Kur’an ile İlişki Tarzımızı Oryantalist Yaklaşımlardan Ayrıştırmalıyız

Haksöz

Yukarıda, Bilgi Vakfı Yönetim Kurulu'ndan Hüseyin Avni Metin'in aynı vakfın düzenlediği II. Kur'an Sempozyumu ile ilgili 57. sayımızdaki bir tanıtım-eleştiri yazısı nedeniyle dergimize gönderdiği mektubu aynen yayınlıyoruz. Ancak mektubun muhtevası, cevap niteliğini, nezaket kurallarını ve haddi aşan bir tavır içeriyor. İç tutarsızlığı, yer yer eleştiri konusuyla alakasızlığı ve birçok bilgi saptırmasıyla önemli çelişkiler taşıyan bu mektup metnini yayınlamayabilirdik; ama söz konusu çevreden bazılarının zaman zaman sözlü olarak yayın çizgimize ve İslami mücadele anlayışımıza yönelttikleri kaçamak ve dedikodu şeklinde yürüttükleri eleştiri ve karalamaları da gözeterek bu kişilere bir kaç söz söyleyelim ve dikkatlerini çekelim istedik.

Öncelikle şunu belirtelim ki biz birçok çevreyi ve etkinliği takip ettiğimiz gibi Bilgi Vakfı'nı, yöneticilerini ve temsil ettikleri misyonun ne olduğunu da merakla izliyoruz. Ama bu kurum ve kişilerle yakinen tanışmıyoruz. Müslümanlar arası yakini bir tanışma İslam anlayışımızın ne olduğunu, bize nasıl görevler yüklediğini ve yükümlülüklerimiz doğrultusunda nasıl bir eylem içinde olduğumuzun açıklanmasını icab ettirdiği kadar; tevhid ve adaletin ikamesi konusunda da dayanışma ve yardımlaşma içinde olmamızı gerektirir.

Bahsettiğiniz 20 yıllık süreciniz içinde sizinle irtibat kuran birçok kişiye bu görüşümüzü aktardık, Ayrıca bu kişilerle Kur'an'ın mesajını temel alarak Türkiye'deki İslami uyanışın yükünü taşımak ve vahyi doğruları yaşayan toplu bir örneklik oluşturmak konusunda yakınlaşmak da istedik. Ama bu kişilerin gittikçe İslami mücadele ve sabitlik konusunu hafife alan soyut, hayattan kopuk ve ayrıntı konulara yönelen bir savrulma içinde olduklarını üzülerek izledik.

Siz yakinen tanıştığımızı söylüyorsunuz ama hala sizlerin Bilgi Vakfı çevresi olarak İslam'ı yaşamak, vahyin şahitliğini üstlenmek, İslami mücadele, egemen şirk güçlerine karşı tavır alış gibi konularda ne düşündüğünüzü ve ne gibi amellerinizin olduğunu bilemiyoruz. Ayrıca 'salat', 'Hz. Muhammed'in konumu' ve bazı kere de 'Kur'an'ın korunmuşluğu' gibi konularda ne kadar net ve ortak bir misyonun taşıyıcısı olduğunuzu bugüne kadar öğrenebilmiş de değiliz.

Bu mektubunuzda belirttiğiniz gibi, tanımlanmış bir misyon konusunda, Bilgi Vakfı çevresinin anlaştığı ve aynılaştığı belirlenmiş ortak ilkelerinin olup olmadığını bilmiyoruz. Yoksa böyle bir misyonun var olduğunu mu zan ediyorsunuz? Örneğin bu mektubunuz sizi mi Bilgi Vakfı'nı mı temsil ediyor? Bilgi Vakfı çevresi bu tür ortak görüşler serdedecek tanımlanmış bir istişari dayanışmayı ve yükümlüğü paylaşıyor mu? Yoksa siz çevre kurmak ve misyon oluşturmak adına bir hayal mi üretiyorsunuz?

Sizin, ne olduğunu öğrenemediğimiz Bilgi Vakfı misyonunu ne kadar temsilen konuştuğunuzu bilemiyoruz. Onun için bu çevrenin anlayamadığımız misyonundan ziyade, bu çevre içinde yer alan siz ve sizin gibi düşünen kişilerin fikri çelişkilerine kısaca dikkat çekmek istiyoruz. Sakın Kur'an konulu sempozyumlar düzenlemeyi ve Kur'an çalışmaları yapmayı İslami bir misyon olarak göstermeyin. Zira aynı çalışmaları oryantalist kafirler yaptığı gibi, dün Sir Seyyid Ahmed Han, bugün de Yaşar Nuri Öztürk gibi samiri tutumlu egemen şirk ideolojilerinin yerli misyonerleri de yapmaktadır. Peki bu kişilerin çalışmalarından yararlanılamaz mı? Bu teknik bir sorundur. Katoliklerin bastığı 'el-Müncid' adlı Arapça lügattan kelime çözümlemelerinde çokça yararlanılması da teknik bir konudur. Ama bizler için misyon sorunu, hayatımıza yön vermek ve fiili karanlığı gidermek amacıyla inzal olan Kur'an'ın amacıyla ne kadar bütünleştiğimiz konusuyla alakalıdır. Bu açıdan Kur'an çalışmalarında tabii ki tekel oluşturulamaz. Lakin Kur'an'ın amacını yaşamlaştırma ve tevhid ve adaletin ikamesi sürecinde vahdetin nasıl sağlanacağı konusu, tabii ki önemli gündemlerimizden birisi olacaktır.

Ve ayrıca, tabii ki öncelikle Kur'an'ı ölçü alan ve Kur'an okuyan kişiler zihni ve fiili her türlü 'zulme, şirke, ifsad olmuş zihniyet ve kurumlara' karşı tavır sahibi olmalıdırlar. Zira ilk inzal olan Kur'an ayetlerinin açık ve tafsili olarak beyan ettikleri hedef de bu konudur. Kur'an'ın amacı da budur. Ancak hayattan kopuk, soyut ve çeviri-montaj ifadelerle detay konulara eğilen ve gündem saptıran kişilerin yaptığını 'ilim' sanıp, Kur'an'ın çok açık ve anlaşılır amacını sosyalleştirmek çabası içinde olanları haddini bilmeyen bir ukalalıkla Kur'an'ı 'slogan ve bir silah haline' getirmekle suçlayan uzlaşmacı, sığınmacı ve zalimler önünde kokuşan tutum ve anlayışların kirlerinden arınamadan da bu amaca ulaşmak pek mümkün görünmüyor. Zira Kur'an adına yapılan bir sempozyumda niçin vahiy karşıtı ve müslümanların düşmanı bir misyonun kutlama mesajına yer veriyorsunuz sorusu karşısında, bu tutumunuzdan ötürü üzülüp, yaptığınız hatadan döneceğiniz yerde, kelime oyununa tevessül edip bu soruyu yöneltenleri suçlamaya kalkışıyorsunuz. İslami hareketlerin düşmanı bir kişinin kutlama mesajına yer vermenizi gündeme getiren bir eleştiri yazısına tahammül edemiyor ve 'olumlu tenkitler niteliğinde olmadığı ve eleştiride iyi niyet sınırlarının aşıldığı' gibi suçlama yoluna gidiyorsunuz. Hem suçlusunuz, hem de hatanızda ısrar etmeye devam ediyorsunuz. Devlet ricaline gösterdiğiniz bu saygıyı, sizleri uyaran müslümanlardan esirgiyorsunuz. 'Devletçi müslüman tipinin aşılması ve İslami kimlikli sempozyumlar yapılmasını' dileyen yaklaşımı da 'cin fikirlilik' ile suçluyorsunuz. 'Cin fikirliliği' kime yakıştırdığınız önemli değil ama, Kur'ani kavramları folklorikleştirmek ve bizi itham etmek cüretinizin arkasında olup olamayacağınız bizce önemlidir. Kur'an'i yaşamak hedefi dışında birçok spekülasyonu ve oryantalist söylemi gündeme taşımak talihsizliğinde bulunan sempozyumunuzu olumsuzladığımız açıktır. Bu konuda size bir mazeret sunma kaygımız da yok. Ama siz, bu mektubunuzda Kur'an'ın korunmuşluğu ile ilgili işaret ettiğiniz yazıda Kıyamet Suresi 17. ayetteki 'cem' lafzının açıklanışını demogojik saptırmalarla bulandıran ve muhkem-müteşabîh konusundaki yaklaşımımıza kök bulmaya çalışan alaycı üslubunuzla ölçüyü aştığınızın farkında mısınız? Kelime oyunlarıyla oluşturduğunuz itham ve iftiralarınızı daha iyi anlamak için okuyucularımız sizin de işaret ettiğiniz 57. sayımızda yayınlanan 'Kur'an ve İslami Mücadelede Kaynak Sorunu' başlıklı yazıyı bir kere daha okuyabilirler. Ayrıca Kur'an metnini ve sure tertibini çelişkiler içinde gösterip Rudi Paret, J.R. Searle gibi beşeri ilimlerin taşıyıcılarının ölçülerini Kur'an'a uyarlayıp, onu 'söz' olarak yeniden düzenlemeye kalkışan 'İslam modernizmi'nin temsilcilerine gösterdiğiniz ilgiye; eleştirinizdeki alay, nezaketsizlik ve had bilmezliğinize mutlaka ciddi bir mazeret bulmalısınız.

Küfürle itham konusuna gelince; Kur'an'da çelişki görmek, ayetlerin belirtimi ile kafirlerin vasfıdır. Bir ayeti hatırlatmak, bir kişiyi tekfir etmek demek değildir. Ama o kişi, Allah'ın kelamı ile muhatabının diyalogunu beşeri ölçüler içinde analiz etmeye çalışıp, oryantalist-çeviri kültürüyle Kur'an metnini çelişkiler içinde göstermeye çalışıyor ise, önce söz konusu ayetin ifadesini tabii ki kendi adına gözden geçirmelidir.

Ayrıca, Cündioğlu'nun Ashab-ı Uhdud ile ilgili gözümüzden kaçan bir meallendirme yanlışını konu edinerek ve lüzumsuz bir abartıyla dört sayfalık eleştiri yazısı kaleme alan yaklaşımını bu mektubunuzda 'oh' çeken bir ihtirasla gündeme getirmişsiniz. Ve bu hatayı kabul etmediğimiz şeklindeki iftiranızda da ne kadar 'iyi niyetli' olduğunuzu (!) ortaya koymaktasınız. Kur'ani ıstılahları doğru kullanmak hayatidir. Ancak ayetlerdeki kelime ve ıstılahlarla vurgulanan anlamı yaşamlaştırmak, çok daha önemlidir. Ashab-ı Uhdud kavramı kadar çağdaş Ashab-ı Uhdud'ların müslümanlara ve diğer kişilere yaptıkları işkence ve zulümlerin Bilgi Vakfı faaliyetlerini ne kadar ilgilendirdiği merak konusudur. İşkencecilerin yetiştirildiği Polis Akademisi'nde 'İslam fundamentalizmi' ilhamıyla İslami oluşumları kendisine hedef seçen Emniyet teşkilatının üst düzey yöneticilerine İslam ve müslümanlar konusunda bilgi ve taktikler veren çok değer verdiğiniz "ilim adamları"nız ile muhabbetlerinizde acaba bizlerin, Kur'an'ı 'slogan ve bir silah' haline getiren 'teröristler'(!) olduğumuzu da konuşuyor musunuz?

Sn. Hüseyin Avni, özel çalışmalarınızda ve sempozyumlarınızda İslami mücadeleden yana olan Kuran talebelerine söz hakkı vermek yerine; laiklere, ulusalcılara, devlet savunucusu din adamı ve akademisyenlere yer vermeniz, kimlerle dostluk kurma eğiliminde olduğunuzu ortaya koymuyor mu? Kafirleri ve münafıkları dost edinmemekle ilgili ayetleri kendi tutumunuzla irtibatlandırarak tekrar tekrar okumanız, sizin için de faydalı olacaktır.

Bir de sizin çevrenin ilkleri tarafından çıkartılan Kalem Dergisi'nin 15. sayısında İslami Araştırmalar Dergisi'nin 1988 yılında düzenlediği 'Kuran'ın Anlaşılması Sempozyumu' hakkında yayınlanan 'Kur'an'ın Anlaşılmaması Sempozyumu' başlıklı olumladığımız yazıyı hatırlatmak isteriz. Dün geleneksel formlara dayanarak Kur'an'da çelişkiler gören bu çevreden bazıları, bugün de Kur'an diyerek ama modern ve oryantalist formlara dayanarak Kur'an'da çelişkiler belirlemek ve nesh teorisini amaçları doğrultusunda sahiplenerek kullanmak istemektedirler. Ve siz dün karşı çıktığınız bu yaklaşıma ve kişilere, bugün etkinliklerinizde kucak açıyorsunuz. Dünden bugüne ne değişti? Ve dünden bugüne yani 20 yıllık süreçte İslam'ı gündeme sokacak ve İslami mücadeleyi çağdaş Ebu Lehebler, Nadiyeler, Haman ve Karunlar, Samiriler karşısında yükseltecek kadar Kur'ani mesajı gerçekten anlayamadınız mı? Dün Kur'an'ı anlayamadıklarını iddia ettikleriniz mi değişti, yoksa siz mi?