Kudüs Bizim İçin Her Şeydir

Serkan Dursun

13 Nisan 2018 günü Almanya’dan bir grup Kudüs sevdalısıyla birlikte dört aylık bir hazırlıktan sonra nihayet yoldaydık. Kudüs ziyaretimiz birkaç havalimanı değiştirmek gibi meşakkatli bir yolculukla başlamıştı. Sabaha doğru havaalanından çıkıp otelimizin olduğu el-Halil’e doğru giderken o küçük minibüste şoförümüzle tarihin derinliklerinden bugüne doğru yaptığımız konuşmada benim öğrenme sadedindeki sorularıma şoförün hayatını ortaya koymuş bir mümin adanmışlığında verdiği cevaplar beni sarsmıştı. Yol boyunca gayri meşru Yahudi yerleşimlerini gösterirken vatan edindirilmiş Yahudiler anlamına gelen ‘mustavtin’ kelimesini kullanması da dikkatimi çekmişti.

Gün ağarmaya başladığında Beytüllahim’den el-Halil’e doğru yol alırken 8 mt. yüksekliğinde, şehirleri çepeçevre saran, yer yer daha da yüksek gözetleme kulelerinin olduğu utanç duvarıyla karşılaştık. Siyonizm daha en başta bu utanç duvarıyla kendini göstermişti. Neticede tarihin bir yol kazasıdır İsrail denilen Siyonist çete. Tıpkı Selahaddin Eyyubi’nin 1187’de fethettiği vakte kadar geçen 88 yıllık Haçlılar dönemi gibi. Kaldı ki Mekke’nin fethine kadar Kâbe’nin putlarla dolu olduğunu biliyoruz. Allah(cc) 5-6 yıl boyunca içi putlarla dolu bir mabette döndürdü ilk müminleri. Hatta kaza umresinde Kâbe dâhil her taraf put doluydu. Kâbe’nin putlarla dolu olması oranın Müslümanların olmadığı anlamına gelmiyordu. Allah (cc) “Orada dönün ki gün gelecek orası sizin olacak, bunu aklınızdan çıkarmayın!” anlamında ilk müminlere böyle bir şuur ve ufuk vermişti. Binlerce yıl bu topraklarda kalacakmış gibi inşa ettikleri yerleşimleri için günleri döndüren ve döndürecek olan Rabbimizin ayetlerini yolumuzun sonunda şoförümüzle birlikte okuyarak otelimize ulaştık.

El-Halil

Hz. İbrahim’in hicret ettiği yol ve yurt edindiği Kudüs’ün 35 km güneyinde, mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yerdir el-Halil. Kritik bir yer olmasından dolayı da Kudüs yolcularının günübirlik değil de en azından bir geceyi burada geçirmeleri, burada bulunmaları, burada görünmeleri ve buradaki bir mescitte İbrahim (as)’ın torunlarıyla birlikte secdeye gitmeleri çok ama çok önemlidir. Daha ilk saatlerinizde kısa olacağını bildiğiniz bu Kudüs ziyaretinin üzerinize yükleyeceği sorumluluğu anlarsınız ki bu daha el-Halil’den başlar. Burada 1994 yılında meydana gelen katliamdan sonra işgalciler el-Halil’e kimliğini kazandıran Halilürrahman Camiini ikiye ayırmışlar. Müezzinin dahi ezan okuması caminin sinagoga çevrilen diğer yarısına önce güvenlik kamerasından geçmesine sonra da askerin kapıyı açmasına bağlı. Camiye girerken x-ray cihazlarından geçerek girmek yüreğimizi daralttı. Bununla birlikte ‘Ulu-l Azm’ bir peygamberi bağrında taşımış şehrin taş sokaklarında yürürken TİKA’nın yaptırdığı aşevini ve faaliyetlerini gördüğümüzde biraz da olsa göğsümüzü genişleten bir iyiliğe şahit olmuştuk.

El-Halil’den ayrılırken bir evlat edebiyle atanızın/babanızın elini öper ve Kudüs’e doğru yola koyulursunuz.

Zeytin Dağı

Kudüs’e girmeden evvel Hz. İsa’nın sünnetini yerine getiriyormuşçasına Zeytin Dağından o mübarek şehri izlemelisiniz. Evrensel barışın simgesi olan bu dağ, Hz. İsa’nın davetini yaptığı ve hayatının bir bölümünü geçirdiği bir dağdır. Buradan Allah’ın insana sunduğu bu güzellik manzarasını izlediğinizde bu şehrin sadece ve sadece Allah’ın şehri olduğunu ve Allah’ın temiz kıldığı bir yeri hiçbir elin kirletemeyeceğini de anlıyorsunuz.

Nureddin ve Selahaddin

İslam dünyasının tüm dinamizmini kaybettiği 11. YY’ın başlarında Avrupa’da halen kokusu hissedilen Haçlılar iki yüz yıl sürecek olan sefere başlarlar ve 1099’da Kudüs’ü ele geçirirler. Hayatını ümmetin vahdetine ve Kudüs’ün fethine adayan Nureddin Zengi, batıniler, haşhaşiler gibi hareketlere ve Fatımilere karşı da fikrî cihadı gerçekleştirerek-Ali Emre’den ödünç alarak söylersek- İslam dünyasının hem kılıcı hem kalkanı hem de kandili olur. Ancak bunun meyvelerini toplamak ‘Şarkın en sevgili sultanı’ Selahaddin Eyyubi’ye nasip olacaktır. 1187 yılında Kudüs’ü Haçlılardan temizleyen Selahaddin, Nureddin Zengi’nin vasiyetini yerine getirir ve Halepli marangozun yaptığı fethin sembolü olan minberi buraya yerleştirir. 1969’daki felakette Avustralyalı fanatik bir Siyonist tarafından direkt hedef alınan minberi Kıble Mescidinin hemen yanındaki İslam eserleri müzesinde ziyaret ettiğinizde yangından kurtarılan minberin parçaları; yaşanan acılar ve zulüm gelip geçer, emanet size tevdi edildiğinde amel-i salihiniz ne olacak siz onu düşünün dermiş gibi derin bir hikâyeyi omuzlarınıza yükler.

İşte tam bundan dolayı Nureddin’i ve Selahaddin’i okumadan, tanımadan, anlamadan Kudüs’e gelmek büyük bir eksiklik olacaktır. Bunun için Kudüs Nureddin demektir, Selahaddin demektir.

Kubbetüs Sahra

İlk görüşte tarifsiz heyecan yaşayacağınız bir yer olması bakımından Kubbetüs Sahra kelimenin tam anlamıyla imanın mimariye yansımış halidir. Yerden göğe açılan o zarif kubbesinin altında muallak (mübarek) taşı var. Koca bir nebevi tarih önünüzdedir burada. Hz. Âdem’in dünyaya gönderilişinin sembolü, Hz. İbrahim’in hicret yurdu, Hz. İsmail’in doğduğu, Hz. İshak’ın müjdelendiği, Yakup Peygamber’in doğup büyüdüğü ve defnedildiği, Musa ve Harun (as)’ın mücadelelerinin merkezine koyup bir ömür uğraştıkları, Hz. Davud’un ilk fatihi olduğu, Danyal(as)’ın, Yunus (as)’ın ve İmran ailesinin yaşadığı, Meryem validemizin bizatihi büyüdüğü, Zekeriyya(as)’ın, Yahya (as)’ın ve Hz. İsa’nın ilk tebliğlerini yaptıkları ve son peygamber Muhammed (as)’ın bir ‘gece yürüyüşüyle’ getirildiği yerdir Kudüs. Bununla beraber Hz. İsa’yı görmüş iki bin yıllık zeytin ağaçları ve Kubbetüs Sahra’nın o muazzam taş avlusundaki Kubbetül Ervah’ın zeminindeki hafif dikdörtgen taşın dahi Hz. Süleyman döneminden kalma taş olduğu rivayetini okuduktan sonra o taşı ve o zeytin ağaçlarını merakla ve heyecanla görmek istersiniz. Bu bile Kudüs’e sizi tarifi imkânsız bir şekilde çeker. 144 Dönümlük Mescid-i Aksa’da fotoğraf makinanızı çevirdiğiniz herhangi bir karede mesela, Fatımilerden kalma revaklara, Eyyubilerin imzasını taşıyan yapılara, Memlüklülerden kalma muhteşem taş eserlere ve Osmanlı’nın mimari olarak bu tarihi sürekliliği yaşatmak adına döneminde ufak tefek dokunuşlar yaptığına şahit oluyorsunuz. Mescidin bahçesini izlemeye doyamadığınız en kalbî noktalardan biri olan Pamukçular (Kattanin) Kapısı girişinde gördüğünüz Kanuni dönemi şadırvan ve musallası size Müslümanların hafızasını ve mirasını işaretler. O an makinanızı bırakıp o birikimi seyre dalsanız da o kareleri kaçırmak istemezsiniz.

Yiğit Bir Murabıt: İmad

Kudüs’ün en güzel kapısı-diğer adı Bab-ul Amud (Sütun Kapısı)- aynı zamanda Filistin direnişinin de sembolü olan Şam Kapısından girince o bereketli çarşılardan anlamı barış ve esenlik demek olan ve tarih boyunca karşılığını ancak ve ancak burada bulan ve yine burada bulacak Allah’ın selamını vererek yürürken Babus Silsile’ye yakın bir noktada yiğit bir Müslümanla tanıştık. Stratejik bir konumda olmasından dolayı İsrail, ailece nerede yaşamak isterlerse orada müreffeh bir hayat imkânı sağlayacağını, bunun için dükkânına önce 24 Milyon Dolar sonra da açık çek verdiği İmad Ebu Hatice; “Ben Kudüs’te doğdum ve burada öleceğim.” diyerek burayı terketmeyeceğini söylemiş ve elinin tersiyle itmiş bu teklifi. İmad, burada birçok insanda rastlayacağınız şekilde İbrahim Peygamber’den kalan duruşuyla tek başına bir ümmet gibi, onunla konuşurken içinize bir inşirah yayılıyor sanki. Kudüs sevdalıları TİKA’nın restore ettirdiği otantik dükkânında hem hikâyesiyle hem de bu müstakim adamla mutlaka tanışmalılar. Zaten ağız tadıyla bir Karadeniz çayını ancak burada içebilirsiniz.

Eski şehirdeki Müslümanların sayısı yaklaşık 17 bin. Bu kardeşlerimiz dükkânlarında işgalcilerin bir çeşit yıldırma politikası olarak ağır vergileri altında doğru dürüst iş yapamasalarda yine eski şehirdeki yani sur içindeki 25 metrekare olan daracık evlerinde kaliteli bir yaşam sürmeseler de her ne olursa olsun buraları terk etmemenin Kudüs’ü korumak olduğunu, Allah’ın haremini ve ümmetin namusunu korumak olduğunu biliyorlar. Kudüs’e geldiğinizde bunu anlamanız uzun sürmüyor. Belki Kudüs’e dair birçok şeyi unutabiliriz ama buradaki kardeşlerimizin amentülerinin bedelini her an ödemeye hazır bu duruşlarını asla unutamayız.

Yeni Başlayanlar İçin Kudüs

“Cennetin Krallığı” filminin sonunda Haçlıların Kudüs koruyucusu Balian ile Selahaddin arasında çarpıcı bir konuşma geçer. Balian, “Kudüs için tüm bunlara değer mi Kudüs nedir ki?” diye sorduğunda Selahaddin, “Hiç” der. Birkaç adım sonra geri döner ve iki elini birleştirip “Kudüs, herşeydir.” der.

Defalarca gitmiş olanlar “Meraklanmayın, gidince şehirsize kendini açar, anlatır.” derler. Evet, öyledir ama Kudüs yine de ilk ziyaret edildiğinde tam manasıyla kendini açmayacaktır. Her gelişinizde farklı bir yanına, farklı yönüne şahit olacakmış hissi sizi sarmış olarak geri dönersiniz. İşte bunun için bir daha gitme aşkı daha yoldayken içinize düşer. Ama gidenler oradan tam dönmüş de olmazlar. Bir tarafları orada kalır, belki bir kontrol noktasında, belki mescidin bahçesinde top oynayan bir çocuğun sevincinde, belki dünyada hiçbir yerde rastlanmayacak şekilde bir taraftan ezan sesinin bir taraftan çan sesinin geldiği, diğer taraftan baştan aşağı siyah giyinmiş ve lüle saçlarıyla Hasidik bir Yahudiyi gördüğünüz tam o yerde ve belki de Hz. Davud’un, Hz. Ömer’in, Yavuz’un girdiği fetih kapısı olan El-Halil (Yafa) Kapısındaki -Kanuni’nin taşa kazıdığı barışın, özgürlüğün, insanca yaşamanın ipuçlarını veren- “La İlahe İllallah İbrahim Halilullah” yazısında kalır kalbinizin bir tarafı. İşte tam tamına budur Kudüs.

Biz Müslümanız. Hiçbir yeri putlaştırmayız, putlaştırmaya temayül etmeyiz. Kudüs belki bu tarafıyla hiçbir şeydir ama Allah’ın kitabında kendisi ve etrafı mübarek kılınan bir yer olması, Allah’ın işaretlerini taşıyor olması, Kur’an kıssalarının büyük bölümünün burada ve çevresinde geçmiş olması, peygamberlerimizin hayatlarından izler taşıyor olması bakımından da Kudüs bizim için her şeydir.