Kur’an’da “(Allah’ın) İzniyle” İfadesi

Murat Kayacan

Kur’an’da “(Allah’ın) izniyle” ifadesi, on ayette geçmektedir. Bunların üç tanesi üç Mekki surede, yedi tanesi ise -üçü Bakara Suresinde olmak üzere- beş Medeni surede bulunmaktadır. Yunus Suresi 3. ve Bakara 255. ayetlerde “izniyle” bağlam gereği “izin vermedikçe” şeklinde çevrilmiştir. Bu yazıda söz konusu on ayet, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.

1- Deistlerin ileri sürdüğünün aksine Allah, yarattığı evreni kendi haline bırakmamıştır. Evrende olup bitenin gerçek faili Allah’tır. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz: “Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı; sonra Arş'a kuruldu, her işi tasarlıyor ve çekip çeviriyor. O, izin vermedikçe hiç kimse aracılık (şefaat) edemez. İşte budur Rabbiniz olan Allah; o halde O'na kulluk ediniz; bunlar üzerine düşünüp ders almaz mısınız?” (Yunus, 10/3)

Allah, yarattıklarını kendi haline bırakmaz, onların mecbur ve özgür oldukları fiillerin de takipçisidir. O’ndan habersiz bir şey gerçekleşmez. Allah’a hiçbir şey gizli kalmadığına göre ahirette kullar hakkında hüküm vermesi konusunda başkasının aracılık (şefaat) etmesine de gerek yoktur.

Şefaat konusunu biraz daha netleştirelim: Sözgelimi iyi niyetli bir şefaatçi, bir kimse için şefaatte bulunmayı talep ettiği makamın bilmediği bir şeyi ona aktarıyor demektir. Allah, böyle bir eksiklikten (eksik bilgi sahibi olmaktan) uzaktır. İyilik talebi gibi cennet de Allah’tan istenir. Şefaatin onun iznine bağlı oluşu, şefaatin olduğunun değil, en fazla olabileceğinin kanıtı olur. Bu tür şefaatin varlığı ihtimalini belirten ayetler, dünya hayatında kendilerine şefaatçi tayin edenleri Allah’a yönlendirmek içindir. Çünkü müşrikler, Allah’ın yanında sözü geçen kızları olarak gördükleri meleklerden şefaat istedikleri için müşrik olmuşlardır. Şefaatin Allah’ın izniyle olabileceği şeklinde yorumlanabilecek ayetler hakkında şuna da dikkat çekmek gerekir: Müşrikler şefaate inanmazken Allah onları şefaate inandırmaya çalışmamaktadır.

Şefaatin Allah’ın izniyle olabileceğini belirterek, şefaati şartlara bağlayan ayetlerdeki vurgu şöyle ifade edilmektedir:

“Söz konusu şartlardan söz eden ayetlerde yapılan şey, müşriklerin anlayışının aksine, istifham-ı inkârî (kınama ve reddetme sorusu) üslubuyla ‘Allah’ın izni olmadan, genel hükmü/yasası bozulmadan ve mülkü üzerinde başkasına tasarruf yetkisi vermeden onun yanında kim şefaat edecekmiş?!’ yahut ‘Müşriklerin şefaat etmesini beklediği söz konusu kişi ve nesnelerin hangisinden Allah razı olmuş da onun yanında bunlar şefaat edeceklermiş?!’ ya da ‘Şefaat etmesi umulan putlardan ve onlara tapanlardan hangisi hakkı/vahyin gerçeklerini söylüyor ki Allah ona şefaat için izin versin?!’ veya ‘Din Gününün maliki olan Allah, o gün mülkünde tasarruf yetkisi verdiği kişiler mi var ki onlar başkalarına şefaat etme hak ve yetkisine sahip olsunlar?!’ yahut ‘Şefaat etmesi umulanlardan veya şefaat edecekleri kişilerden hangisi bunun için Allah’tan bir söz almıştır ki onunla şefaat etme hakkına sahip olsun?!’ (Sarmış, 2011: 401)

2- Ahirette kimse yalan söylemeyecek ve o gün, yalancı şahitler olmayacaktır (Düzenli, 2008: 208) ve tek söz sahibi olan da Allah’tır: “O geldiği gün hiçbir kimse konuşamaz. Ancak onun izniyle (konuşmak hariç). Artık onlardan kimi bedbahttır kimi de mutlu.” (Hud, 11/105)

İslam, Allah ile kulları arasında kesin bir farkın olduğuna dikkat çekmektedir. Allah ahiret gününün sahibidir. Ahiretin öncesinde olduğu gibi ahirette de O’nun dediği olur. Dolayısıyla onun izin vermesi dışında kimse söz söyleyemediği gibi kimsenin kimseye şefaat etmesi de söz konusu olmayacaktır.

3- Allah, kullarına doğrudan hitap etmek yerine, kalbe ilham ederek veya perde gerisinden seslenerek yahut melek aracılığıyla vahyettiğini belirtir: “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O, çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura, 42/51)

Allah’ın vahiy yoluyla kullarıyla irtibat kurmasının yollarından biri, onların kalplerine ilham etmesi şeklindedir. Perde arkasından hitabı deyince Hz. Musa’ya bir ağaçtan hitabı akla gelmektedir. (Kasas, 28/30) Hz. Musa, bu diyalog sırasında Yüce Allah’ı görmemiştir. Melek aracılığıyla hitabının örneği de Cebrail ile vahiy göndermesidir. Vahiy meleği Cebrail, sadece peygamberlere vahiy getirmez. Bunun örneği de Hz. İsa’nın annesine olan Cebrail’in hitabıdır: “(Cebrail) dedi ki: 'Ben ancak senin Rabbinin bir elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan çocuk bahşetmek üzere (geldim).” (Meryem, 19/19) Allah’ın kullarıyla bu üç çeşit diyalog tarzıyla irtibat kurması O’nun bildiği bir hikmete dayalıdır.

4- Âdem’in, Rabbinden aldığı kelimeleri (Bakara, 2/37) o dönemde “doğru yolda olmak için yeterli” bir vahiy olarak düşünürsek bu dönemin ardından insanların yollarını şaşırıp bâtıl yolda birleşecek hale geldiklerini söyleyebiliriz. Allah, lütuf ve merhametinden dolayı onlara yol gösterici peygamberler göndermiştir: “İnsanlar tek bir ümmetti. Sonra Allah müjdeleyici ve korkutucu peygamberler gönderdi. Onlarla birlikte insanlar arasında ayrılığa düştükleri konularda hükmetmeleri için hak üzere Kitab indirdi. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki kıskançlıklarından, kinlerinden dolayı onda (Kitap) ayrılığa düşenler kendilerine Kitab verilmiş olanlardan başkaları değildir. Allah iman edenleri, kendi izniyle onları hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 2/213)

Peygamberler, insanları hayra teşvik ederken hem İslam (Allah’a teslim olma) sayesinde elde edecekleri dünyevi ve uhrevi kazançları gündeme getirirler hem de onları kötülükten uzak tutmak amacıyla Allah’ın azabıyla korkuturlar. Çünkü insanları kötülükten uzak tutmak sadece sevgi dolu ifadelerle sağlanamaz. Onların bir kısmı da korku ile doğru yolu tutarlar. Peygamberlerin yanı sıra Allah, kitap (vahiy) da göndermiştir. Peygamberler kendilerine verilen vahiylere/kitaplara bağlı hareket ederler. Çünkü onlar da dine davet ettikleri kimseler gibi Allah’ın kullarıdır. Kendilerine kitap gönderilmiş toplumlar, takvayı tercih ederlerse Allah onları hakka iletir. O’nun dilemesi, hakikatin peşinde olanların iradesiyle uyumludur. Allah doğru yolu bulmada kararlı olanların yönünü bâtıla çevirmez.

5- Kur’an, Müslüman erkeklerin hoşlarına giden her hanımla evlenmelerine izin vermez: “Allah'a iman etmedikleri sürece müşrik kadınları nikâhlamayın. Şüphesiz mümin bir cariye, hoşunuza gitse bile müşrik olan bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman etmedikleri sürece (kızlarınızı) nikâhlamayın. Şüphesiz mümin bir köle, hoşunuza gitse bile müşrik bir adamdan daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırmaktadırlar. Allah ise kendi izniyle cennete ve bağışlanmaya çağırmakta ve belki düşünüp öğüt alırlar diye insanlara ayetlerini açıklamaktadır.” (Bakara, 2/221)

Evlenilecek hanımın toplumsal konumu düşük ama mümin bir kimse ise o hanım evlenmeye daha layıktır. Allah’a ortak koşan bir hanım, değişik gerekçelerle ilgi çekici de olsa onunla evlenmek yasaktır. Aynı durum mümin hanımlar için de geçerlidir. Onlar da müşrik birisiyle evlenmemelidirler. Çünkü kurulan ailede, ebeveynden birisi cennete diğeri cehenneme çağıracaktır. Allah’tan korkanlar için böylesine bir evlilik azaptır. Ahirette de bundan hesap verilmesi istenecektir.

6- Allah, kendisi hakkında şu bilgileri vermektedir: “Allah, O'ndan başka ilah olmayan, diri, yarattıklarını gözetip yöneten, kendisini uyuklama ve uyku tutmayandır. Göklerde ve yeryüzünde ne varsa O'nundur. İzni olmadıkça O'nun katında kim şefaatçi olabilir? Onların önlerinde ve arkalarında bulunan ve olup biten her şeyi bilir. Onlar, onun bilgisinin sadece dilediği kadarını kavrayabilirler. O'nun kürsüsü (egemenliği) gökleri ve yeryüzünü kaplamıştır. Bunları koruyup gözetmek O'na ağır gelmez. O yüce ve büyüktür.” (Bakara, 2/255)

Allah tapılacak tek varlıktır. Tanrılık iddiasında bulunanlar, bir süre var olmakta sonra ölmektedir. Hâlbuki Allah diridir. Yarattıklarını gözetim altında tutar. Onları yaratıp bir kenara çekilerek onları kendi haline bırakmaz. Merhametinden dolayı elçi ve kitap göndererek cennete giden yolu Allah’tan korkanlara kolaylaştırır. Her şeyin sahibi O olduğuna göre itaati hak eden tek varlık da O’dur. Resullere ve Allah’ın hükmüyle hükmedenlere itaat, onların Allah’a itaatinden dolayıdır. O izin vermedikçe kimse şefaatte (aracılık) bulunamaz. Bu nedenle “Ahirette peşimden gelenler de cennete girmedikçe ben de girmem.” türü bâtıl sözlerin peşine takılıp, ahirette pişman olanlardan olmamak gerekir. “Keşf1 yoluyla” kimin cennete götüreceği üzerine sözler sarf edip insanları, Kur’an’a değil zanna tabi kılmak, onları saptırmaktır. Allah’ın ilmi, gökleri ve yeri kaplamışken şefaatçi edinilen kimseler haşa Yüce Allah’a, kulları hakkında ek bilgi mi vereceklerdir? Merhameti azabını geçmiş olan Allah’tan daha merhametli şefaatçi mi olur? Allah’ın azabına hükmettiği kimseyi, kim ve hangi yetkiyle cehennemden çıkarabilir? Zaten hangi kulun hangi bâtıl ya da hak inanca sahip olduğunu ne tür bir şer ya da hayır işlediğini, imanlı mı münafık mı olduğunu takip etmek Allah için asla zor değildir.

7- Uhud Savaşında Allah müminlere verdiği yardım sözünü yerine getirmişti. Müminler savaşta üstün durumda idi. Ancak onların bir kısmı ganimet elde etmeyi öne alınca ilahi yardım vaadinin aleyhine hareket etmiş oldular: “Şüphesiz Allah size vaat ettiğini yerine getirdi. Allah'ın izniyle onları kırıp geçiriyordunuz. Ancak (Allah) sevdiğiniz şeyi size gösterince gevşediniz, yapılması gerekende tartışmaya girdiniz ve karşı geldiniz. Kiminiz dünyayı kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra Allah sizi denemek için onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna uğradınız. Şüphesiz O, sizi bağışladı. Allah müminler için lütuf sahibidir.” (Al-i İmran, 3/152)

Allah, inananlara yardım vaadinden dönmez. Ancak kulların Allah yolunda sabırlı olmaları, O’na tevekkül etmeleri, savaş için yeterli hazırlık yapmaları ve savaşı Allah rızasına uygun şekilde yürütmeleri gerekir. Dünya malının merkeze alındığı, Allah’ın rızasını kazanmanın ikinci plana düşürüldüğü bir savaşta ilahi yardım beklenemez. Bu tür bir savaşta başarı elde edilse bile elde edilen ganimetler dünyada da ahirette de bir fayda vermez.

Müminler, üzerlerinde meşru bir otorite konumunda olan Müslüman yöneticiye itaat etmelidirler. Aksi takdirde düşman, aralarındaki ihtilafı fırsat bilip onları yenilgiye uğratır. Nitekim Uhud Savaşında da müminler yenildiler ve bu, onlar için bir imtihan oldu. Yaptıkları yanlışı anlayan ve tövbe edenleri Allah affetti. Çünkü O, insanların zaaflarını bilir. Bu yönlerini bilip yanlışlarından dönenlere karşı lütfunu esirgemez.

8- Peygamberlik çalışılarak elde edilen bir makam değildir. Allah, kullarından dilediğini bu görev için seçer. Bunlardan birisi de son peygamber Hz. Muhammed’dir: “Ve O'nun izniyle Allah'a çağıran ve aydınlatıcı bir kandil olarak (gönderdik).” (Ahzab, 33/46)

Peygamber (s), insanları “şirk koşmadan Allah’a ibadete” davet etmektedir. Bâtıl, insanın hayatının hedefini bulmasına engel olan bir karanlıktır. İnsan hakkında tarih tecrübesine sahip şeytanın, onları cehenneme sürüklemek için bildiği ve uygulamaya koyduğu pek çok yöntem vardır. Ne var ki insanları aydınlatmak üzere gönderilen peygamberlerin mesajı karşısında, şeytanın hilesi zayıftır. Bâtıl, sabun köpüğü gibi dağılıp gider. Müminlerin anlamlı çabalarıyla hak gelir, bâtıl kaybolur gider, yeter ki onlar peygamberin yolunu tutsunlar.

9- Dünya, insanların doğasına ve yaşamına uygun bir şekilde yaratılmıştır: “Görmüyor musun ki Allah yeryüzündeki tüm varlıkları ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri yararınıza sundu. O, yeryüzüne düşmesin diye göğü askıda tutuyor. O, ancak O'nun izniyle yere düşer. Hiç şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (Hac, 22/65)

Allah insanı yeryüzünde halife (Bakara, 2/30)  olarak yaratmıştır. İnsanlar Allah’ın değil yeryüzünün halifeleridir. (Araf, 7/69) Bu halifeye kafa tutabilecek başka bir yaratık yoktur. İnsan, aklıyla kendisinden daha güçlü ve büyük varlıkları bile Allah’ın evrene koyduğu yasalar çevresinde kendisine itaat ettirebilmektedir. Dünya, milyarlarca yıldızın olduğu bir yıldız kümesi içinde adeta nokta kadar bir yere sahiptir ve Allah’ın izniyle bir yıldızın ya da başka bir gezegenin dünyaya çarpmaması Allah’ın dilemesiyle mümkün olmaktadır. İnsan, bu korunmuşluk haline şükretmelidir. Nankörlük ettiğinin farkına vardığında, doğru yola dönerse Allah’ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır.

10- Dünyada ve ahirette huzurlu bir hayat sürmek isteyen kimseler, Allah’ı memnun edecek bir ömür sürmek durumundadırlar. Onların bu çabası karşılıksız kalmayacaktır: “Allah, rızası peşinde koşanları, bu kitap sayesinde kurtuluş yollarına erdirir. Onları, kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola iletir.” (Maide, 5/16)

Allah’ın rızasını kazanma konusunda insan, çaresiz değildir. Kur’an bu konudaki başlıca yol göstericidir. Kur’an’ı okumaksızın, anlayıp gereğini yapmaksızın kurtulmak neredeyse imkânsızdır. Şirk, insanı kuşatan bir karanlıksa vahiy de onun olumsuz etkisini kıracak aydınlıktır. Doğru yol, Kur’an dışında, başka ideolojilerin peşine düşerek bulunamaz.

Görüldüğü gibi “izniyle” ifadesinin geçtiği tüm ayetlerde “Allah’ın izni” yani O’nun mutlak otoritesi ve evrende geçerli kıldığı yasalar kastedilmektedir. Onun izni olmadan hiçbir şey evrende gerçekleşmez. O, evrende tek söz sahibi olandır.

 

Dipnot:

1- Genel olarak manevi perdenin açılmasıyla doğru bilgiye ve gaybe ait konulara vâkıf olma anlamında kullanılan keşf, kalbe gelen bilgi anlamındaki ilham ile birlikte "keşf ve ilham" şeklinde kullanıldığı gibi keşfin en ileri boyutu olan müşahede ile birlikte "keşf ve müşahede" şeklinde de kullanılmaktadır (Öngören, 2002: 86).

 

Kaynakça

Düzenli, Yaşar, Üslub ve Semantik Açıdan Kur’an ve Şefaat, Pınar Yay., İst., 2008.

Öngören, Reşat, “Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S: 5, sf. 85-96, 2002.

Sarmış, İbrahim, Şeytan Üçgeni Bidat-Tevessül-Şefaat, Düşün Yay., İst., 2011.