Kudüs’e Sahip Çıkma Sorumluluğumuz

İlyas Çetin

 

Kudüs, çok uzun yıllar toplumların bir arada esenlik içerisinde yaşadığı bir barış şehri olmuştur. Kudüs, Hz. Ömer’in fethiyle başlayan ve haçlı işgali dışında 1300 yıl boyunca devam eden İslam idaresi altında tarihin belki de en sorunsuz şehridir. Hangi dinden olursa olsun tüm insanlar bu çok uzun dönem zarfında ibadetlerini bu şehirde özgürce yerine getirebildiler.

1918 yılında bölgenin Osmanlı idaresinden çıkıp İngiliz sömürgesi olmasından sonra Kudüs’e Yahudi göçü, işgal yönetiminin himayesiyle 1930'lu yılların sonuna kadar hızlanarak sürdü. 1948 yılına kadar süren İngiliz sömürge yönetimi boyunca silahlanan Siyonist çeteler, özelde Kudüs'ün genel olarak tüm Filistin'in Yahudileşmesi konusunda hararetli kampanyalarını yoğunlaştırdılar. Siyonistlerin uyguladığı işgal, katliam, tehcir politikaları neticesinde dünyanın en sorunsuz şehri belki de dünyada çözülmesi en zor sorunların merkezi haline geldi.  

Mescid-i Aksa, yeryüzünün ikinci mabedi, Müslümanların ilk kıblesi ve son peygamberin isra durağı, peygamberler yurdu olan kutsal bir mekândır. Kur’an’da bildirildiği gibi Mescid-i Aksa ve çevresi mübarek kılınmıştır. Siyonistler açısından ise Kudüs, dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri bir araya toplayabilecek yegâne merkez konumundadır. Bu sebeple Kudüs’ün tevhidî kimliği yerine Siyonist amaçlar doğrultusunda bambaşka bir Kudüs oluşturma çabaları işgalci İsrail açısından son derece önemlidir. Kudüs’ün İslami dokusu Siyonist projelerin önünde en büyük engel olarak görüldüğünden, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Mescid-i Aksa’nın yıkılması bu hedefin en önemli parçasıdır.

Son olarak 16 Mart’ta Mescid-i Aksa’nın hemen yanında Harab Sinagogu’nun açılması da bu hedef için atılmış bir adımdır.  Siyonistler, Mescid-i Aksa’nın hemen yakınında açtıkları bu sinagogu, Mescid-i Aksa’nın enkazı üzerine bina edilecek Süleyman Mabedi’nin başlangıcı olarak görüyorlar. Sinagogun açıldığı törene İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu başta olmak üzere üst düzey çok sayıda Siyonist liderin katılması işgalci devletin konuya verdiği önemi göstermektedir.

Harab Sinagogu'nun geçmişi, 1700 yılına dayanıyor. Sayıları 300 ile 1000'i bulan Polonyalı Yahudi, eski bir tapınağın enkazı üzerine daha büyük ve geniş bir sinagog yapmayı planlar. Bu planın başında Polonyalı Hasidik Yahudilerden Haham Yehuda Ha-Hasid vardı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun izin vermemesinden ötürü, tapınağı yeniden resmi yolla yapamadılar. Bunun için de bölgedeki bazı işçilere verdikleri rüşvetle sinagogu inşa ederler. Fakat işçilere söz verilen rüşvet ödenmediği için sinagog, 1721 yılında yıkılır. Sinagog, 89 yıl boyunca harabe halindedir. Bundan dolayı da sinagog'un adı, “Harab” olarak kalır.

1834 yılında Kudüs'te meydana gelen depremi fırsat bilen Yahudiler, 1836 yılında sinagogu bir kez daha inşa ederler. Fakat sinagogun alanı ile ilgili sorunlar hâlâ varlığını korur. Yahudiler, sinagogu daha da genişletmek için dünya Yahudilerinden yardım toplar. Sinagogun eksik kalan kısımları gelen yardımlar sayesinde 1864 yılına kadar tamamlanır.

1948 yılında Abdullah Tal komutasındaki Ürdün birlikleri, Kudüs'e girer. Siyonist çetelerin, terörist saldırılar için sinagogu askerî üs olarak kullandığını gören Tal, 26 Mayıs'ta, Yahudilere sinagogdan çıkmaları için 12 saatlik süre tanıdıktan sonra, sinagogu yerle bir eder.

İsrail, 1967 yılında Kudüs'ü işgal ettiği dönemde, bazı Yahudiler sinagogu yeniden inşa etmek istediler. Fakat o dönemde sadece bir anıtla yetindiler. 2000 yılında Kudüs'ü Yahudileştirme projesini hızlandıran işgal hükümeti, 2001 yılında Harab Sinagogu inşaatının projesini onayladı. İnşaat için 12 milyon dolarlık bir ödenek ayrıldı. Söz konusu para İsrail hükümetinin yanı sıra dünya Yahudilerinin katkılarıyla finanse edildi. Geçen zaman içerisinde de İsrail, İslam ve Arap toplumlarının nabzını ölçerek sinagogun inşasına devam etti.

24 metre yüksekliğinde, 12 pencereli beyaz renkli bir kubbesi olan sinagog, Mescid-i Aksa’nın batı duvarının yalnızca on metre yakınında bulunuyor. Kudüs ve Kudüs’teki mukaddesatın durumunu yakından izleyen uzmanlara göre Harab Sinagogu’nu inşa etmenin hedeflerinden birisi İsrail’in Kudüs’te sözde bir İbrani tarihi oluşturma arzusudur. Bunu resmi Siyonist iddiaların tersine söz konusu bölgenin tarihî bir bölge olduğu iddialarını reddeden İsrailli arkeolog Maer Ben David de vurgulamaktadır.

Sinagog inşaatının diğer bir amacı da Kudüs’ün mimari sembolü haline gelmiş Mescid-i Aksa’nın dış şeklini andıran bir yapı inşa ederek bu sembol silüeti gizlemektir.

Sinagogun açılışını bu kadar önemli kılan durum ise asırlar öncesi bir Yahudi efsanesine dayanıyor. Bu efsaneye göre Batı Kudüs’te bir sinagog yapılacak ve sinagogun açılışından bir gün sonra 3. Süleyman Mabedi’nin temel taşı koyulacak. Şu anda Yahudilerin önemli bir kısmı bu sinagogun açılışını 3. Süleyman Mabedi’nin başlangıcı olarak görüyor.

Yeni fotoğraflara bakıldığında Harab Sinagogu kubbesi içerisinde el-Halil’deki İbrahim Camii ve Beytü'l Lahim’deki Bilal Bin Rabah Camii gibi İslami sembollere ait büyük resimlerin yer aldığı görülmektedir. Nitekim İsrail’in 21 Şubat’ta yayınladığı “Siyonist miras listesi”nde bu iki cami Yahudi sembolleri olarak kabul edilerek listeye dâhil edilmişti.

İsrail’in Doğu Kudüs’ü Yahudileştirme politikaları kapsamında son dönemde yaptığı saldırganlık sadece sinagogun inşasıyla sınırlı kalmadı. İsrail İçişleri Bakanlığı, Doğu Kudüs sınırları içindeki bir yerleşimci mahallesinde, 1600 konutluk yeni konut projesine onay verdi. Ayrıca önümüzdeki yıllarda bu sayının çok üzerinde konut inşası planlanıyor.

İslami Kimliğinin Silinmesi Çabalarına Karşı Kudüs Direniyor

Siyonist devletin tüm bu işgal girişimlerine, özellikle Mescid-i Aksa’nın yanında inşa edilmek istenen Süleyman Mabedi’ne yönelik bir adım olarak görülen Harab Sinagogu’nun açılışı sonrası Filistinlilerle İsrail güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşandı. İslami Direniş Hareketi (Hamas) 16 Mart Salı gününü “öfke günü” olarak ilan etti. Hamas Siyasi Birimi üyesi İzzet er-Reşak, İsrail'in Mescid-i Aksa'nın yakınına sinagog inşa etmesinin savaş ilanı anlamına geldiğini açıkladı. Aksa’yı korumaya ahdetmiş Kudüs halkı ile Siyonist güçler arasında büyüyen çatışma özellikle Cuma namazı Mescid-i Aksa’da kılmak isteyenlere İsrail’in getirdiği 50 yaş sınırıyla daha da tırmandı ve çok sayıda gözaltı ve yaralanmaya rağmen Kudüslüler direnişi elden bırakmadılar.

Mescid-i Aksa’nın yıkılması girişimlerine karşı İslam dünyasından maalesef yeterli tepki gelmedi. Bununla birlikte Lübnan, Pakistan, Endonezya, Yemen gibi ülkelerde İslami örgütler düzenledikleri mitinglerde, yaptıkları açıklamalarda Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar için önemini vurguladılar. Sorunun Filistinlilerin değil, tüm ümmetin sorunu olduğunu, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayacağını ifade ettiler. Bu bağlamda Türkiye’de de bazı şehirlerde protesto gösterileri yapıldı.

Esasen Siyonistlerin son dönemdeki saldırgan tutumları Kudüs’ü Yahudileştirmeye dönük girişimlerin yeni bir halkasını teşkil etmektedir. Netanyahu, “Yahudi halkı Kudüs'ü 3 bin yıl önce inşa ediyordu, bugün de inşa ediyor. Kudüs, bir yerleşim yeri değil, o bizim başkentimiz!” diyerek, Siyonist devletin varlığından bu yana devam eden işgal politikalarından vazgeçmeyeceğini bir kez daha açığa vuruyordu. Nitekim bu politikalar kapsamında Filistinliler Kudüs’ten sürülerek, yerlerine Yahudiler yerleştirilmeye; şehrin demografik yapısında önemli değişiklikler yapılmaya devam ediliyor. Karşılaştırmak gerekirse, 1918 yılında ilk defa yabancı işgal altına girdiğinde Kudüs'teki Yahudi nüfusu kentin dörtte birlik bölümünü oluştururken, bugün bu oran tam tersine dönmüş ve kent nüfusunun dörtte üçünü Yahudiler oluşturur duruma gelinmiştir. Ayrıca birçok cami işgal edilmiş, amaçlarıyla taban tabana zıt işlevler gören bir konuma çevrilmişlerdir. Bazı camiler sanat merkezine dönüştürülürken, bazıları uyuşturucu bağımlılarının sığınağı haline getirilmiş, bazıları restoran yapılmış, bazıları da diskotek olarak kullanılmıştır.

Kuşkusuz Kudüs’e yönelik Yahudileştirmede en önemli faktör Mescid-i Aksa'ya yönelik girişimlerdir. 21 Ağustos 1969 tarihinde Yahudi bir fanatiğin bir grup Siyonistle birlikte Mescid-i Aksa'yı yakma girişimi başarıya ulaşmış ve caminin önemli bir kısmı tahrip edilmiştir. Bu sabotaj, Kudüs'teki en büyük İslami sembol olan Mescid-i Aksa'ya yönelik ne ilk ne de son saldırı olmuş, o tarihten itibaren birçok fiziki saldırı gerçekleştirilmiştir.

Çok geçmeden 1970-72 arasında Mescid-i Aksa'yı çevreleyen surların hemen altındaki tünel kazılarına başlanmıştır. O günden beri devam eden kazılarla Mescid-i Aksa’nın kendiliğinden yıkılması hedeflenmektedir. Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra'yı yıkmayı hedefleyen yirmiden fazla Siyonist örgütün varlığı bilinmektedir. Nitekim 1982'de Mescid-i Aksa'ya bol miktarda patlayıcı yerleştirildi, 1983'te Mescid'in altına tünel kazıldı, 1984'de silahlı grupların, 1986'da askerler eşliğinde parlamenterlerin saldırısına uğradı. 1990 saldırısında ise onlarca Müslüman şehit edildi. 2000 yılında Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa'ya girmek istemesi, “Aksa İntifadası” olarak anılan ikinci intifadayı başlattı.

Filistin’de şimdi ise Mescid-i Aksa’nın yanındaki sinagogun inşası yeni bir intifadanın habercisidir. Kudüs ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere içindeki İslami eserler, tüm Müslümanlara emanettir. Kudüs'ün İslami kimliğinin korunması Müslümanların sorumluluğundadır. Çağın Ebrehesi Siyonist devletin azgın politikalarına karşı her Müslüman bir “ebabil” olmakla yükümlüdür.