Irak İslam Dünyası Açısından Bir Ribattır!

Ahmet Varol

Soruşturma: Irak'ta Amerikan İşgali Üçüncü Yılına Girerken Ortadoğu'yu ve Dünyayı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?

1-) ABD'nin Ortadoğu ve dünya hakimiyeti planları açısından;

2-) Irak'ın geleceği açısından;

3-) İslam dünyasının geleceği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

1-) ABD, demokrasi ve özgürlük kavramlarını İslâm coğrafyası üzerindeki hâkimiyet planları için değerlendirmeye çalışıyor. Yani yapmak istediği, totaliter rejimlerle yönetilen İslâm ülkelerine gerçek anlamda demokrasi ve özgürlük götürmek değil bu kavramların kuyruklarına takılarak oraların üzerindeki hâkimiyetini güçlendirmek, oralardaki yönetimlerin daha çok kendisine hizmet etmelerini sağlamaktır. Kullandığı gerekçeler İslâm âleminde zaten inandırıcı değildi. Ama kendi toplumunun, kendi çıkar hesaplarına paralel çalışan medya organlarıyla kuşatılmış olması sebebiyle o toplumda inandırıcı olabiliyordu. Söz konusu medyanın Batı toplumlarında da basite alınamayacak bir tesirinin olduğunu söylemek mümkündür. Bu yüzden, o toplumların ABD çıkarlarına çalışan medyanın etkisinde kalan kesimlerinin kullanılan gerekçelerden kısmen etkilendiğini söylemek mümkündü. Ancak Irak'ta ortaya çıkan manzara ABD'nin inandırıcılığını artık tümüyle kaybetmesine sebep olmuştur. Bu itibarla ABD ileriye dönük planlarında o gerekçeleri kullanmaya devam etse de etkileyici olamayacaktır.

Irak'ta ortaya çıkan manzaranın ABD planlarına vurduğu en büyük darbe ise korku hegemonyasının ciddi şekilde yara almasıdır. ABD'nin Ortadoğu ve dünya hâkimiyeti planlarının altyapısı psikolojik savaşla oluşturulmuştu. Bu savaşta ABD yenilmez, hiçbir şekilde kendisine karşı konulamaz bir güç olarak dünya kamuoyuna kabul ettirilmişti. Sahip olduğu teknolojiyle dünyanın en ince ayrıntılarını bile uydulardan gözleyebildiği kanaati tüm dünyada yaygın bir hale getirilmişti. Ama Irak'ta işgal güçleri, çok daha geri bir teknoloji ile mücadele eden direniş güçleri karşısında büyük kayıplar verdiler. Direnişçiler onların askerlerini pek çok yerde pusuya düşürdüler. ABD'nin sahip olduğu uydu teknolojisi onların düz yollara kurdukları pusuları keşfetmeyi bile başaramadı. Bu durum karşısında psikolojik savaş metoduyla ve medya organları vasıtasıyla oluşturulan korku hegemonyasının aslında bir balon olduğu ortaya çıktı. Bugün Kuzey Kore'nin bile rahatça Amerika'ya kafa tutabilmesi, nükleer silah teknolojisini geliştirme konusunda onun tehditlerini nazarı itibara almayacağını rahatça söyleyebilmesi, ABD'nin burnunun dibindeki Küba'nın kendisini düne nispetle daha güçlü ve rahat hissedebilmesi tahmin ediyoruz bu yüzdendir.

Irak'taki direnişin en önemli cihetini ABD planlarının önüne set çekmesi oluşturmaktadır. ABD Irak'ta işin Saddam rejiminin devrilmesiyle biteceğini umuyordu. Bu sebeple de tüm Ortadoğu üzerinde kapsamlı bir hâkimiyet kurmayı, bu hâkimiyete engel teşkil edecekleri tahmin edilen Suriye ve İran gibi ülkelerdeki yönetimleri de hemen Irak sonrasında tasfiye etmeyi amaçlayan planlar hazırlamıştı. Ama Irak direnişi bütün bu planların önünü kesti. Irak'ta 30 Ocak seçimleri sonrasında şekillenecek siyasi yapı konusunda Şii cemaatle işgal güçleri arasında ortaya çıkan muhalefette zorlayıcı etken olarak kullanılmak üzere İran'a yöneltilen tehditlerin daha sonra yumuşatıldığını gördük. Önce "İran'a saldırı planı masadadır" diyen Bush'un, sonra İngiltere'de yaptığı açıklamalarında İran'ı da özgürleştirmeyi amaçladıklarını söyleyen Rice'ın çok geçmeden ağız değiştirdiklerini ve İran'a saldırı planının gündemlerinde olmadığını söylediklerini gördük. Böyle hızlı bir şekilde ağız değiştirme ihtiyacı duymaları temsil ettikleri ABD sultasının imajına ve biraz önce sözünü ettiğimiz korku hegemonyasına daha büyük zarar vermiştir. Ama ağız değiştirme yoluna gitmeselerdi bile Irak'ta onca yara alan yorgun ve bitkin askerleriyle İran'a yönelik yeni bir cephe açma cesareti gösteremeyecekleri zaten belliydi. Bu yüzden de İran, ABD tehditleri karşısında kendini gayet rahat hissediyordu. Ağız değiştirme işi ona biraz da cesaret kazandırdı ve nükleer teknolojisini geliştirme planlarından vazgeçmeyeceğini biraz daha rahat bir şekilde söylemeye başladı.

Irak'taki direniş işgalci Siyonist devletin ümitlerine de darbe vurmuştur. Çünkü bu devlet ABD'nin Irak'tan sonra Suriye, Lübnan ve İran'ı da sıkı tahakküm altına alacağını, buralardan Filistin direnişine lojistik desteğin kesileceğini, bölgedeki tüm Arap ülkeleri üzerinde korku hegemonyasının daha da güçleneceğini ve onların Filistinli mağdurlara maddi yardım gitmesini önlemek için kontrolü artıracaklarını, böylece Filistin direnişinin sıkı kıskaca alınacağını ve intifadanın devam etmesinin mümkün olamayacağını, Lübnan ve Ürdün'de kamplarda ikamet eden mültecilerin de Irak'a nakledilerek yurda dönüş ümitlerinin tamamen yok edileceğini umuyordu. Ama öyle olmadı. Bu yüzden işgalci Siyonist devlet Filistin direnişinin en azından bir süre silahları susturması için ateşkes pazarlıklarına oturma ihtiyacı duymaya başladı.

Bütün bu gelişmeler ABD'nin Ortadoğu ve dünya hâkimiyeti planlarının artık bozulduğunu, çöktüğünü göstermektedir. Bu sebeple dün kendisiyle rekabet halinde olduğu AB ile işbirliği içinde yeni planlar geliştirme ihtiyacı duyuyor. Bu işbirliğinin hedefi de İslâm coğrafyası olacaktır. Böyle bir işbirliği İslâm âlemine karşı yeni bir haçlı ittifakı olacaktır. Ama biz ümit ediyoruz ki böyle bir haçlı ittifakı da geleceğe dönük hesaplarında başarılı olamayacaktır.

2-) ABD'nin yönetim felsefesinin temel ilkelerinden biri "Benim olmayacaksa kimsenin olmasın." ilkesidir. Bu yüzden, Irak'ta ya kendisine hizmet edecek bir istikrar ya da istikrarsızlık istiyor. Bu sebeple sürekli fitne tohumları ekmeye çalışıyor. Bu fitne tohumlarını, 30 Ocak 2005 seçimlerinden sonra kendi istediği yapılanmaya razı olunmadığını görünce daha çok ekmeye çalıştığını gördük. Irak'ın geleceğini tehdit eden en önemli problemlerden biri bu fitne tohumları ve ABD'nin bu tohumların ürün vermesi için oynadığı siyasi oyunlardır.

İkinci önemli problem ise işgale karşı direnenlerin ülkeye bir gelecek hazırlama gayreti içinde olamamalarıdır. Şüphesiz bizim kafamızı yoran bu mesele vatanlarını işgalden kurtarmak isteyen samimi ve fedakâr direnişçilerin de kafalarını yoruyordur. Ama dışa yansıyan bir şey göremiyoruz.

Bilindiği üzere Müslümanların kanamaya devam eden bir Afganistan yaraları var. Bu yara sebebiyle ağızları iyice yanmış durumdadır. Dolayısıyla benzer bir yaranın ortaya çıkmasına müsait bir ortam gördüklerinde oldukça ihtiyatlı yaklaşma ihtiyacı duymaktadırlar ve bunda haklıdırlar. Irak'taki durum da işte böyle bir ihtiyatlı yaklaşıma yöneltmektedir bizi. Ümmetin Afganistan'dakine benzer bir manzarayla karşılaşmaması için Irak'a önem vermesi ve burada ABD güdümlü bir istikrar değil Irak toplumunun özgürlüğünü, o toprakların bağımsızlığını getirecek bir istikrar gerçekleşmesi için bir şeyler yapması gerekir. Bu konuda da ilim erbabına büyük görev düşüyor. Özellikle Irak'ın hassas yapısı sebebiyle hem Sünni hem de Şii ilim erbabının öne çıkması ve toplumsal barış temeline, iman kardeşliğine dayanan, işgalcilerin ektiği fitne tohumlarının çıkardığı ayrık otlarını temizleyen siyaset geliştirmeleri gerekir. Bu belki işgale karşı verilen mücadeleden daha önemlidir.

3-) Irak, İslâm dünyası açısından bir ribattır. Tıpkı Filistin gibi. Tabii Filistin'in dini ve tarihi yönden ayrı bir konumu var. Ama ribat olma yönünden ikisi de büyük ehemmiyete sahiptir. İşgalci saldırganlar İslâm coğrafyasını tahakküm altına alma konusunda buraları birer kapı olarak kullandıklarından bu kapılara sıkı bir şekilde sahip çıkılması gerekiyor. Dolayısıyla hem Irak'taki hem de Filistin'deki direniş sadece o topraklar için değil tüm İslâm dünyası ve ümmeti için verilmiş ve verilmekte olan bir direniştir. Bu itibarla o mücadelelere bölgesel mücadeleler olarak bakanlar yanılmaktadırlar. Irak ve Filistin direnişleri ümmet açısından büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Ama bunu büyük fedakârlıklarla elde ettiler. Şu var ki henüz sonuca ulaşılmış değil. Ümmetin tüm fertlerinin kendilerini sorgulaması ve her birinin "benim bu fedakârlıklarda payım ne oldu" demesi gerekir. Irak'ın ve Filistin'in geleceği ümmetin ve tüm İslâm coğrafyasının da geleceği için belirleyici etken olacaktır. Bu itibarla o ribatların mutlaka korunması gerekir.