Irak Direnişi Şiddetlenerek Devam Edecek

Robert Fisk

NTV muhabiri Mete Çubukçu'nun, Irak'ın işgali ve Irak'ta bundan sonra ne olacağı konusunda, İngiliz The Independent Gazetesi'nin Ortadoğu muhabiri olan ve yıllardır Beyrut'ta yaşayan Robert Fisk ile yaptığı ve 13 Nisan 2004 tarihinde www.ntv.com.tr'de yayınlanan röportajı, ilginizi çekeceği düşüncesiyle siz değerli okuyucularımız için alıntılıyoruz.

Irak'ta yaşanan son gelişmeler ve olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz? Durumu nasıl tanımlayabilirsiniz? Bu bir intifada mı, yoksa yeni bir direniş mi söz konusu?

Fisk: Aslında Irak'taki önemli şehirlerde özellikle Amerikalılara ve işgale karşı bir direniş var. Ve ilk kez, savaşan Iraklı Sünnilerle Şiiler arasında ilişkilerin mevcut olduğunu görüyoruz. Ben Pazartesi günü Bağdat'tayken, Sadr semtinde Amerikalılarla savaşan Müslüman Şiilerin elinde fotokopiyle çoğaltılmış ve "direniş örgütü" tarafından gönderildiği iddia edilen mektuplar vardı. Mektuplarda "biz kardeşiz" deniyordu. İngilizler Irak'ı 1917'de işgal ettiğinde Sünniler ve Şiilerin bize, yani İngilizlere karşı birleşip direnmesi 3 yıl sürdü. Amerikalılar bunu tam olarak 1 yılda başardı aslında. Evet bu bir direniş ve devam edecektir. Dolayısıyla şu anda, Amerikalılara karşı direnişine son vermeyecek bir halk söz konusu ve bu halk, bizim zalimlik diye adlandırdığımız yollarla veya askeri yollarla direnebilir. Ancak işgalci bir güce karşı bir direniş hareketi başladığında, bunu durdurmak hemen hemen imkansızdır. Yani son iki haftada yaşanan ve Batı için felaket olarak değerlendirebileceğimiz, hatta yüzlerce vatandaşını kaybeden Iraklılar için daha da feci olarak değerlendirebileceğimiz olaylar, işgal sürecinde çok önemli bir noktayı oluşturuyor. Üstelik biz işgal güçlerinden rakamlar alamıyoruz, sadece ölen Batılı, Amerikalı askerlere dair rakamlar alabiliyoruz. Dolayısıyla bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çünkü artık Amerikalılar Kuzey Irak dışında hemen hemen Irak'ın her yerinde kendilerine yönelik bir saldırı olduğunu fark etti.

Anladım. Peki siz direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz? Direniş örgütlü, etkili ve kitlesel bir direniş mi?

Kesinlikle böyle bir hale dönüşüyor.

Gruplar arasında bir bağlantı var mı?

Şiiler ve Sünniler arasında bağlantılar kurulmaya başlandı. Sünni gruplar arasında bu bağlantılar daha da karmaşıklaşıyor. Geçen Ağustos ayında yapılan bir bombalı saldırıyı hatırlıyorum. Bombayı taşın altına yerleştirmişlerdi. Ancak şimdi içine patlayıcı konan plastik taşlar yapıyorlar. Artık sadece teller kullanmıyorlar, dijital telefonlar ve analog bilgisayar sistemleri kullanarak bombaları patlatıyorlar. Birileri bu direnişçilere bunu nasıl yapacaklarını öğretiyor. Irak'ın genelinde birileri bunun nasıl yapıldığını anlatıyor. Musul'dan Bakuba'ya, Samara'ya, Felluce'ye Basra'ya gidiyor. Artık bağlantıyı sağlayan bir beyin var. Bu, bir liderlik olduğu anlamına gelmiyor.

Peki kim bunlar? Bir tahmin yani, gruplar veya liderler?

Öncelikle bunun bir Iraklı Sünniler olgusu şeklinde başladığından şüphe yok. Az sayıda olabilir ancak bunlar eski Baaslılar değil. Yabancı askerler de değil. Irak'ta 126 bin yabancı asker mevcut ve hepsi de Amerikan üniforması giyiyorlar. Amerikalılar sürekli El-Kaide deyip duruyor. El Kaide nerede acaba? Bir tane bile El-Kaide üyesi bulunamadı. Sayın Zarkavi bir mektup yazmış ama Zarkavi'yi bulamıyorlar. Sonra bize bunların Necef'teki Yemenliler olduğu söyleniyor. Ama Yemenlileri de bulamıyoruz. Ben Bin Ladin'le görüştüm, onu tanıyorum ama Irak'ta El-Kaide'den bir kimseye rastlamadım. Bu bir Iraklı direnişidir ve şu ana kadar Amerikalılar bunu kendilerine itiraf etmediler. Çünkü olaya Amerikalıların bakış açısından yaklaştığınızda siz Iraklıları "özgürleştirmeye" geldiniz, bu insanlar sizi çok seviyorlar. Peki o zaman neden saldırıyorlar. Demek ki burada eski Baaslılar, yabancı askerler değil, doğma büyüme Iraklılar söz konusu. Bunlar kesinlikle Irak halkından insanlar.

Bildiğiniz gibi Amerika Irak'ı işgal etti ve buraya özgürlük getirdiğini iddia etti. Amerika Irak'a nasıl bir özgürlük getirdi?

Bakın, Amerika Irak'a "Kuralsızlığın, düzensizliğin özgürlüğünü" getirdi. Bildiğiniz gibi Iraklı kadınlar kaçırılma korkusuyla sokakta dolaşamıyor. Irak'ta her gün kadınlar kaçırılıyor, tecavüze uğruyor. Bir iki kadın değil, bir sürü kadın.

Organize çeteler evlere giriyor, saldırıyor, kadınları kaçırıyor. İnsanlar arabalarına, televizyonlarına olanlardan şok olmuş durumda. Şoförümün kayınbiraderi Firulu; silahlı üç kişi kendisini bir otoyolda durdurmuş. Arabasını alıp göğsüne ateş etmişler ve arabalar yanından geçip gittiği için adam ölmüş. Ben de Firu'ya gittim. Ölen adamın kardeşi şöyle diyordu: "Saddam yönetiminde kanun vardı ama özgürlük yoktu. Şimdi ise özgürlük var ama kanun diye bir şey yok. Sizce hangisini isterim?"

Adam bir ailesi olduğunu, bir evi ve çocukları olduğunu söylüyordu. Dolayısıyla bir seçim yapması gerektiğinde Saddam'ı mı yoksa Amerikalıları mı seçmesi gerektiğini sordu. Ve şöyle dedi: "Ben güvenlik istiyorum. Amerikalılar güvenliği sağlamıyorlar. " Ve şimdi Amerikalılar söz konusu direnişin güvenliği sekteye uğrattığını iddia ediyor. Ama aslında hiçbir zaman güvenlik olmadı ki. Bu Iraklılar için çok önemli bir sorun. Iraklılar demokrasi talebinde bulunmadı, onlar Saddam'dan kurtuldukları için çok mutlu. Ama Iraklılar güvenlik istiyorlar. Sabahları çocuklar okula gittiğinde, kadınlar alışverişe çıktığında taciz edilmeyeceğinden veya kaçırılmayacağından emin olmak istiyorlar.

Bugün bile Bağdat'ta her gece patlamalar oluyor, insanlar vuruluyor. Araba kullanırken her gün bunlara tanık oluyorum, çünkü bütün Bağdat çevresinde araba kullanıyorum ve şiddete tanık oluyorum. Amerikalılar Iraklılara bunu vaat etmemişti.

Peki neden işgalciler bu direnişi durduramıyor? Üstelik durmak bir yana direniş giderek tırmanıyor.

Evet, tabii ki tırmanacak. 1917-1920 arasında İngilizlerin başına gelen de buydu. Bağdat'ın kuzeyindeki Northgate mezarlığında, 1920'de Irak direnişine karşı savaşan yüzlerce genç İngiliz askerinin mezarı bulunmaktadır. Bu, kazanacaklarını gösterdi ama olmadı. İşgalciler zalim olsun veya olmasın, direniş hareketleri karşısında her zaman mağlup olurlar. Amerikalıların şu anda en büyük sorunların birisi İsraillilere gidip onların işgal deneyimlerinden bir şey öğrenmek istemesidir. İsrailliler de "Biz işte böyle yapıyoruz" dediler. Bunun kurallarını anlattılar. Bugün Amerikalıların yaptığı her şey, İsraillilerin Gazze'de Batı Şeria'da yaptıklarının birebir kopyası. Mesela binlerce köyün ablukaya alınması, özel kimlik izinleri, şiddete karıştığı iddia edilen evlerin havadan bombalanması, sivillere ve askeri bölgelere düzenlenen helikopter saldırıları, sürekli olarak evlere saldırı düzenlenmesi ve Iraklıların yargılanmadan göz altına alınması. Şimdi İsrailliler o kadar yıldan sonra başarısız olmuş durumda. İsrail tamamen çuvallamış durumda. Geçen onca yıldan sonra ortada barış diye bir şey yok. Ve şimdi Amerikalılar da İsrail'in başarısızlığa uğrayan askeri politikalarını benimsiyor. Ve aynı sonuca ulaşıyorlar. Iraklılar artık daha fazla savaş istemiyor. 1980-88 İran Savaşı, Kuveyt Savaşı ve bu son işgal. Artık savaş istemiyorlar. Ancak özellikle de askeri politikaları nedeniyle Amerika'nın aleyhine döndü. İşgal güçlerinde çalışan ve Irak'ta demokrasi isteyen insanlar olduğundan şüphe duymuyorum. Hepimiz Irak'ta demokrasi isteriz. Ama biraz geç kaldık. Bunu 20 yıl önce talep edebilirdik ama o zaman Saddam'ı seviyorduk çünkü o zaman Saddam bir dosttu. Şimdi bu insanların bize minnettar olmasını istiyoruz. Ama onlar da "Saddam sizin eseriniz, şimdi size karşı minnettar olmamızı mı istiyorsunuz? Şimdi gelip burayı işgal ediyorsunuz. Teşekkürler, çok teşekkürler" diyorlar.

Eğer siz işgal kuvvetlerinin davrandığı şekilde hareket ederseniz, direnişi yaratırsınız. Ve direniş eğer bir kez yaratılırsa, bir daha yok olmaz. Şimdi dönüp de "Afedersiniz. Biz çok hata yaptık. Şimdi tekrar 10 Nisan'dan önceki gibi dost olabilir miyiz?" diyemezsiniz. Bunu yapamazsınız. Artık bunlar geride kaldı. Paul Bremer'in ilk icraatı "Irak ordusunun terhis edilmesi" oldu. Aman, ne kadar akıllıca. Silahlı 500 bin Iraklı işsiz kaldı. Tamam, "Biz size bir şekilde öderiz" dersiniz sonra. Hayır, bunu yapamazsınız. Bremer, çılgınca bir şiddetten korkarak Iraklı Şii gazetesi El Havza'yı yasakladı. Ne kadar saçma bir şey. Bu gazetenin o kadar az bir tirajı var ki. Çok çok az.

Yani popüler değil öyle mi?

Hayır hayır. Popüler değil. Irak'taki en iyi gazete. Bremer editöre bir mektup yazdı. Ben bu mektubu okudum. "26 Şubat'ta şöyle yazmışsınız, geçen Ağustos'ta hakkımda böyle demişsiniz" sanki eleştirilmekten üzüntü duyuyordu. Aslında bu gazete fasa fiso, ciddi bir gazete değil, gazeteyi kapatmak için 50 asker ve 50 polis gönderip bu direnişi durdurmak mı? Ne kadar saçma. Düpedüz delilik bu. Eğer demokrasi istiyorsanız, kusura bakmayın ama kötü gazetelere tahammül etmek zorundasınız.

Bir ülkeyi işgal ediyorlar ve bunu yapmak için bazı planları olması gerekmez mi?

Öyle mi dersiniz? Ne bileyim, örneğin sizin ülkeniz, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arap dünyasının çoğuna hakimdi ama önceden bir planı olduğunu sanmıyorum. Bu duruma uyum sağladınız, işgal etmek artık bir alışkanlık halini aldı. Osmanlı İmparatorluğu, bu yapının iskeleti oldu. Ve bence Amerikalılar bu insanları özgürleştirdiklerine gerçekten inanmak istiyordu. Dolayısıyla insanların onları seveceğini düşünüyordu. "Sevmeliler çünkü birileri onları özgürleştirdi" diye düşünüyorlardı. Ve buna yeterince inanırsanız bu sonunda gerçek olur. Ama gerçek dünyada böyle olmuyor işte. Amerikalılar Irak'a geldiler. Biz İngilizler de Irak'a yalanlarla, aldatmacalarla geldik. Var olmayan kitle imha silahlarını yok edecektik. Aslında hiçbir zaman 11 Eylül olaylarına müdahil olmamış bir Saddam Hüseyin'i ortadan kaldıracaktık. Yine hiçbir zaman var olmayan El-Kaide bağlantılarını ortadan kaldıracaktık. Tabii ki petrol almayacaktık. Tanrı aşkına biz o petrolü hiç ister miyiz? Ama ne hikmetse Amerikalılar ilk başta doğrudan petrol yataklarının olduğu bölgelere gitti. Bütün tarihi arşivlerin bulunduğu milli kütüphaneye gitmediler ama petrol yataklarının olduğu yere gittiler. Şimdi burada bana Iraklıların yönelttiği bir soru var: Eğer Irak'ın birincil ihraç maddesi petrol değil de havuç, karnıbahar veya başka bir şey olsaydı, yine Irak işgal edilir miydi? Tabii ki hayır.

Egemenliğin Irak'a devredilmesiyle ilgili tarih?

Tarih, tarih, tarih, tarih, tarih. Hayır devretme değil.

Öyle söylüyorlar, planlıyoruz diyorlar?

Hayır, hayır. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri'nin atadığı bir geçici hükümet konseyi var. Irak'ı yönetecek yeni bir kurum olacak ve bunun bütün üyeleri yine Amerika tarafından atanacak. Dolayısıyla Amerika'nın atadığı bir dizi Iraklı, yönetimi yine Amerika'nın atadığı başka bir dizi Iraklıya devredecek. Amerikalılar boşuna polis ve yeni Irak ordusunun işleri devralacağını umuyor. Iraklılar ölü ve yaralıları toplayacak.

Amerikalılar Irak'tan çekilmiyor, tersine burada kalıyorlar. Amerika'nın askeri tarihinde gerçekleşen bu en büyük askeri devir, terk etmekle ilgili değil. Bu askeri devir, yeni bir 110 bin kişilik Amerikan ordusuna yetki verilmesine dayanıyor. Eğer Paul Beremer'in Bağdat'ta ortaya koyduğu ve gelecek yeni hükümetin dahi değiştiremeyeceği kanunları okursanız, Irak polisi ve ordusunun tamamen Amerikan komutanlarının emri altında olduğunu görürsünüz. Siz bir Iraklının, 30 Haziran'da egemenliği devraldıklarına inandığını mı düşünüyorsunuz? Tabii ki hayır.

Seçimler yapıldığında güvenliğin daha iyi olacağını söylüyorlar. Güvenlik çok daha kötüye gidiyor. Daha başka olaylar olana kadar hiçbir zaman güvenlik daha iyi olmayacak. Dolayısıyla daha uzun sürecek bir savaş ve işgal için gerekli ortam hazırlanıyor.

Peki Şiiler ve Sünniler arasındaki işbirliği için ne diyorsunuz?

Bir saniye. Şiiler ve Sünniler arasında bir yanlış anlaşılma var. Şu anda Amerikalılar ve Amerikan basını sürekli olarak iç savaş uyarısında bulunuyor. Sünniler Şii bölgelerinde bomba koyuyor olabilir. Irak'ta hiçbir zaman bir iç savaş olmadı. Hiçbir Iraklı bana iç savaştan falan bahsetmedi. Ne zaman ben bu konuyu gündeme getirsem, onlar bunun Amerika'nın ortaya koyduğu bir plan olduğunu söylediler. Ben bunun Amerikalılarca ortaya konan bir plan olduğunu düşünmüyorum ama Amerikalılar ve biz İngilizler, Iraklıları korkutup istediklerimizi yaptırmak için iç savaş korkusundan faydalanıyoruz. "Amerikalıların buradan gitmesini istemezsiniz değil mi? Bakın, Amerikalılar bölgeyi terk ederse ne olur? Evet iç savaş". İşte burada feci, korkunç, karanlık bir kaderi elimizde tutuyoruz ve bizim varlığımızı kabul etmek zorundalar. Zaten bu çok klasik bir İngiliz hilesidir. Hindistan, Filistin, Kıbrıs, ve Kuzey İrlanda'da bunlar çok başarılı bir şekilde uygulandı. Sorun şu: Irak toplumuna baktığınızda, burada bir aşiret toplumu olduğunu göreceksiniz. Şii, Sünni, Kürt ve Hıristiyan bir toplum olmasının yanı sıra burada aşiretlerin karışık olarak bulunduğunu göreceksiniz. Irak'taki her aşirette hem Sünniler hem de Şiiler vardır. Yine geçen gün Sünni bir doktorun evine gitmiştim. Bu doktor, neredeyse kesin bir şekilde, 10 Şii milis tarafından öldürülmüştü. Yolun sonunda bir cami havaya uçurulmuştu. Sonra öldürülen doktorun kardeşine şöyle dedim: "Peki bu ne demek oluyor? Bu iç savaş değil mi?" Bana şöyle cevap verdi:"Ben bir Sünniyim. Karım ise Şii. Bütün aşiretler karışık. "

Şiiler Sünnilere karşı savaşmaz çünkü Sünni aslında başka bir Şii. Bakın Fransa Lübnan'a gidip devlet başkanının Hristiyan, başbakanın Sünni, parlamento sözcüsünün Şii olması gereken bir ülke yarattı. Biz aynı şeyi Kıbrıs'ta gerçekleştirdik. Devlet başkanının Yunan Ortodoks, yardımcısının Müslüman bir Türk olması gerekiyordu. Kuzey İrlanda'daki durum da bunun aynısıydı. Başbakanın her zaman Protestan, başbakan yardımcısının da Katolik olması şarttı. Siz temellerine ve dinsel temellere dayalı bir hükümet kurarsanız, demokrasiye ulaşamazsınız. Saddam'ın yaptığı şey buydu. Bugün Irak'taki partilerin hemen hepsi, yeni gelişen bu demokrasi etnik veya dini temellere dayanıyor. Modern bir devletin oluşumu böyle olmamalıdır. Örneğin Lübnan'a bakalım. Dünyadaki en zeki teknik eleman veya teknokrat olabilirsiniz ancak Hıristiyan olmadığınız takdirde devlet başkanı olamazsınız. Gördüğünüz gibi kolonyal geçmişin bütün yanlışlarını yeniden üretiyoruz ve yeniymiş gibi gösterip bugüne uyduruyoruz.

Peki Vietnamlılaştırma tartışmaları hakkında ne diyeceksiniz? Bunun göstergeleri var ama gerçek değil?

Irak Vietnam değil. Burada gerilla savaşı, mevcut koşullara bağlıdır. Bosna gibi dağların, Vietnam gibi ormanların ve nehirlerin yoğun olduğu bölgelerde gerilla savaşına girişebilirsiniz. Ancak geniş çöllerin bulunduğu bir yerde yürütülecek savaş, o ülkenin vatandaşlarının önünde olmalıdır. Çünkü çölde saklanamazsınız. Özellikle Amerikalılar gibi gece görüşü gözlükleriniz varsa. Dolayısıyla burada yeni bir gerilla savaşına tanık oluyoruz. Ben bunun gerçekleşmesine değil de hızına çok şaşırıyorum aslında. Gerçekten çok hızlı gelişiyor. Geçen yıl 7 Nisan'da direniş savaşının başlamasının yakın olduğunu belirttiğimde meslektaşlarım benimle dalga geçmişti. Ama gerçekten çok daha hızlı gelişti. Toplu mezarlar gerçek, bunlar var. Bütün işkenceler, infazlar doğru. Ancak Iraklılar Amerikalılara karşı pes etmek zorunda olmadıklarını anladılar. Paul Bremer ve işgalcilerden diğer insanlar, Saddam'ı bir kez yakalarlarsa direnişin biteceğini düşünüyordu. Sorun şu: Bir başkanlık sarayında yaşıyorlar. Sıradan Iraklıları görmüyorlar. Buradan ayrılmak durumunda olduklarında da helikopterleri kullanıyorlar. Konuştuğum her ıraklı, direnişe katılmak istediğini ancak katılmayacağını söylüyor. Çünkü "Amerika'yı kovarsak Saddam geri gelecek" diyorlar. Ancak şimdi Saddam tutsak alındı ve geri gelemez. O yüzden Iraklılar direnişe rahat bir şekilde katılabiliyor. Anladınız mı? Saddam'ın işi bitti. Artık geri gelemez. O yüzden Saddam'ı artık düşünmek durumunda değiller. O yüzden "mukavemete" katılıyorlar. Türkçe'de de böyle bir sözcük var.

Evet, mukavemet.

Dolayısıyla Saddam'ın yakalanması, direnişe ivme kazandırdı. Gerçekten şiddette giderek bir artış görüldü.

Irak'a baktığımızda yeni bir milliyetçilik, yeni bir ulus doğduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa bunun için henüz erken mi?

Çok erken. Siyasi liderleri yok. Muktada Es-Sadr bunlardan birisi olabilir. Amerikalılar onu yakalama emri çıkardıklarında, Es Sadr da "Tamam, güzel. Zaten her direniş lideri de böyle bir şeyle suçlanır" diye düşünmüş olmalı.

Peki Es-Sadr bu direnişi yönetebilir mi?

Amerika'nın ne yapacağına bağlı. Felluce'de yüzlerce insanı öldürdüler. Hepsi olmasa da bazıları sivildi bunların. Her aile öç almak isteyecektir. Bu bir aşiret toplumu. Felluce sorunu 82. Amerikan Hava Birimi ateş açıp da sokaktaki 40 göstericiyi öldürünce başladı.

Onlar "Bize ateş açıldı" diye iddia ettiler ancak biz orada mermilere dair bir delil bulamadık. Bu olaydan sonra 40 aile intikam almak istedi. Yavaş yavaş bu aşiretlerin intikam hissi bir direnişe dönüştü ve Felluce, Irak'ın direniş başkenti oldu. Irak'ta, direnişin ilk merkezi olduğu için Felluce'nin yeni başkent olması gerektiğini söyleyen insanlar var. Dolayısıyla tarihte oluşturulan yeni efsaneler var. Amerikalılar bunu ufak bir terörist grubunun başlattığı bir mesele olarak gördüğü sürece sorun yok diye düşüneceklerdir. Ancak General Kimmit, artık "direniş" ve "direnişçiler" sözcüklerini kullanıyor. Ama Bush'a bakacak olursanız hala meseleyi kavramış değil. Iraklılar meseleyi kavramış durumda ve haliyle, ülkelerinde kimin başkan olacağına Amerikalılar değil bizzat Iraklılar karar verecek.

Vietnamlılaştırma derken, konuya Amerikalıların bakış açısından yaklaşmaya çalışıyordum.

Amerikalılar 1 Nisan'dan beri 70 asker kaybetti. 80 tane de yabancı paralı asker öldü. 80 tane. Felluce'de en az 600 Iraklı öldü. Diğer şehirleri de sayarsanız sayı artıyor. Şimdilik yaralıları alabilirler, çünkü çok güçlü ve büyük bir ordu söz konusu. Bağdat'ın güneyinde aylar önce otoyolda giderken, o zaman bir haber hazırlıyordum, yer birden sarsılmaya başladı. Muazzam bir askeri konvoy Bağdat'a ilerliyordu. İçinde M1 A1 tanklar, piyade araçları. Binlerce. Aradan yarım saat sonra, bunlar hala geçmeye devam ediyordu. Ve fark ettim ki 2000 yıl önce orada bunlar söz konusu değildi. Ve şunu düşündüm: Bir süper gücün, askeri gücünü ortaya koymaya dair içinde karşı konulmaz bir ihtiyaç vardır. İşte benim o an izlediğim şey de buydu. Amerikalılar oraya birilerini özgürleştirmeye veya kitle imha silahı bulmaya falan gelmiyordu. Güçlerini ortaya koymaya, güçlerini göstermeye geliyordu. Iraklılar bunu böyle mi görüyordu? Bence onlar "Bu insanlar benim yaşadığım yerden atılmalı" diye düşünüyordu.

Peki Irak'ta ne olacak? Yani işgal güçleri ülkeyi terk eder mi veya başka bir formül söz konusu olur mu?

En iyi çözüm Birleşmiş Milletler yönetimi olurdu, ancak Birleşmiş Milletler bile bombalandı. Cezayir-Fransa Savaşı'ndan sonra Fransızlar hep bir "aracı" arayışında oldu. Ne yazık ki Fransa bunların çoğunu öldürmüştü. Amerikalılarınsa hiç aracısı yok. Geçici Hükümet Konseyi saklanıyor ya da istifa ediyor. Birleşmiş Milletler saldırıya uğradı ve ülkeden ayrıldı. Kızılhaç da gitti.

Ve burada, siyasi anlamdaki korkunç güzellik de şu ki, Amerika da gitmeli ve gidecek de. Çünkü siyasi olarak Bush yönetiminin sonu geldi. Tabii cumhuriyetçilerin de. Şu an tanık olduğumuz şiddetli çatışma da zaten bu. Tabii ki Amerikalı askerler orada bulunmak istemiyor. Oradan ayrılacaklar. İşgal güçleri için durum hep böyle olmuştur. Fransızlar Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Adana'dan ayrılmak zorunda kalmıştır, çünkü siz onları kovdunuz. Atatürk yönetiminde dağlık bölgelerdeki savaşlarda bunu yaptınız. Amerikalılar için de geçerli bu, ama Amerikalılar şimdi bunu yapamıyor, çünkü eğer projelerinin başarısızlığı görülürse ne olacak?