İslami Yenilenmenin Öncüsü: Hasan Turabi ve Mirası -2

Haşim Ay

Çağdaş Sudan’da İslami Yeniden Doğuş ve Turabi’nin Katkısı

Çağdaş Sudan’da İslami yeniden doğuşun tarihi, ülkenin henüz İngiliz sömürgesi olduğu dönemlere kadar uzanmaktadır.

Hatta denilebilir ki çağdaş Sudan bizatihi İngiliz emperyalizmi tarafından Mehdi’nin açtığı devrimci yürüyüşün ilerlemesi önünde işbirlikçilerin de katkısıyla örülmüş bir barikat olarak tasarlanmıştır. Keza Mehdi’nin siyasal ufku ve hareketinin etkisi sadece bugünkü küçük Sudan’la sınırlı olmayıp Doğu-Batı Afrika arasındaki geniş siyahi coğrafyanın tümünü kapsıyordu. Nil Havzasındakiler de dâhil Biladu’s-Sudan bugünkü şu ülkelerin tamamını içeren bir terkipti: Çad, Orta Afrika, Kamerun, Nijer, Nijerya, Mali, Senegal, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Fildişi Sahili, Burkina Faso, Gana, Benin, Togo, Liberya, Sierra Leone. Kuzey ve Güney’den oluşan bugünkü Sudan söz konusu geniş bölgenin Arap bölgesine açılan sınır kapısı niteliğinde. Nitekim bunun farkında olan İngilizler Mehdi’nin irtihalinden sonra dün tarikat tekkelerini terk ederek onun sancağı etrafında bütünleşen yerel Sufilerin yeniden tekkelerini canlandırmasına teşvik etmiş, Mehdi’nin sağladığı birleştirici ve bütünleştirici safın içeriden yarılması çalışmalarına patronaj işlevi görmüştür. Mehdi’nin şahsında anti-emperyalist kulvarda ilerleme sağlayan “devrimci sufilik” böylece birtakım işbirlikçi ve dar ufuklu kabile reisi ve tarikat şeyhinin temsil ettiği “apolitik-uzlaşmacı sufilik” ile bloke edilmiştir.1 Genelinde Mehdi’nin etkin olduğu büyük Biladu’s-Sudan’ın İngilizlerin böl-parçala-yönet taktiği marifetiyle dize getirilmesi sonucunda Kuzey ve Güney’den oluşan gerilimli hat üzerinde bugünkü çağdaş küçük Sudan kurulmuştur.

Mehdi’nin mirasına cılız da olsa bağlı kalarak varlığını ikame eden ve daha sonraki süreçlerde partileşen Ümmet ve Ensar hareketleri bağımsızlığa gidilen süreçte Sudan halkının İslami duyarlılığını zinde tutmaya çalışan en önemli aktörlerdi. Bununla birlikte Mehdi’ye ihanet ve İngilizlerle işbirliği temelinde kendini Mehdi sonrası dönemde yeniden oluşturan bazı kabile ve tarikat seçkininin de kitleler üzerindeki yönlendirici etkisi azımsanamayacak düzeydeydi. Bir de bağımsızlık sürecinde çok yaygın olmamakla birlikte entelektüel donanımı yüksek ve iyi derecede örgütlenmiş ve tabii olarak da Batılılaşmış sol ve liberal çevreler vardı.  Diğer birçok İslam beldesinde olduğu gibi bağımsızlığa gidilen süreçte Sudan’da da çağın nabzını yoklayabilen, zamanın ruhunu kavrayabilen, aktüel gelişmeleri takip edebilen bu çevreler doğal olarak fikrî ve siyasi mücadele sahasında inisiyatif geliştiriyor ve özellikle de gençlik kesimleri, akademik çevreler ve medyada etkili oluyorlardı. Sudan’da da durum böyleydi ve nicelik olarak az olmakla birlikte emperyalizmin sağı ve solunun desteğine mazhar olan bu seküler kesimler bağımsızlık sürecinin fikrî-siyasi plandaki temel aktörü oldular.

Çağdaş anlamda Sudan’da İslami yeniden doğuş da bu dinamik ortamda oluşup gelişti. Hasan Turabi’nin de belirttiği gibi2 Firavun’un sarayında yetişen Musalar gibi, Batı’nın kurduğu modern üniversiteler de kerhen İslami uyanışa beşiklik etti. Sömürgeciler Sudan’daki katı dinî tutumu yıkmak ve mevcut yapıyı laik-seküler bir eğitimle dönüştürmek amacıyla Gordon Üniversitesi’ni kurmuşlardı. Gordon Üniversitesi Ezher Üniversitesi’ne bağlıydı. Dolayısıyla Sudan gençleri ile Ezher gençliği arasında organik bir bağ kurulmuştu ve Sudan gençlerinin İhvan’la tanışma süreci de bu kanalla olmuştur.3

Sudan’da geleneksel apolitik ilimlerin okutulduğu Nizamiye Medreselerive kitlelerin çeşitli ritüeller marifetiyle uyuşturulduğu tarikat tekkelerine karşın yeni kurulan modern üniversitelerde duyarlı gençlerin el yordamı çalışmalarıyla bir diriliş iklimi oluştu. Bu duyarlı gençleri ilk defa evrensel İslami hareket bağlamında organize etme çalışmalarında Ali Talbullah ismi öne çıkıyor. Sudan’da çağdaş İslami hareket ilk defa Ezher öğrencisi olan Ali Talbullah’ın bizzat Hasan el-Benna tarafından görevlendirilmesiyle Hartum Üniversitesi’nde oluştu. Süreç içerisinde bu çalışmalar 1949 yılında Hareket-ut Tahriru’l İslami (İslami Kurtuluş Hareketi kısa adıyla Tahrir) adıyla kurumsallaştırıldı. Sosyalizm, liberalizm gibi seküler fikir ve ideolojilerin revaçta olduğu üniversite ortamında İslami duyarlılık sahibi gençler Talbullah’ın İhvan’la irtibatlı öğrencilerle oluşturduğu Tahrir platformunda etkileşime girdi ve böylece Müslüman Kardeşler perspektifi üzerinden evrensel İslami harekete doğru ilk adımlar atıldı. Turabi’nin belirttiği gibi Sudan İslami hareketi üniversite merkezli tipik bir gençlik-öğrenci hareketi olarak bu ortamda doğdu. Ama dönemin iç-dış şartlarının da etkisiyle daracık zaman zarfı içinde birçok İslami harekete nasip olamayacak düzeyde ivme kazandı, hızlı bir gelişim imkânı buldu.

Çağdaş Sudan’da İslami Yeniden Doğuşun Geçirdiği Aşamalar

Kuruluşundan günümüze değin Sudan İslami hareketinin veya İslami yeniden doğuşun geçirdiği aşamaları, karşılaştığı imtihanlara bağlı olarak yaşadığı zikzakları ve toplumsal-siyasal plandaki etkilerini hareketin teorisyenlerinden biri olan Hasan Turabi yedi safhada topluyor.

1- Oluşum Devresi (1949-1955)

Bu, İslami hareketin oluşum aşamasıdır. Ezher’de okuyan ve Hasan el-Benna tarafından Sudan’ı örgütlemek üzere görevlendirilen Ali Talbullah İslami duyarlılıklara sahip üniversite gençliğini etkilemeyi başarmıştır. Ali Talbullah tarafından bu çalışmalar 1949 yılında Hareket-ut Tahriru’l İslami adıyla kurumsallaştırıldı.

Hartum Üniversitesi hareketin kök saldığı merkezdi. Bu zaman zarfı içerisinde hareket ayrıca liselerde de etkin olmaya, gençlik tabanı oluşturmaya başladı. Turabi, 1955’e gelindiğinde bunda epeyce mesafe de alındığını kaydeder.4 Hareket kadroları bu aşamada Mısır İhvanı ve Cemaat-i İslami’den Mevdudi’nin eserlerini baz alan bir iç eğitim uyguluyorlardı.

Siyasi açıdan işgal döneminin sonlarına tekabül eden bu yıllar çok ciddi tartışma ve arayışlara sahipti. İngilizlere tutunarak varlığını muhafaza etmeyi tercih eden sığınmacılar ve yine İngiliz-Mısır vesayetini yıkarak bağımsızlaşmak ve Batılı değerleri içselleştirme yoluyla Avrupa’yla uzlaşarak ülkeyi kalkındırmayı savunan eğilimler mevcuttu. Tarikatlarda ifadesini bulan geleneksel yapılar ise kendi kabuğuna çekilmiş vaziyette mevcudu koruma derdindeydiler. Öte yandan Sudan Afrika’da sosyalistlerin en güçlü olduğu ülkelerden biriydi. Sudan sosyalistleri İngiliz emperyalizmine karşı olup Nasır Mısır’ıyla birleşmeyi önceleyen bir gelecek tasarımına sahipti.

Bu dönemde oluşum evresini tamamlayarak Tahrir platformu şeklinde kurulan İslami hareketin de gelecek öngörüsü sosyalistlerle bir ölçüde paralellik arz ediyordu. Tahrir de Mısır’la birleşmeyi savunuyordu. Ancak Nasır’ın İhvan’la arasının bozulması, peşi sıra başlayan sürek avı karşısında Sudan İslami hareketi de yakın siyasal geleceğe dair öngördüğü stratejiyi tartışmaya açtı. Bu iç tartışmalar ayrıca erken bir bölünmeye de sebep oldu. Hareket içerisinde kurucu isim Ali Talbullah’ın temsil ettiği İhvan çizgisi ile daha sonra sosyalist cenahtan harekete katılan isimler arasında ihtilaf yaşandı. Dönemin popüler tezlerinden “İslam sosyalizmi” fikrinin savunucusu olup Mısır’la birleşerek “Sosyalist İslam Devleti” kurmayı hayal eden Babikir Karrar ve Muhammed Yusuf, Nasır’ın İhvan’ı baskı altına alması sonrasında Talbullah’ın Mısır’la birleşmeyi reddedip Bağımsız Sudan çalışmalarına katılmayı önceleyen stratejisine karşı çıktılar. Bu durum hareketi 21 Ağustos 1954'te Mu'temeru'l-id adı altında bir kongreye götürdü. Tahrir’in üyelerinin çoğu zaten kendilerini İhvan’dan sayıyorlardı. Dolayısıyla kongrede İhvan’la ilişiğin koparılması ve Nasır Mısır’ıyla birleşilmesini savunan Babikir Karrar ve Muhammed Yusuf’un temsil ettiği eklektik “İslam sosyalizmi” çizgisi tasfiye edildi. Tahrir yeniden yapılandırıldı ve resmen İhvan-ı Müslimin’in Sudan kolu olduğu ilan edildi ve el-murakıbu'l-am / genel başkan olarak Reşid Tahir seçildi.5

2- Ortaya Çıkış Devresi (1956-1959)

Hareketin bu ikinci aşaması aynı zamanda işgal döneminin bitimi ve Sudan’ın bağımsızlaşmasının da başlangıcıdır. Reşid Tahir’in önderliğinde Tahrir platformundan İhvan’a doğru resmi adımlar atılan önceki aşamada alınan kararlar bu yeni safhada pratize edilmeye başlanmıştır. Nasır’ın ihanetinin açığa çıkması üzerine Mısır’la birleşme stratejisinden vazgeçen Sudan İslami hareketi, kendisini ufukta görünen bağımsız Sudan şartlarına göre yeniden oluşturmuştur. Dönemin şartlarına uygun olarak kurulmakta olan Sudan devletini toplum ve yönetim düzeyinde İslami değerlere göre re-organize etmek amacıyla yeni bir örgütlenmeye gidildi. İslami anayasa talebiyle kamuoyu oluşturmak için Aralık 1955'te el-Cebhetu'l-İslamiyyeli'd-Dustur (İslami Anayasa Cephesi kısaca Düstur) kuruldu.

Bu dönemde İslami hareket Düstur üzerinden komünizm karşıtı söylemini ülkedeki sol cenahla gerginlik yaşayacak derecede belirginleştirmiş, Nasır’a ve ülkedeki Nasırcılara karşı muhalefeti dillendirmiş, bağımsız bir İslami Sudan ve üniter bir parlamentoyu savunmuştur. Yanı sıra liberallerden farklı olarak doğal kaynakların devlet denetimine verilmesini, bankaların millileştirilmesini ve borçlardan faizin kaldırılması görüşlerini ileri sürmüştür.6 Turabi’nin aktardığına göre bu aşamada girişilen yüzü hayata dönük bu açık faaliyet biçimi hareketin çekim merkezine dönüşerek kitlesel taban bulmasında da büyük rol oynamıştır. Bir yandan bereketli bir öğrenci akınına muhatap olmuş, diğer yandan da İslami anayasa talebi ve bu vesileyle dillendirilen özgün İslami söylem sayesinde politikacılardan sıradan halka değin birçok alandan harekete katılımlar olmuştur.7

3- İlk İnziva Devresi (1959-1964)

Bu dönem, ülkedeki ilk askerîdarbenin gerçekleştiği yıllardır. Ülkede General İbrahim Abbud ve ordudaki bir kısım subay taifesi darbe yapmıştı. Sömürgecilik sonrası daha yeni kurulan devlette meydana gelen bu beklenmedik gelişme hemen tüm siyasal kesimlerde bir şok dalgası yaratmıştır. General Abbud’un tüm siyasi partileri kapatarak faaliyetlerine son vermesi korku ve endişeyi artırmıştır.

Öte yandan bu yıllar ülkenin daha sonraki yıllarında siyasal hayata damgasını vuracak olan Hasan Turabi’nin İslami hareket içerisindeki konumunun öne çıkmasıyla da önemlidir. Hasan Turabi, bu dönemden itibaren Sudan’daki İslami yeniden doğuş hareketinde Ali Talbullah ve Reşid Tahir’den sonra öne çıkan üçüncü öncü şahsiyet olacak; fikrî-usuli düşünce çizgisi ve siyasi mücadelesiyle etkisi ülke sınırlarını da aşacak ve ülkenin siyasi tarihinde General Abbud, Numeyri gibi isimleri de gölgede bırakarak siyasal popülaritesi Sudan’ın hâlihazırdaki devlet başkanı Ömer el-Beşir ile koşut gidecektir.

1958 yılındaki darbenin ilk birinci yılında her ne kadar siyasi partiler kapatılmış olsa da doğrudan siyasal bir parti olmayan İslami harekete dokunulmamıştır. Hatta Turabi’ye göre General Abbud ve arkadaşları bir süre muhafazakâr politikalar bile gütmüş, icraatlarında taşkınlıklara gitmemiş ve siyasal sorunlara bulaşmaktan uzak durmuşlardır. Ne var ki bu durum fazla da uzun sürmemiş; 9 Kasım 1959'da İslami Anayasa Cephesi Genel Başkanı Reşid Tahir'in diğer bazı kesimlerin desteğiyle askerî rejime karşı darbe hazırlığına giriştiği iddia edilerek İslami harekete bağlı tüm birimler kapatılmış ve hareketin müntesiplerine karşı bir sürek avı başlatılmıştır.

Bu süreçten sonra hareketin öncü kadrosuna mensup isimlerin geneli karşılaşılan bela ve sıkıntıların katlanılamaz düzeye geldiğini ileri sürerek geri çekilme kararı almıştır. Hatta Turabi’nin kendi deyimiyle Mısır’da dönen dolaplar hesaba katılıyor, onlardan ibret alınıyor, muhtemelen başlarına geleceklerden korkarak neredeyse kendini feshedip donduracak kadar içe kapanılıyor.8

4- Genel Başkaldırı Devresi (1964-1969)

Bu, askerî cuntanın kurduğu korku ve baskı diktatörlüğünün çok geçmeden güçlü ve başarılı bir intifadayla alaşağı edildiği safhadır.

Abbud darbesinin ilk birinci yılını müteakip İslami hareketin çeşitli maslahat düşünceleriyle edindiği içe kapanmacı tutum hareketin tabanının ve öncü kadroların tamamına sirayet etmemiştir. Ayakta kalan unsurlarca bu süreç iç muhasebe ve kendini yenilemenin imkânı olarak okunmuş ve böyle değerlendirilmiştir. Hasan Turabi ismi de bu ortamda öne çıkmış ve 1962’den itibaren artık hareketi yönlendiren en önemli isim olur hale gelmiştir. Kısa süreli kapalılık devresi cemaatin kendi otokritiğini yapmasını sağladı. Yeniden sistem ve metot değerlendirmesine gidildi. Özellikle de hareket bünyesindeki öğrenci unsurun askerî cuntaya karşı etkili ve istikrarlı eylemler yapmaya başlaması diğer birçok kesimi de etkileyerek intifadanın ülke geneline yayılmasını sağladı. Turabi bu dönemi İslami öğrenci hareketi açısından “altın çağ” olarak tanımlar.9

İslami Cephe 1964’teki Ekim Devrimi’ne doğru gidilen süreçte Hasan Turabi’nin önderliğinde yeniden yapılandırıldı. Devrime hazırlık safhasında İslami cephe geniş çaplı ve kuşatıcı bir örgütlenme zemini sağlayarak intifadanın ana aktörü şeklinde sahaya indi. Bu çabalar sonucunda işçi hareketleri ve sendikalar ortaya çıktı. Öyle ki komünistler bile İslami hareketle çatışmaktan vazgeçer duruma geldi. Yine bu aktif mücadele ortamında Turabi önderliğindeki İslami hareket gerek mevcut kadroları bir iç eğitimden geçirme suretiyle gerekse de harekete yeni katılan insan unsurunu sisteme başkaldırı ve devrim düşüncesiyle sistematik bir eğitime tabi tuttu. Ve nihayet İslami hareketin önderliğini yaptığı halk intifadası karşısında General Abbud daha fazla duramayarak iktidar koltuğunu devretti.

Ekim Devrimi sonrasında daha kapsamlı ve kuşatıcı bir yapılanma arayışına girişen hareket İslami Misak Cephesi’ni kurarak liderliğine de Hasan Turabi’yi getirdi. 1965’te yapılan seçimlere katılan İslami Misak Cephesi Sadık el-Mehdi’nin önderliğindeki Ümmet Partisi’yle birlikte parlamentoya girdi. Komünistlerin devrimin kazanımlarını kendine mal ederek devrimi çalma niyetlerini fark eden iki hareket ittifak kurarak bu tehlikeyi bertaraf etti. Daha sonra İslami hareketin öteden beri ağırlık verdiği İslami anayasa çalışmalarına yeniden hız verildi ve ek olarak da komünistlerle fikrî ve siyasi mücadele kızıştı.

Bu süreçte İslami Misak Cephesi tabanı örgütleyerek geniş çaplı bir kurumsallaşma atağı yaptı. Ulusal Kadınlar Cephesi, Ulusal Gençlik Teşkilatının yanı sıra çeşitli iş kolları üzerinden kurulan sendikal hareketler ve kamu hizmeti sağlayan örgütlenmeler de bunlardan bazılarıydı. Bu dönemde İslami hareketin artık gerek taban gerekse de örgütlenme açısından komünist hareketi geride bıraktığı konuşulur oldu.

Hareketin bu dönemde parlamenter mücadele zemininde gerçekleştirdiği en önemli kazanımlarından biri 1967’de İslami tonların ağır bastığı bir anayasa taslağı hazırlayarak parlamentoda gündemleştirmesi oldu. Yine ülkenin daha sonraki siyasi tarihinin de temel kriz merkezlerinden biri olan Güney sorunu ile de hareket bu safhada yüzleşti. Gerek teorik gerek siyasi planda kardeşlik ve adalet iklimini sağlamaya çalışır yönde söylem ve faaliyetler geliştirdi.

Yine bu dönemde evrensel İslami hareket ile dayanışma etkinliklerine ağırlık verildi. Hareketin bu bağlamda önem verdiği ve gündeme getirdiği başlıca meseleler Mısır’da İhvan’ın karşılaştığı mihnet günleri, Seyyid Kutub’un idamı, Filistin davası ve Nijerya İnkılâbı idi.

5- Mücahede ve Kalkınma Devresi (1969-1977)

Bu, ülkede darbe yoluyla iktidara gelmiş Numeyri döneminin başlangıcıdır. 1969'a gelindiğinde General Cafer en-Numeyri ordu içindeki bazı sosyalistlerle birlikte darbe gerçekleştirdi. İlk iş olarak İslami Misak Cephesi başta olmak üzere İslamcıları dağıtmaya başladı. Birçok öncü şahsiyet hapsedildi. Çok sayıda kişi ordudan ve memurluktan atıldı. Sürgünler yaşandı. Cemaatin yayınları toplatıldı.

Diğer yandan yine bu yıllarda şiddetlenip ülkenin daha sonraki tarihine de damgasını vuracak olan Güney Sudan ve Darfur sorunları Numeyri’yi bunaltmaya başlar. Batı’yla arayı düzeltmek için 1972’de Addis Ababa Anlaşması’na giderek iç savaşı geçici süreliğine durduran Numeyri bir yandan da Mısır’la arayı iyi tutma niyetiyle Camp David’i destekleme yoluna gider. Ülkede zaten baskı altına alınan İslami kesimler bir de Filistin davasına yapılan bu ihanet de eklenince toparlanmaya başlıyorlar. 1971’de cezaevinden çıkan Turabi’nin sistematize ettiği İslami Ulusal Cephe kuruluyor. Sadık el-Mehdi’nin Ümmet Partisi ve bir diğer İslami kesim olan Ensar Partisi de Cephe’ye dâhil oluyor. Hemen sonrasında Numeyri’nin kurduğu cunta rejimine karşı halk gösterileri ve silahlı eylemler yapılıyor. Turabi’nin aktardığına göre İslami hareketin bu dönemde gerçekleştirdiği en önemli eylemlerden birisi günlerce süren 1973 Şaban İntifadası idi. İntifadayı İslami Misak Cephesi’nin (İhvan) Hartum Üniversitesi’ndeki öğrenci birimi gerçekleştirmişti. Süreç içerisinde Cephe’nin diğer iki bileşeni Ümmet ve Ensar öğrenci birimlerinin de katılımıyla bu intifadalar 1976’ya kadar devam etti. İntifada sürecinde ortaya konulan hassasiyet ve halk kitlelerine verilen güven İslami harekete dönük halkın sempatisini artırdı. 1964’teki Ekim Devrimi tecrübesinden de istifadeyle düzenli ve istikrarlı bir devrim hareketinin başlatıldığı bu İntifada dönemi İslami kesimler için aynı zamanda birlikte iş yapma kabiliyetinin gelişmesini de besledi.10

6- Antlaşma ve Gelişme Devresi (1977-1984)

Numeyrili yılların ikinci dönemine tekabül eden bu süreç ülkede Hasan Turabi’nin temsil ettiği İslami çizginin daha da güçlenmesi sonucunu getiriyor. Numeyri, bu dönemde birlikte yola çıktığı sosyalistlerce askerî bir darbeyle iktidardan düşürülmek istendiğini fark ediyor ve dış güçlerin de el altından yardımıyla bu kumpası bertaraf ediyor. Hemen sonrasında ise 1973’te start verdiği İslamizasyon politikalarına hız veriyor. Bu politikaları 1976’ya kadar ülkedeki İslamcı intifadayı baskılama aracı olarak kullanan Numeyri, biraz da “yandaş sol”dan yediği darbe üzerine iktidarını koruma refleksiyle dün kendilerine karşı sopa siyaseti izlediği İslamcılara bu kez de havuç uzatmak zorunda kalıyor.

İhvan, Ümmet ve Ensar’dan oluşan üçlü cephe arasında yeni şartların okunması noktasında ihtilaf yaşanıyor. Ensar ve Ümmet’e göre Numeyri oldukça kurnaz ve Müslümanları kullanmak isteyen bir taktik izliyor. Ne var ki bu temkinli okuma alternatif bir siyaset de ortaya koymayıp sahiplerini siyasi pasifizme götürüyor. Ve sonuçta bu durum Ümmet ve Ensar’ın kendi içinde de bölünmelere yol açıyor. Turabi ise tam olarak böyle düşünmüyor. Numeyri ile anlaşmaya can atmadığını fakat kazanılmış veya kazanılabilecek bazı haklar açısından bunun önemli olduğunu savunuyor. Dolayısıyla işbirliği ile suçlanma pahasına halkın ve İslami hareketin maslahatını merkeze alarak iktidarla ilişki kurma yoluna gidiyor.

Bazıları bu anlaşmayla ilgili olarak Turabi’nin sonradan pişman olduğunu iddia ediyor. Bunun doğruluğu ise tartışmaya açık bir husus. Yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde daha detaylı olarak üzerinde durulacağı gibi gerek Turabi’nin düşünce dünyası ve metodoloji algısı gerekse de Sudan şartlarının bu tarz bir siyaseti icbar ettiği anlaşılıyor. Hasan Turabi ve hareketinin siyasi iktidarlara karşı tutum ve yaklaşımı sabit olmayıp duruma göre değişen dinamik bir özellik arz ediyor. Ekim Devrimi sürecinde Abbud’a karşı ve iktidarının ilk yarı döneminde Numeyri’ye karşı sergilenen aktif direniş metodu ile şartların değişmesi durumunda yapıcı ve ıslahçı siyasal mücadele metodu birbirine zıt, çelişkili tutumlar olarak görülmüyor. Zaten Turabi ve hareketinin fiilî şahitlik çizgisi de bunu kanıtlıyor. Öte yandan Turabi devrimi arızi, ıslahı ise asli bir durum olarak görüyor. Özetle şartların ve muhatapların tavırlarının değişmesiyle birlikte İslami hareketin de buna bağlı olarak tavır ve tutum düzeyinde değişime açık olması gerektiğini savunuyor. Turabi’nin düşünce dünyasının merkezî kavramlarından biri olan “tecdid” konusuna geldiğimizde inşallah bu olguyu daha detaylı olarak açmayı umut ediyoruz.

Turabi’nin farklı zeminlerde daha sonraki değerlendirmeleri ne olursa olsun Ömer el-Beşir ile birlikte gerçekleştirdiği Milli Selamet Devrimi sonrası yazdığı “Sudan İslami Hareketi” isimli kitabında Numeyri ile anlaşmaya dair yaptığı değerlendirmelerin bu konuda veri kabul edilmesi daha doğru olacaktır. Kaldı ki getirdiği sonuçlardan hareketle bakıldığında Numeyri ile yapılan anlaşmanın Turabi açısından olumsuz algılanmadığı da gayet açıktır.

Turabi’nin Numeyri ile yapılan anlaşma sonrasına dair değerlendirmeleri özetle şöyle:

“Sistemin zulmü sona ermiş… Sistem solcuları tasfiyeye giriştiğinde İslam’a yapışarak serinlemek istiyordu. Milliyetçiler savaşın uzun sürmesinden endişelenerek karşı çıktılar… Bu yeni şartlar için İslami harekete ihtiyaç duydular…

Bu dönem, hareketin toplum ve sistemle ortaklaştığı ve anlaşma yaptığı dönemdi… Bu dönem, anlaşmadan önce temeli atılan ancak anlaşmadan sonra başlayan ‘İslam Ekonomi Çalışması’ dönemidir… Bu dönem, Güney Sudan’da İslami hareketin çalışmalara başladığı dönemdir.

Bu dönem, ayrıca kadın çalışmaları (hareketleri) arttı. Sistemde kadının sindirilmemesi için ön tedbirler alındı. Kadınlar, İslami harekete tam katılımda bulundular…

Bu dönem, cemaat elemanlarının çoğaldığı bir dönemdir... Bu dönem, federal sistemi yayma, geliştirme ve İslami hareketin kitle hareketine dönüştüğü bir dönemdir.

Ve bu dönem, Sudan’da ilan edilen şeriat dönemidir.”11

Bu dönemden itibaren İhvan-ı Müslimin güçlenmeye ve mensupları da önemli mevkilere çıkmaya başlıyor. Hasan Turabi, kanunların şeriata uygunluğunu kontrol etme göreviyle başsavcılık makamına getiriliyor. (1979) Nisan 1984'te kanunların İslamileştirilmesi politikasını hızlandırmak için olağanüstü hal uygulaması yürürlüğe konduğunda da “mehakimü't-tavari” veya “mehakimü'l-istisnaiyye” denilen özel mahkemelerde çoğunlukla İhvan mensubu hukukçular görev alıyor.

Bütün bunlarla birlikte Turabi, Numeyri ile ittifak ettiği yılları tüm bu kazanımlara rağmen idealize ediyor mu? Elbette hayır! Nitekim Numeyri’nin “şeriat ilanı” üzerine Turabi’nin yaptığı şu değerlendirme onun bu durumu ideal değil, bir geçiş süreci olarak algıladığının kanıtı:

“Bu dönem, Sudan’da ilan edilen şeriat dönemidir. Ne ki uygulanan şeriat, hareketin istediği şeriat olmayıp sistemin çıkarları için uygulanan şeriattır.”12

7- Olgunluk Devresi (1984-1987)

Hasan Turabi, son olarak da Sudan İslami hareketini aşamalı şekilde değerlendirdiği kitabında bu yedinci evreden bahseder.

Turabi önderliğindeki İslami güçleniş Numeyri rejiminin otoritesini sarsacak boyutlara ulaşınca Mart 1985'te Turabi ve 130 arkadaşı çeşitli bahanelerle görevlerinden uzaklaştırılıp tutuklanıyorlar. Nisan’da ise İhvan’ın da katılımıyla başarılı bir halk intifadasıyla Numeyri iktidardan düşürülüyor. Arkasından İhvan-ı Müslimin ile diğer birkaç İslami grup temsilcisi bir kongre düzenliyor ve Cebhetu'l-Kavmiyyetu'l-İslamiyye'yi (Ulusal İslami Cephe) yeniden yapılandırıyorlar.13 Bu süreci hareketin olgunluk dönemi olarak tanımlayan Turabi, İslami Cephe örgütlenmesi üzerinden halktan bir kısım sufi yapılanması ve kabilelerin de bünyeye dâhil olduğunu, farklı toplumsal kesimlerle kaynaşma zemininin yakalandığını ve bu durumun da harekete toplumsallaşma özelliği kazandırdığını söylüyor.14

Cephe, oluşan kısmi özgürlük ortamını değerlendirerek Nisan 1986 seçimlerine girer. Ve geleneksel partilerden Ümmet ile Hizbu'l İttihadi’d-Demukrati (Demokratik Birlik Partisi) arkasından üçüncü parti olur. Önce muhalefette yer alan Turabi önderliğindeki İslami Cephe, 1989’da Ömer el-Beşir tarafından gerçekleştirilecek olan Milli Selamet Devrimine kadar etkinliğini artırarak konumunu güçlendirir. Sadık el-Mehdi’nin liderliğindeki geçiş hükümeti iktidarı ise bu zaman zarfında içeride biriken sorunlar, derinleşen iç savaş ve çok boyutlu sistem sorunları karşısında neredeyse hiçbir ön açıcı faaliyet gösteremez, adeta nefes alamaz duruma gelir. Sistem tam bir tıkanma hali yaşar. Toplumsal bir kaos ve iç karışıklığı da beraberinde getiren bu istikrarsızlık durumuna Ömer el-Beşir liderliğindeki İslami duyarlılık sahibi askerî bürokratlarca müdahale edilir.

Hareket açısından yeni bir safhaya işaret eden bu süreçte Turabi faktörü yine devrededir. Sudan İslami hareketi açısından bir tür “altın çağ” olarak tanımlanabilecek ve 1989’da başlayıp 1999’a kadar sürecek olan bu safhaya dair Turabi’nin matbu eserlerinde bütünsel bir değerlendirme yok. 1989-1999, 2000-2016 olarak tasnif edilebilecek bu iki dönemi inşallah yazı dizisinin bir sonraki bölümünde irdelemeye çalışalım. Çağdaş İslami hareketin Sudan pratiğinde yaşanacak olan bu umut verici yükselişin ve hazin düşüşün öyküsünü aktaracağız ki bu aynı zamanda birçok açıdan bugünkü “Arap Baharı” sürecinde bilhassa da Mısır ve Tunus özelinde evrensel İslami hareketin yaşamaya devam ettiği sıcak ve aktüel bir boyut arz etmektedir. İslami hareketin Sudan tecrübesi birçok açıdan “Ortadoğu İntifadaları” özelinde yaşamakta olduğumuz geçiş süreçlerine ayna tutan deneyimler sunmaktadır.

 

Dipnotlar:

1-R. Sean O’fahey, Askıya Alınmış Sûfîlik  –Sudan Mehdisi ve Sûfîler–, Tasavvuf Dergisi, Sayı: 29, 2009

2- Hasan Turabi, Sudan İslami Hareketi, s.23, Yöneliş Yay.

3-https://www.haksozhaber.net/bingolde-sudan-islami-hareketi-semineri-46497h.htm

4- Hasan Turabi, A.g.e.,  s.30-31.

5- TDV İslam Ansiklopedisi, İhvan-ı Müslimin Maddesi,21/584

6-https://www.haksozhaber.net/bingolde-sudan-islami-hareketi-semineri-46497h.htm, TDV İslam Ansiklopedisi, A.g.m.,21/584

7-Hasan Turabi, A.g.e.,  s. 33

8-Hasan Turabi, A.g.e.,  s. 35

9-Hasan Turabi, A.g.e.,  s. 35

10-Hasan Turabi, A.g.e., s. 41

11-Hasan Turabi, A.g.e.,  s. 41-42

12-Hasan Turabi, A.g.e.,  s. 43

13-TDV İslam Ansiklopedisi, A.g.m.,21/585

14-Hasan Turabi, A.g.e.,  s. 45