İsrail’in Kuruluşunda Sovyet Faktörü

Hasan Rumi

 

 

İsrail’in kuruluşunun 60. yıldönümünü ya da Filistinliler açısından Nakba’nın (Büyük Felaket) 60. yıldönümünü yaşamaktayız. Çatışma üzerine kurulu gelişmelerde Sovyetler Birliği’nin oynadığı rol genellikle ihmal edilmiştir.

Batılı İsrail eleştirmenleri Filistin’in bölünmesine Batı’nın sebep olduğunu belirtirler. Filistin’i mandası altında tutan eski emperyal güç İngiltere ve İkinci Dünya Savaşı sonrasının egemen gücü ABD baş sorumlu olarak görülürler. Bu iki ülkenin İsrail’e 60 yıldan beri verdikleri ve vermeye devam ettikleri destek göz önüne alındığında bu varsayım anlaşılabilir bir nitelik kazanır. Fakat bütün bunlara rağmen Filistin’in bölünmesini bu destek tam olarak açıklamamaktadır ve dolayısıyla bu varsayım eksik kalmaktadır.

ABD ve SSCB’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aralarında Soğuk Savaş’ı başlatmaları bir dönüm noktasıdır. Bu şaşırtıcı ve karışık tarihi olayla ilgilenenlerin okuyabilecekleri aydınlatıcı bir makaleyi Fransız tarihçi Laurent Rucker, Sovyet arşivlerini kullanarak kaleme almıştır. (Moskova’nın sürprizi: 1947-1949 Sovyet-İsrail İttifakı, Woodrow Wilson Centre for İnternational Scholars, Çalışma Makalesi 46) Çıkarımlarımı bu makaleyi baz alarak yaptım.

SSCB Filistin’in bölünmesini ve İsrail’in kuruluşunu desteklemeseydi böyle bir bölünmenin mümkün olamayacağına dair güçlü kanıtlar mevcut. Öte yandan ABD’nin bölünme planına verdiği destek düşünüldüğü kadar güçlü değildi ve 60 yıl önce ABD’de Yahudi devletine bakış bugünkünden çok farklıydı. Diğer taraftan ise SSCB’nin sonradan değişen duruşu ve kader yılları 1947-48’de Siyonist projeye verdiği kararlı destek bölünmede belirleyici bir faktör olmuştur.

Ortadoğu’da ağırlığının olmadığını fark eden Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı esnasında nüfuz kazanmak için Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak’ta elçilikler açtı. Bu çabaların sonucunda İngiltere’nin bölgedeki etkisi zayıflıyor ve ortadan kalkıyordu ve ayrıca ABD ve İngiltere arasında ayrışmalar oluyordu. Bu nüfuz elde etme çabası Sovyet politikasının ana eksenini oluşturuyordu. Avrupa’daki Yahudilerin kaderini belirlemek için oluşturulan Anglo-Amerikan Araştırma Komitesi 1946 Şubat’ında toplandığında topraklarında yaklaşık 5 milyon Yahudi barındıran ve dolayısıyla meseleye katılma hakkı meşru olan eski müttefik SSCB’yi toplantıya davet etmedi. Bunu yapmalarındaki sebep, Stalin’in Filistin meselesine burnunu sokmasını istememeleri idi. Savaştan sonra Yahudilerin Doğu Avrupa’daki nüfusları yaklaşık çeyrek milyona ulaşmıştı. Savaş esnasında buraya göç eden Yahudiler, savaştan sonra Sovyet etki alanına girmiş oldular. Bu kitlenin iskânı başlı başına bir meseleydi. Sovyetler ve Doğu Avrupa rejimlerinin yapmaları gereken, onları önceki evlerine yerleştirmek ve yerel halkın onlara göstereceği düşmanlığı engellemekti. Fakat onlar bunu yapmakta başarısız oldular. Dolayısıyla yerlerinden olmuş olan bu insanlar doğal olarak göç etmek istediler.

Tercihleri savaştan zarar görmemiş ABD idi. Ancak ABD özgür olmak isteyen fakir, sıkışmış, yorgun Yahudi kitlesine karşı kapalı kapı politikası uyguladı. Bunun sonucunda ikinci bir seçenek ön plana çıktı. Bu seçenek Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesiydi. Bu fikir Yahudileri zaten istemeyen Doğu Avrupa rejimlerinin işine geldiği kadar Amerikalıların ve Sovyetlerin de işine geliyordu. Böylelikle Avrupa Yahudiliğini Filistin’e yerleştirmeyi hedefleyen Siyonist program hızlı bir şekilde ivme kazandı. Arap dünyasına yabancılaşmak istemeyen İngiltere ihtiyatlı davranıyordu.

Siyonist organizasyonlar basiretli ve kararlı bir şekilde Sovyet diplomatlarla bağlantı kuruyorlar ve amaçları için sessizce destek istiyorlardı. Bu girişimlerde gelecekte Filistin’de kurulacak bir Yahudi devleti için anında destek alamasalar da tohumlar atılmıştı ve kısa bir süre sonra sürpriz bir şekilde meyvelerini alacaklardı. SSCB’nin resmi görüşü başlangıçta şu şekildeydi; Filistin’deki İngiliz mandası kalkacak, İngiliz birlikleri çekilecek ve Birleşmiş Milletler’in vesayeti (3 büyük güç ABD, SSCB ve İngiltere’nin kontrolünde) altında bağımsız ve üniter Filistin oluşturulacak. Mart 1947’de Sovyetlerin BM’deki Yakındoğu bölüm delegasyonu tek parçalı demokratik Filistin’in halkın eşit bir şekilde ulusal ve demokratik haklardan faydalanmasının teminatı olduğunu beyan etmişti.

Bir ay sonra dramatik bir U dönüşü yaşandı. BM Genel Kurulu’nun olağanüstü oturumunda Dışişleri Bakan Yardımcısı Andrei Gromyko yeni bakış açısını ortaya koydu. SSCB ilk kez bir Yahudi devletinin kurulmasını savunuyordu. Yeni yaklaşım 29 Kasım 1947’de Genel Kurul’da oylandı ve bu tarihi oylamanın sonunda Filistin bölünmüş oluyordu. Üçte iki çoğunluk gerekiyordu ve burada da SSCB kilit bir rol oynadı. Belarus, Ukrayna, Polonya ve Çekoslovakya’ya evet oyu kullanmaları hususunda baskı yaptı. SSCB önceki konumunda kalsa yani Filistin’in bölünmesine karşı çıksaydı Mayıs 1948’de İsrail kurulamayacaktı. BM vesayeti altında üniter bir Filistin söz konusu olacaktı.

Arap devletlerinin beklenen muhalefeti ve Filistin’de yaşanan şiddet olayları sonucunda ABD’de tereddütler oluşmaya başladı. 19 Mart 1948’de Amerika’nın BM’deki büyükelçisi, SSCB’nin orijinal planı olan Filistin’de üçlü bir yönetimin kurulması fikrini tekrar gündeme getirdi. Ancak Gromyko 30 Mart’ta BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada bu teklifi reddederek şunları söyledi: “Akan kanı durdurmanın tek yolu Filistin’de kurulacak iki ayrı devleti desteklemektir. Eğer ABD ve diğer devletler bölünmeyi engellemeye çalışır ve Filistin’i ekonomik ve askeri stratejilerinin bir unsuru olarak değerlendirip Filistin’in geleceğiyle ilgili hangi kararı alırlarsa alsınlar ki buna vesayet yönetimi de dahildir, bunun neticesi Filistinli Araplar ve Yahudiler arasındaki mücadelenin alanı haline gelmesi ve kurbanlarının sayısının artması olacaktır.” Gromyko, bu ifadelerle bölünmeyi sağlama almayı amaçlamıştır.

Bunun da ötesinde BM’nin Filistin’e uyguladığı silah ambargosuna rağmen Sovyetler’in bilgisi dahilinde Siyonistlere Çek silahları satıldı. Bu silahlar sayesinde 750.000’den fazla Filistinli yurtlarından sürgün edildi. Bunun devamında neler olduğunu zaten tarih söylüyor. Lucker’in yazısında özet olarak belirttiği üzere Moskova, İngiltere’nin Ortadoğu’daki gücünü kırmak gibi anlamsız bir nedenden dolayı Siyonist hareketi destekledi. İsrail’e siyasi, askeri ve demografik yardım sağladı. Bu politikanın çözülmesi fazla zaman almadı. Arap devletlerindeki çeşitli komünist partilerin üye sayılarında hatırı sayılır bir düşme yaşanırken SSCB’nin Arap dünyasındaki şöhreti ve etkisi büyük bir yara aldı. Üstüne üstlük yeni İsrail devleti açık bir şekilde Batı bloğuna katıldı. Bölgede İngiltere’nin etkinliği belki biraz azaldı, ancak Marshall Yardımı ve yeniden inşa fonlarından yararlanan ve kendisine Amerika’nın küçük kardeşi olarak biçilen rolü benimseyen İngiltere zaten Amerika ile güçlü bir nikâh kıymıştı. Ağ etkisi yapan SSCB’nin politikaları tam tersi bir sonuç vermişti. Siyonistler oyunu iyi oynamışlar, Stalin ve arkadaşlarını zekice kullanmışlardı.

İsrail’in kuruluşunda ve Nakba’nın oluşumunda SSCB’nin oynadığı rol 1917 Balfour Deklarasyonu’ndan daha fazladır. Fakat deklarasyon daha çok dikkat çekiyor. Benim söylemek istediğim budur. İsrail ve destekçileri 60. kuruluş yıldönümlerine kutlarlarken Sovyetler’e de özel şükran sunmaları gerekir. Filistinliler de Nakba’dan dolayı acı çekerken Sovyetler Birliği’ni de unutmamalıdırlar.

Ahram Weekly’den

Çev: Ali Durna