Kur’an’a Göre Dünya Düz mü?

Cengiz Duman

 

 

Haberdar olduğumuz bir yazı dolayısı ile bu satırları kaleme alıyoruz. Renkli ve çok satan gazetelerden birinde, seküler mantıkla yazılan bir yazıda; İslam’a ve onun kitabına iftira atmak için fırsat kollayan bir yazar tarafından, Kur’an’da dünyanın düz olduğunun yazılı olduğu iddia edilmektedir. “Müslüman din adamlarının Kur’an’da dünyanın düz olduğunun yazılı olduğunu savunduğunu biliyor musunuz?Tanrı’nın yeryüzünü düz olarak, gökleri de muhafazalı bir tavan şeklinde yaratması, insanların geniş yollarda yürüyerek kolaylıkla seyir ve seferlerde bulunmalarını sağlamak içindir. Tanrı bunu kitabında açıklar.”Seküler düşünceye sahip ve evrim teorisi yanlısı yazar, ünlü tarihçi ve müfessir Taberî’nin “Tarih el-Ümem ve’l-Mülûk”)adlı kitabından yaptığı alıntı ile Kur’an ve bilimin çatıştığını öne sürüyor. Buna binaen bilimsel teori olarak gördüğü evrimcilikten vazgeçilmemesiyle ilgili bir yazı dercederek; İslam ve onun kitabını küçümsemeye çalışıyor: “Bilimi dinin sınavına, dini bilimin sınavına sokmak saçmalıktır. Bilimi dinselleştirmek, dini inancı bilimselleştirmek de delice bir saçmalıktır. Saçmalıktır, ama din yobazları bu türden saçmalıkları adım başı yapmaktalar.”

İnananlara ve inandıkları değerlere hakaretler içeren ve onları tahrik etme amaçlı olduğu anlaşılan bu yazıya, Müslüman ağırbaşlılığı ile cevap vermeye çalışarak, konunun doğru anlaşılması yönünde bilgiler vermeye gayret edeceğiz.

Taberî, Türkçeye “Milletler ve Hükümdarlar Tarihi” adıyla çevrilen “Tarih el-Ümem ve’l-Mülûk” isimli eserinde, söz konusuşu cümleyi kaydetmektedir: “Tanrı’nın yeryüzünü düz olarak, gökleri de muhafazalı bir tavan şeklinde yaratması, insanların geniş yollarda yürüyerek kolaylıkla seyir ve seferlerde bulunmalarını sağlamak içindir. Tanrı bunu kitabında açıklar.”

Taberî’nin yer ve gökler hakkındaki bu beyanları, yaşadığı dönemin bilgi birikimini yansıtan o dönem insanlığının, tevatüren/kültürel yolla edindiği fen bilgileridir. Bilimsel icatlar ve keşiflerin yapıldığı son iki yüz yıla kadar da tüm insanlığın hususen Arapların, kâinat hakkında edindikleri tecrübî bilgilerini yansıtan ifadelerdir. Taberî’nin dünyayı düz olarak vasıflandırması o dönem ve yakın döneme kadar inanılan coğrafi tecrübî bilgi birikimlerine ait tanımlamalardır. Bu tanımlamalar pratik yaşamın tecrübe ile edindiği bilgiler ve bu bilgilerin ifade unsuru olarak dile (lisana) yansıtılmasıdır.

Taberî, günümüz anlamında ne astronomi ne coğrafya ne de jeoloji bilginidir. Tamamen o ana kadar tüm insanlığa ait tecrübî bilgi birikimi ile kâinatın yaratılışını anlamak açısından değerlendirmelerde bulunan, bulunduğu M. 850 / H. 250 yıllarının bir düşünürü veya entelektüelidir. Günümüz bilim standartları ile kıyas kabul edilemeyecek bir malumât sahibidir. Sahip olduğu bu malumâtı tabiidir ki, referansı olan Kur’an’a atıfta bulunarak onun bu konulardaki beyanlarından istifade etmeye çalışmaktadır.

Taberî’nin, yer ve gökle ilgili olarak Kur’an’a atıfta bulunması, yerin düz olmasını Kur’an’dan bir ayete bağlaması ile alakalı değildir. Zaten böyle bir ayet de yoktur. Tamamen Allah’ın yeri ve göğü yaratarak yaşam için insanların emrine bir nimet, rızık anlamında vermesi anlatımı ile ilgilidir.

Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın, yer ve gökleri insanlığın hizmetine müsahhar kıldığını şu şekilde beyan etmektedir: “O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah'ın kudretine) işaretler vardır. Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.  (Taha, 20/53-55)  “Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik. Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık. (Hicr, 15/19-20) 

Yer ve gökleri tarif eden bu ayetlerden anlaşılacağı gibi Kur’an, o dönem Arap toplumunun anlayacağı biçimde ve onların lisanlarındaki deyimlerle yer ve gökler hakkında pratik bilgiler vererek, bunları yaratan yaratıcıya iman ve kulluk etmelerini istemektedir:O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. (Bakara, 2/29)“Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O'nadır.” (Mülk, 67/15)  Yani Allah Kur’an’da bilimsellik denilen pozitivist değerler peşinde değildir; o pratik hayatın gerçeklerinden hareketle tevhide, vahdete çağrı yapmaktadır.

Aynı zamanda “Cami’ül-Beyan fî Te’vili Ayet’ül-Kur’an” adlı tefsirin müfessiri olan Taberî’nin, Kur’an’ın bu ayetlerinden haberdar olmaması mümkün müdür? Dolayısı ile yeryüzünün düzlüğü ile alakalı açıklamasında; eğer yeryüzü, insanların yaşam süremeyeceği biçimde engebeli olsaydı ne yapardınız? Nasıl ekip biçer, rızıklanır; nasıl yürüyüp vasıtalarla yol alırdınız diye tefekkür ettirmek ve Allah size geçim ve yaşam sürmeniz için yeri düz ve göğü kubbe biçiminde yaparak yaşamınıza müsait kılmıştır, manasında pratik yaşam bilgileriyle Kur’an’a atıfta bulunmaktadır. Yoksa yerin düzlüğü jeolojik veya topografik yapısı hakkında bilgilerini Kur’an’a tasdik ettirmek peşinde değildir.

Tevhide yönelik mesajlar vermek gayreti içindeki Taberî’nin, yeryüzü ile ilgili bu ifadesini, amacından saptırarak hem onu hem Kur’an’ı hem Müslümanları küçümsemek için “Kur’an’da bilimsel tezat vardır!” tezi oluşturmaya çabalayan çok satan renkli (!)gazete yazarının amacı, Kur’an’ı hayat içerisinden dışarı çıkarmak, mezarlık kitabı olarak göstermek amaçlıdır. Şöyle demektedir, seküler/evrimci görüşlü yazar: “Aklı başında din adamları, din ve bilimin iki ayrı alan olduğunu, bu iki alanın birbirine karıştırılmaması gerektiğini söylüyorlar ve çok iyi ediyorlar. Bilim adamları Tevrat, İncil ve Kur’an’ı bilimsel değerlerle inceleyecek olurlarsa toplumda huzur kalmaz. Müslüman din adamlarının Kur’an’da dünyanın düz olduğunun yazılı olduğunu savunduğunu biliyor musunuz?”

Kur’an’da olmayanı, Taberî’nin yazısı vasıtasıyla varmış göstermeye çalışarak bir taşla üç kuş vurmak peşinde olan yazar; “Kur’an’da bilimsel çelişki var!” işte, ünlü âlim Taberî de bunu söylüyor iddiasıyla, aynı zamanda sekülerizmin tek dayanağı (!) inkârcı evrim felsefesinin propagandasını yapma peşindedir.

Şimdi yer ve göklerle yani kâinat ile ilgili olarak Kur’an’ın nazil olduğu dönemde yaşayan insanlar, neler biliyor, nasıl görüyor ve tanımlıyorlardı buna bakalım.Kur'an'ın nazil olduğu dönemde ve öncesinde yaşayan insanlar ve spesifik olarak Mekke ve Medine’de yaşayan Araplar, yeryüzünün, iki ucu sınırlı bir kara parçası olduğuna inanıyorlardı. Cahiliyye dönemi Arapları, yer ve göklerden oluşan kâinatı; çölde yaşadıkları evleri olan çadırları gibi telakki ediyorlar, ona benzetiyorlardı. Onlara göre yeryüzünün doğu ve batı adı verilen iki tarafı vardı ve yeryüzünün bu iki ucundan gökyüzü, çadırlarının tavanı gibi, yay şeklinde, yukarıya doğru kubbe biçiminde uzanıyordu. Gökteki güneş, ay ve yıldızların; çadırlarındaki tavana asılı aydınlatma kandilleri gibi gökyüzünde asılı olarak durduğuna inanıyorlardı.  

Arapların yer ve gökleri kendi çadırlarına benzettiği tasvirlerle kâinatın anlatıldığı Kur’an ayetlerine bakalım:“O Rab ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptı.”(Bakara, 2/22) “Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten…”(Rad, 13/2)  “Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan, 25/61) Kur’an-ı Kerim’deki bu ayetlerde Allah, Arapların inanışları ve onların lisan unsurları olan deyim ve benzetmelerle kâinatı tasvir eder ve onları tevhide davet eder. Cenab-ı Hakk bu ayetlerde bilimsel açıklama peşinde değil, hâlihazır tecrübî bilgilerin belagatlı anlatımı ile tevhidi mesajlar sunma gayretindedir.

Dolayısıyla o devrin insanları ve hususen cahiliyye Arapları; gökyüzünde asılı bulunan güneş ve ayın, her doğup batması esnasında, iki ucu “doğu” ve “batı” olarak sınırlı bulunan yeryüzünün iki yandaki boşluklara veya yeryüzünün en uç toprakları içerisine girip çıktığını düşünüyorlardı. Hatta hadis külliyatında, güneşin toprağa girip çıkarken sürtünmeden oluşan bir sesin duyulduğuna dair rivayetler anlatılmaktadır. Arapların bu inançlarının doğruluğunu gösterecek bir delilleri olmamasına rağmen edindikleri tecrübe ve birtakım astronomik, coğrafi bilgiler eşliğinde teorik/sanal olarak oluşturdukları ve nesiller boyu devrettikleri Kur’an’ın “zan” olarak betimlediği pratik inançlardır.

Bu yüzden Allah Kur’an’da onlara seslenirken onların pratik bilgileri nezdinde Allah’ın her yerde var olduğunu ve onun sahibi olduğunu “Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da batının da ve bunların arasında olan her şeyin Rabbidir. (Şuara, 26/28)“Doğu da batı da Allah'ındır.” (Bakara, 2/115)diyerek vurgulamakta ve kâinatın tek hâkimi ve her yerinin, yönünün sahibi olduğunu beyan etmektedir. Kur’an, Arapların kullandığı coğrafi terimler olan “doğu” ve “batı” deyimlerini kullanırken, bilimsel açıklamalar yapmamakta, onların kullandığı lisanın unsurları aracılığıyla tevhide çağrı yapmaktadır.

Arapların kâinat ile ilgili inançları lisanlarına da yansımış ve bu inançlar, birer deyim olarak lisanlarının bir ifade unsuru haline gelmiştir. Kur’an’ın nüzul dönemi muhatabı Arapların “Güneş doğdu” “Güneş battı” “Ay doğdu” “Ay battı” ifadelerindeki, “doğma” ve “batma” eyleminin bugünkü verilere göre astronomik olarak doğru bir ifade olmadığını bilmemize rağmen, halen bizler de o dönemin insanları gibi bu deyimleri kullanmaktayız. Kur’an-ı Kerim de Arapların doğru olmasa da pratik hayatlarının ifadesi olan bu deyimler aracılığı ile onlara seslenmiştir. Zülkarneyn kıssasındaki Zülkarneyn’in “güneşin battığı” ve “güneşin doğduğu” yere seferlerinin anlatımı buna örnektir. Kur’an, Araplardaki bu deyimleri kullanırken Zülkarneyn’in sefer yaptığı yönleri, Arap muhataplarına izah etmek amacını güder. Yoksa güneşin “batma” ve “doğma” işlevlerinin bilimsel anlatımı için, onların bu husustaki bilgilerini yalanlama veya doğrulama eyleminde bulunmaz. Kur’an’ın kıssadaki bu coğrafi tanımlamaları işlemesi tamamen icaz ve belagatını artırmaya yönelik olup Arap lisan unsurlarını kullanarak onların anlayışlarına tevhidi unsurları egemen kılma çabasıdır.

Cahiliyye dönemi insanlarının birtakım fennî inanışları o dönemin astronomi ve coğrafya bilgileri açısından çok doğaldır. Avrupalılar da Amerika’yı keşfederken, dünyanın düz olduğu varsayımı ile Hindistan’a doğru sefer yaptıklarını düşünerek dünyanın tersinden Hindistan’a varacakları hesabıyla, rasgele keşfettikleri Amerikan kıtasının adalarına, “Batı Hind” adaları ismini vermişlerdir. Bu isim; coğrafi olarak doğru bir ifade olmamasına rağmen tüm dünya tarafından kullanılmaya devam edilmektedir.

Kur’an nazil olduğu dönemdeki Arapların astronomi ve coğrafya bilgilerinin yanlışlığı üzerinde durmamış, onların anlayacakları dil ve onların lisanlarının unsurlarını kullanarak kâinat hakkında tevhide yönelik bilgiler sunmuştur:

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!”(Araf, 7/54)

“Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.”(Furkan, 25/61)    

“Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve âlim olan Allah'ın takdiridir. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.”(Yasin, 36/37-40)  

Görüldüğü gibi Arap lisanı ile hayatın açıklanması amaçlı bu ayetlerde bilimsellik amaçlı bir gaye yoktur. Tamamen pratikten hareket edilmektedir.

Diğer taraftan Kur’an hiçbir zaman Arapların dağarcığında olmayan bir bilgi ve lisanla onlara hitap etmez. Mesela onlara kutuplardan, fok balığından, balinadan, atomdan, protondan, Avustralya ve Amerikan kıtalarından bahsetmemiştir. Bilgi ve bilimin sonu, dünya üzerindeki nesnelerin ve değişimlerin ardı kesilmez. Süreklilik arz eden bu muhteviyatı ne kitapların alması ne insanların anlaması ne izah edilmesi mümkün değildir.

Allah Kur’an’da insanların yaşam üzerindeki pratik bilgileri ve lisanları üzerinden muhataplara seslenmektedir:

(Allah'ın emirlerini)onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. (İbrahim, 14/4)“Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. (Yusuf, 12/2) “…senin dilinle (indirilip okutarak) kolaylaştırdık. (Meryem, 19/97) “Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı dilden (kitap) olur mu?” (Fussilet, 41/44)

Arapların lisanında ve onların anlayacakları unsurlarla hitap eden Kur’an, yaşamdan pratik örneklerle onlara mesajlar vermektedir. Kur’an-ı Kerim, yeryüzünün yaratılışı ve vasıfları  ile ilgili olarak şunları bildirir:

“Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk.”(Kaf, 50/7) “O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. (Bakara, 2/22) “Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan… Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rad, 13/3) “Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.” (Hicr, 15/19) “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar…” (Rad, 13/4) “…Gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik.” (Neml, 27/60) “Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O'nadır. (Mülk, 67/15) “Ondan sonra da yerküreyi döşedi. Yerden suyunu ve otlağını çıkardı. Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi. Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere...” (Naziat, 79/30-33)

Dikkat edilirse Taberî, yeryüzü ile ilgili açıklaması haricinde gökyüzü ile ilgili olarak “…gökleri de muhafazalı bir tavan şeklinde yaratması…” ifadesini de kullanmaktadır. Taberî’nin, “Tanrı bunu kitabında açıklar.” dediği göklerle ilgili Kur’an açıklamalarından bir kısmı şunlardır: 

“Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk...”(Fussilet, 41/12)      

“O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin halde sana dönecektir. (Mülk, 67/3-4)   

Kur’an’daki bu açıklamalar tamamen Arapların tecrübî bilgilerinin üzerinden ve onların lisanlarının öğeleri ile yapılmaktadır: “Yeri size beşik yapan”, “semâyı kandillerle donattık”,  “gökleri de muhafazalı bir tavan”, “yeryüzünü de döşedik”, “yeri sizin için bir döşek”,  “onda oturaklı dağlar”, “şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın”, “geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor”, “ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir”, “o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner”, “Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler…” gibi.

Sözün özü; Kur’an, kâinat ile ilgili açıklamalarında bilimsel amaçlar gütmez. Kur’an bir hidayet kitabıdır. İnsanların genelinin anlayacağı ve uygulayabileceği şekilde açıklamalarda bulunur. Kur’an’ın açıklamalarından dağdaki çobandan şehirdeki çalışana, üniversitedeki akademisyenden okuldaki çocuklara kadar herkes payını alır. İnsanların tümüne hitap eden Kur’an, onların anlayışlarına uygun olarak ortak algılardan hareket eder. Kur’an’da din ve bilim gibi ayrı sahalar ihdas edilmemiştir. Hayatın her sahası Kur’an’ın ilgi alanına girer ve insanlara yol gösterici fonksiyonuyla tevhidi yargılar üretir.

Kur’an, Allah’ın kelamıdır. Dosdoğrudur. Doğruları barındırır. Kur’an-ı Kerim,  diğer semavi kitaplarda olduğu gibi içerisine insani unsurlar katılmış bir kitap da değildir ki, Allah’ın vahyinin tahrifi ile kitap içerisine yanlışlar barındıran muhteva girmiş olsun. “Kuran'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9) O halde Allah’tan gelen ve onun muhafazası altındaki bu kitap, Allah’ın yarattıklarına muhalif hiçbir unsur ihtiva etmez. “Hamd olsun Allah'a ki kulu (Muhammed'e), Kitab'ı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. (Kehf, 18/1)

Yaratıcı yarattıklarından haberdar değil midir ki, yarattıkları hakkında çelişkili bir açıklama yapsın! “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes” inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (Bakara, 2/2-5)