İslami Değerler İslam Karşıtlarının İnisiyatifine Bırakılamaz!

Mahmut Yavuz

Soruşturma: AİHM Kararları Ne İfade Ediyor?

1. AİHM'in başörtüsü ile ilgili almış olduğu karar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Kararın Türkiye'de sürmekte olan başörtüsü sorununa ne tür etkilerinin olacağını düşünüyorsunuz? Karar ile birlikte başörtüsü sorununa son noktanın konulduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

2. Başörtüsü yasağı konusunda AİHM'e başvurulmasının zaten yanlış olduğu iddiaları karar ile birlikte arttı. Sonuca bakıldığında bu yaklaşımın haklı olduğu söylenebilir mi?

3. İslami içerikli davalar konusunda bundan sonra AİHM'e ilişkin nasıl bir tutum izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

4. Karara ilişkin AK Parti hükümetinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin bundan sonra yapması gerekenler ve yapabilecekleri nelerdir? Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın YÖK'e yasak olmayan türban modeli hazırlama önerisinde bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Arkaplan

AİHM'in almış olduğu kararın siyasal nitelikte olduğunu düşünüyorum. Avrupalıların kendileri için tasarladıkları demokrasiyi kendi dışındakilere uygun görmedikleri sadece başörtüsü örneğinde değil, İslam'ın söz konusu olduğu her yerde şu ya da bu şekilde ortaya konulmaktadır. Esas saflık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi veya başka bir kurumun bize ait/bizden bir kurum olarak algılanmasıdır. Bu algılamalarının farkına varabilenlerin, böyle bir bağlamda esas sorgulamaları gereken şey "biz" dedikleri kimselerin aslında kimler olduğudur. Yani kimliklerini oluşturan referansların neler olduğunu dürüstçe açıklamaları gerektiğidir.

Müslüman olarak kimliğimizi oluşturan temel referans Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim'dir. İslam dünyasına yönelik, Napolyon'un Mısır'ı işgalinden, 1960'lara kadar süregelen fiili sömürgecilik döneminden sonra "kökü kurutulduğu" sanılan ama İncil gibi modernizm bataklığında demode edilemeyen Kur'an-ı Kerim'in, küreselleşme adı altında dünyayı her şeyiyle işgal etme çabasına karşı duran tek güç olma durumu bilumum işgalci partnerleri tedirgin emiştir.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının, dünya devletlerinin ve siyaset teorisyenlerinin aklını başına aldırttığı söylentisi de kocaman bir yalandan ibarettir. Çünkü bu iki savaş arası sıcak çatışma yerini ikili bir dünya kutbuna bırakmış, daha sonra da Rejkavik zirvesiyle de Sovyet kutbundan boşalan düşman yerine Müslümanların şahsında Kur'an'ın önerdiği yaşam biçimi konulmuştur. Hatta modernizm-gelenek bağlamında söz konusu çatışmanın oryantalizmle yaşıt olduğu rahatlıkla söylenebilir. Oryantalizmin bu günkü Batılı D8 devletlerinin temelini oluşturmada büyük bir katkısı vardır. Dolayısıyla Batı'yı oluşturan unsurların bütününün bu zenginlikle ilgili bir karın ağrılarının olmadığı da ortadadır. Beri yandan Avrupa'yı sevk ve idare eden bilumum kurumların geçmişleriyle ilgili fatura ödetici bir hesaplaşmaya girişmediklerini, geçmişlerinde işgal ettikleri halklara herhangi bir diyet ödemeye hiçbir şekilde yanaşmadıkları hatta onları kendilerine karşı borç batağına sokup borçlarından tek kuruş dahi vazgeçmedikleri de dünya alemin malumudur. Hal böyle olunca, demokrasi ve insan hakları adına Afganistan'ı, Irak'ı, İran'ı, -hatta ne tevafuk!- Suriye'yi kurtarmaya gidenlerin evlerinin, başkentlerinin, daha da ötesi Avrupa'yı bir değerler sistemi komplesi anlamında Avrupa yapan Paris'in orta yerinde, tarihleri köleleştirilmiş, kişilikleri işgal edilmiş Mağribli çocukların, Avrupa'nın kalbini yakmalarına karşı nedense hiçbir Avrupa kurumunun sesi sedası çıkmamaktadır.

Avrupa'yı sevk-idare eden kurumların Avrupalılar için/Avrupalılara mahsus olduğu herhangi bir Avrupa kentine gidildiğinde fark edilir. Ama yine aynı Avrupa'nın geliştirmiş olduğu hak, adalet, özgürlük ve eşitlik ilkelerinin Türkiye özelinde bakıldığında Avrupa kapısında din eksenli spekülasyonlar eşliğinde kırk yıl bekletilmiş olması dahi Avrupa/lı'nın kendi dışındakilere bakışını net olarak vermez mi?

Avrupalının kurumsal bazda kültürel tarihine bakışının yasakçı olduğu söylenemezken, Türkiye'nin üye olabilmesi için kimliğinden silinmesini emrettiği şeyin İslam olmasının masum, teknik bir istek olduğu söylenebilir mi? Nüfus cüzdanındaki İslam hanesine tahammülü olmayanların, Müslüman aileyi simgeleyen ve de şekillendiren temel İslami motif ve değer olan başörtüsüne tahammül etmelerini beklemek safdilliktir.

Ne toplumsal ne de kurumsal olarak Avrupalının İslam'a ve Müslümana bakışı hiçbir zaman değişmedi. Öyle görünüyor ki bu keskin negatif bakış ne zaman azıcık yumuşayıverse hemen bir 11 Eylül ihdas edilecek ve Batılı halklar İslam'a karşı manipüle edileceklerdir.

Bütün bunlar Avrupa'yı sevk-idare eden kurumların bütünü gibi AİHM'in de yukarıda anlatmaya çalıştığımız siyasal arkaplana sahip olduğunu açıkça göstermektedir.

1. YÖK denilen mekanizmanın Türkiye'de İslam'a bakışı, Avrupa'daki herhangi bir kurumun Hıristiyanlığa bakışıyla kıyaslandığında benzersizdir. YÖK'ün İslam'a bakışı, Avrupalı kurumların İslam'a bakışından çok daha profesyoneldir. Çünkü bu perspektifin, Tanzimat'a kadar uzanan köklü ve kendi kulvarında reel bir geçmişi vardır. Dolayısıyla YÖK neye karşı olduğu hususunda her geçen gün daha da netleşmektedir. Türkiye'de modern klik ve çevreler her türlü İslami ve geleneksel durum ve tutuma karşıdırlar. Bu karşıtlıklarını bin bir isim ve gerekçeyle sürdürmektedirler. Amentularının kaynağı Batı olduğu için AİHM'in kararını vahiy gibi algılayarak "dosyanın kapandığında" ittifak ettiler.

Bilindiği gibi Türkiye'de, dinsiz siyasal iktidar ile dinsiz; dindar siyasal iktidar ile de makam aracının arka camından görünecek şekilde seccade gösterisi yapan dindar geniş bir bürokratlar zümresi mevcuttur. Bu geniş zümrenin, yasaların esnekliğine etkisinin, 28 Şubat sonrası AKP iktidarında hatırı sayılır bir şekilde ortaya çıktığı söylenebilir. Hatırlanacağı üzere, 28 Şubat bürokratının hışmından muhafaza adına namazını terk eden veya beş vakti yatsıyla birleştiren zavallı memur, AKP iktidarında namazına, orucuna hatta son istatistiklere bakılırsa haccına bile sahip çıkmaya başladı. Oysa 28 Şubat bürokratlarının %70'in üzerinde hatırı sayılır bir kesimi yerlerini muhafaza ettiler. Bu, aynı zamanda Türkiye'deki 'her devrin adamı hacıyatmaz'ların da yüzdeliğini gösteriyor. Bu durum, uygulamada kısmı bir esnemeyi beraberinde getirebilir. Fakat bu, umut bağlanılacak bir şey değildir.

"Karar ile birlikte başörtüsü sorununa son noktanın konulması" meselesine gelince, bu başörtülülerin meseleyi ne şekilde anladıklarına bağlıdır. Hele de Türkiye'de durumun öyle çok karmaşık, anlaşılmaz bir tarafının olduğunu düşünmüyorum. Başörtüsü ilgililerinin toplamına bakıldığında, yelpazenin bir ucunda Fethullah Gülen taifesi ve anlayışı var. Ki bu anlayış başörtüsünün fer'i bir mesele olduğunu belirterek olaya pragmatist bir şekilde baktığını saklamamaktadır. Beri yandan biz hiçbir ilahi emrin siyasal arenalarda kimsenin pazarlama yetkisine sahip olamadığını düşünmekteyiz. Bu konuda En'am Suresi'nin rehberiyeti her iman eden kimseye esastır.

Dolayısıyla bu "karar ile birlikte başörtüsü sorununa son noktanın konulduğunu" iddia edenler, Allah'a ve Ahiret Günü'ne imandan nasibini almayanlardır.

2. [-Sen ne dersen de, ben taşımı bu kuyuya atarım!

- İyi ama kuyudan bir canavar çıkabilir ve sen o taşı atarsan uyanıp hepimizin üstüne saldırabilir!

- Olsun, taş benim değil mi?]

Bu mini sanal diyalog problemin geçmişini göstermektedir.

Ama problemin diğer bir yönü de, başörtüsü gibi İslami bir değerin hukukunu savunma mücadelesi veren kimselerin, Kur'an'ın, İslami değerlerin savunması ile ilgili ne dediğinden habersiz olmalarıdır.

Önce radikalizm, fundamentalizm, siyasal İslam, entegrizm gibi kavramlarla ve "Siyasal İslam'ın İflası" gibi söylemlerle İslami mücadele pasifize edildi; Kur'an'ın, İslam Toplumunun dinamizmini sağlayıcı siyasi içerikli ayetlerinin içi boşaltıldı sonra da Kur'ani emirlerin hukukunun savunulması için, Kur'an'ın kendi toplumu ve değerleri dışında tuttuğu; küfr diye isimlendirdiği kurumlara, "Kur'an'a hakkının teslim edilmesi" için başvurular yapıldı.

Sonuç: Hiçbir Şey!

3. "Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Andolsun ki, sana gelen bunca ilimden sonra, onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'tan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı." (Bakara, 2/120)

"Andolsun ki, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Andolsun ki, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun." (Bakara, 2/145)

4. AK Parti hükümetinin tutumunu politik olarak değerlendiriyorum. Başbakan'ın Kopenhag'daki "ulemaya danışılması gerektiği" ile ilgili serzenişi ve Türkiye'deki modern kliklerin tepkisi 2. sorunun cevabında anlatmaya çalıştıklarımızı berrak bir hale getirmektedir.

Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın YÖK'e yasak olmayan türban modelini hazırlama konusunda öneride bulunmasını büyük bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Çünkü İslami bir değeri, hiçbir pazarlık bırakmadan her fırsatta İslam karşıtlığını dillendiren bir kurumun inisiyatifine bırakmanın din ile alakalı bir şey olmadığını düşünüyorum. Bu, -örnek biraz agresif kaçabilir- kendisini yok etmeye gelen birine, bozuk silahını tamir etmesi için teslim etmeye benzer. Böyle bir davranışın ahlaki bir tarafı da yoktur...

Varsayalım ki YÖK de 5-6 çeşit model önerisinde bulundu ama bu modellerin hiçbiri İslami ölçülere uymadı; her bir model şu ya da bu şekilde dinen örtünmesi gereken bölgelerden bir yerleri açıkta bıraktı. O zaman Arınç'ın tepkisi ne olacak? O zaman YÖK'ün serkeşliğinin önüne daha geçilebilecek mi? Şimdi AİHM kararını nasıl 'kapatılmış dosya' hükmüne alıyorsa o zaman da aynı şeyi yapmayacak mı? "Daha ne istiyorsunuz? Siz bir model istediniz, buyurun size 5 model!" demezler mi?

Bu, pazarlıkçı, uzlaşmacı ve çaresiz bir tavırdır. Daha ciddi bir beklentim de yoktu zaten…

Vesselam...