Kişilik ve Kimlik Üzerine

Ramazan Yazçiçek

Giriş

Bu yazımızda, kişilik ve kimlik kavramları üzerinde duracağız. Bu kavramları yer yer ilgili olduğu psikolojik zemin ve sosyolojik tezahürleri açısından incelemeye tabi tutacağız. Yazının amacı, kulluğumuz cihetiyle bir muhasebe imkânı yakalamaktır.

 ‘Kişilik’ ve ‘kimlik’ kavramları gündelik hayatımızda sıkça kullanılmaktadır. Kullanımlar bir bilinçle olabildiği gibi çoğu kez lâlettayindir. Ancak bu kavramların en sıradan kullanımında bile anlam yakınlıkları olduğu bilinir. Hatta çoğu yerde kişilik ve kimlik kavramlarının eş anlamlı; bilinçli eylemlerin toplamı olarak kullanıldığı görülür. Esasta ise kişilik ve kimlik farklı iki kavramdır ve aralarındaki fark mutlaka vurgulanmalıdır.

Kişilik, iç dünya ile ilgili psikolojik bir veçhe; bireyin iç ve dış çevresi ile kurduğu ‘kendine özgü’ ilişki biçimidir. Kişi, diğer bireylerden ayırt edici özellikleri ve başkalarından farklılaşan yönleriyle özeldir. Kimlikte ise esas olan dışa karşı yansıtılan cephedir. Kimlikte, farkında olarak ve tercih edilerek elde edilen kazanımlarla takınılan bir tutum söz konusudur.

Bu iki kavram her zeminde birbiriyle son derece iç içe ve etkileşim halindedir. Burada metodolojik anlatımın dışına çıkarak şunu söylemek istiyorum: Kişilik sorunu olan insanlar, bir şekilde kimlik sorunu da yaşamaktadırlar. Bu tespitimi paylaşmamdaki öncelikli kastım, kimlikler, hakikat/kıymet değerlendirmesine tabi tutulmadan önce kendilerinde temsil edilen kişilerin tutarlılık ve belki kendileriyle barışık olmalarının, iç ahenkle ilgili durumlarının önemine dikkat çekmek içindir. Nitekim kişilik özelliklerini kimliklerine yansıtanlar olduğu gibi kimliğinin prensiplerini kişiliğinde benimseyenler de vardır. Bunun aksine işaret eden durum, kimliğe rağmen bir kişilik ve kişiliğe rağmen bir kimliğin temsilidir. Bu ise kabul görmeyen; tutarsız ve güven sorunu yaşayan bireylerin varlığı gerçeğine işarettir. Çoğu zaman yaşanan kişilik sorunları, benimsenen kimliğe zarar veriyor. Kimlikteki savrulma ise zamanla kişilik üzerinde tahribat yapabiliyor. Farklılığın farkında olurken, bu etkileşim dikkate alınmalıdır. ‘Kişilik’ ve ‘kimlik’ kavramları bu zeminde birlikte düşünüldüğünde artık kişinin bilinçli eylemlerinin toplamı tanımı yapılabilir kanaatindeyiz.

Bu iki ifade arasında şayet bir sentez yapmak gerekirse zikredilebilecek bir diğer kavram şahsiyettir. Şahsiyet; nefsiyet ve zihniyetten oluşur. Nefsiyet; insanoğlunun sahip olduğu içgüdü ve organik ihtiyaçlara verilen addır. Zihniyet ise akletme ve idrak etme yoluyla insanın sahip olduğu düşünce ve fikirlerdir. Bir diğer adıyla zihniyet, insanın hayatına yön veren, dünya görüşünü ve yaşam tarzını belirleyen tercihleridir. İşte insanın bir anlamda kendine (iradesine) rağmen sahip olduğu özellikler, farkında olarak ve kıymet biçerek tercih ettikleri, zatında oluşturduğu toplam kimlik, şahsiyettir.

Müslüman şahsiyet, insanın, bilinçli tercihleri (aklî), vahyin ilkeleri (naklî), estetik bir harmanlama (sezgi) unsurları bütünlüğünde gerçekleşir. İslamî kimliğin kendinde temeyyüz ettiği şahsiyetin, her bir düşünce ve eylemi vahye dayanmakla özeldir. İslamî kimliğin gereğinin gözetilmesi (referans) kadar önemli olan bir diğer veçhe, fıtrat zemininde kişiliğin tahrip edilmemesidir. Burada tahripten korunması gereken kişilik özelliklerinden kastımız, İslamî/insanî zemin de diyebileceğimiz fıtrî farklılıklardır. Keza kişiliğin ihya edilmesi demek tahrip edilmesi demek değildir.

Kişilik ve kimlik konusu şu açıdan da önemlidir: Birçok meseleye dair sosyolojik analizlere giderken, üzerinde oluştuğu psikolojik arka plan atlanmaktadır. Oysaki arka plan doğru okunmazsa dışa dönük değerlendirmelerde isabet azalır. Çünkü aktüel dil -bununla kastımız, konjonktürde oluşan resmi dildir-, bilinçaltında farkında olunmadan bir arka plan oluşturmaktadır. Bu durum hakikatin üzerini örtmekte ve çoğu kez gerçek zemin yerini yapay bir katmana bırakmaktadır.

Kişilik Üzerine

Farklı kişilik tanımları olmakla birlikte psikologların üzerinde birleştiği bir ‘kişilik’ tanımı yoktur. Kişilik, daha çok iç dünya ile ilgili ruhsal (psişik) duruma işaret eder. “Kişilik, bireyin, yaşama uyum sağlamak için geliştirmiş olduğu iç ve dış örüntülerinin bir toplamıdır. Kişilik, kısmen, kişinin genetik olarak aktardığı organik temelleri, kısmen de yaşam deneyimleri tarafından belirlenir. Birey geliştikçe davranışları da değişir. Dolayısıyla, bir yenidoğan, çevresel bir uyarana bir ergen ya da erişkinden farklı tepki verir.”1

Kişilik, ‘bireyin iç ve dış çevresi ile kurduğu, diğer bireylerden ayırt edici kendiyle tutarlı ve yapılaşmış bir ilişki biçimi’ olarak tarif edilebilir. Kişilikte, benliği meydana getiren temel öğeler esastır. Bireyin, daha ziyade psikolojik durumuna işaret eden kişilik, farklı alternatiflerle kolaylıkla değiştirilemez.

İnsanın, fıtri zeminine yabancılaşmasıyla orantılı olarak kişiliğinin de zemin kaymasına uğradığı görülür. Dolayısıyla kişiliğin ihyası, varlığın yasalarını belirleyen vahiyle yapıldığında ancak doku uyumu sağlanmış olur. Aksi durum, yapaydır, zorlamadır. Nitekim fıtrata rağmen olan müdahaleler geç dönemde ortaya çıkan uyumsuzluk gibi doku uyuşmazlığına delalettir. Bu yönüyle de kişilik inşası vahye dayanmalı, her şeyin mutlak sahibi ve hâkimi olan Allah’ın emir ve yasakları inşada esas alınmalıdır. Keza vahiy mutlaktır, oluşan farklılıklar ise mukayyettir. Mukayyet, ancak mutlak ölçüsüyle düzeltilip aslına rücû ettirilebilir.

Kişiliğin, ‘kişinin sahip olduğu bir şey’ olduğunu söyleyenler, birtakım insanların kişiliklerini, ‘arkadaş canlısı’, ‘hoş’, ‘güçlü’ ya da ‘saldırgan’ gibi kelimelerle betimlemeye çalışırlar. Burada anlatılmak istenen, kişiliğin, bireyin diğer kişilerin yanında gösterdiği farklı davranış özelliklerinin olduğudur. Bu ayırt edici unsurlar, sınırlı bir duruma işarettir. Keza psikologlara göre kişilik, bireyin kendine özgü ve ayırt edici davranışlarını içerir ve zaten bu sebeple özeldir. Bu yönüyle kişilik, bireyin sıklıkla yaptığı ya da en tipik davranışlarının temsilidir. İlgili davranışlar kişiyi başkalarından farklı kılması cihetiyle ayırt edicidir ve kişiye özgüdür. Kişiliğin incelenmesinde bireyin başkalarından hangi noktalarda ayrıldığının önem kazanması, aslında bizi, kişiliğin ne olduğunun izahına götürür.

Kişilik Bozukluklarına Dair

Kişilik bozuklukları, ahlakî ve sosyal yönlere haiz bir mesele olmakla beraber aynı zamanda derin psikolojik boyuta sahip bir konudur. Öncelikle yazımız ölçeğinde meselenin bu boyutuna değineceğiz. Kişilik ve kimlik konusu, kişilik bozukluklarına değinilmeden geçilirse eksik kalacaktır. Keza yanlış zeminden doğru sonuçlar bekleme; hayal kırıklığı veya haksız değerlendirmeler gibi sonuçlar doğurabilmektedir. Bu durum, ilgili gerçeklik zemininin dikkatten uzak tutulmasından kaynaklanmaktadır.

Kişilik bozuklukları, sıradan ve bilinçli bir edinimden öte boyutları olan bir meseledir. Bu sebeple kimlik inşası sürecinde dikkatten uzak tutulmaması gerekir. “Çoğu kişilik bozukluğunda kısmi bir genetik geçişin olduğu saptanmıştır.”2 Bu gerçek dikkate alınmazsa, kişilik ve kimlik inşasında neye ve ne kadar müdahale edileceğinde yanılmalar olur. İşte yanlış zeminden doğru sonuçlar bekleme garabeti de buradan doğar.

Kişilik bozuklukları her zaman kişiyle sınırlı masum farklılıklardan ibaret olmayabilir. Durum, tıbbî teşhis ve tedavi boyutuna varan düzeyde sosyal davranışlara yansıyabilir. “Kişilik, kişinin kendine göre bir ayrılığının, belirgin özelliklerinin olması durumudur, kişinin kendine özgülüklerinin bir bileşimidir. Diğer bir deyişle, kişinin kendine özgü özelliklerinin bütünlüğüdür. Kişinin, günlük yaşamında verdiği özgül davranışsal tepkilerin ve tutumların oluşturduğu bir örüntüdür. Bu örüntünün kendi içinde bir tutarlılığı ve öngörülebilir bir yanı vardır. Sözü edilen bu bütünlük çoğu kişide görülebilen değişkenlik aralığından sapmalar gösteriyorsa, kişilik özellikleri oldukça katıysa, kişinin toplumsal uyumunu ve işlevselliğini bozuyorsa, öznel bir sıkıntı yaratıyorsa kişilik bozukluğu tanısı konabilir. Kişilik bozukluklarında görülen özellikler kapsamlıdır ve süreklilik gösterir. Tanı (teşhis) konabilmesi için yaşamın değişik alanlarında (iş yaşamı, özel ilişkiler gibi) uzun süreli zorluklar yaşandığına ilişkin bir öykü alınmış olması gerekir.”3

Kişinin uyumunu bozan ve sıkıntı oluşturan kişilik bozukluklarının bilinmesi gerekir. Bunların detaya girmeksizin paylaşılmasında fayda vardır. Örneğin, “paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, sürekli olarak başkalarının kötü niyetli olduğunu düşünürler. Kuşkucudurlar ve başkalarına güvenmezler. Genellikle düşmancıl duygular taşırlar, huzursuzdurlar ve kızgınlık içindedirler. ‘Hakka ve hukuka aykırı’ davranışların peşindedirler, patolojik derecede kıskanç birer eştirler, sürekli dava açan sabit düşünceli insanlardır.

Bu kişiler sır vermekten çekinirler. Kendilerine yapılan davranışların ‘gizli anlam’larını görürler, başkalarına diş bilerler ve kin beslerler her an karşı saldırıda bulunmaya hazırdırlar. Resmi bir tarzları vardır ve gergin dururlar, bir türlü gevşeyemezler. Sürekli olarak çevrelerini tararlar ve insanları tartarlar. Oldukça ön yargılı olabilirler. Referans düşünceleri olabilir ve başkalarını alçaltıcı ya da tehdit kaynağı olarak görürler. Başkalarının kendilerine olan bağlılığından kuşku duyarlar, hep başkalarının güvenilir olup olmadığını sorgularlar. Oldukça mesafelidirler, başkalarına yakınlık ve sıcaklı duymazlar. Zaman zaman çok akılcı ve nesnel davranmakla övünürler. Güç sahibi olmaya ve kişilerin derecelerine aşırı önem verirler ve zayıf, yetersiz, ‘hastalıklı’ ya da eksinliği olan kişilere tepeden bakarlar, onları hor görürler. İş yönelimli ve etkin kişiler gibi görünürlerse de genellikle başkalarında korku yaratırlar ve başkalarıyla çatışma içinde olurlar.”4

Verilebilecek bir diğer örnek, anti sosyal kişilik bozukluğudur. Burada, başkalarının haklarını gözetmediği, onları hiçe saydığı davranışlarla giden bir kişilik bozukluğu söz konusudur. Bunlar, manipülatif davranan kişilerdir. Yalan söyleme gibi dürüst olmayan davranışlara sahiptirler. Bu tiplerin eşini ya da çocuğunu sömürdüğü görülür ve çoğu kez tasarlayarak davranmazlar. Bu kişiler vicdan azabı çekmez ve pişmanlık duymazlar. Başkalarına karşı duyarlı ve düşünceli değildirler. Huzursuzluk içindedirler ve saldırgan tutumlar sergilerler. Başkalarını aldatma ve sorumsuzluk yaşam biçimleridir.

Kişilik bozukluğuna verilebilecek bir diğer örnek de kendini büyük görme ve benlik saygısı ile ilgili konularla aşırı ilgilenme (narsisistik)dir. Narsisistik5 kişilik bozukluğu olanların kendi önemlerine ilişkin büyüklük duyguları vardır. Özel insanlar olduklarına, özel haklarla donandıklarına inanırlar. Eleştirilmeye ya da yenilgiye büyük bir kızgınlıkla ya da depresyonla karşı koyarlar. Benlik saygıları kırılgandır. Başkalarını kendi çıkarları için kullanma eğiliminde olurlar, başkalarıyla eşduyum yapamazlar. Dış görünüşleriyle aşırı ilgilidirler ve kendilerine hayran olunmasını beklerler.6 Bu örnekleri daha da artırmak mümkün iken bu kadarla yetinmek istiyoruz.

Buraya kadar daha ziyade psikiyatrik boyutuna değindiğimiz kişilik bozukluğunda konumuza noktasal izdüşümü, egosuna düşkün olan “kişinin, kendisini değiştirmekten çok çevresini değiştirmeye kalkma (alloplastik)”7 özelliğinde gördüm. Aslında bu tıbbi tespit, Müslüman şahsiyetin, İslamî kimlik sahibi olma iddiasının en temel hassasiyet noktalarından birine denk düşmektedir. İslam’a göre asla hoş karşılanmayan bu tutum, şayet iradî bir zafiyetten kaynaklanmıyorsa psikiyatriye konu bir vakıa olduğu kabullenilip tedavi görülmesi gerektiği bilinmelidir.

“Narsistik/kendine sevdalı kişilikler günümüz kültürel ortamında giderek yaygınlaşıyor ve bu kişilik kusuru giderek normal bir hüviyete bürünüyor. Narsisizm, çağımızda sadece hoş görülmüyor, adeta kutsanıyor. Hayâ duygusundan uzaklık, büyüsel düşünce (büyüklenme ve kâdir-i mutlaklık), kibir, haset, kişinin her şeyi hak ettiği düşüncesi, başka insanları istismar etme ve sınır koyamama… Kişisel gelişim ideolojileri zaten benliğin ululanmasından ekmek yiyor. ‘Tanrı senin içinde’, ‘yüce kudret senin ruhunda gizli’ yollu, ilâhî olanı insanın kendisine hasreden, Tanrı’yı kişiselleştiren ve sadece insanın içine hapseden yeni bir tür maneviyatçılık… ‘Eğer yüce kudret dediğim şey, sadece Tanrı’yı oynayan ben isem, herhangi bir ahlakî standarda bağlı kalmam gerekmiyor. Herkes bana saygı duymalı, beni onaylamalı, takdir etmeli’… Günümüz toplumu hastalıklı narsisizmi besleyen bir fidelik.”8 Bu zeminden beslenen kişilerin doğru kimlikler ortaya koyması kuşkusuz beklenemez. O halde kişiyi ortaya çıkaracak zemin ve zeminin ortaya çıkardığı kişi doğru tanınmalı ki, kimlik de doğru oluşabilsin.

Narsisistik tutum, özünde bir kişilik bozukluğudur. Kendini dünyanın merkezinde görme, tartışılmaz olma, sözlerini teslim edilmiş hakikatler sanma, kişilik bozukluğunun tavan yaptığı durumlardır. Ve maalesef çok uzaklarda gibi görülen bu tutumlar, kimi dindarların ve daha da vahimi kimi camia önderlerinin iflâh olmaz hastalıklarındandır.

Kimlik Sorunu

Kimlik, dışa karşı yansıtılan bir cepheyi, bir tür tutumu, sosyal bir veçheyi gösterir. Kimlik, bir anlamda planlanmış davranış veya yüklenilmiş rol olduğundan, istenildiğinde alternatiflerden bir diğeri tercih edilerek değiştirilebilir ve herhangi bir sosyal durumda bir başka kimlik sergilenebilir.9 Kimlik aynı zamanda biçimsel, şeklî (formel) bir duruma işaret etmesi açısından, içten dışa dönük tercihlerin tanımlamaya dönüşmesiyle beraber dıştan içe yönelik unvan olarak da bilinir. Kimlik, bir bilinç, farkındalık halidir ve kişinin bilerek elde edip benimsediği düşünceler, duygu ve davranışlarla desteklenir.

Kimlik, bir anlamda kişilik alt yapısı üzerine, aklın, duyuların, bilinç ve irade farkındalığıyla kalbin (fuad kalb/gönül) koordinasyonunda şekillenir. Bu yönüyle kimlik ve şahsiyet sahibi demek, bütün özgünlüğüyle kişinin kendisi olması demektir.

Rasulullah (s.a.v.)’ın, kimliğin kişilikle olan yakın ilişkisine dikkat çektiği şu ifadesi meseleyi anlamaya dair altın kuraldır.

“İnsanlar, aynen altın ve gümüş madenlerine benzerler. Cahiliyede hayırlı olanları, İslâm’a girip onda derinleşip, (onu hazmettiklerinde) yine en hayırlıdırlar.”10

Allah Resulü, kulluk ve güzel örneklik cihetiyle önce kendisi kusursuz bir şekilde yaşar ve ardından ortaya koyduğu adanışın emsal alınmasını isterdi. “De ki: Bu benim yolumdur. Ben ve bana tâbi olanlar, insanları basiretle Allah’a davet ederiz.11

Burada dikkat çekilen nokta, insanın doğru tanınmasına dairdir. Kişiliğin/karakterin doğru tespiti ancak insanın doğru tanınmasıyla mümkündür. Hem kulluğun yerine getirilmesi, hem başkalarına örneklikle faydalı olunması ve hem de ümmet içinde verimli bir rol alınması hep insanın doğru tanınmasıyla mümkündür. Doğru tanınmayan bir malzemeden, arzulanan bir ürün elde edilemez. İnsanlar, potansiyel olarak her şey olmaya namzettir. İnsanın mücevherata dönüştürülebilmesi, içindeki cevherin keşfi ile mümkündür. Bu, önce insanı doğru tanımayı ve ardından kişiliğiyle farklı olan kişiyi doğru tanımayı gerektirir. En sıradan bir terbiye ve yetiştirme için dahi bu tanıma gereklidir. Keza kişinin İslam olmadan yani cahiliyesinde hali ne ise İslamında da hali odur. Hayırlı olanları, Müslümanlığında da hayırlıdır değilse yine aynı olarak devam eder. Cahiliye günlerinde karakteri güçlü, şahsiyeti onurlu olan; İslâm’da da güçlü bir şahsiyet, onurlu bir duruşa sahiptir. Kavgacı olan kavgacı, bencil olan yine bencildir. Cesur olan cesur, korkak olan da korkaktır. Bu böyle sürüp gider. Önemli olan iki yönlü tabiat potansiyeline sahip insanın barındırdığı negativite yüklü yönünü, yeni kimliğinin özellikleriyle terbiye etmesi, eksikliklerini telafi gereksizlikleri de izale edebilmesidir. Bütün bunların farkında olma, kişiliğin üzerinde gerçekleşeceği terbiyenin yönü ve oranını belirleyecektir.

Başkalarıyla birlikte olmadığı, başkalarının görmediği ortam ve zamanlarda takındığı tavrıyla birey, kendisidir. Bu duruş, kişiliğin dolayısıyla kişi ahlakının gerçek boyutuna ışık tutar. İnsan, serbest zaman ve mekânlarda nasıl davranıyorsa hakikatte ‘o’dur. İşte ahlak-tevhid ilişkisinin can alıcı noktası da buradadır. İnsanların görmediğini, duymadığını Allah görür ve duyar. Allah’ın bildiği ve kulluk olarak kabul edeceği asıl olan da budur. Yani gözlerden ırak olunan hal, farklı bir ifadeyle kişinin kendisiyle baş başa olduğu hali, Allah’a göre hesap yaptığı asıl halidir. Bu, bir anlamda kişinin, tevhid noktasında durduğu yeri de gösterir. Allah’ı hoşnut etmek veya heva-hevesin istikametinde gitmek… İşte bu, kimliğin gerçek zamanlı yaşandığı andır.

İnsanın yaratılış amacına uygun yaşaması şahsiyetinin inşasından geçer. Şahsiyetin inşası aslında emanet ve hilafete muhatap olan insanın inşası ile mümkündür. Bu inşa, tahrip ve tahrif olmuş insandan beklenemez. Dolayısıyla ilk yapılması gereken şey, vahiy ile tasavvurumuzdaki tahrifat ve tahribatın tamir edilmesi, insanın yeniden inşa edilmesi olmalıdır.

“Kur’an vahyi, ilahi bir inşa projesidir. Bu inşada kişilik inşası, başköşeyi işgal eder. Kur’an’a göre iman ve inkâr toplumsal değil bireyseldir. Her insan orijinal, özgür ve özgün bir varlıktır. Kur’an’ın insan konusundaki bu yaklaşımını bütüncül bir okumaya tabi tuttuğumuzda, İslam’ın insan görüşünün bireycilik ve toplumculuk gibi birbirine karşıt uç ve dengesiz görüşler dışında, dengeli ve hikmetli üçüncü bir görüş olduğu açıktır. Buna verilecek en uygun ad ise şahsiyetçilik’tir… Şahsiyet, kendini yüceltme, modern psikolojinin tabiriyle ‘kendini gerçekleştirme’ anlamına gelir. Özgün tavırlı, kendine has bir duruşu olan kişilere ‘şahsiyetli: kişilik sahibi’ insan denilir. Teşhis, müşahhas, şahıs hep aynı kökten türetilmiş kelimelerdir. Tüm türevlerinde şahsiyet kelimesi, bizi şu üç anlama ulaştırır: Özgünlük, özgürlük ve kimlik. Şahsiyet, insanın kime ve neye olursa olsun, körü körüne itaati reddettiği ve aklın, ruhun üstün değerini kabul ettiği yerde başlar.”12

“Ve de ki: Gerçek, Rabbiniz tarafından (açıklanmıştır). Bundan böyle isteyen iman etsin, isteyen inkâr etsin!”13

Tasavvurdaki yanlışlık tasavvur sahibine verdiği zarardan ibaret kalmaz; tezahürleri itibariyle varabildiği her bir sonucun tahribine sebep olur. Bu istikamet, kimliğin inşasının -kişiliğin göz ardı edilmeksizin- tasavvurun inşasından geçtiğini göstermektedir.

Kimlik çatışması yaşamayan bir kişilik, genellikle sağlıklı ruhî yapıya sahip demektir. Akıl sağlığını yitiren insan, aslında özgürlüğünü de yitirmiş olur.  İnsanın içinde barındırdığı yanlış duygular nefrete dönüştüğü an kontrolden çıkmış olur. Bu an, iradî davranışların yerinin kontrolsüzlüğe terk edildiği andır. Burada öncelikli tedbir bireyin tekrar kendisi olabilmesini sağlamaktır. Nitekim kendisi olabilmeyi muhafaza etmiş ve belki başarmış bireyler aklen daha sağlıklıdırlar ve kimliklerinin gereğini farkında olarak elde edebilirler. Bu, duyguların bastırılmaması; fıtrata, maruf diyebileceğimiz doğrulara ve genel kabul görmüş ahlaka uygun davranmadır. Burada bireyin özgüveniyle birlikte sınırlarını kabullenmesi yani öz saygıya sahip olması da gereklidir.

Hülasa

Seçkin bir şahsiyet, bilinçli tercihlerini vahyin ilkeleri doğrultusunda belirler ve bunu estetik bir bütünlükle yaşama taşır. Dolayısıyla o, her bir düşünce ve eylemini referans olarak vahye dayandırır. Bu yol, şahsiyetin oluşmasında İslamî kimliğin gereği ve fakat kişiliği de tahrip etmeyen zorunlu yoludur. Bu bağlamda, “İslamî kimliğin neliği”, “ilk Müslüman kuşağın inşa süreci ve örnekliği”, “İslamî davet açısından kişilik ve kimlik” konularının önemi üzerinde hassasiyetle durulması gerektiği kanaatindeyiz.

Müslüman kimliğin kendisinden neşet ettiği bilinç, la ilahe illallah hakikatine dayanır. Bunun gereğini yapmama, hem akidevi ve hem de ahlakî tahribatla neticelenir. Unutulmamalı ki, zafiyetlerin çoğu en hafif ifadeyle kimliğin kişilikle örtüşmemesinden kaynaklanmaktadır. Oysa insan, Kur’an’ın daha ilk inen ayetleriyle, iç dünyanın ihyası ve dışa dönük davranış bütünlüğünün uyumu noktasında uyarılmaktadır.

Müslüman şahsiyet, İslamî kimliğin gereği olan temel referansları koruyan bir hassasiyet içinde olmalıdır. O, akideye taalluk eden meselelerden tutun da siyasi-konjonktürel mülahazalara varıncaya dek vahyin aydınlığında yol almalıdır.

Nice ulvî davalar zelil insanların elinde zayi olurken nice süflî davalar da aziz insanların omuzlarında yükselmiştir. Aziz davalar aziz dava adamları ister.

İnsan, kişiliğiyle mahfuz kimliğiyle makbuldür.

Dipnotlar:

1-Köroğlu, Ertuğrul, PsikoNozoloji, Tanımlayıcı Klinik Psikiyatri, s. 11, HYB Yayıncılık, Ankara 2004

2-Köroğlu, s. 11, 514.

3-Köroğlu, s. 513.

4-Köroğlu, s. 515.

5-Narsist:  Fr. narcissiste  sf. ruh b. Özsever, http://tdkterim.gov.tr

6-Bkz. Köroğlu, s. 524,  537.

7-Bkz. Köroğlu, s. 513.

8-Kemal Sayar, Her Şeyin Bir Anlamı Var, s. 74-76, Timaş Yayınları, İstanbul 2009.

9-Bkz. http://www.aktuelpsikoloji.com/haber.php?haber_id=1268 (ercankesal.com; Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi www.insanbilimleri.com; Clifford T. Morgan, Psikolojiye Giriş, s. 311, Meteksan, Ankara 1981; Cüceloğlu Doğan, İnsan ve Davranışı, 13. Basım, s. 404, Remzi Kitabevi, İstanbul Haziran 2004)

10-Buhâri; Müslim.

12-Mustafa İslâmoğlu, Hayatın Yeniden İnşası İçin, s. 21-37, 147, 150, Düşün Yayıncılık, İstanbul 2008.

13-Kehf, 18/29; Bakara, 2/256.