“Kürt Sorunu Forumu” Bağlamında Müslümanlar ve Kürt Sorunu Algıları

Murat Koç

Temmuz ayının 24 ve 25’inde Özgür-Der Diyarbakır Şubesi tarafından Diyarbakır’da tertip edilen “Kürt Sorunu Forumu” başlıklı organizasyon; birçok konuyu Kürt sorunu üzerinden yeniden konuşma olanağı sağlaması ve Müslümanların bu konu bağlamında geliştirdikleri söylem-tavır ilişkisinin oturduğu kavramsal, sosyal ve reel zemin üzerine çok yönlü değerlendirmeler yapabilme imkânı sunması nedeniyle önemli bir işlev görmüştür. Bölgede gerçekleştirilen ilk forum olma özelliğine sahip olması ve ayrıca Kürdistan’ın diğer kesimlerinden de konuşmacıların katılmasıyla birlikte geniş bir konuşmacı profili sergilemesi hasebiyle foruma yoğun bir ilgi gösterildi.

Forumda konuşmacıların tebliğ içeriklerinin ve forum sonrası ortak mutabakatın ürünü olarak okunan sonuç bildirgesinin, forumu takip eden birçok kesim tarafından önemsenmesi de düzenlenen forumu anlamlı kılan ve forumdan beklentileri somutlaştıran diğer önemli göstergelerdendir. Tebliğler, tayin edilen sürenin kısıtlı olmasından dolayı genelde özet niteliği taşıdığı için, içeriğine dönük genel değerlendirmelerin forumun kitaplaştırılmasının ardından yapılması muhakkak daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Bununla birlikte sunulan tebliğlerin öne çıkardığı ortalama perspektif/ler/in tahlil edilmesi, böylesi istişari ortamlarda ortaya çıkan birikimin olumlu ve olumsuz yönlerinin belirlenmesi ve ilerde düzenlenecek bu tarz programların seyrinin önceden öngörülebilmesi amacıyla forumda biçimlenen içeriğin farklılığı, eksikliğiyle birlikte ortalama tutumu yansıtan sonuç bildirgesinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Forum sırasıyla; "Sistem Değerlendirmesi ve Kürt Sorununa Tarihsel Bakış", "Kürt Sorununa Aktüel Bakış", "İran, Irak ve Suriye'de Kürt Sorununun Bugünü ve Yarını", "Kürt Sorununa İslami Çözüm" başlıkları adı altında dört oturum şeklinde planlanmıştı. Burada tek tek her oturumda konuşulanları değerlendirmek yerine, konuşmacıların soruna yaklaşırken kullandıkları dil (kavramlar bütünlüğü), bakış açıları-zihinsel yaklaşımları, merkeze aldıkları söylemler ve önerdikleri formlar üzerinde durulacaktır.

Sorgulanmayan Klişeler, Kürt Sorunu Konusunda Zihinsel Üretimi Kısırlaştırıyor

Foruma, Kürt sorunu konusunda bölgede duyarlılıklarıyla bilinen İslami yapıların çoğunun temsilcilerinin konuşmacı olarak davet edilmesi ve böyle bir zeminde Müslümanların fikirlerini açıkça söyleme imkânının oluşturulması sonucu; Kürt sorununa yaklaşım noktasında İslami kesimde ortaklaşmış bir tavrın olmadığı ve bariz bir kafa karışıklığının temayüz ettiği bir kez daha görülmüştür.

Bu kafa karışıklığının arkasında yatan saiklerin başında, konuşmacıların bağlı bulundukları cemaat-yapı söyleminin sınırlarını zorlamak istemeyişleri gelmektedir. Öncelikle belli bir çevrenin temsilcisi olarak konuştuğunun farkında olan konuşmacıların tümü, ait oldukları çevrenin total yaklaşımının dışına çıkamadıkları gibi, maslahat hesabıyla birçok konuya değinmekten de bilerek imtina ettiler. Konuşurken daha ziyade çevrelerinin genel yaklaşımlarını ifade etmek için çaba sarf eden mübelliğlerin çoğunun, mensubiyet duydukları kurgusal mantığı aşamadığı görüldü. Bu da sunulan tebliğleri kısırlaştırmakla birlikte, içeriğin zayıflamasına yol açtı.

Bağlı oldukları cemaatlerin ya da çevrelerin sisteme uzak-yakın olmalarına, sorunun doğurduğu sonuçlar nedeniyle oluşan toplumsal kutuplaşmanın taraflarıyla olan ilişkilerine göre bir Kürt sorunu tanımı yapılması, sunulan çözüm önerilerinin de bu anlayışa göre belirlenmesi diğer olumsuz özelliklerdendi. Bu yaklaşım mantığıyla hareket eden konuşmacılar, vakıanın özüne dokunmak yerine sonuçlarından hareketle esası değerlendirme kolaycılığını tercih ederek, Kürt sorunu dolayımında beklenilen açılımı sergilemekten uzak bir açmaza düştüler.

Milliyetçi Kavramlarla Yapılan Her Türlü Analiz ve Üretilecek Çözüm Önerileri, Statükonun Farklı Biçimde Devam Etmesine Yarar

İslami bir kimliğe sahip olmakla birlikte daha ziyade Kürt sorunuyla ilgili bireysel çabaları ve aktivist tutumlarıyla tanınan konuşmacıların, zihinsel yönelimlerini belirleyen kavramların çoğunlukla seküler menşeli olması, yaptıkları tebliğlerin aşağı yukarı bu kavramsal zeminden beslenmesi de mezkûr kafa karışıklığının bir başka nedeniydi. Bu konuşmacıların yaptıkları sistem ve Kürt sorunu değerlendirmelerine yön veren kavramsal dünyanın ve ideolojik bakış açısının izleri sürüldüğünde, sistem tarafından dayatılan Türk ulusalcılığının karşıtını beslemesi sonucu oluşmaya başlayan Kürt ulusalcılığı olgusuyla karşılaşılmaktadır. Seküler kavramların Müslümanlar tarafından fütursuzca kullanılması, bölgede Kürt sorunu ekseninde şekillenen taraflarla kurulan ölçüsüz ilişkinin bir sonucudur.

Ulusalcı kesimlerle kurulan hikmetsiz ilişkiler, milliyetçiliğin yol açtığı olumsuz tablonun değerlendirilmesini imkânsız kılmaktadır. Kürt ulusçuluğu formu içinde yapılan tespitlerin ve üretilen çözüm taleplerinin Kürtleri yeni bir statükocu zindana sürükleyeceği gerçeği, milliyetçilikten emanet alınan kavramlar üzerine tasavvurlarını şekillendiren kesimler/kişiler tarafından görmezlikten gelinip ciddiye alınmamaktadır. Sorunun çözülmesini isteyen ama bunun nasıllığını önemsemeyen anlayışın mensupları, İslami aidiyetlerine rağmen İslami kavramlarla konuşmayı yersiz bulup; sol, liberal, milliyetçi ya da ulusçu terminolojinin sağanağına mahkûm olmayı yeğlemektedirler. Bununla yetinilmeyip, İslam’ın nihai anlamda etnisite ve kimlikle ilgili sorunlara çözüm olarak sunduğu, “kardeşlik, ümmet” vb. somut kavramsallaştırmalara karşı bazı kesimler tarafından süreç içinde yaşadıkları psikolojik yenilgiden kaynaklı bir nefretten zuhur eden tavırlarla cephe alabilmektedirler.

Akıl tutulması olarak izah edebileceğimiz bu yaklaşımın sahiplerinin, realiteyle uzaktan yakında ilgisi bulunmayan “İslamcıların Kürt sorununu sahiplenmediği” tezini temcit pilavı misali sürekli gündeme getirmeleri ve bu söylemi tutumlarının dayanağı olarak sunmaları artık rahatsız edici boyutlara varmıştır. İslamcıların Kürt sorunuyla ilgili yaklaşımlarının yetersizliği üzerinden yapılan eleştirilerin önemli miktarda haklılık payı taşımasına rağmen; toptancı bir anlayışla tüm İslamcıları duyarsızlıkla suçlamak, Müslümanları Kürt sorununu bilerek görmezlikten gelmekle itham etmek tarihî tecrübelerle uyuşmamaktadır ve adaletten uzak bir mantığın dışavurumudur.

Müslümanların sağcılık-devletçilik-milliyetçilik kirliliğinden arınması anlamında yaşadıkları tevhidî bilinçlenme sürecinin serencamı, Kürt sorunu söz konusu olduğunda çoğu zaman görmezlikten gelinmektedir. Ayrıca Kürt sorununu gündemleştiren İslami yapıların samimiyetleri farklı formlarla test edilmeye çalışılmakta, İslami kesimlerin sorunu sahiplenme anlamında geçmişlerinin yetersizliğine vurgu yapılmakta ve anlaşılmaz biçimde “geç kalındığı” şeklinde ifadeler kullanılarak Müslümanlar itham edilmektedir. Aslında bu iddiaların sahiplerine, ne için geç kalındığı ve ne yapılsaydı geç kalınmayacağı gibi sorular yöneltildiği zaman, tutarlı cevaplar veremedikleri görülmekte ya da İslami kesimin bugüne kadar neden Kürt ulusalcılığına meyletmediğini ima edecek tarzda bir yaklaşımı merkeze alan bir yargılama yolunu seçtikleri görülmektedir.

Velev ki Müslümanlar bugüne değin bu sorunu sahiplenmemiş olsun; bu durum bir Müslümanın ulusalcı-milliyetçi kesimlerin saflarında gönüllü biçimde var olmasını, onların söylemlerini dillendirmesini asla mazur kılmaz. Bu nedenle, ulusçuluğu aşamayanların İslami kesimleri Kürt sorunu üzerinden sigaya çekme ve Müslümanları bu sorunun çözümü için farklı kesimlerin çözüm dillerini benimsemeye davet etme hakları bulunmamaktadır. Türk ulusalcı statükonun kirliliğinden arınmaya çalışan tevhidî kesimleri, Kürt sorununun yegâne çözüm yolu olarak gördükleri Kürt ulusalcılığının üretim aşamalarına davet edenlerin ve ancak bu yapıldığı zaman soruna duyarlı olunacağı terkibini dayatanların yeniden Kur’an’ı ve Rasulullah’ın mücadelesini okumaları gerekmektedir.

PKK, Kürt Halkının Yegâne Temsilcisi Değil, Kürt Sorununun Silahlı Boyutunun Muhatabıdır

Konuşmacılar, Kürt sorununun sistemin bânisi olan Kemalist kadroların bir eseri olduğu önermesi üzerinden bir sistem analizi yapmaktan daha ziyade, son otuz yılda yaşatılan dramın bugüne kadar uzanan acı sonuçları üzerine duygusal açıklamalar yapmayı ve bazı örnekler sunarak mazlumiyeti somutlaştırmayı daha çok tercih ettiler. Esasında, son otuz yıllık süreç; sistemin inkâr ve asimilasyon politikalarının zirveye çıkmasının, Müslüman Kürt halkının bu zulmü kabul etmemesi nedeniyle militarist sistem tarafından çok yönlü imha yöntemlerinin devreye sokulmasının ve buna karşın bu süreçte sistemin statükocu politikalarına karşı gelişen toplumsal tepkinin örgütlenmesi biçiminde ortaya çıkan PKK olgusunun tarihsel serüvenini ifade etmektedir. Oysa Kürt sorununun son otuz yılda dayatılan zulümlerle ve PKK vakıasıyla sınırlı olmadığının, bilakis Kemalist paradigmanın dayattığı seküler-Batıcı ulusçuluk yapısının bir sonucu olduğunun altının çizilmesi gerekmektedir. Çünkü ulusçu vesayet ortadan kaldırılmadığı sürece, Kürt sorununun kısa vadede çözümünden bahsetmek mümkün değildir. Bu vesayetin geriletilmesinin yolu da kurucu iradenin kodlarını iyi bilmek ve sistemle hesaplaşmayı mücadelenin merkezine almaktan geçmektedir. Forumda bu paralelde değerlendirmelerin kısmen ve parçalı olarak yer bulması, resmin tümü üzerinden bir muhasebenin yapılmaması; bazı İslami kesimlerin Kürt sorununun doğduğu vasatı belirlemede yanlış ve yetersiz bir ölçüye sahip olduğu izlenimine yol açmıştır.

PKK’nin kuruluş süreci, felsefi yapısı, silahlı ve siyasal örgütlenme mantığı, geçirdiği ideolojik değişimler ve sosyolojik bir vakıa olarak mevcudiyeti konuşmacıların tebliğlerinde pek yer bulmadı. PKK’nin, Kürt sorununun tek muhatabı olarak kendisini ve bileşenlerini dayatma çabasının, Kürt halkının tek temsilcisi olduğunu sürekli biçimde işlemesinin irrasyonelliği de yine konuşmacılar tarafından pek gündemleştirilmedi. Ayrıca PKK’nin hükümetin başlatmış olduğu açılım sürecinde takındığı katı muhalif tutum da forum genelinde pek konuşulmadı, değerlendirilmedi.

Forumda ortaya çıkan PKK değerlendirmesi ve eleştirisinin yetersizliği; sorunun özellikle silahlı boyutunun muhatabı olan PKK’nin sorunu tümden sahiplenmesinin ve kendi çözüm yolunu dayatmasının, bölgede faaliyet icra eden kesimler nezdinde sağlıklı bir PKK analizi yapılamadığını göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Hâlbuki açılım sürecinde örgütün sergilediği aşırı muhalif siyasi yaklaşım, PKK’nin varlığını Kürt sorununun devamına endekslediğini apaçık ortaya koymuştur. PKK, muhatap alınmak ve Öcalan’ın özgürlüğü gibi şartların kabulü için, gerektiğinde şiddeti tırmandırma yolunu seçmekten çekinmediğini göstermiştir. Açılıma karşı hem BDP yetkilileri hem de PKK kanadı, aktif bir muhalefet hattı oluşturarak, Türk ulusalcılarıyla aynı cephede aynı amaç doğrultusunda buluşmaktan çekinmeyerek ulusalcı Kürt hareketinin karakterini ortaya koymuşlardır.

Forumda konuşan kimi konuşmacılar ise, PKK’nin çoğu zaman İslamcı hareketlere karşı sistemle aynı dili kullandığını örneklerle ifade ettiler. Kemalist egemenlerin her dönemde başvurduğu “irtica tehdidi” söyleminin PKK yetkilileri tarafından da özellikle son dönemde “Bölgede bizim taleplerimize göre bir açılım yapılmadığı sürece, Kürt HAMAS’ı doğacaktır.” biçiminde söze dökülmesinin manidar olması bazı konuşmacılar tarafından işlenmeye değer görüldü. Bu haklı değerlendirme, PKK olgusunun felsefi boyutunun kavranması açısından önemlidir ve PKK’nin hedeflediği Kürt ulusal toplum yapısının, Kemalist kadrolar tarafından dayatılan Türk ulus toplum kurgusuyla benzeşmesine işaret etmektedir.

Kürt Sorununun Çözümsüzlüğünde AK Parti’yi Sorumlu Tutma Kolaycılığı

Özellikle ilk iki oturumda konuşmacıların kahir ekseriyeti, Kürt sorununun sistemle ilgili yönünü ve aktüel boyutu bağlamındaki gelişmeleri çoğunlukla AK Parti eleştirisi düzleminde değerlendirme yoluna gittiler. Kürt sorununun tek sorumlusunun AK Parti olduğu yanılgısına yol açacak kadar sert eleştirilerin beyan edilmesi, hükümetin bugüne dek özgürlükler konusunda girişimlerinin görmezlikten gelinişi, tutarlı ve adil olmayan bir eleştiri anlayışını ortaya koymaktadır.

AK Parti hükümetinin yanlışları, eksiklikleri ve kabul edilemez politikaları elbette hak ettiği biçimde eleştirilmeli, mahkûm edilmelidir. Ama Kürt sorunu konusunda hükümetin atmış olduğu olumlu adımlar, darbecilere ve militarist tahakküme karşı sürdürülen mücadele, özgürlüklerin önünü açan kimi uygulamaların da adalet gereği hakkının verilmesi gerekmektedir. Açılımın yetersizliği, bu süreçte milliyetçi kesimlerin ajitatif saldırganlığı karşısında AK Parti hükümetinin çeşitli endişelerle geri adım atması ve sonuçta açılımın rafa kaldırılması ciddi biçimde eleştiriyi hak etmektedir. Fakat bu eleştirilerin hedef tahtasına sadece AK Parti’nin değil, onunla birlikte hem PKK’nin hem de kirli savaşın devamından yana olan herkesin aynı derecede oturtulması gerekmektedir. PKK’nin yaptığı gibi “Kürt halkının en büyük düşmanı AK Parti’dir!” retoriğinin nasıl haklı hiçbir yönü yoksa aynı şekilde Kürt sorununun çözümsüzlüğünün müsebbibi olarak sadece AK Parti’nin eleştirilmesinin de pek tutarlı ve haklı bir tarafı bulunmamaktadır.

İslami Kesim, Mevcut Kafa Karışıklığından Sıyrılmak İçin Birbiriyle İstişareyi Esas Almalıdır

Forum üzerine ifade ettiklerimiz birilerini yargıladığımız ya da bazı kesimleri itham ettiğimiz şeklinde yorumlanmamalıdır. Kürt sorunu gibi çok hayati bir mesele üzerine kafa yoran Müslümanların ortak paydalarda buluşabilmeleri, kendi kavramsal bütünlükleri içinde söylemler geliştirmeleri için, eksikliklerin ve yanlış gördüğümüz anlayışların ıslah edilmesi gerekmektedir. Bunu sağlamak ve birbirine yakın fıkıhlar üretmek amacıyla, böylesi platformlarda ortaya çıkan genel tablonun olumlu ve olumsuz yönleri bazında elde ettiğimiz birikimin muhasebesini yapabilmeliyiz.

Bu yönüyle Kürt Sorunu Forumu, farklı kesimden Müslümanların istişare ettiği, birbirlerini daha iyi tanımalarına olanak sağlayan verimli bir ortam olarak da görülebilir ve bu durum forumun olumlu yönlerinin başında gelmektedir. Bu forum vesilesiyle, İslami kesimin Kürt sorunu özelinde yaşadığı kafa karışıklığının asgariye indirilmesinin, konuyla ilgili söylem-tavır ilişkisinin vahiy-vakıa bütünlüğü içinde nitelikli bir perspektife dönüştürülmesinin imkânlarının oluşturulabilmesi için İslamcılar arasında teşrik-i mesainin artmasının önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Müslümanlar, diğer kesimlerle kurdukları diyalog zeminlerini, yaptıkları görüşmeleri, fikir alış-verişlerini aynı yoğunlukta kendi aralarında yapmadıkları için, Kürt sorunu konusunda ortaklaşmış bir örneklik sergileyememektedirler. Kendi çözüm önerilerimizin yaslandığı vasatı olgunlaştırmak amacıyla bu tarz programların sayısını-niteliğini artırmak için çalışmalı ve daha başka araçları devreye sokabilmeliyiz. Sistemden sudur eden her türlü zulmün ancak İslami bir yaklaşımla tam anlamıyla son bulacağının ve İslam’ın bunu başarabilecek tek yaşam tarzı olduğunun altını ancak kendi aramızdaki hukuku güçlendirerek, sorunlara dönük ürettiğimiz fıkıhlara seküler kirlilikleri bulaştırmayarak ve sahih bir İslami kimliği kuşanarak doldurabiliriz.

Sonuç Bildirgesinin Önemi ve Kazandırdıkları

Forum sonrası deklare edilen sonuç bildirgesinin içeriği incelendiğinde ve bu içerik foruma katılan konuşmacıların tebliğleri ile kıyaslandığında sonuç bildirgesi fazlasıyla önem arz etmektedir. Çünkü bildirgede vurgulanan hususlar tüm kesimlerin ortaklaştığı ve ortak kanaatin ürünü olarak ifadesini bulan tespitlerdir. Bildirgede tüm kesimlerin bütün talepleri bulunmamakla birlikte, bazı kesimler tarafından itiraz edilen maddeler de yer almamıştır. Forum-sempozyum gibi organizasyonlarda konuşmacıların sunumlarının içeriği nasıl ki organizasyonu düzenleyenleri bağlamayacaksa; sonuç bildirgesi de bu forumu düzenleyen Özgür-Der’in sonuç bildirgesi olarak görülmemelidir; diğer kesimler gibi Özgür-Der’in de asgari müştereklerini içeren bir bildirge hüviyetini taşıdığı bilinmelidir.

Sonuç bildirgesinin önemsenmesi gereken birçok yönü bulunmaktadır. İlkin bu bildirgede, tespit ve talep başlıkları altında sıralanan sonuçların hiçbiri -katılımcı İslami kesimlerin barındırdığı tüm farklılıklara rağmen- İslami perspektifle, makul İslami bir form ile asla çelişmemektedir. Belki bildirgenin dili üzerinden İslami vurguların yetersizliği konusuna değinilebilinir ama bu yetersizliğin yazı içinde tespit edilen Müslümanların kafa karışıklığından mülhem olduğu bilinmelidir.

İkinci olarak, bu metin nihai anlamda, foruma katılan konuşmacıların üzerinde uzlaştığı; çarpıcı tespitlerle bezenmiş, sistem karşıtı, ulusçu-milliyetçi ve sağcı kesimlerin dilinin yer etmediği, tutarlılık arz eden ve sistem-sorun ilişkisi değerlendirmesi zemininde taleplerin ifade edildiği nitelikte bir bildirgedir.

Sonuç bildirgesi, iki ana başlık altında tasnif edilmiş olup ilk başlık “tespitler” ikinci başlık ise “öneriler” olarak isimlendirilmiştir. Sekiz tespit, on dört önerinin yer ettiği bildirgenin genel muhtevası; Kürt sorununu doğuran arka plan değerlendirmesi, sistem ve PKK tanımı, çözümün geliştirilmesi için genel hatlarıyla yapılması gerekenleri içermektedir. Tespitler kısmının ilk iki maddesiyle birlikte öncesi ve bugünüyle bir sistem tanımı yapılmakta, sistemin üzerine oturduğu sacayakları tanıtılmakta ve bu bağlamda Kürt sorununun Kemalist-milliyetçi-militarist paradigmanın eseri olduğu bu zeminde işlenmektedir. Forumda sunulan tebliğlerde yoğunlaşmayan bu tespitlerin sonuç bildirgesinde yer bulması forumu önemli kılan unsurların başında gelmektedir.

Metnin tespitler bölümünde özellikle devletin, Kürt sorunu algısının hatalı ve manipülatif olduğu gerçeği, sorunun salt sosyo-ekonomik geri kalmışlık nedeniyle oluştuğu iddiasının temelsizliği, çözüm için güvenlik merkezli hareket mantığını merkeze alan devlet anlayışının sorunlu olduğu diğer maddelerde tespit edilmiştir. Kürt sorununun bir “kimlik ve özgürlük” sorunu olarak görülmeyişinin arkasında yatan devletçi zihniyet eleştirilmiştir.

Tespitler kısmında ayrıca PKK değerlendirmesi de yapılmış, Kürt sorunu dolayımında PKK’nin muhataplığı meselesi “PKK, sorunun silahlı boyutunun muhatabıdır.” biçiminde formüle edilmiş olup, Kürt sorununun çözümü noktasında muhatabın ise tüm kesimleriyle Kürt halkı olduğunun altı çizilmiştir. Açılım süreciyle ilgili yapılan tespitler ışığında AK Parti hükümetinin çelişkilerinin vurgulanmasıyla beraber, hükümetin sorunun çözümüne dönük daha ciddi ve kararlı adımlar atmasının önemine değinilmiştir. Çözümün geciktirilmesinin sadece şiddetten nemalananlara fayda sağlayacağı, militarist odakları besleyeceği, akacak kanın toplumsal nefreti artıracağı gibi tezler de tespitler bölümünün diğer önemli yönlerini oluşturmaktadır.

Sonuç bildirgesinin öneriler kısmının girişinde; yaşatılan tüm acıların ve mevcut adaletsizliklerin kaynağı olarak, laik-Kemalist sistem tarafından dayatılan Türk ulus kimliğinin gösterilmesi ve Kemalist vesayetçi sistemle topyekûn olarak hesaplaşılmadan hiçbir sorunun kalıcı manada çözülemeyeceğinin vurgulanması İslami bir form içinde sistemden kaynaklanan sorunlara yönelik kalıcı bir çözümün felsefesine dair ifade edilen temel tespitler olarak okunabilir. Bildirgede ifade edilen önerilerin, mevcut sistem içinde dahi görece daha özgürlükçü bir vasatın yakalanması için ve Kürtlere yönelik zulmü azaltmak amacıyla talep edilen öneriler olduğunun belirtilmesi, İslam’ın sorunlara yaklaşırken belirlediği genel çözüm mantığı ile vakıaya dönük kısa-orta vadeli çözüm talepleri arasında bir tutarlılığın tesis edildiğini amaçlamaktadır.

Öneriler kısmında ifade edilenler genel bir çözüm konseptini yansıtmaktadır. TSK ve PKK’nin eşzamanlı eylemsizlik kararı alarak akan kanı durdurmalarının ilk talep olarak zikredilmesi anlamlıdır. Çünkü çözüm için sivil unsurların hareket alanlarının geniş kılınması ve sivil söylemin baskın hale gelebilmesi ancak çatışmasızlık ortamının devamına bağlıdır. Devletin Kürt realitesini tanıdığının ve soruna güvenlik merkezli bir anlayışla yaklaşmayacağının somutlaştırılması için, ilk etapta Cumhuriyet’ten bu yana Kürtlere reva görülen zulümler nedeniyle Kürtlerden özür dilenmesinin önerilmesi doğru bir bakış açısını yansıtmaktadır.

Kürt sorununun çözümü için, öncelikle anadil önündeki engellerin kaldırılması, Kürtçe üzerinde devam eden resmi-gayri resmi yasakların ve keyfi uygulamaların sonlandırılması, Kürtçenin her alanda koşulsuz olarak serbest bırakılması gerekmektedir. Sonuç bildirgesinde bu önerilerin sunulması ve ardından Türk ulus kimliğinin bir dayatması olarak dağlara taşlara yazılan faşist yazıların kaldırılmasının da talep edilmesi, devletin Kürtler üzerinde yürüttüğü psikolojik harbin son bulması için hayati önem arz etmektedir. Bu yönüyle çocuklara her sabah okutulan “Andımız” isimli ulusal yemin uygulamasına da derhal son verilmesinin bildirgede işlenmesi ulusçuluğun toplumu biçimlendiren formuna karşı İslami kesimin bilinçli bir tepki gösterdiği anlamına gelmektedir.

Yine talepler kısmının girişinde vurgulanan Kemalist sistemin laik-ulusçu yönüyle hesaplaşmak için; vatandaşlık tanımı başta olmak üzere, anayasa ve sistemin bütün resmi literatürüne hâkim olan Türklük esaslı dışlayıcı ve ayrımcı söylemin terk edilmesinin önerilmesi gerekmektedir ki bu konu bildirgede güçlü biçimde işlenmiştir.

Uygulamaya geçtiği günden bu yana her türlü hukuksuzluğun işlenmesine yarayan ve Kürtler arasında adı nefretle anılan Köy Koruculuğu sisteminin lağvedilmesi; isimleri değiştirilen yerleşim yerlerinin eski adlarının tümden iade edilmesi, Kürdistan’da Kemalist zulme başkaldıran önderlerin ve arkadaşlarının mezar yerlerinin gösterilmesi ve Şeyh Said ve Seyyid Rıza’nın kıyamlarının tüm resmi arşivlerinin açılmasının istenmesi de bildirgede yer tutan önemli taleplerdendir.

Bölgede OHAL dönemi hukuksuzluklarının bir sonucu olarak sistematik biçimde uygulanan binlerce fail-i meçhul cinayetin, yakılan köylerin sorumlularının bulunması ve cezalandırılmasıyla ilgili soruşturmaların ciddiyetle sürdürülmesi ve derinleştirilmesi, Kürt halkına yaşatılan mazlumiyetlerin son bulması anlamında ifade edilmektedir. JİTEM ve Ergenekon karanlığının yol açtığı bu acımasız zulümler aydınlatılmadığı sürece Kürtlerin kendini güvende hissetmeleri söz konusu olmayacaktır.

AK Parti hükümetinin BDP’yi görmezden gelen tavrından vazgeçip, BDP ile diyalog kanallarını açık tutması talep edilerek bu vesileyle sivil siyasetin önünün açılacağının vurgulandığı öneriler arasında ayrıca seçilmiş Kürt siyasetçilerin soyut suçlamalarla tutuklanmalarının yol açtığı hukuksuzluklara da yer verilmiştir. Öneriler bölümünde diğer tüm siyasi tutsaklarla birlikte Öcalan’ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi konusu işlenmiş olup, PKK’nin Öcalan’ın cezaevi şartlarını bahane kılarak her fırsatta şiddeti artırma yoluna gitmesinin yanlışlığına da değinilmiştir.

Sonuç bildirgesi hem ‘tespitler’ hem de ‘öneriler’ bölümü bakımından daha geniş tutulabilir, daha çeşitli kılınabilirdi. Ama malum olduğu üzere, otuza yakın insanın fikir beyan ettiği ve birçoğunun birbirinden farklı algı ve anlayışlarla soruna yaklaşım sergilediği bir vasatta, bu niteliği yakalayan bir sonucun hâsıl olması büyük bir başarı olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir.