Kürt Sorunu

Dava Dergisi

1- Türkiye'de Kürt Sorunu'nu oluşturan en önemli faktörler nelerdir?

Türkiye'de Kürt sorununu oluşturan faktörleri sıralamak bu sahifelerin kapsamını çok aşar.

Öncelikle, bu sorun yalnızca Cumhuriyet tarihinde meydana gelmiş bir sorun olmadığının farkına varmak gereklidir. Mazide, tarihe kökü dayanan faktörler vardır. Kısmen Osmanlı'dan başlayan, laik, demokratik, şoven, ırkçı, Türkçü bir temele oturtulan mevcut rejim elbette kendisiyle beraber binlerce sorun doğurmuş ve binlerce sıkıntıyı beraberinde getirmiştir. Devrimcilik ve medeniyetçilik adına binlerce cinayetler işlenmiştir. O günkü on iki milyonluk bir nüfustan çalışır insan gücü olan genç, enerjik, dinamik beş yüz bin masum Kürdü katletmiş; yüz binlerce insanı da tedip ve tenkillerle işkence ve zulme maruz bırakmıştır.

İslami bir temel yapıdan uzaklaşan; adalet, şefkat, merhamet, hak, hukuk, müsavet kavramlarını hiçe sayan; her nevi haksızlığı işlemekte hudut tanımayan; Nemrutları, Firavunları, Cengizleri, Hülaguları, Neronları, Stalinleri, deccalları, Süfyanları yetiştiren felsefenin, ideolojilerin acı meyveleri en mühim fak­törlerin başında gelmektedir.

İşte bu temel felsefe kaldığı ve hükümlerini icra ettiği sürece de her nevi zorlamalar neticesinde, demokrasi ve insan haklan gibi ifadeler hiç bir mana ve değer ifade etmeyecektir. Bu zulüm ve soykırım, değişik zamanlarda fırsat buldukça kendisini gösterecektir.

2- Kürt Sorunu karşısında Müslümanlar niçin ortak bir tavır geliştirememişlerdir?

Kürt sorununa Müslümanlar gerçek manada -istisnalar hariç- arzu edilen manada İslami ve Kur'ani reçeteler sunamamışlardır. Devamlı olarak mevcut rejimlerin müsadeleri nisbetinde ve zeminlerinde platformlarında onlarla çakışmadan paralellik arz eden bir tavır sergilemişlerdir. Bu tavır ve anlayışla elbette Müslümanların ortak bir tavır ser­gilemeleri mümkün değildir.

Yıllarca rejimin kültürü ve propagandası ile beslenen zihinlerin; zahir planda İslami bir hareketin içerisinde bulunsalar dahi, net ve salt bir İslami tavır sergilemeleri mümkün değildir.

Milli anlayışlar, zaferler, siyasi telakkiler, memleketin bölünmez bütünlüğü ve vatan kavramları ve Misak-ı Milli gibi dış dayatmalardan meydana gelen telakkiler müslümanların bu kaygan zeminde ortak bir tavır sergilemelerini engellemiştir.

Ortak bir tavır olabilmesi için; bütün beşeri anlayışlardan ve telakkilerden sıyrılıp salt ve sade İslam'ı algılamak ve Asr-ı Saadet metoduyla o sahneyi ve zemini oluşturmak gereklidir.

3- Türkiye'de Müslümanlar Kürt Sorunu'na yönelik geliştirdikleri politikalarda Türkiye İslami hareketin mi yoksa bölgesel veya Kürt halkını önceleyen bir kalkışı mı esas almalıdır?

Şu iyi bilinmelidir ki Kürt sorunu ümmetin bir sorunudur. Ve yalnızca İslam'ın evrenselliğiyle, Kur'an devleti­nin oluşmasıyla çözülecek bir sorundur. Sorunu iyi tespit etmek ve bu tespit ve teşhisten sonra Kur'an eczahanesinden alınacak ilaçlarla ancak bu sorunun çözülebileceğinde ittifak etmek gereklidir.

Elbette sorun yalnız bir bölgenin sorunu değildir. Sorun insanlık sorunudur ve bu sorun gerçek manada bütün ümmeti içine alan hak, hukuk, adalet ve müsavat kavramlarının bihakkın ifa etmedikleri içindir ki bugünkü çarpık bir rejim ve anlayış oluşmuştur.

Buna karşı, bir vücud mesabesinde bir nefis gibi ifade edilen ümmet, bu meseleyi İslam'ın evrenselliği içerisinde telakki etmeli, tavrını bu meyanda oluşturmalıdır. Ayrıca nazarlarımızı, çalışma tavrımızı, Misak-ı Milli hududları telakkisi tanzim etmemelidir.

"Kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemezse, kendisi için kerih gördüğünü kardeşi için de kerih görmezse o mümin değildir." hadisinin ışığı altında bizim haritamız müminler olmalı, tavrımızı o belirlemelidir. Zulme karşı tavrımızı İslam'ın evrenselliği ve anlayışı çerçevesinde geliştirmeliyiz.

Müslümanlar, Misak-ı Milli hududları ile İslam'ın evrenselliği arasındaki farkı iyi kavramalı ve bu iki kavramı birbirine karıştırmamalıdırlar.

Dünyanın hangi bölgesi olursa olsun o bölgeyi, İslam adına, İslam hukuk ve yönetimi için çalışma zemin haline getirmeliyiz. Bu çerçevede; bölgesel kurtarma operasyonunu İslam'ın evrenselliğine ters bir şeymiş gibi algılamamak ve bunu, mantığın, gerçekliğin ve realitenin bir zorunluluğu olarak algılamak.

Ayeti kerimede "Sen önce yakın olan akraba ve aşiretlerinden başla." fermanını rabbani bir mesaj olarak algılamak gerekmektedir.