'Kur'an'ı Anlama(ma) Sempozyumu’

Yusuf Aydın

Geçtiğimiz ay Ankara'da son yıllarda sık sık görmeye alıştığımız bir Kur'an Sempozyumu daha yapıldı. Bilgi Vakfı tarafından ikincisi düzenlenen bu sempozyumdan önce geçtiğimiz yıl da Fecr Yayınları'nca Kur'an Haftası olarak başka bir sempozyum düzenlenmişti. Ankara'da üçüncüsü icra edilen sempozyumda yine bildik isimler ve yaklaşık olarak bildik konular ele alındı. Bu durum ister istemez bu tür sempozyumlar acaba bir tekrar mıdır sorusunu akla getiriyor. Sempozyum Ankara Kocatepe Camii Diyanet Vakfı salonunda geniş ve sempozyum için oldukça elverişli bir salonda gerçekleştirildi. Sempozyumda açılış konuşması ve Kur'an-ı Kerim okunmasından sonra kürsüye gelen sunucunun Başbakan Tansu Çiller'in açılış kutlaması olarak gönderdiği telgrafı okuması, üzerimizde soğuk duş etkisi yaptı dersek yanlış olmaz. Zira Kur'an Sempozyumu adlı Kur'an'ın anlaşılması ile ilgili bir sempozyumda Çiller'in, Mesut Yılmaz'ın mesajının Kur'an'la nasıl bağdaştırıldığı aklımıza takılan ve izahı güç önemli bir soru oldu. Yoksa bu Çiller daha dün Bosna'da verdiği demeçlerde "Radikal İslam'ı Bosna'da görmek istemiyoruz, bunun için de Türkiye tipi laik müslümanlığın yaygınlaştırılması gerekir" diyen Çiller değil miydi? Gerek Trabzon'daki İslam Düşüncesi Sempozyumu'nda yaşananları gerekse bu sempozyumda Çiller'in mesajının okunmasını, müslüman kimliğini bulandıran, zedeleyen davranışlar olarak görüyor ve devletçi müslüman tipinin aşıldığı, daha İslami kimlikli sempozyumlar dileğimizi bu vesileyle dile getirmek istiyoruz.

Sempozyumun ilk oturumunda Vehbi Başer, "Sosyal Bilimler Açısından Kutsal Metinlerin Anlaşılması" başlıklı bir tebliğ sundu. Başer, tebliğinde sosyal bilimler ve kutsal metinler arasındaki ilişkiyi ele aldı. Başer'in tebliğinde dikkat çektiği kutsal metinlerin sosyal bilimcilerin mesleki olarak ne kadar ilgi alanlarına girdiği sorusu, kanaatimizce önem taşımaktadır. Sempozyumun başından sonuna kadar sosyal bilimler literatürünün ayet, hadis gibi İslami referanslardan daha fazla kullanıldığını Durkheim, Wilkenstein gibi batılı sosyal bilimcilerin, Gazzali, Şatıbi gibi bilginlerden daha fazla anıldığını da hatırlatırsak bu sorunun daha da anlamlı olduğunu görürüz. Başer, sosyal bilimcilerin kutsal metinleri anlama gayretlerini profan ve kutsal terimlerin üzerinde durarak açıklamaya çalıştı ve profan bir zihinle kutsal olanın anlaşılmasının güçlüğünü vurguladı. Bundan dolayı da kutsal metinlerin anlaşılması ameliyesinin sosyal bilimcilerin asli değil, tali ilgileri olduğunu söyledi. Başer, ayrıca sosyal bilimlerin relativliğinin de altını çizerek relativ bir alanın ontolojik olarak farklı olan ilahi/kutsal olanı yorumlamasının güçlüğünü dile getirdi. Son zamanlarda sosyal bilimleri adeta mutlaklaştıran sosyolojisi bakış açısına ciddi bir eleştiri olarak gördüğümüz bu yaklaşımın da Kur'an bağlamında bazı soru işaretlerine yol açtığını veya bazı şeyleri kapalı olarak geçtiğini belirtmeliyiz. Özellikle kutsal kavramı üzerinde semantik tahliller yapılırken kutsal metinler olarak adlandırılan metinlerle Kur'an arasında gerek korunmuşluk, gerekse mana ve lafız ilişkisi açısından hiç mi fark yoktu? Yani İncil, Tevrat, Kur'an kutsal metinler dendiğinde aynı düzlemde mi ele alınacaklar? Ayrıca, sosyal bilimcinin amacı olarak, "kutsal metinde dile gelen kutsalın bizatihi kendisine sosyolojik bir açıklama getirmek değil (Durkheim'in yanlışı) kutsal metnin kendisine çağrı yaptığı sosyal dünyayı kavramak olabilir" sözüyle sınırlanan sosyal bilimcinin amacı, hangi ölçüye göre belirlenmiştir?

Oturuma ikinci tebliğci olarak katılan Yasin Aktay, "Objektivist ve Relativist İradeler Arasında Kur'an'ı Anlama Sorunu" adlı bir tebliğ sundu. Aktay, tebliğinde bu iki uç anlayışı eleştireceğini ama ikisi arasında orta bir yol, uzlaşmacı bir tutum takınmayacağını söyledi. Objektivizmin Kur'an'ı anlamada kesin ve herkesin ondan aynı şeyleri anlayabileceği yaklaşım olduğunu söyleyen Aktay, Kur'an'ı anlama sorununun Kur'ani bir sorun mu? olduğunu sordu ve soruya olumsuz cevap verilmesinin bir ifadesi olarak Kur'an'da Kur'an'ın anlaşılmasının "anlama" anlamında Arapça karşılığının olmadığını söyledi. Aktay'ın aktardığı bilgi doğru olmakla beraber vardığı-sonucun yanlış olduğu kanaatindeyiz. Çünkü düşünmek, akletmek, "anlama" ameliyesinden bağımsız şeyler midir ki burada anlama fiilinin olmaması sanki Kur'an'ın anlaşılması sorunu yokmuş neticesine varılabiliyor? Ayrıca itaat etme, öğüt alma, kulak verme gibi eylemler anlama ameliyesinden soyutlanarak, anlamadan itaat etmek, anlamadan öğüt almak şekline dönüşebilir mi?


Kur'an'ı relativist bir bakış açısıyla okumanın sakıncalarına da değinen Aktay, relativizmin İslam düşüncesinde zahiri ve batınilik olmak üzere iki büyük ekol oluşturduğunu söyledi. Aktay herkesin kendine göre anlama biçimi olacağı tezi üzerine kurulu olduğunu söylediği relativizme tarihsellik konusunu örnek vererek açıklık getirmeye çalıştı. Tarihselci yaklaşımın modernlik, postmodernlik vb. düşünsel ve pratik sorunlarla İlgili olmadığını söyleyen Aktay, sorunun büyük oranda siyasal atmosferle alakalı olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: "Tarihselci yaklaşımın temel insiyaklarından biri demin belirttiğim gibi yaşadığımız dönemin relativizmi yükselten bir değer olarak besleyen yaşama tarzıdır. Diğer yandan, eşit derecede önemli bir faktör bu düşüncenin, yükselen İslami hareketlerin söylemlerini zayıflatmanın bir yolu olarak içinde bulunduğumuz siyasal kürede fazlaca teşvik görüp Ödüllendirilmesidir".

Tarihselci yaklaşımın açmazlarına da değinen Aktay, tebliğinin sonuç kısmında Kur'an'ı anlama konusunda Şehid Seyyid Kutub'a atıfla "Kur'an'ı anlamak adına üretilmiş felsefe, kelam ve tefsir gibi disiplinler Kur'an'ı anlamayı kolaylaştırmak bir yana, saf bir zihnin anlamasını zorlaştırır" dedi. Kur'an'ı anlamak için yapılması gerekeni "bırakın Kur'an kendisi konuşsun" sözüyle bitiren Aktay'ın sonuç cümlesi olarak söylediği bu sözün nasıl sorusuna verdiği cevap merak konusu oldu. Kur'an'ın kendisi nasıl konuşur? O zaman Kur'an'daki şahitlik konusunu ve insanların Allah'ın dinini yaşamaları sorununu nasıl çözeceğiz? Kur'an konusunda, Kur'an bütünlüğünde metodolojik bir bakış açısını geliştirmeden, onu pratize etmeden Kur'an nasıl konuşacak? Hz. Ayşe'nin yürüyen Kur'an olarak nitelediği Hz. Muhammed'in örnekliğinde yaşayan Kur'an olmak ancak onu anlayıp amelleştirmeden geçmiyor mu? Bu bağlamda Kur'an'ın konuşması da yaşayan ve yürüyen Kur'an'lar olarak Kur'an'ı söylemekten çok, yaşamaktan geçmez mi?

İkinci oturumda "Kur'an, Kur'an Dilinin Özellikleri ve Özel Olarak Kıssa ve Mucizeler" başlığı ile tebliğini sunan Hikmet Zeyveli tebliğinde Kur'an kıssalarının tarihiliği ve vakiliği sorununu irdeledi. Zeyveli, Kur'an'da mecaz ve sembolik dil üzerine yaptığı girişten sonra, Mısırlı araştırmacı Muhammed Ahmet Halefullah'ın 1953'te yaptığı "el-Fennu'l Qasasi fi'l Kur'ani'l Kerim" adlı çalışmasının geniş bir özetini sundu. Kıssaların gerçekten yaşanmış olaylar mı, yoksa ibret ve öğüt alınsın diye Allah tarafından anlatılmış olaylar mı olduğu sorusuna yanıt arayan tezi; Razi, Zemahşeri ve Reşid Rıza gibi müfessirlerden yapılan alıntılarla delillendirmeye çalışan Zeyveli, kıssaların vakiliğinden ziyade tarihiliği vurgusu üzerinde durdu. Araf Suresi 172-173. ayetlerinin kıssalara delil olarak verilmesi müzakereciler tarafından eleştirilen Zeyveli'nin bu konudaki nihai görüşü de tebliğ boyunca netlik kazanmadı. Sorular kısmında da kendisine "kıssaların vakiliğine, yani olmuş olaylar olduğuna inanıyor musunuz?" şeklindeki bir soruya da tam karşılık vermedi. Mucizelerin de Kur'an kıssalarının vakiliği veya tarihiliği çerçevesinde ele alınması gerektiğini söyleyen Zeyveli'nin kıssaları tarihi ya da vaki sonuçlar çıkarmaya çalışanlar problemler ve açmazlara duçar olmuşlardır yargısıyla çelişir gözükmektedir. Zira vakiliğini gözardı etme eğiliminde olduğunu ortaya koyan Zeyveli'nin de mucizeyi tarihi açıdan ele alması bir çıkmaz olacaktır.

Oturuma "Kur'an'ı Yorumlamada Felsefi Semantiğe Duyulan İhtiyaç" başlıklı tebliğle katılan Halilurrahman Acar, felsefi semantik tabirini kullanmasıyla tartışmalara neden oldu. Kendisinin de ifadesiyle göreceli bir yaklaşım olduğunu söylediği "felsefi semantik" konusu oldukça felsefi kaldı. Ağır bir dil kullanan Acar'ın tebliği, kullanılan literatür açısından bir çok kişi konunun içine nüfuz etmeden tebliğin bitmesiyle neticelendi. Felsefi semantik ile Kur'an'ın anlaşılması olarak dilbilim ye gramerin ön plana çıktığı tebliğde Türkçe'ye tercüme edilen kitaplarıyla yakından tanıdığımız İzutsu'nun tezlerinden farklı olmadığı kanaatindeyiz. Gramer ve dilbilim çözümlemeleri temeline dayalı böylesi bir yaklaşımın Kur'an'ı bir bilmece kitabı haline dönüştürme ve mesajın anlaşılmasını ikinci plana itme handikapı doğurduğu bir gerçektir. Kur'an'ı bu tür çalışmalara endekslemek onun arı duru ve açık mesajının yaşanmasını erteleme anlamına gelmediğini umuyoruz.

İkinci gün "Türkiye'de Kur'an Çevirileri Üzerine" başlığıyla başlayan ilk oturumda Hüseyin Atay, Hikmet Zeyveli, Ömer Özsoy, Turan Koç, Dücane Cündioğlu gibi isimler yer aldı. Atay kendisinin de içinde bulunduğu Diyanet mealinin nasıl hazırlandığı ve Arapça ile ilgili kişisel anılarını anlattığı oturumda Cündioğlu'nun Kur'an meallerinin yanlışlıkları ve zararları üzerinde durduğu konuşmasının ardından müzakereci olarak kürsüye gelen Zeyveli, bu yaklaşımın yanlış olduğunu, Kur'an meallerinin yanlışları olmakla beraber Türkiye'de Kur'an'ın anlaşılmasının bu meallerle başladığını söyledi. Ömer Özsoy da "Çeviri Kuramı Açısından Kur'an Çevirisi Sorunu" adlı tebliğinde çevirilerde Kur'an'ın metin mi, yoksa söz mü olarak ele alınması gerektiği üzerinde durdu. Özsoy, Kur'an'ın bir metin olarak okunması halinde Kur'an metninde çelişkiler, tekrarlar bulunacağına söyleyerek aslolanın Kur'an'ın söz olarak anlaşılması gerektiğidir" dedi. Nesh konusunu bu tür yanlış anlamalara örnek gösteren Özsoy, bu tür çelişkilerin ancak Kur'an'ın söz olarak anlaşılmasıyla ortadan kalkabileceğini söyledi.

Kur'an'ın söz olarak anlamanın Kur'an'ın hitap çevresi olarak ilk indiği ortamı göz önünde bulundurması olarak ortaya koyan Özsoy, metnin ise bütün mümkün durumları ve yanlış anlaşılma ihtimallerini göz önünde bulundurduğunu söyledi. Kur'an'ın söz olarak anlaşılması aynı zamanda onun tarihselliğini de vurgulamak olacaktır. Tarihselci yaklaşım da yukarıda Yasin Aktay'ın ifade ettiği bağlamda değerlendirilirse Kur'an'ı o döneme has bir kitap yapmak anlamına gelecektir. Bu ise Kur'ani hükümlerin metinsel okunduğunda bugünü bağlamayacağı sonucuna götürür. Ayrıca Kur'an bir metin olarak ele alındığında çelişkiler barındırır sözü de calib-i dikkat ve kabul edilemez bir görüştür. Zira iman etmiş muttakiler Kur'an'ı nasıl okurlarsa okusunlar, onda çelişki görmezler. Kafirler ise kalpleri mühürlendiğinden Kur'an'da çelişkiler ararlar.

Sempozyumun son oturumu "Kur'an'a Çağdaş Yaklaşımlar" başlığını taşıyordu. Garaudy ve Arkoun'un Kur'an yorumunu anlatan Zeki Ünal, bu düşünürlerin yaptıkları çalışmaların bir özetini sundu. Sempozyum Kur'an-ı Kerim okunmasıyla son buldu.

Kur'an'ın anlaşılmasına katkı olması amacıyla düzenlenen sempozyum, tebliğlerde kullanılan ağır dil ve yabancı kelimelerin çokluğu nedeniyle dinleme konusunda sıkıntılara neden oldu. Ayrıca ortaya konulan konuların çoğunda gözlemlenen sosyal bilimler ve felsefe literatürüne duyulan özentinin, pratikte Kur'an'ı anlamaya ne gibi katkılar yapacağı da şüphelidir, Daha çok söz olmaktan ileri gidemeyen konuşmalarda Türkiye'de müslümanların ve özellikle de İslami hareketin gelişmesine ve rejim tarafından dayatılan siyasi, ekonomik, itikadi kirliliğe nasıl bakılması gerektiği gözden uzak kaldı. Oysa Kur'an'ın daha ilk ayetlerinde adaletsizliğe, şirke, yolsuzluğa bulaşmış Mekke toplumunu ıslah etmeye yönelen Kur'an mesajı bu tür sorunları öncelikli olarak zikretmektedir. Yoksa biz de daha henüz Kur'an'ı anlamak için yeterli dilbilim, gramatik çözümler yapmadık; bu çalışmaları bitirdikten sonra sıra bu tür sorunlara da gelecektir mi diyeceğiz? Bizce Kur'an mealleri zararlı çalışmalar değil ve Kur'an'da gerek metin, gerek söz olarak apaçık anlaşılır çelişkisiz bir kitaptır. Kur'an'ın aydınlığına doğru yürüyen ve Kur'an'ı gerektiği gibi söylemleyen sempozyumlar dileğiyle...