips Yayınları.

Doğu Batı Kardeşliği. (2015). http://dogubatikardesligi.org/tum_faaliyetler.htm, Erişim Tarihi: 14.04.2015

Haksöz-Haber. (2015). Özgür-Der’in “Kürt Sorunu ve Müslümanlar” Forumu Yapıldı, http://www.haksozhaber.net/okul/article_detail.php?id=4629, Erişim Tarihi: 24.04.2015

Haksöz-Haber. (2015). KİAP Çalıştayı Tatvan'da Gerçekleştirildi, http://www.haksozhaber.net/kiap-calistayi-tatvanda-gerceklestirildi-24284h.htm, Erişim Tarihi: 10.04.2015

Hatipoğlu, Ö.V. (2015). İslamcıların Kürt Sorunu Algısı, Ankara, Elips Kitap.

İHH Raporu. (2008). Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yoksulluk ve Sosyal Durum Raporu Kitapçığı.

İHH. (2015). Kürt Meselesi ve Çözüm Süreci Çalıştayları Özet Rapor ve Sonuç Bildirileri kitapçığı.

İHH. (2015). İHH’dan Diyarbakır’da Barış Sempozyumu, http://www.ihh.org.tr/tr/main/news/0/ihhdan-diyarbakirda-baris-sempozyumu/2818, Erişim Tarihi: 27.05.2015

Koç, M. (2015). Nereden Nereye Çözüm Süreci, İstanbul, Ekin Yayınları.

Kürt Meselesine İslami Çözüm. (2015). Kürt Meselesine İslami Çözüm, http://www.kurdmeselesineislamicozum.net, Erişim Tarihi: 18.04.2015

Mazlum-Der. (2012). II. Kürd Forumu, 17-18 Kasım 2012, Bursa.

Mazlum-Der. (1993). Kürd Sorunu Forumu, 28-29 Kasım 1992, Ankara, Sor Yayıncılık.

Nûbihar Dergisi. (1996). Kürt Sorunu Nasıl Çözülür Sempozyumu, 16 Mayıs 1993, İstanbul, Nûbihar Yayınları.

Özgür-Der. (2010). Kürt Sorunu ve Müslümanlar, 24-25 Temmuz 2010, Diyarbakır.

Özgür-Der. (2017). Kürt Sorununa Adalet Temelinde Çözüm, http://www.ozgurder.org/news_detail.php?id=542, Erişim Tarihi: 20.12.2017

Pamak, M. (1992). Müslümanlar ve Kürt Sorunu Üzerine, Dünya ve İslam Dergisi, Sayı: 10.

Pamak, M. (1992). Kürd Soruşturması, Ankara, Sor Yayıncılık.

Pamak, M. (1996). Kürt Sorunu ve Müslümanlar, İstanbul, Selam Yayınları.

SETA. (2011). Şark Meselesinde Demokratik Açılım: Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası, (Haz. Hüseyin Yayman).

Şengül, S. (2005). “İslâmcılık, Kürtler ve Kürt Sorunu”, İslâmcılık -Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-, Ed. Yasin Aktay, Cilt: VI, İstanbul, İletişim Yayınları.

Tan, A. (2009). Kürt Sorunu, İstanbul, Timaş Yayınları.

Tan, A. (2016). Değişen Ortadoğu’da Kürtler, İstanbul, Çıra Yayınları.

Yavuz, M. Hakan. (2011). Erbakan’dan Erdoğan’a Laiklik, Demokrasi, Kürt Sorunu ve İslam, (Çeviren: Laman Adalı), İstanbul, Kitap Yayınevi.

Yılmaz, S. B. (2011). Adalet-Milliyetçilik Sarkacında Kürt Sorunu, Bilge Adamlar Dergisi, 25. Sayı.

Zehra, (2015). “Uluslararası Din Dil ve Kimlik Sempozyumu” Sonuç Bildirgesi, http://www.zehra.com.tr/uluslararasi-din-dil-ve-kimlik-sempozyumu-sonuc-bildirgesi_h111135.html, Erişim Tarihi: 20.04.2015