İtikad Üzerine

Yusuf Aydın

Akaid konusunda Türkçe'de te'lif eser sayısı oldukça azdır. Bu çerçevede yayımlanan eserlerin birçoğu da, Eş'ari ve Maturidi akaidini ölçü alarak yazılmış eserlerdir. Şafak Yayınlarından çıkan ihsan Eliaçık'ın kaleme aldığı itikad Üzerine adlı eser ise klasik akaid kitaplarından farklı bir yol takip etmiştir. Kitap bu özelliğiyle Kur'an'ı ön plana çıkarmıştır. Kitapta değişik alt başlıklar altında altı yüz ayet yer almıştır.

Birinci bölümde akaid konusunda takip edilen usul üç maddede şöyle özetlenmiştir:

1. Bilgi edinme yolları üçtür: Nakil, akıl, duyu organları. Bunların dışındaki yollar bilgi edinmede vasıta olarak kullanılamaz, itikad oluşturmada bu sıra takip edilir.

2. Bize ulaşan nakiller şu yollarla gelir:

a) Mütevatir yolla,

b) Ahad yolla.

Akideye temel olacak konuların mütevatir yolla gelmesi gerekir. Mütevatir yolla gelen haberler kat'ilik, ahad yolla gelen haberler de zannilik ifade eder.

3. Bize ulaşan nakiller şu durumlardan birisi şeklinde olur:

a) Subutu kati, delaleti kati olur,

b) Subutu kati, delaleti zanni olur,

c) Subutu zanni, delaleti kati olur,

d) Subutu zanni, delaleti zanni olur.

Akideye konu olacak konuların ilk sırada yer alan subutu ve delaleti kati olması gerekir. Bu da İslam akidesinin Kur'an'a dayanması ile mümkündür. Çünkü Kur'an'ın subutu ve delaleti katidir.

Yazar usul konusunda koyduğu bu ilkeleri Kur'an ve Mütevatir Sünnet şeklinde formülleştirmiştir. Ancak burada zikri geçen Mütevatir Sünnet tanımı muğlak kalmıştır. Mütevatir Sünnet deyimiyle yazarın kastettiği ameli (pratik) sünnet olabilir. Ancak günümüzde mütevatir sünneti yanlış tanımlayıp bu tanım üzerine bina edilen itikad vs. gibi konular dikkatimizi çekmektedir. Ahad haberle gelmiş birçok itikadi konu mutlaklaştırılmış bu türden rivayetlere inanmayanlar ise peygamberimizin söylediklerine iman etmemekle suçlanmıştır. Bu tür rivayetler zamanla halk arasında yaygınlaşarak meşhurlaşmışlardır. Böyle rivayetlerde meşhur rivayetler olarak adlandırılmıştır. Ancak hadis usulünde meşhur kabul edilen böyle rivayetlerin birçoğu nedense mütevatir hadis olarak algılanmış veya böyle gösterilmek istenmiştir. Halbuki hadis usulünde meşhur hadis de Ahad haber kategorisinde değerlendirilmiştir.

Hadis usulü açısından da yanlış olan bu tanımlamalara dikkat edilmesi ve bu konuda ortak dilin oluşturulması konuştuğumuz konularda daha sağlıklı diyaloglar kurmamıza vesile olacaktır.

Kanaatimizce bu konudaki yanlışlığın temelinde hadis ve sünnet tanımlarının özdeşleştirilmesi yatmaktadır. Oysa hadis ile sünnet aynı kategorilerde değerlendirilemez. Zira sünnet peygamberimiz döneminden bugüne kadar gelen ve üzerlerinde hiç bir tartışmanın yapılmadığı pratiklerdir. Örneğin namaz ibadeti böyledir. Yine Kur'an'ın korunmuşluğu da aynı espri ile bugüne kadar muhafaza edilmiştir. Buna karşılık hadisler (rivayetler) söz şeklinde manaca ak­tarılarak bugüne ulaşmıştır. Bu tür rivayetler Ahad haber olarak adlandırılır. Böyle olunca itikad oluşturmada hadislerin delil olması söz konusu değildir. Zira sübutu ve delaleti zanni olan hadislerle itikad oluşturmak birinci derece bir deprem bölgesinde kerpiç evler yapmaya benzer. Ahad haberler ancak ameli konularda delil olarak kabul edilmişlerdir. Deccal, Mehdi, Mesih, İsa'nın Ref'i gibi konuların yer aldığı hadislerin hepsi ahaddır. Kur'an ise bu konulara işaret bile etmemiştir. Ama bu rivayetler halk arasında öyle yaygınlık kazanmış ve meşhur olmuştur ki bu rivayetler mütevatir derecesine yükseltilmiştir. Bu rivayetlere itibar etmeyen ve bunları İsraili kültürün İslamlaştırılma çabaları olarak gören samimi muvahhidler sapık, zındık gibi nitelemelerle mahkum edilmeye çalışılmıştır.

İşte böylesine önemli olan itikad konusundaki ölçümüz sapasağlam delillere dayanmalıdır. Halk arasında hikayemsi bir şekilde dilden dile dolaşan hurafe ve bidatleri Kur'an ışığında tashih etmeliyiz. Rasulullah döneminden sonra yaşanan bu bozukluk islam ümmetinin can damarına indirilen en büyük darbedir. Ümmetin yüzyıllardır süren zilleti de bu bozukluğun eseridir.

İkinci bölümde, "İtikad Bu" başlığı altında iman esasları tespit edilmeye çalışılmıştır. Kur'an'a göre iman esasları değerlendirildiğinde beş asas ortaya çıkar. Bunlar; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine ve O'na dönüşe [ahirete] iman etmektir. Bununla beraber sünni itikadında yer alan kaza ve kadere iman etmek Bakara Suresi 286. ayette sayılan iman esasları gibi direkt olarak vurgulanmıştır. Yani Kur'an'da Cenab-ı Zü'l-Celal'in "Kaza ve Kadere iman ediniz." şeklinde bir ifadesine rastlamamaktayız. Kaza ve kader konusunun iman esası olduğu ise Kur'an'daki bazı ayetlerin yorumlanması neticesinde ortaya çıkmıştır.

Yazarın "Kaza ve Kader" başlığı altında müstakil olarak belirttiği gibi ayetlerin tekil olarak değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkan Cebriye, Kaderiyye gibi itikadi ekoller öncelikle bu konudaki anlayışlarını oluşturmuşlar, daha sonra Kur'an'dan kendilerine delil arama yoluna gitmişlerdir. Burada konunun önemine binaen dikkatimizi çekmesi gereken bir husus da şudur ki, kaza ve kader tartışmaları salt itikadi ve usuli tartışmalar değildir. Kaza ve kader tartışmaları doğurduğu sonuçlar itibariyle değerlendirdiğimizde tartışmaların temelinde siyasi farklılıkların ve bu konudaki görüş ayrılıklarının belirleyici olduğunu görürüz. Saltanatçı ve baskıcı zalim Emevi hanedanlarının kapıkulu saray mollaları eliyle yaymaya çalıştığı Cebri görüş iktidarlarının' ayakta kalmasının vazgeçilmez şartlarından olmuştur. Buna karşılık özellikle Mutezile, Hariciler vb. gibi ekol mensupları sultacı yönetimlerin karşısında yer almıştır. Bu ekollerin ortak temel özellikleri ise itikadlarını Kur'an merkezli bir bilgiye dayandırmış olmalarıdır. Nitekim ne zaman ki bu ekoller veya görüş sahipleri tarih sahnesinden çekilmişler, saltanatçı zihniyet kök salma zeminini elde etmiş ve güçlü bir muhalefetle karşılaşmamıştır. Saltanatın yanında yer alan ve onun nimetlerini överek biti­remeyen işbirlikçi sözde ulema ise devrimci İslami mücadelenin susması üzerine meydanı boş bularak daha da azgınlaşmalardır. Kur'an ayetlerini de pis emellerine alet ederek hadis mecmualarına "zalim halifeye itaat" babları açmışlardır. Bu da yetmemiş, 'kargaşa çıkmasın' gibi komik gerekçeler gösterilerek aynı başlıklar itikad kitaplarının da içinde yer alabilmiştir.

Bu ise Kur'an'ın defaatle vurguladığı müslümanın zulmü ve zalimi reddetme [2/258, 270; 3/57, 86, 140...], zulme uğrayanlara yardım etme [4/75] gibi örneklerini çoğaltacağımız sorumluluklarımızı tekzip etmek değildir de nedir? Konuyla ilgili daha fazla açılımlar yapılabilir. Ancak bu ve benzeri konular yazımızın sınırlarını aşmaktadır. Şimdilik bu kadar değini kafi olsa gerek.

Üçüncü bölümde, "Bu Kitap" başlığı atında Kur'an'ın kime, niçin, nasıl gönderildiği, neyi, nasıl anlattığı ve nasıl anlaşılır alt başlıkları halinde günümüze nasıl geldiği anlatılmıştır. Bu bölümlerde takip edilen usul yine Kur'an'ın Kur'an'la izahı şeklindedir.

Buna göre Kur'an'ı anlamak için onu okuyan kişide bulunması gereken özellikler şöyle özetlenir:

1. Kur'an'ın bir beşer kelamı olmayıp Allah'ın mucizesi olduğunu bilmek gerekir. Allah'tan nasıl geldiğini Allah'ın kanun koyucu olarak (sari) hangi maksat ve maslahatlarla bu kitabı inzal ettiğini bilmek gerekir. Şeriatın maksatları [Mekasidü'ş-Şeria] da denilen bu genel amaçları bilmeden Kur'an'ın ruhuna vakıf olmak mümkün değildir. Zira sarinin maksatları değişmez, ona dayalı hüküm çıkarımı (fıkıh) ise değişebilir.

2. Kur'an'ı insan ve toplumdan (nas) kopuk anlamaya çalışmak onu anlaşılmaz kılar. Kur'an bir masa başı araştırma kitabı değildir. Bir yerde Kur'an insani toplumsal mücadeleler kitabıdır. Kur'an'da insanı ve toplumu konu edinmeyen ona hitap etmeyen bir bölüm bile bulunmamaktadır.

3. Kur'an'ın dili Arapça'dır. Arapça Arab'ın konuştuğu dildir. Kur'an ümmi Arab'ın konuştuğu lisan ile inmiştir. Dolayısıyla Arab'ın konuştuğu gibi Arapça'yı bilmeyen onu tam anlayamaz. Anlaması için ya dilini bilecek ya da bu dili bilen birisinin çevirisi [mealini] okuyacaktır. Çevirinin de Kur'an'ın bizzat kendisi olmadığı çevrildiği dildeki karşılığı olduğu unutulmamalıdır.

Görüldüğü gibi hacmi ufak ama işlenen konular itibarıyla bir hayli dolu bu kitabı okumanızı salık veririz.