Filistin toprakları 80 yıla yaklaşan Siyonist işgal sürecinin en vahşi dönemlerinden birine sahne olurken İsrail isimli işgal çetesi soykırım boyutlarına vardırdığı katliam, yıkım ve tehcir politikasını ara vermeksizin sürdürüyor. Gazze halkının direnci karşısında hedeflerine ulaşamamanın getirdiği öfkeyle Siyonistlerin giderek daha fazla canavarlaştığına tüm dünya şahitlik ediyor.
Gazze bu süreçte sadece dünyanın gündemini belirlemekle kalmadı aynı zamanda yeryüzü genelinde herkesi bir insanlık testine de tâbi tuttu. Üç aydır kesintisiz biçimde süregelen Siyonist vahşet karşısında uluslararası kurumlar, devletler, halklar ve hatta bireyler tepkileri ya da tepkisizlikleriyle insanlıktan yana mı tavır aldıklarını yoksa canavarlaşmayı mı tercih ettiklerini ortaya koydular.
İnsanlık Suçlarının Bilinçli Ortakları
Gazze hadisesi uluslararası kurum ve kuruluşların etkisizliğine ve içeriksizliğine net biçimde ışık tutarken, büyük ölçüde dünya halkları ile egemenler arasındaki ayrışmayı, pozisyon farklılığını belirginleştirdi. Statükoyu temsil eden iktidarlar yaygın biçimde İsrail saldırganlığının yanında yer alır ya da vahşete gözlerini yumarken, geniş kitleler büyük ölçüde İsrail saldırganlığı karşısında Filistin halkından yana tavır aldılar.
Mamafih halklar bazında işgalci İsrail’den yana tavır alanlar da yok değildi. Bu bağlamda İsrail ile inanç beraberliği içinde olduklarını düşünen Yahudi topluluklar ile Siyonizm’e akide düzeyinde yakınlık duyan ABD’deki Evanjelistler gibi kesimlerin tutumu biliniyor. Öte yandan Avrupa’daki ırkçı parti ve çevreler ise aynen Hindistan’da yükselen Hindu milliyetçiliğinin etkisi altındaki çevreler gibi İslam düşmanlığı üzerinden İsrail’e sempati beslediklerini gizlemiyorlar. Yani bunlar İsrail sevgisinden çok, İslam düşmanlığından dolayı zulmün arkasındalar.
Yerli Siyonist Zihniyet
Türkiye’ye gelince Filistin karşıtlığı ve İsrail sempatisinin Türkiye siyasetinde ve toplumsal yapısında ırkçı, Kemalist çevreler arasında hayli yaygın olduğunu gözlemlemek zor olmuyor. Rahatsız edici olduğunu söylemek mümkün belki ama bu durumun şaşırtıcı olduğu söylenemez. Bahsi geçen kesimin neredeyse tüm konumlanışı, refleksleri, talep ve tepkileri İslami kimliğe karşıtlık temelinde geliştiği için Siyonistlerle paralelleşme kaçınılmaz sonuç oluyor.
Irkçı-Kemalist zihniyetin İslam’a ve ümmete karşı beslediği düşmanlık Siyonistlerin İslam’a ve Müslümanlara karşı beslediği düşmanlıktan kesinlikle daha az değil. Aynen Siyonistler gibi Türkçü ve Kemalistler de İslami aidiyeti, sembol ve değerleri tehlikeli görüyorlar. Filistinliler onlar için kopup terk edilmesi, unutulması gereken geçmişi, geriliği, gericiliği temsil ediyor. Bilhassa Hamas ile birlikte bu algının çok daha netleştiği, kesinleştiği açık. İsrail ise belki zaman zaman “Bu kadar da ileri gitmemeliydi!” nevinden bazı aşırılıklar sergilemekle birlikte, bilhassa Kemalist zihin dünyasında ancak ‘bataklık’ kavramıyla ifade edilen Ortadoğu zemini düşünüldüğünde ‘muasır medeniyet seviyesi’ni temsil etmekte. Bu yüzden İslami aidiyete düşmanlıkları sistematik biçimde Arap düşmanlığına dönüşüyor. Arap düşmanlığı ise çok da zorlanmadan İsrail sempatisine evriliyor.
Ne kadar ilginç bir manzara ile karşı karşıyayız: Gazze dünyanın gündemini değiştirdi ama Kemalistlerin gündemi milim değişmedi. Onlar yine Türklük üzerinden kendilerini izole etmeyi, laiklik üzerinden alarm çanları çalmayı, Atatürk kültü üzerinden tapınma seanslarını ara vermeksizin sürdürüyorlar.
Neden Filistin Halkına Düşmanlar?
Paranoya ve nefret duyguları adeta tüm reflekslerini belirliyor. 7 Ekim’de Aksa Tufanı’yla Siyonist çete bozguna uğradığında güya gelişmeleri yorumlama sadedinde bolca dillendirdikleri “durup dururken” ifadesiyle ve Hamas’ı provokasyon yapmakla suçlayarak Filistin gerçeğine ne kadar yabancı olduklarını beyan ettiler. Ve yine her İsrail saldırganlığında yaptıkları üzere Gazze’ye yönelik Siyonist katliamların en yoğun biçimde gerçekleştiği bir ortamda “Filistinliler toprak sattı!” ya da “Araplar I. Dünya Savaşında bizi arkadan hançerledi!” vb. yalanları bir kez daha tedavüle soktular.
Tüm dünya halkları Gazze’de soykırıma dönüşen Siyonist saldırıları lanetleme çabası içerisine girmişken, bunlar “Eyvah, Suriyelilerden sonra, yüz binlerce Gazzeli de ülkemize gelecek!” telaşına kapıldılar. Vahşi bir kuşatma altında, aç ve susuz, katliam tehdidiyle yüz yüze insanların nasıl kurtarılabileceği, soykırımın nasıl engellenebileceği umurlarında değildi, tek korkuları bu insanların oradan çıkabilirlerse kendi ülkelerine gelebilecek olmalarıydı. Bu hali basit bir kaygı bozukluğu ile açıklamak elbette mümkün olamazdı. Burada vicdan kararması, ahlak, erdem, fazilet yoksunluğu kendisini en açık tarzda ilan ediyordu. Son yıllarda muhacir düşmanlığı üzerinden ivme kazanan ırkçı söylem ve eğilimler de bu tutumu daha bir netleştirmiş oldu.
Siyonist vahşetin dünyanın her yerinde büyük bir vicdan intifadasını harekete geçirmesine karşın mezkûr güruh genel manada İslami kimliğe duyduğu alerji ve düşmanlık nedeniyle İsrail’e sempati içerikli mesajlar yayınlamaktan çekinmedi. İlk günlerde Siyonistlerin iftiralarını hiçbir şerh düşmeksizin, şüphe duymaksızın olduğu gibi paylaştılar. Hamas aleyhine yalanlar sıraladılar. İslami Direniş Hareketini terörist ilan ederken, işgalcileri masum siviller şeklinde resmettiler.
Bilahare Siyonist vahşet en korkunç sahnelerle hiç kimsenin görmezden gelemeyeceği, tevile kalkışamayacağı şekilde belirginleşince seslerini kesmek zorunda kaldılar. Fatih Altaylı, Nevşin Mengü, Ümit Özdağ gibi azgın tipler Arap ve Filistinli düşmanlığı üzerinden dolaylı biçimde yine Siyonistlerden yana tavırlarını sürdürmeye devam etse de genel manada Türkçü, Kemalist çevreler düşmanlıklarını kusmak için fırsat kollamak üzere geri çekilmişlerdi.
Gazze’yle Dayanışma Seferberliğinin Yol Açtığı Hazımsızlık
Bu süreçte Gazze halkıyla dayanışma ve Filistin mücadelesine destek eylemleri tüm Türkiye’de yoğun biçimde devam etti. Genci yaşlısı geniş kitleler adeta seferberlik havası içinde ümmet dayanışmasını yükselttiler. Ve bekleneceği üzere bu manzara ‘yerli Siyonist’ çevrelerde büyük bir moral bozukluğu ve öfkeyi besledi. Doğrudan karşı çıkmaya cesaret edememekle birlikte bulabildikleri her fırsatta kinlerini kustular.
Protesto eylemlerini küçümsediler, protestocuları sokaklarda bağırmak yerine savaşmak üzere gidip Gazze’ye gitmeye davet ettiler. Bunu yapmadıkları takdirde samimiyetsiz olmakla suçladılar. İktidarın söylem ve icraatı arasında çelişkiler olduğunu ileri sürüp topyekûn İslamcılığı mahkûm etmeye kalkıştılar. Boykot çağrılarını anlamsız ve de yararsız olmakla eleştirdiler. İşi İsrail’e destek verdiği bilinen Starbucks kafelerinde poz vermeye kadar götürdüler. Bazen tahfif ederek, çoğu zaman tahkir ederek, her daim itham ederek kısacası her vesileyle düşmanlıklarını sergilediler.
Her Vesileyle Düşmanlık Beyanı
Aynı zihniyet mensupları 29 Ekim kutlamalarını içlerinde biriken kini yansıtmak üzere değerlendirdiler. Katliamın en vahşi biçimde devam ettiği ve kadınların, çocukların feryatlarının dorukta olduğu bir vasatta sokaklarda dans ederek adeta acılarımızın üzerinde tepindiler. Riyad’da futbol krizi çıkarıp bunu Atatürk tazimine çevirerek Kemalist laikliğe bağlılık gösterisi yaptılar. Hatta Filistin mitinginden dönen ve elinde tevhid bayrağı taşıyan bir vatandaşa saldıran genci kahramanlaştırarak İslami kimlik ve sembollere, Müslümanların değerlerine karşı nasıl azılı bir düşmanlık içinde olduklarını alenen beyan ettiler.
Tüm bu tepkiler, tavırlar malum güruhun İslam ve ümmet karşıtı bir pozisyonda konumlandığını göstermektedir. Bu tutum öylesine nettir ki Filistin’de yaşanmakta olan insanlık suçları ve Siyonist vahşet bile bunların duruşuna en küçük bir etki yapmamaktadır. Amerikalı Yahudilerden İskoç futbol taraftarlarına, Japon rahiplerden Güney Afrikalı siyasilere kadar dünyanın pek çok bölgesinde geniş kitleleri, birbirinden çok farklı kesimleri harekete geçiren insani, vicdani kaygıların zerresi bile bunlara yansımamaktadır. İslam’dan, Müslümanlardan, İslam ümmetinden o kadar uzaktır ve de nefret etmektedirler ki binlerce bebeğin vahşice katledilmesi hadisesi karşısında bile en küçük bir empati duygusu gelişmemekte, bilakis zalimlere yakınlık hissetmektedirler.
Bu durum Filistin’e özgü, Filistin’le sınırlı da değildir. Aynı zevat Afganistan alçakça işgal edildiğinde de ABD ve NATO vahşetini görmezden gelip Taliban karalamalarıyla meşguldü. Afgan halkının acımasızca bombalandığı, Guantanamo hukuksuzluğunun ayyuka çıktığı, işkence ve katliamların sistematik bir sindirme aracına dönüştüğü ortamlarda dahi Taliban aleyhine hikâyelerin peşinde koşmaktaydılar.
Sonra bu sefil mantığın tezahürlerini Suriye’de de gördük. Esed rejiminin her türlü vahşeti icra ettiği, varil bombalarıyla, kimyasal gazlarla, işkence ve tecavüzlerle, açlık dayatmasıyla, tehcirle halka karşı sindirme siyaseti icra etmesi karşısında dahi en küçük bir insani tepki vermediler. Bilakis Beşşar Esed adlı katile sempati duydular, İslami harekete karşı yürüttüğü imha siyasetini hayranlıkla izlediler. Adeta kendi yapamadıklarını yaptığı için bu caniye gıpta ettiler.
İlhad ve İfsatla Mücadele Akidevi Bir Sorumluluktur!
Anlaşılması gereken gerçek şu ki Kemalizm denilen ideolojik tutum aynen yayılmacı Hindu milliyetçiliği gibi, ırkçı Neo-Nazilik gibi ve Siyonizm gibi İslam’a ve Müslümanlara düşman bir anlayış ve pratiktir. Müslümanların ortak aidiyet ve bağlarını güçlendirme çabalarına karşı ulusçuluk temelinde yükselen bu zihniyetin Müslüman bir halkın zihninde, kalbinde, ruhunda yol açtığı tahribat İsrail isimli katil çetenin Gazze’de icra ettiği yıkım ve katliamdan daha hafif görülemez. Unutmayalım ki Gazze’de, Filistin’de on yıllardır icra edilen tüm yıkım ve zulümler, katliamlar karşısında dimdik durabilen bir iradenin mevcudiyetine rağmen, Kemalizm yaşadığımız ülkeyi zihinsel manada adeta bir enkaza çevirmiştir.
Filistin bir İslam toprağıdır, Filistin halkı da İslam ümmetinin bir parçasıdır. Bu itibarla Filistin’i savunmak, Filistin halkıyla dayanışma içinde olmak İslami sorumluluğumuzdur. Türkiyeli Müslümanlar on yıllardır bu sorumluluk bilinciyle Filistin davasını sahiplenmiş, Filistin mücadelesine ellerinden geldiğince destek olmuşlardır. Aynı zamanda insani ve ahlaki bir sorumluluğumuz da olan bu çabayı sürdürürken bu mücadelenin ancak İslami bir kimlik bütünlüğü çerçevesinde verilebilecek olduğu gerçeğini kesinlikle atlamamalıyız. Bunun için de öncelikle yaşadığımız ülkeyi siyasetinden sanatına, medyasından eğitimine kadar her alanda ağır bir tahakküm altında tutan Kemalist ilhad ve ifsat ideolojisine karşı açık, net ve kararlı bir tavır almalıyız.