İran ve Devrimci İslam'ın Yayılışı

Shireen T. Hunter

Shireen T. Hunter: Washington, Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nde Orta Doğu Projesi Müdür Yardımcısı. Derlediği kitaplar arasında şunlar bulunmaktadır: Political and Economic Trends in the Middle East: Implications far US Policy (1985) ve The Polilics of İslamic Revivalism: Diversity and Unity (1988).

Şubat 1979'daki İran İslam Devrimi'nden sonra, İslam'ın militan ve devrimci bir yorumunun cazibesi, bir çok müslüman ülke ve onların Batılı müttefikleri için ciddi bir endişe kaynağı oldu. Bu gelişmeye paralel olarak İran, şimdiye kadar devrimci İslam'ın başarıya ulaştığı tek ülke olmasındaki rolünden ve ek olarak İslam dünyası boyunca devrimci İslamî hareketleri destekleyip yardım etmesinden dolayı ilgi ve tartışma odağı haline geldi.

İslamî hareketler üzerindeki İran etkisinin derecesine dair tahminler ve bu grupların gelecek ümitleri için İran deneyinin başarı veya başarısızlık tezahürleri geniş ölçüde değişmektedir. Bununla beraber, özellikle Batı ve muhafazakar Arap ve müslüman yönetimler içindeki hakim görüş, hem militan müslümanlar üzerindeki İran etkisinin kapsamı ve hem de İran devriminin nihai başarı veya başarısızlığını umumiyet itibariyle militan İslam'ın kaderi olarak abartmak eğilimindedir. Bu abartmanın bir kısmı siyasi çare amacıyla girişilen bilinçli bir tedbir hareketi olmuştur. Bir çok müslüman yönetim ülkelerindeki militan grupların İran'la bağlantılarını, onların ilham ve desteklerinin dış kaynaklar olduğunu vurgulayarak toplum nazarındaki itibarlarını sarsmak için kullanmıştır. Bu faktörü aynı zamanda en son olarak Tunus hükümetinin gerçekleştirdiği şekilde olduğu gibi müslüman muhalifleri cezalandırmalarını haklı göstermek için kullanmışlardır.1 Daha da ötesinde, bu ülkeler İran'ın militan müslüman gruplarla bağlantısını, iç işlerine müdahale ve istikrarsızlıklarını teşvik ettiğinin bir delili olarak da kullanmışlardır. Bu durum onlara, sıra ile İran'ı baskı altına alacak ve diplomatik olarak tecrit edecek bir politikayı haklı çıkarma imkanı verdi.

Batılı ülkeler İran'ın, militan müslüman gruplarla bağlantısını, İslam dünyasında istikrarsızlığın en önemli kaynağı olduğunun bir delili olarak kullandılar. Bu durumda da, bu onlara İran'ı baskı altına alacak ve tecrit edecek bir Batı politikasının meşrulaştırılması için hizmet etti. Devrimci müslümanların gelecek ümitleri için İran deneyinin nihai bir alın yazısı olduğu vurgusunun abartılması, Batı, muhafazakar Arap rejimleri ve hatta bir ölçüde Sovyetler Birliği tarafından İran'a karşı savaşında Irak'a aşırı ölçülerde yardım etmelerinin haklı çıkarılması için kullanılmıştır. Gerçekten Irak, Batı'da sık sık, İran savaşı kazandığı takdirde önü alınamayacak devrimci müslüman topluluklar ile dünyanın geri kalanı arasındaki bir engel olarak tanımlanıyordu. Ve tabii ki, Irak bu korkuyu, Körfez'deki Arap devletlerinden yüklü mali yardımlar; Batı'dan ve Sovyetler Birliği'nden krediler ve sofistike askerî malzemeler koparmak için istismar etmiştir.

Hem İslamî hareketlerin gelişmesindeki İran faktörünün öneminin hem de onlar üzerindeki İran etkisinin derecesinin bir hayli abartma olduğu hiç bir suretle global İslamî hareket bağlamında İran'ın önemini küçümsemek için söylenemez. İran devriminin İslamî gruplar ve özellikle de daha militan olanları arasında bir ilham ve cesaret kaynağı olduğuna şüphe yoktur. Devrim onlara, İslam'ın sosyal ve siyasî değişim yapmak ve müslüman ülkeler üzerindeki yabancı güçlerin etkisini ve nüfuzunu azaltmak için etkin ve başarılı olarak kullanılabileceği umudunu vermiştir. Bu nedenle, İran devriminin başarısı veya başarısızlığının diğer İslamî hareketlerin kaderine bir etkide bulunacağı su götürmez bir gerçektir. Gerçi dereceleri değişse de İran'ın çeşitli araç ve yollar vasıtasıyla müslüman gruplara yardım edeceği ve onlarla ilişkilerini devam ettireceği ve onlar üzerinde etkide bulunacağı şüphesizdir. Bununla beraber İran'ın etkisinin derecesi ve müslüman gruplarla ilişkisinin kapsamı ve niteliği bölgeden bölgeye ve hatta ülkeden ülkeye değişmektedir. Daha da ötesinde, müslüman gruplar aynı zamanda kendi tekamüllerine ve basan veya başarısızlık beklentilerine etki eden İran harici diğer kaynaklardan yayılan etkilere de maruz kalmaktadır.

Diğer yönden İran faktörü, İslamî hareketin geleceğini belirleyen bir çok güçten sadece bir tanesidir ve hatta en önemlisi de değildir. Benzer şekilde İran'ın İslami gruplarla bağlantısı ve global İslamî hareket içindeki rolü dış dünya ile ilişkilerinin sadece bir yönüdür. Bu da gözönüne alınması gereken diğer meselelerle dengelenmelidir. Örneğin, İslam devriminin yayılması hedefi İran'ın millî hedeflerinden sadece bir tanesidir ve devletin güvenliği ve ekonomik çıkarların korunması gibi daha baskın diğer öğelerle sık sık rekabet eden bir durumdadır. Gerçekten, bir yanda İran'ın devrimci istekleri ve diğer yandan dış dünya ile temas etmenin ve devlet işlerini yürütmenin pragmatik ihtiyaçları arasındaki gerginlik İran'ın uluslararası davranışlarını derinden etkilemekte ve renklendirmektedir. Bu durum, İran'ın dış siyasetine aykırı ve sık sık tutarsız bir karakter görüntüsü vermektedir.

Bu meyanda, İran deneyi bir kere iktidara ulaştıktan sonra devlet idaresinin ihtiyaçlarını devrimci arzularıyla uzlaştırmak zorunda kalan diğer devrimci hareketleri çok yakından andırmaktadır. Devrim sürecinde İran, kendisinden önceki diğer devrimci yönetimler gibi, devrim ihracını başka bir takım hesapları işin içine katmaksızın izlenmesi gereken bizatihi bir gaye olmaktan ziyade, çoğu kez amaçlar için bir vasıta, ve aynı zamanda milli siyasetin bir aracı olarak kullandı. Kendinden önceki devrimci yönetimlerin aksine pragmatizmin ve pratik amaçlar için ideolojinin kinik kullanımının kural haline geldiği merhaleye henüz ulaşmadığı için bu, İran için her zaman sorun olmamıştır. Aksine, İran meselesinde ideolojik saflığın talepleri ve pragmatizmin ihtiyaçları arasındaki gerginlik hala güçlüdür. Gerçekten, İran'da hala devlet-devlete ilişkilerden ziyade insan-insana ilişkiler üzerinde yoğunlaşılması gerektiğine inanan bazı insanlar bulunmaktadır. Ve bunlar, İran'ın dış ilişkilerinde tamamen de devrimci bir çizgi takip edilmelidir, demektedirler. Daha önemlisi, İran'ın üst düzey liderliği içinde, devrimci ideolojinin uygun bir karışımı ve dış dünyaya karşı İran'ın yaklaşımını belirlemedeki pragmatizm hususunda bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

Devrimci hedeflere ulaşmadaki yöntem hususundaki görüş farklılığı hatta daha mühimdir. İran liderliği içinde daha pragmatik veya diğer adıyla daha ılımlı eğilim İran'ın devrimci mesajının yayılması için "barışçı yol" diye nitelendirilebilecek bir yolu kullanmakta ısrar etmektedir. İslam devrimini yayabilmek için en iyi yolun İran'da başarılı bir örnek oluşturmak olduğunu ileri sürmektedirler. Liderlik içinde daha ideolojik yönelimli veya adlandırıldıkları biçimiyle daha radikal unsurlar, gerçek bir ideolojik ve askeri eğitim ve mali yardım dahil, İslami hareketlerin desteklenmesinde daha direkt ve aktif bir katılımı desteklemektedirler, İran'ın iç ve dış politikasındaki diğer bir sürü meselede olduğu gibi, İran'ın devrimci hedeflerinin en iyi şekilde nasıl gerçekleştirileceği sorusu liderlik içinde henüz tam olarak kararlaştırılmamıştır. Diğer çözümlenmemiş meselelerde olduğu gibi bunun da sebebi, İran liderliği içindeki yaygın iki eğilim arasında mevcut olan bir çeşit gergin güç dengesidir. Gerçekten, son bir kaç yıl zarfında, bu iki eğilimin göreceli kuvvet ve etkisindeki periyodik değişimlere rağmen, şimdiye kadar hiç biri su götürmez bir galibiyet elde edemedi.2

Bununla beraber, İran liderliği içindeki iki eğilim arasındaki güç dengesindeki göreceli değişimler dahi, devrimin ihracı konusunda kimi farklı pratik tezahürlere yol açmaktadır. Nitekim, bu dönemler içinde, radikal eğilim hakim olduğunda İran'ın devrimci faaliyetlerinde aynı zamanda bir miktar artış oluyordu. Karşıt olarak, daha ılımlı unsurlar üstün olduğunda da bu tür faaliyetler azalıyordu. Bununla beraber İran liderliği içindeki göreceli güç dengesi, bu meseleye yaklaşımlarını etkileyen faktörlerden sadece bir tanesidir. Gerçekten, göz önüne alınması gereken diğer konuların baskısı, kaynakların bulunabilirliği, devrim ihracında bir strateji takip etmenin bedeli ve yararı hususunda İranlılar'ın takdiri, ve kilit müslüman ülkelerde uygun koşulların mevcutluğu veya eksiklikleri gibi diğer daha az ilgili faktörler de, bu hususta İran'ın siyasetinin belirlenmesinde büyük bir etkiye sahiptirler.

Yazı boyunca anlatmaya çalıştığımız şey, İran'ın evrensel İslamî hareket içindeki rolü konusunda tek yapıcı ve nesnel yaklaşımın, konuyu İran'ın dış dünya ile ilişkileri çerçevesinde olduğu kadar, özelde liderlik, genelde devrim için çekişen iki ana eğilim arasındaki güç dengesini göz önünde bulundurarak İran'ın dahili politikasını analiz etmek için şu soruların cevaplanmasının gerekli olduğudur:

1- İran'ın müslüman gruplarla bağlantıları, onun kapsayıcı dış politikasında ne gibi rollere sahiptir?

2- İran'ın İslamî hareketlerle ilişkili olmasının, İslamî ve müslüman olmayan yönetimlerle diplomatik ve diğer ilişkilerinde tezahürleri nedir?

3- İslamî gruplar üzerindeki İran etkisinin niteliği ve kaynağı nedir?

4- Müslüman gruplara etki ve/veya kontrol etmedeki gayretlerinde İran'ın avantajları ve handikapları nelerdir?

5- İslamî grupları etkilemede İran tarafından istifade edilen araçlar nelerdir?

Bununla beraber, bu soruları cevaplamak için ilk olarak İslamî İran'ın dünya görüşünün ve özellikle İranlı liderlerin bu çerçevede İran'ı nerede gördüklerinin ve bu dünya görüşünün oluşmasına etki eden çeşitli faktörlerin anlaşılması gerekir.

İran'ın Dünya Görüşü ve İslamî Hareketler

İran'ın İslamî liderliğinin dünya görüşünün özellikleri ve İran'ın uluslararası rolünü algılayışları, diğer İslamî hareketlerin İran'la münasebetlerinin yoğunluğunun ve niteliğinin belirlenmesinde önemli faktörler olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Özellikle Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin görüşlerinden esinlenen İran'ın bu dünya görüşü, dünya insanlarını ve yönetimlerini basit olarak iki ayrı kampa bölmekten ibarettir: Zalim ve mağrur güçler; ezilen ve mağdur milletler. Veya İranlıların İslamî tabiriyle müstekbirler ve muztazaflar.3 İki süper güç ve bir çok Batılı güç zalim ve mağrurların kampındandır. Müslümanlar da dahil, üçüncü dünya milletlerinin büyük bir kısmı ezilenler kategorisindendir. Bununla beraber İranlıların dünya görüşüne göre bir çok üçüncü dünya ülkesinin yönetimi zalimler kategorisine girmektedir. Bu, İranlı devrimcilere göre, onların evrensel istikbarın uşakları veya diğer adıyla yerel müstekbirler olduklarından ve kendilerinin işbirlikçi olmadıklarını söyleseler dahi ya Doğulu ya da Batılı süper güçlerin idaresi altında olmaları nedeniyledir.

Bu devrimcilere göre, İran Şahı, ikinci dereceden zalimler diye adlandırılabilecek bu şahıslardan biriydi. Mevcut bir çok muhafazakar Arap yönetimi ve onların liderleri de bu kategori içine girmektedir. İran'ın devrimci dünya görüşüne göre ezilen milletlerin kurtuluşu, kendilerini zalim güçlerin hizmetinde olan bozuk yönetimlerden kurtarmada ve böylelikle zalim güçlerin ülkelerini işgal etmelerini bertaraf etmededir. Müslüman ülkelerde bu, mevcut yönetimlerin, İranlıların gerçekten İslamî yönetimler olarak kabul ettikleri yönetimlerle yer değiştirmesi demek olacaktır.

Bu süreç İçerisinde ikinci merhale çeşitli devrimci İslamî hükümetler arasında işbirliğine dayalı bağlantılar oluşturmak, böylece onların dünya istikbarını daha etkili bir biçimde tehdit etmelerine imkan sağlamak ve dünya istikbarının müslüman dünyası üzerindeki etkisini bertaraf etmek olacaktır. Bu akıldan çıkarılmaması gereken çok önemli bir noktadır. Çünkü bir çok gözlemci, İran'ın İslamî birlikten bahsetmesini ve İslam ümmeti kavramına göndermeler yapmasını, onun aynı Osmanlı imparatorluğu altındaki halifelik gibi, birleşmiş bir İslamî hükümeti İran'ın liderliği altında oluşturmak istemesinin bir kanıtı olarak yorumlar. Diğerleri, Ayetullah Humeyni'nin, özellikle Irak ve Körfez'deki Arap devletlerindeki Şii nüfuslu tüm bölgeleri İran'ın kontrolü altına almak ve sözde bir Şii imparatorluğu kurmak istediğini söylediler. Bununla beraber, İranlılar'ın İslam birliği görüşlerine ilişkin bu iki tez de hatalıdır. Doğrusu imam Humeyni bazı konuşma ve yazılarında Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından duyduğu üzüntüyü ifade etmişti. Aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışının müslümanları daha iyi kontrol edebilmek için onları bölmeye ve zayıflatmaya yönelik bir Batı tertibi olduğunu da söylemişti. Ve milliyetçiliği de anti-İslamî ve müslümanları bölmek ve zayıflatmak için emperyalistler tarafından tertip edilen bir tuzak olarak eleştirmişti. Bu da, İran'ın yayılmacı amaçlarına ideolojik bir meşruluk bulmak için yapılan bir çaba olarak yorumlandı.

Lakin, bu yorum da Humeyni'nin görüşlerinin yanlış yorumlanmasıdır. Aslında Humeyni'nin karşı olduğu milliyetçilik; bir ulusun ayrıcalığını, hatta diğer uluslara göre üstünlüğünü iddia eden, meşruiyetin kaynağı olarak dayanılan, asabiyet bağlılığına dayanan laik bir ideoloji anlamında bir milliyetçiliktir. Bunun, İslam'a, İslam'ın evrensel mesajına ve tek bir müslüman toplum görüşüne karşıt olduğuna inanmaktadır. Bununla beraber, eğer milliyetçilik ile birinin vatanını sevmesi ve sınırlarını korumaya gönüllü olması kastediliyorsa, bu İslam'a aykırı bir şey değildir diye de belirtmişti.4 Kısacası, Humeyni milliyetçiliğe yurtseverlik anlamında itiraz etmemektedir. Daha doğrusu, o, milliyetçiliğe müslüman toplumların yapılanmasında İslam'a alternatif bir siyasî ideoloji olarak karşıdır.

Üstelik, İmam Humeyni hiç bir yerde İslam dünyasındaki mevcut sınırların ortadan kalkmasını talep etmedi. Irak hususunda bile, İran bir çok fırsatta Irak arazisinin herhangi bir parçasında gözü olmadığını söyledi, İran'ın yapmak istediği şey gerçek İslamî hükümetler oluşturmak ve bunlar arasındaki yakın ekonomik, siyasî ve kültürel ilişkileri geliştirmek; bunun sonucunda da onların müstekbir güçlere etkili bir şekilde kıyam etmelerini sağlamaktı.5 Bununla beraber, bu amacı gerçekleştirmek için, insanların İslamî bilinci, gerçek İslamî eğitim ve yaygın propaganda sürecinden geçerek artırılmalıdır, İslam dünyasının her yerindeki İslamî hareketler de desteklenmelidir. Bu devrimci görüşe göre, İran, İslam'ın galip geldiği ve gerçekten İslamî bir yönetimin kurulduğu tek ülke olmasından dolayı, bu süreçte oynanması gereken özel bir rol ve yerine getirmesi gereken bir görevi olan bir ülke konumundadır.

Böylece, İran'ın devrimci liderliğine göre, devrim ihracı meselesi sadece siyasî bir arzu meselesi değildir. Aksine, diğer müslümanlar içinde, dinî ve siyasî bir meseledir.6 Tamamen bu sebepten, devrimin ihracı konusu, her ne kadar bu ifadelerle olmasa da, İslam Cumhuriyeti'nin Anayasası'nda ele alınmaktadır. İran Anayasası'nın 11. maddesi der ki:

"...İran İslam Cumhuriyeti tüm siyasetinde İslam milletlerinin birliğini ve koalisyonunu esas almaktadır. Ayrıca, İslam dünyasında siyasî, ekonomik ve kültürel birlik gerçekleştirilene kadar sürekli bir çaba harcayacaktır."

İslam devriminin yayılması yolunda verilen bu ideolojik taahhüde rağmen, İran hükümeti, önceki diğer devrimci hükümetler gibi, devletin ve devrimin güvenliğinin sağlanması için lazım gelen daha acil ihtiyaçlar ile bu ideolojik istekleri uzlaştırmak ve aralarında bir denge kurmak zorundadır. Daha önce belirtildiği gibi, böyle bir dengeyi gerçekleştirmek, İran'ın dış ilişkilerinin yürütülmesine, İran liderliği içindeki ideolojik saflık ve pragmatizmin kendine özgü bir karışımından dolayı kolay değildir. Büyük ölçüde, bu durumun bir sonucu olarak İran dış ilişkilerini iki düzeyde yürütmek durumunda kalmıştır: Devletten devlete, insandan insana.

Böylece İran çok sayıda ülkeyle diplomatik ilişki kurdu ve diğer ülkelerin iç işlerine karışmama şeklindeki uluslararası prensiplere bağlı kalacağını da açıkladı. İran Dış işleri Bakanlığı, İran'ın dış ilişkilerini devletten devlete yönüyle yükümlü bir yönetim organıdır. Bununla beraber İran aynı zamanda, çeşitli resmi ve yan resmi devrimci kuruluşlarla bu ülkelerdeki İslamî eylemci gruplarla bağlantısını muhafaza etmeye devam etti. Bu durum, İran'ın bu ülkelerle olan ilişkilerinde belli bir gerilim ve huzursuzluk yaratmış, dış politikasını ilgilendiren meselelerde bu ülkelerin desteğini kazanma ve onlarla işbirliği yapabilme yeteneğini de büyük ölçüde azaltmıştır.

İran Dış işleri Bakanlığı sık sık, bu devrimci kuruluşların faaliyetlerinden doğan gerilimleri yatıştırmak ve İran'ın uluslararası bağlantılarına telafisi imkansız hasarlar yapılmasını önlemek için zor bir görevle karşı karşıya kalmaktadır. Örneğin, ekonomik ve siyasî sebeplerden dolayı, İran son bir kaç yıl içinde Malezya ve Endonezya gibi Güney Doğu Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Bununla beraber, İran Dış işleri Bakanlığı'nın çabalarına rağmen, İran'ın İslam devriminin amaçlarını savunması ve belki de bu ülkelerdeki müslüman gruplarla bağlantısı olması, gerçekten samimi ilişkilere bir engel teşkil etmiştir. Ve bu endişe, belki de İran tarafından gerçekleştirilen her şeyden fazla olarak, bu ülkelerin İran'la ilişkilerini genişletmesine mani olmuştur.7

Benzer şekilde, Hindistan ve İran önemli ekonomik ve esasında dostça İlişkiler sürdürürken, zaman zaman Hindistan'daki müslüman azınlık sorunu ve Hindistan müslüman topluluğu içindeki İran'ın faaliyetleri iki ülke arasında fiilî veya potansiyel bir ihtilaf kaynağı olmuştur. Hindistan hükümetinin müslüman azınlığa karşı davranışlarına ilişkin olarak Ayetullah Humeyni'nin kendisi de dahil, İran liderleri endişelerini beyan ettiklerinde, iki ülke arasında özellikle müşkül bir durum ortaya çıkmıştı, İran'ın eleştirilerinin artmasına sebep olan olaylardan birisi de, 1987 ilkbaharında Hindistan'ın bir camiyi, aslının bir Hindu tapınağı olduğu iddiasıyla, Hindu topluluğuna vermek istemesiyle çıkan kanlı Hindu-müslüman çatışmalarıdır. Yine de, genellikle, İran, müslüman hükümetlerle makul olarak ilişkilerini sürdürmeye ve aynı zamanda global İslamî hareket içinde liderliğini kaybetmeyecek şekilde siyasetini dengelemeye çalışmaktadır. Bununla beraber, daha önce de belirttiğimiz gibi, liderliği içindeki farklı eğilimlerin gücündeki göreceli değişimlere bağlı olarak, İran hükümetinin daha geleneksel diplomatik faaliyete verdiği önem veya devrimci hareketlerle olan bağlantılar üzerinde daha fazla durulması periyodik olarak değişmektedir.

Örneğin, daha pragmatik ve ılımlı unsurların hakimiyetiyle çakışan 1984 ve 1986 sonbaharı arasındaki dönem boyunca, İran diplomatik yalnızlığını azaltmak yönünde açık kapı politikası olarak adlandırılabilecek etkili bir diplomasi atağında bulundu. Bu dönem boyunca, devletten devlete ilişkilerin üzerinde duruldu ve İranlı liderlerin diğer ülkelere resmi ziyaretleri, yabancı liderlerin İran'a ziyaretlerinin olduğu kadar artmıştı. Bu, tabii ki, İran İslamî gruplarla bağlantılarım tamamen bıraktı demek değildir. Yine de, devletten devlete ilişkilerde açık bir önem ve İran'ın devrimci faaliyetlerinde azalma vardı. Bununla beraber, belirtilmesi gereken, dış dünya ile ikili ilişkilere sahip olma İran'a özgü bir olay değildir. Örneğin Sovyetler Birliği devletten devlete ilişkiler ve kardeş sosyalist partiler diye adlandırılabilecekler arasında bir ayırım yapıyordu.

Bununla birlikte, İran'ın dış siyasetini belirleyen devrimci söylem içindeki ideoloji ve pragmatizm karışımında dengenin, gittikçe yükselen pragmatizmden yana bozulduğu söylenebilir. Ancak bu demek değildir ki, İran ideolojik araçlarını tamamen terk etti. Bu durumu İran'ın Suriye ile kurduğu ittifak gayet güzel ortaya koymaktadır. Suriye'de mevcut laik Baas rejimini devirmeyi amaçlayan şümullü müslüman gruplar bulunmaktadır. İran İslam Devrimi gerçekleştirildiğinde Suriyeli muhalif müslümanlar, Baas rejimini devirip İslamî bir rejim kurmalarına İran'ın yardımcı olacağını ümit ediyorlardı. Aslında İran bunu yapabilirdi, ancak Irak'ın işgali ve çıkan savaş böyle bir yardımı mümkün kılmadı. Fakat ortaya bu esnada bir ikilem çıktı; savaşta ya Suriye ile işbirliğine gidilecekti ya da Suriye'de bir İslam devleti kurulması için gayret gösterilecekti. İran çok fazla tereddüt göstermeksizin tercihini Suriye ile işbirliğinden yana yaptı. Burada bu kararın İran için kolay bir tercih olduğu veya hiç bir siyasî maliyetinin olmadığı iddia edilemez. Tam aksine bu pragmatik karar, Suriye'deki ve diğer ülkelerdeki muhalif müslüman grupların desteklerine mal oldu.8 Ayrıca bu tercih İran hakkında ve İran'ın diğer müslüman Ülkelerde İslam devrimlerinde katalizör rolü alması hususunda kayda değer derecede hayal kırıklığı doğurdu, bu nedenle müslüman aktivistler arasındaki etkisini kemirdi.

Diğer ülkelerde de çeşitli ekonomik ve siyasî sebeplere bağlı olarak, İran diğer müslüman gruplar ve halklar üzerindeki etkisi ve cazibesini harekete geçirecek dürtüyü, bu ülkelerin hükümetlerini kışkırtmaktan çekinerek kontrolü altında tuttu. Türkiye ve Pakistan örnek iki ülkedir. Ancak bazıları, İran'ın Pakistan'daki Şii azınlığa yönelik ajitasyonlarının, bu ülkedeki mezhep ayrılıkları üzerinde yoğunlaştığını iddia etmiştir. Bununla birlikte şu da belirtilmelidir ki, İran'ın bu ülkelerin müslüman grupları ve halkları üzerindeki etkisi ve bu halkları hükümetlerine karşı harekete geçirmeye yönelik potansiyel yeteneği, bu ülkelerin İran ile daha kayda değer ilişkiler sürdürmeye çalışmaları ve İran'a karşı daha toleranslı davranmak istemeleri için önemli bir faktördü.

Kısaca, bu saf ideolojik tavır ve pragmatik tavır arasında kaçınılmaz denge kurma ihtiyacı sonucunda İran siyasî olarak kavgalı olduğu bu ülkelerin İslamî grupları ile ilişkiler üzerinde yoğunlaştı ve bu bağlantıları sayesinde hükümetler üzerinde baskı oluşturmaya çalıştı. Bu hususta İran'ın ilişkilerinin bozukluğunu da belirtmemiz gerekiyor, bu zaman zarfında İran'ın birçok müslüman ülke ile ilişkisi sınırlı olmuş ve hatta kesilmişti. Bunun nedeni İran'ın bu ülkelerdeki militan müslüman gruplarla ilişkiye girmesi ve iç siyasete karışmış olmasıdır. Örneğin İran devrik Şah'a yardım etmelerinden ötürü Mısır ve Fas ile ilişkilerini kesmiştir. İslamî rejime karşı çıkan devletlerin düşmanca tavırları ve İran-Irak Savaşı'nda bütün bu ülkelerin Irak'a yardım etmeleri ilişkilerin kesilmesinde etkili olan diğer bir faktördür.9 Tezat olarak, bugüne kadar İran'ın Cezayir'deki müslüman gruplarla kurduğu devrimci hat iki ülkenin kardeşçe ilişkisini etkilemedi, İran'ın müslüman gruplarla aktif ilişkiye girdiği, özel koşulların yer aldığı ve diğer belirli faktörlerin İran için müstesna bir fırsat yarattığı diğer bir örnek daha vardır.

Bu örnek Lübnan'dı. Buradaki Şii halk ile yüzyıllardır süren ruhani yakınlığa sahipti. 1982 Haziran'ında İsrail'in Lübnan'ı işgali, İran'a bu ülkede ayak basacağı sağlam bir yer kurması için bir fırsat tanıdı ve İran siyasî evrimini tercih ettiği yollarla etkili kılmaya çalıştı. Aynı şekilde, Körfez'e kıyısı bulunan Arap devletlerinde ve Irak'taki geniş Şii toplulukları, İran'a, İslamî hareketleri etkilemesi için daha büyük bir fırsat verdi. Bununla birlikte İran'ın Şii kimliği ile özdeşleşmesi diğer Sünni gruplara ulaşmasına engel teşkil etmesi bakımından bir handikaptır. Bu iki faktörün kombinasyonu, İran'ın dikkatini ve çabalarını komşu Arap ülkelerindeki İslamî hareketlerde ve Lübnan'da yoğunlaşmaya yöneltmiştir.

İran'ın Etkisinin Niteliği ve Kaynağı

Daha önce de belirtildiği gibi, İran'ın müslüman gruplar üzerindeki etkisinin niteliği ve kaynağı üzerinde büyük bir ihtilaf vardır. Bu konudaki en uç görüş muhtemelen İran'da kutsal Kum şehrinden kumanda edilen İslamî bir Comintern'e benzeyen bir örgütün varlığına inanır, ki bu Comintern müslüman gruplara talimat verir ve bu grupların faaliyetlerini İran'ın İslam Devrimi'ni yaymak için geliştirdiği ana strateji doğrultusunda yönlendirir. Bu görüşe göre, İran'ın etkisinin ana kaynağı müslüman gruplara maddi yardım, tahrip edici teknikler konusunda eğitim ve ideolojik telkin temin etmedeki yeteneği ve istekliliğidir.

Ancak, eldeki veriler bu görüşü desteklemiyor. Örneğin, elimizde herhangi bir zamanda, devrim ihracı için teşkil edilen, rejimin bütün farklı unsurlarının üzerinde anlaştığı bir ana stratejiyi destekleyici mahiyette bir delil bulunmuyor. Bilakis kayıtlar, İran siyasi hayatının diğer bir çok yönü gibi İran'ın faaliyetlerinin bu yönünün resmi ve yarı resmi kurumlar ve gruplar kümesinin pek çok paralel ve sık sık çelişik eylemleriyle nitelendirildiğini gösterir gibidir. Aynı şekilde, İran'ın stratejik bir planın izlenmesinden çok devrim ihracına dair faaliyetleri taktik oportünizm şeklinde adlandırılabilecek bir siyasetle damgalanmış tır. Bu nedenle, İran çabalarını, yerel şartların etkisini yaymasına fırsat verdiği alanlarda yoğunlaştırmış gibidir.

İran'ın etkisinin kaynağına gelince; İran bir çok İslamı gruba maddi yardım, askerî eğitim ve başka tür yardımlar sağlarken, İran'ın geniş İslamî hareket için olan cazibesi farklı bir şeyden kaynaklanır. İran'ın müslüman aktivistlerce ve hatta özellikle aktif olmayan, fakat toplumlarının ve devletlerinin İslamî bir yönde hareket ettiğini görmek isteyenlerce gördüğü ilgi aşağıdaki faktörlerden kaynaklanır:

1) İran, İslam'ın resmi olarak toplum ve hükümetin temeli olduğu yegane ülkedir. Sonuç olarak, çoğu müslüman, İran'ı desteklemenin bütün müslümanlar için bir vazife olduğuna inanır. Pakistanlı müslüman lider Seyyid Ebu'l Ala Mevdudi'nin aşağıdaki beyanatı bu fikri çok açık ve özlü bir şekilde özetliyor.

Mısır'da İhvan-ı Müslimîn'in yayın organı olan ed-Dava'nın yaptığı mülakatta, kendisine İran devrimi ve Ayetullah Humeyni hakkındaki görüşleri sorulduğunda, Mevdudi şunları söyler:

"Humeyni'nin devrimi İslamî bir devrimdir. Bu devrime ön ayak olanlar başka İslamî hareketlerde yetişen genç müslümanlardır. O halde genelde bütün müslümanların ve özelde İslamî hareketlerin hep beraber bu devrimi desteklemeleri ve her yönde bu devrimle işbirliği yapmaları gerekir."

2) İran'ın Filistin sorunundaki ve Kudüs davasındaki uzlaşmaz tavrı, Arap dünyasındaki İslamî hareketleri cezbetmesi bakımından özellikle önemlidir. Hatta aktivist olmayan Arap müslümanları bile, İran devriminin bu yönünü özellikle önemli buluyor. Bu şaşırtıcı değil. Arap halkları, hükümetlerinin İsrail sorunuyla etkinlikle baş edememesi ya da yeteneksizlikleri sayesinde son derecede bir hayal kırıklığı içindedirler. Sonuç olarak, Arap halklarının geniş bir kesimi, onları İsrail'e karşı harekete geçirtecek bir ideoloji beklentisi içindeydi. İran'ın desteklediği devrimci İslam Arap dünyasındaki bu ideolojik boşluktan faydalandı ve bu boşluğu doldurmaya çalıştı.

3) İran'ın bağımsız ve bağlantısız bir dış politikaya sıkıca bağlanması da pek çok müslüman için büyük bir cazibe kaynağı oldu. Gerçekten de, İran'ın "Ne Doğu, Ne Batı; Yalnızca İslam" sloganı pek çok müslüman grup tarafından benimsendi.

Bununla beraber, İran'a karşı oluşan bu lehte görüşlerin kolayca harekete geçirilemediğini ve İran'ın İslam dünyasındaki siyaset ve amaçlan için aktif bir desteğe dönüştürülemediğini belirtmek önemlidir. Filozofik ve teolojik temelleri de dahil, pek çok bakımdan, İran'ın müslüman gruplar üzerindeki etkisi az düzeyde oldu. Örneğin, bir çok Sünni grup üzerindeki, özellikle oluşum yıllarındaki, en büyük entellektüel tesir, Hasan el-Benna gibi, daha önceki düşünürler kadar, Pakistanlı Mevdudi ve Mısırlı Seyyid Kutub gibi düşünürlerden geldi.

Bu grupların bir çoğu Humeyni'nin ya da diğer İranlı müslüman entellektüellerin yazdıklarının sınırlı bilgisine bile sahip değiller. Bu durum, sırasıyla İran için, müslüman grupları etkilemede ciddi handikaplar teşkil eden bir çok faktörden kaynaklanmaktadır. Aşağıdakiler bu faktörlerin en önemlilerindendir:

Etnik ve Dil Farklılıkları: Humeyni ve devrimci öğrencileri, müslümanların etnik ve mezhebi kökenlerine bakılmaksızın kardeş olduklarını vurgulayan evrensel İslam düşüncesini savunuyorlar. Ancak hem İran, hem müslüman dünyadaki (özellikle Arap dünyasındaki) etnik ve mezhebi farklılıkların mevcudiyeti ve bunun İslam devrimi karşıtları tarafından suistimal edilmesi İran'ın mesajını millî ve mezhebi sınırların ötesine ulaştırma gayretlerini baltaladı.11 İranlılar'ın Arap olmaması ve Farsça konuşmaları müslüman Arap gruplarla iletişim kurmasını güçleştiriyor, İranlı entellektüellerin eserlerini çoğunun Farsça olması, Farsça'dan ziyade Arapça konuşan bu grupların onlara ulaşmasını engelliyor.

İslamî hükümet bu durumu Arapça yayınlarını çoğaltarak ve İran içinde Arapça'yı yaygınlaştırarak düzeltmeye çalıştı. Son zamanlarda bir çok İran büyükelçiliğinin kültür kolları yeniden Farsça öğretimine başladılar. Diğer bir kısmı da Farsça'nın müslüman ülkelerde yaygınlaştırılmasına çalışıyorlar.12 Tüm bu çabalara rağmen etnik ve dil farklılıkları İran'ın müslüman gruplar üzerindeki nüfusunu arttırmasına engel teşkil etmeye devam ediyor.

Mezhebi Farklılıklar: İranlılar'ın çoğu Şiiliğin İmamiye ekolüne mensuptur ve Şiiliğin iktidarda olduğu tek ülke İran'dır. Müslümanların da çoğu bunun tam aksine Sünnidir. Bu faktör, İran'ın çoğunluğu Sünni olan İslamî hareketler üzerindeki etkisini azaltıyor. Daha önce de bahsedildiği gibi, İran evrensel İslam düşüncesini öne çıkararak Şii kimliğini geri plana atmaya çalıştı. Ancak devrim için hayati önem taşıyan iç desteğin sağlanması ve Irakla olan savaş nedeniyle İranlı liderler Şii sembollerine fazlaca başvurmak zorunda kaldılar. Bu da, Sünni Araplar'ın "İranlılar ayrılıkçı Farslardır" şeklindeki propagandalarıyla birleşince, İran devrimini Sünnilere hiç de cazip gelmeyen Şii bir karaktere büründürdü.

Körfez'deki Arap devletlerinde olduğu gibi İran'ın Şiiler üzerinde etkin nüfusa sahip olduğu bölgelerde Sünni gruplar hali hazırdaki Sünni hükümetlere daha fazla destek vermeye başladılar ve hatta açıkça İran'a saldırdılar. Ancak bu grupların modernist, tedrici metoda sahip hareketler sınıfına dahil edildikleri ve radikal devrimci gruplardan olmadıklarını belirtmek gerekir. Radikal gruplar mezhebi kökenleri ne olursa olsun İran yanlısıdırlar. Lübnan'daki liderliğini Şeyh Şaban'ın yaptığı ve devrimden önce de var olan radikal Sünni hareket buna güzel bir örnek teşkil eder. Aynı şey, Mısır'daki daha da radikal eğilimlere sahip İslamî Kurtuluş Hareketi gibi gruplar için de geçerlidir. Ancak Müslüman Kardeşlerin çoğu İran'a sempatiyle bakmalarına rağmen İran devrimine bir çok eleştiriler yöneltmektedirler. Ve şüphesiz ki İslamî grupların çoğu, değil İran'ın kontrolünde, etkisinde bile değildir.

İran'ın Nüfuzunu Artırma Yöntemleri

İran'ın İslamî hareketleri kendi nüfuzu altına almak için kullandığı yöntemler çok ve çeşitlidir. Bu yöntemler siyasî propaganda materyalleri dağıtımından malî destek sağlamaya ve hatta askerî eğitim vermeye kadar varır. Malî yardım sağlama ve askeri eğitim verme özellikle bazı Şii hareketler için çok yaygındır ki Lübnan ve Irak'ta İran'ın bu tür desteği büyüktür.

İran'ın her şeyden öte sorumlu olduğu İslamî devrim mesajını yayma görevi İslamî Rehberlik Bakanlığına aittir. Son zamanlara kadar bu görevi yüklenen diğer bir kurum da Dünya Özgürlük Hareketleri Bürosu idi. Bu kurum, Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri'nin kontrolü altında, Mehdi Haşimi tarafından yönetiliyordu. Ancak 1985'te İran yönetiminde güç dengelerinin pragmatik unsurlar yönünde bozulmasıyla kapatıldı. Mehdi Haşimi; finansmanını Suriye'nin sağladığı Beyrut baskılı eş-Şira'nın gizli Amerikan-İran silah bağlantılarını ifşa etmesinin ardından 1986'da tutuklandı ve 1987 Ekim'inde idam edildi.

Bunların yanı sıra İran'da İslam devrim mesajını yayma uğraşısında Mücadeleci Ulema Birliği gibi yarı resmi organizasyonlar da bulunmaktadır, İslamî Rehberlik Bakanlığı'nın çalışmaları ise çok geniştir. Bunların bazıları aşağıda verilmiştir:

Basın-Yayın: İslamî hareketlere ve aktif hale dönüşebilecek yeni üyelere çok sayıda risale, dergi, broşür, kitap vs. sağlanır. Bütün ülkelerdeki üniversiteli gençlik hedef kitledir. Materyaller müslüman öğrencilerin etkin olduğu dernekler vasıtasıyla dağıtılır. İran büyükelçiliklerinin kültür kolları da bu materyallerin dağıtıldığı birer merkezdirler. Bazı yerlerde tüm elçilik personeli İran'ın devrimci mesajını yayma uğraşısı içindedirler.

Seminerler Düzenlenmesi ve Ziyaretçilerin Masraflarının Karşılanması: İslamî Rehberlik Bakanlığı ilgili kurumlarla birlikte seminerler düzenler ve ziyaretçilerin tüm masraflarını (sıradan bir müslüman da olsa) karşılar. Bir çok İslam ülkesindeki Cuma imamlarının hükümetçe İran'a davet edilmesi buna bir örnektir. Bu seminer ve mitingler ziyaretçilere İran'ın devrimci değer ve prensiplerini aşılamak için kullanılır.14

Bu örneklerde özellikle vurgulanan nokta, İslam ile siyasetin birbirine çakışmış olmasıdır. Müslümanlar (müslüman alimler), din ve siyasetin ayrılması gerekliliğini, dinî liderlerin siyasetten uzak durmaları gerektiğini savunanların, aslında İslam'ın ve müslümanların düşmanları oldukları noktasında uyarılırlar. Onlara, tekrar tekrar, dinî liderlerin, İslam prensipleri ışığında halkın bilinçlendirilmesi için sosyal ve siyasî konularda özel bir göreve sahip oldukları anlatılır. Devrim ihracı konusuna özenle eğilen Ayetullah Ali Muntazerî ziyarete gelen gruplara sık sık hitap eder.

Eğitim ve Burs imkanları

İran müslüman öğrencilere (gençlere) özellikle Kum'da bulunan dinî eğitimin yanı sıra İran'ın devrimci siyasi düşüncesinin de öğretildiği eğitim kurumlarında okuyabilmeleri için burs veriyor. Bu gençlerden bir kısmı gittikleri her yerde devrimci İran'ın mesajının taşıyıcısı ve savunucuları oluyorlar.

Öte yandan gerek Ezher gibi Sünni eğitim kurumlarının rekabeti, gerekse İran'daki okulların müfredatının Şii ve özellikle Caferi ekolü öğretisine dayalı olması İran'ın Şii olmayan gençlere ulaşmasını büyük ölçüde engelliyor.

Malî Yardım ve Askerî Eğitim

İran'ın İslamî hareketleri güçlendirme çabaları yalnızca eğitim faaliyetleriyle sınırlı değildir. İran bir çok harekete malî yardım yapmaktadır. Ancak hangi hareketlerin malı yardım aldıkları ve yardımın miktarını kestirmek ve bunları belgelendirmek bir iki istisna dışında çok güçtür.

Her ikisi de Şii olan Irak ve Lübnan İslamî hareketleri İran'dan açıkça yardım alan gruplardır. Irak'ın ayrılıkçı İslamî hareketi, mensuplarının kitle halinde Irak'tan sürülmelerinden ve içlerinde Muhammed Bakır Sadr'ın da bulunduğu (Şii) liderlerin Baas rejimince topluca idam edilmelerinden15 sonra merkezi Tahran'da bulunan liderliğini Muhammed Bakır Hakim'in yaptığı Irak İslam inkılabı Yüksek Meclisi [Supreme Assembly of İslamic Revolution of Iraq (SAIRI)] yönetilmektedir. Hareketin elemanları devrim muhafızlarınca eğitilmekte ve bazıları Irak'la yapılan savaşa aktif ol arak katılmaktadır.

Eğitim kamplarının nerede olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bazıları Tahran'ın kuzeyindeki Manzariye'deki devrim muhafızları kampının kullanıldığını,16 bazıları da Kum ve güneyde Irak sınırı yakınlarında kamplar olduğunu iddia etmektedirler, İran'ın etkin olduğu diğer bir merkez de Lübnan'dır. İran burada 1982 İsrail işgalin doğurduğu tepkilerden yararlanarak çok geniş bir ağ kurmuştur, İran Lübnanlı müslümanlarla, özellikle Şiilerle, olan dayanışmasını göstermek amacıyla bugün genellikle Baalbek civarında yerleşik bulunan üç bin devrim muhafızı göndermiştir.

İran'ın devrim muhafızlarını Lübnan'a göndermekle oradaki Şii hareketi radikalleştirdiği ve bir çok kişiyi terörist faaliyetler için eğittiğine inanılır. Tarihin garip cilvesine bakın ki İranlı müslüman devrimciler 1970'li yıllarda Lübnan'da FKÖ ve Emel kamplarında eğitim görmüşlerdi. Mustafa Çamran o yıllarda Sur'da öğretmenlik yaparken bu kamplarda eğitim görmüş ve devrimden sonra Savunma Bakanlığı'na atanmıştır. Gerçekten de devrim muhafızlarıyla sembolize edilen İran varlığı Lübnan'daki Şii hareketin radikalleşmesine önemli katkıda bulunmuştur. Bunun sonucunda Lübnan'daki en belirgin Şii grup olan ve liderliğini laik Nebih Berri'nin yaptığı Emel örgütünde devrimden önce de var olan Hizbullah'ın da etkisiyle bir canlanma görülmüş, hatta İslamî Emel adında başka bir örgüt de ortaya çıkmıştır.

Lübnan'daki Şii hareketin radikalleşmesini yalnızca devrim muhafızlarının varlığına bağlamak yanlış olur. Bunda daha ziyade Lübnanlı Şiilerin büyük sıkıntı çektikleri İsrail işgali ve Lübnanlı partilerin Şiilerin dertlerine tercüman olacak ulusal bir uzlaşma ve ittifaka ulaşamamaları önemli rol oynadı. Devrim muhafızlarının önemli bir kısmının Suriye'nin baskısı sonucu bölgeden çekilmesinden sonra Şiilerin radikalleşmesinin devamı bu fikri desteklemektedir. Bu hiç bir şekilde İran'ın bölgedeki önemini küçümsemek şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksine Orta Doğu'daki tüm sorunlardan İran sorumludur şeklindeki abartılı savın bir anlamda dengelenmesi (ayaklarının yere bastırılmasıdır).

İran'ın Lübnan'daki varlığı yalnız devrim muhafızlarıyla ve faaliyetleri de yalnızca Şii gençlere askeri ve gerilla eğitimi vermekle sınırlı değildir. Bölgede bulunan diğer İranlılarla birlikte beş yüz kadar devrim muhafızı oradaki sosyal ve ekonomik hayatta yerlerini almışlar. Özellikle Baalbek vadisinde yerel halkın dışında yeni gelen Şii nüfusu da etkileri altına almışlardır.17

İran'ın hali hazırda Lübnan'daki faaliyetlerini ve etkisini incelerken bir nokta önemle vurgulanmalıdır. Bu da İran'ın Lübnan Şiileriyle olan tarihî ilişkileri ve uzun zamandır Sünni ve hıristiyanlarca Şiilere karşı yapılan ayrımcılıktır.

İran'ın Lübnan'daki varlığı ve artan etkisi; Lübnan'da hakimiyet kurmaya çalışan ve Lübnan'ı büyük Sukiye ülküsünün bir parçası gören Suriye'yle ilişkilerini gerginleştirdi. Aslında Suriye son iki yıldır İran ve Lübnanlı müttefiği Hizbullah'ın bölgedeki etkinliğini sınırlandırmaya çalışıyor. Suriye-İran ilişkileri aslında tam bir açmazda. İran bölgedeki Şii müttefiklerinin hareketlerini, Suriye'yle olan ilişkilerini bozmamak amacıyla sınırlandırıyor (dizginliyor). Aynı şekilde Suriye de Hizbullah'ın etkin olduğu Lübnan Şii bölgelerine askeri kuvvet göndermekten çekiniyor.

Irak ve Lübnan'dan başka İran'ın malî yardım yaptığı ve üyelerine askerî eğitim verdiği Bahreyn ve Kuveyt İslamî hareketleri üzerinde büyük etkisi vardır. Bu Bahreyn nüfusunun büyük bir kısmının (%75) ve Kuveyt'in de nüfusunda hiç de azımsanmayacak (%30) bir bölümünün Şii, daha da önemlisi İran kökenli olduğu düşünülürse gayet tabiidir. Ancak İran'ın Körfez'deki İslamî hareketlerle ilişkisi yalnız Şii gruplarla sınırlıdır. Sünni gruplar değil İran'dan etkilenmek, çoğu özellikle Kuveytliler aşırı İran ve Şia karşıtıdırlar.

İran'ın Bahreyn ve Kuveyt'teki Şii gruplarla ilişkisi 1980-1981 yıllarında çok yoğundu. Bu dönemde daha önce Şah'ın sürgüne gönderdiği Hüccetul İslam Müderrisinin Bahreyn'de, Hüccetul İslam Muhri'nin Kuveyt'te önderlik ettiği İranlı militan din adamlarının eylemleri gözlendi.18 Yine 1981'de bir çok Şii Arap İran'da eğitilerek Bahreyn'e gitmeleri için yönlendirildiler. Bunların amacı bir darbeyle şeyhlik yönetimini yıkıp yerine İslam Cumhuriyeti kurmaktı. Bahreyn'deki Şii gruplardan birisi de yine İran tarafından desteklenen ve merkezi Tahran'da plan Bahreyn Kurtuluş Cephesi'dir. İran Kuveyt'teki faaliyetlerini Irak kökenli merkezi Tahran'da bulunan Dava Partisi mensupları aracılığıyla yürütmektedir. Ancak İran'ın Körfez'deki Şiileri bulundukları ülke rejimlerini devirmek için seferber etme kabiliyeti ve Körfez ülkelerini kendi istekleri doğrultusunda yönlendirme gücü çok zayıftır.

Körfez'deki Arap devletleri İran'ın yıkıcı faaliyetlerini engellemede oldukça başarılılar. Kuveyt İran kökenli Şiilerin yanı sıra Lübnan ve Iraklı Şiileri sınır dışı etmeye devam ediyor. İran'ın Irak'la yaptığı savaş Şii nüfusu üzerindeki etkisini nasıl kullanacağını da belirlemiştir. İran Kuveyt'teki Şiileri savaşta Irak'a büyük mali destek veren Kuveyt hükümetine bu yardımı durdurması için bir baskı aracı olarak kullandı. Buna karşın İran-Irak Savaşı'nda tarafsız bir tavır sergileyen ve İran'la sıkı ticari ilişkileri olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)'ndeki Şiileri hükümete karşı baskı aracı olarak kullanmadı.

İran'ın Suudi Şiileriyle olan ilişkisine de yine bu ülke hükümetiyle olan ilişkileri yön verdi. Şiileri, hükümeti istikrarsızlığa sürüklemek için kullanması bununla yakından alakalıdır. Ancak İran'ın Suudi Şiilerle olan ilişkisi yüzyıllardır beraber yaşadığı ve güçlü kültürel bağlarla bağlı olduğu Körfez Şiilerine nazaran daha azdır.

İran'ın Şii hareketler dışında diğer müslüman gruplarla belirli bir geçmişe sahip ilişkileri olduğunu gösteren bir kanıt bulmak çok güçtür. Arap ülkelerindeki İslamî gruplar varlıklarını İran yardımına borçlu değillerdir. Onlar Tahran'dan ne bir emir, ne de bir eylem planı alırlar. Başka bir deyişle İran bu hareketleri kendi siyasî amaçlarını gerçekleştirmek için kullanamaz. Yine de İran, İslamî hareketlerin aşırı uçlarına mensup kişilere ölüm veya hapis tehlikesiyle karşılaştıklarında barınma (sığınma) imkanları sağlıyor.19 Aynı şekilde İran'la İslamî gruplar arasında, bazen Batılı başkentlerde bile görüşmeler yapılmaktadır.20

Sonuç

Tüm bunlardan çıkan en önemli sonuç Batılı basın organlarınca ortaya atılan ve muhafazakar müslüman yönetimlerce geliştirilen İran'ın tüm müslüman militanları önceden hazırlanmış bir plana göre yönlendirip idare ettiği bir şebekeye sahip olduğu şeklindeki iddianın çok abartılı ve yanlış olduğudur. Aksine İran Şii ve bir kaç marjinal uç Sünni grup dışında çoğu Sünni modernist ve tedrici eğilim ve metodlara sahip geniş (tabanlı) İslamî harekete ulaşmakta oldukça zorlanıyor ve bir çok engelle karşılaşıyor.

İran'ın millî çıkarlarını koruma isteği, en alt düzeyde de olsa devletler topluluğunun bir üyesi kalma arzusu ve devrimci hedeflere (kısmen) ulaşılmış olması, devrimi yayma becerisini ve hatta isteğini köreltmekte (ve hatta baltalamaktadır). Diğer taraftan global İslamî hareketin yapısı da İran'ın inkılapçı hedeflerine ulaşmasına engel teşkil ediyor. Dikkatler dar bir bölgedeki bir iki uç grubun yaptığı marjinal eylemlerde odaklaşsa da global İslamî hareket aksine müslüman toplumları tedricen ve şiddetsiz bir şekilde İslamileştirmeye çalışan ılımlı bir akımdır. İran tarafından ortaya konan ve bir ölçüde şiddeti de içeren inkılapçı ideoloji bu grupların ilgisini çekmemektedir. Bunlar ırkî ve mezhebi farklılıklara hassastırlar ve belki de İslam devriminin sayılı başarılarının yanında çok daha fazla olan yetersizliklerinden olumsuz yönde etkilenmişlerdir.

Bunun anlamı şudur: Zannedildiğinin aksine İran devriminin kaderi, İslamî hareketler üzerindeki etkisi az (sınırlı) olacaktır. İran'ın Irak'la yaptığı savaşı kaybetmesi hatta İran'da bir rejim değişikliği bile İslam dünyasının diğer bölgelerinde İslamî hareketlerin sonu anlamına gelmez, ancak hiç şüphesiz savaştan galip çıkması İslamî akımları güçlendirir. Çoğu İran devriminden daha yaşlı olan bu hareketler kendi özel yerel sosyo-ekonomik ve siyasî şartlan tarafından şekillendirilmiş ve varlıkları da yine, ister radikalleşsinler, ister şiddete başvursunlar veya bunları hiç kullanmasınlar, kendi yerel şartlarınca ve özellikle o zaman iktidarda bulunan rejimlerin halkın dertlerine derman olabilme ve onların desteğini sağlayabilme becerilerince tayin edilecektir.

Çev.: Rıdvan Ahmetoğlu

 

Dipnotlar:

1- Bkz.: "Tunus, İslam fundamentalizmini kışkırtmada İran'ın eli olduğunu iddia etmektedir." Christian Science Monitör, 81 Mart 1987, s. 9.

2- İran liderliği içindeki farklı eğilimler meselesi üzerine yapılmış bir tetkik için, bkz.: Shireen T. Hunter, "After the Ayetullah" [Ayetullah'tan Sonra], Foreign Policy (66) Bahar 1987. örneğin, 1986 sonları ve 1987 başlarında İran muhtemelen Fransız hükümetinden 1 milyar dolarlık alacağını tahsil etmek için Fransa ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştığında, bazı unsurlar, bunun İran'ın Lübnan'daki devrimci hedeflerini azalttığı veya terkettiği anlamına gelebileceğinden korkarak, yönetimi, politik veya ekonomik çıkarlar için devrimci prensiplerinden vazgeçmemesi gerektiği şeklinde uyardılar.

3- İslamî İran'ın dünya görüşüyle alakalı bu ve diğer hususlarda bir tetkik için bkz.: Ferheng Recai, İslamic Values and World View: Khnmeini on Man, the State and International Politics, University of America, 1983.

4- Humeyni'nin bu ve diğer meselelerdeki görüşü için bkz.: İslam and Revolution: Writings and Declarations of imam Khomeini, çev.: Hamid Algar, Berkeley: Mizan Press, 1981.

5- Örneğin, çoğu müslüman hükümetler İran tarafından gerçekten İslamî olarak değerlendirilmediği halde, İran bir İslam ortak pazarı kurulmasını teklif etti. Bkz.: The Middle Kast Economic Digest, 31 (37) Eylül 1987, s. 12-18.

6- Gerçekten bu Kur'ani bir emir olan "emri bi'l-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker'den çıkmaktadır.

7- Bkz.: The Far-Eastern Economic Review, (Hong Kong), 8 Ağustos 1984.

8- Bkz.: Raymond Hinnebusch'un, Shireen T. Hunter in The Politics of İslamic Revivalism isimli derlemesinde yer alan "Suriye'de İslamî Hareket" konulu makalesi.

9- İslamî İran'ın diğer Arap devletleriyle olan ilişkileri hakkında bkz.: Ruhullah K. Ramazanı, Revolutionary İran: Challenges and Responses in Middle East, Baltimore: Johns Hopkins University Presa, 1986.

10- Bkz.: ed-Dava, Ağustos 1979.

11- Bkz.: Shireen T. Hunter, "İslamic İran and the Arab World" [İslamî İran ve Arap Dünyası], Middle Rast Insight, 5 (3) 1987.

12- İran Yüksek Öğrenim Bakanlığı, son zamanlarda Fars dili ve edebiyatının yurt dışında gelişmesinde yardım etmek için Fars akademisi kurulacağını bildirdi. Bkz.: Middle East Economic Digest, s. 12-18, Eylül 1987.

13- Örneğin, el-Mecellede, Mısır'da Müslüman Kardeşler'in eski lideri Ömer el-Tilmisanî ile yapılan röportaja bakınız, s. 16-22, Ocak 1982. Özellikte Sünni ve Şii İslam arasındaki farklılıkları vurgulamaktadır.

14- Böyle bir seminer Mart 1982'de "İdeal İslamî Hükümet» konusunu tartışmak için gerçekleştirildi. Detaylar için bkz.: Robin Wrighl, Sacred Rage: The Wrath of Militant Mam, New York & Schuster, 1985.

15- Şiilere yapılan Baas baskısı için bkz.: Hanne Batatu, "Iraq's underground Shia movemont: characteristics, causes and prospects" [Irak'ın Gizli Şia Hareketi: Karakteristikleri, Nedenleri ve Gelecekleri], Middle East Journal, 35 (4) Güz 1981. Aynı zamanda bkz.: Şibli Mellat, The Politics of İslamic Reviualism'deki Irak İslamî hareketi kısmına.

16- Hareket aynı zamanda Irak İslam inkılabı Yüksek Konseyi (IİİYK) olarak da zikredilmektedir. Bkz.: Amir Taheri, el-Mecelle, Ocak 1982, s. 23-29. Aynı zamanda "Comment Khomoiny veut conquerir le monde'" L'Express, s. 6-12, Temmuz 1984. Müslüman gruplar üzerinde İran etkisinin daha abartılı bir değerlendirmesi ne güzel bir örnektir.

17- Bkz.: Nora Boustamy, "The benevolent hand of Ayatollah" [Ayetullah'ın Hayırsever Eli], Financial Times, (Londra), 23 Temmuz 1987.

18- Bkz.: Ramazanı, Revolutionary İran. Aynı zamanda Joseph Kostiner, The Politics of İslamic Revivalism.

19- Örneğin, Sedat'ı öldüren bu müslüman eylemciler, söylenildiğine göre, kendilerine açılan kaçış yollarından birinin İran olduğunu söylemişlerdi.

20- Mısır'da Hüsnü Mübarek hükümeti rejime karşı gizli bir tertip kuran İslam Kurtuluş Partisi üyelerinin İranlılarla ilişkiler içinde olduğunu iddia etmekteydi. Bkz.: Foreign Broadcasting Information Service (FBIS), Güney Asya, 8 Ağustos 1983.