İdam Tartışması: Hangi Hukuk, Kimin Adaleti?

Adem Bayrak

Türkiye AB ilişkilerinde kritik noktalardan biri de idam meselesi. Türkiye AB'den bu yılın sonunda yapılması gereken zirvede kendisine diğer aday ülkelerle birlikte tam üyelik müzakereleri için somut bir tarih verilmesini talep etmekte. AB ise Kopenhang kriterlerinin tam olarak yerine getirilmemesi gerekçesiyle bu talebe olumsuz baktığını ifade etmekte. Kopenhang kriterleri aday ülkelere bir dizi yükümlülükler ve siyasi hukuki düzlemde bir takım reformları şart koşmakta. Bunlardan biri de idamın yasal mevzuattan tümüyle kaldırılması. Türkiye ise konuyu özellikle Abdullah Öcalan'ın idamı meselesine indirgemiş olduğundan bu konuda istenilen düzenlemeyi yapmakta zorlanıyor. Özellikle kamuoyunda son yıllarda ciddi biçimde kabartılan milliyetçi tepki dalgası iktidarın ve tüm partilerin gözünü korkutuyor. Ayrıca koalisyon ortağı MHP'nin de son derece kötü bir hükümet performansı sonucunda yakında yapılabilecek bir seçimde tutunabileceği tek dal muhtemelen idam gibi görünüyor. Bu yüzden de idam konusu hükümetin adımlarını, dolayısıyla da AB sürecini kilitliyor.

Türkiye gündeminde son aylarda bir hayli yer tutan ve hükümet içinde bir çatlağa yol açarak koalisyon partileri arasında yeni bir kriz doğurma potansiyeli taşıyan idam konusu islami çevrelerde de tartışılmakta. Konuyla ilgili olarak 6 Haziran tarihinde Vakit gazetesinde Ali İhsan Karahasanoğlu'nun yazdığı bir yazıda idamın yasal mevzuattan çıkartılmasını savunan AK Parti ve SP'nin tutumu sert bir biçimde eleştiriliyordu. Karahasanoğlu'nun yaklaşımını Rıdvan Kaya açık bir mektupla kınadı. Haksöz'ün internet sayfasında yer verilen bu mektuba gelen lehte ve aleyhte eleştiriler konunun müslümanlar arasında hangi zeminde tartışıldığını ortaya koyan bir örnek oldu. Bu yazıda öncelikle A. İhsan Karahasanoğlu'nun yazısından ve bu yazıya Rıdvan Kaya'nın getirdiği eleştiriden, daha sonra da Haksöz sayfasında bu konuya dair yayınlanan yorumlardan alıntılar yapacağız.

Apo'yu kurtarmak AK Parti ile SP'ye mi kaldı?

Önceki gün Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan. Dün de AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan. Her ikisi de idam cezasına karşı olduklarını söyleyerek, kendi idam fermanlarını imzaladılar. Sayın Kutan, önceki gün konuşmuştu. "Yeni acılar, yeni gözyaşları ve yeni ölümleri önlemeniz gerekmiyor mu? İntikam duygularını kışkırtma üzerine siyasetini kuranlar, er geç milletin vicdanında mahkûm olacaklardır. Devlet intikam almaz" diyerek Sayın Kutan, ölüm cezasının kaldırılmasına yeşil ışık yakmış, genel başkan yardımcısı Mehmet Bekaroğlu da açık açık "idam cezasının kaldırılması gerektiği"ni söylemişti.

Dün de AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan konuştu.. "Sadece 'AB istedi' diye değil, medeni dünyadaki gidişi de göz önüne alarak, hiçbir somut olaya endekslemeksizin, ilkesel olarak ölüm cezasının kaldırılmasından yanayız" diyen sayın Erdoğan, konuşmasının sonraki bölümünde daha da ileri gidip, "Hükümet'in diğer ortakları, bir ortağının düşüncesini ve tavrını mazeret göstererek bu konudaki sorumluluğundan kurtulamaz" diye meydan da okuyor.

Bu konuşmalardan sonra, sizin bu partilere ümidiniz nasıl devam edebilir?

Bütün sorunlarımız bitti. İş geldi, topu topu 60 tane idam hükümlüsünü ilgilendiren, aslında 60'ını da değil, sadece 35 bin insanın katili Apo'yu ilgilendiren bir kanun değişikliğine dayandı.

Hükümetin başka eleştirilecek icraatı kalmamış gibi, idam cezasının kaldırılması konusundaki kendi iç çekişmeleri gündeme getirilmeye başlandı. İdam konusundaki sayın Kutan ve sayın Erdoğan'ın bu açıklamaları üzerine, ben şimdiden ikisine de geçmiş olsun diyorum.

Havada bulut, seçimleri kazanmayı unut. Söylediklerim her iki lider için de.

Şu ülkede yaşadığımız bütün sorunları unutup tek derdimiz sanki idam cezası imiş gibi, kartel medyasının ve özellikle de derin devletin gündem şaşırtmasına alet olanlar, Apo'nun idam edilmemesi sonucunu doğuracak olan bir değişikliğe yeşil ışık yakanlar, iktidar olmayı da unutsunlar.

Bu ülkede tek bir yasadışı olaya karışmamış küçücük çocukların eğitim hakları kısıtlanıyor, 13 yaşındaki çocuklar polisle karşı karşıya getiriliyorlar. Onların ümidi olan siyasetçiler, "gerilim olur" endişesiyle bu çocuklara sahip çıkamazlarken, "Bu sorunu uzlaşma ile çözeceğiz" diyerek gerçek sorunu kısık sesle dile getirirlerken, 35 bin kişinin katilinin idam edilmemesi için gerekli kanun değişikliğini gür sesle haykırıyorlar.

Toplumsal patlamanın eşiğine gelen bu ülkede, sürekli itidal tavsiye eden bir siyasi liderin partisini dahi kapatan, bu partinin sempatizanlarının kurdukları partiyi de "Kapattım gitti" diyerek kapısına kilit vuran, başbakanlık yapmış bir siyasi lideri 5 yıl siyasetten men eden akıl almaz kararları sorgulayamayan, bu kararların ortadan kaldırılması için gerekli hukuki girişimleri yapamayanlar, kartelin peşine takılmış, "Apo'nun idam edilmemesini sağlayacak kanun değişikliği" için gündem oluşturmaya çalışıyorlar.

Ali İhsan Karahasanoğlu
6 Haziran 2002 Vakit

AÇIK MEKTUP

Sayın Ali İhsan Karahasanoğlu,

Yazınızda aslında gerek Recai Kutan'ın gerekse de R. Tayyip Erdoğan'ın idama niçin karşı çıktıklarını bizzat kendi ifadeleriyle siz de alıntılamışsınız.

Peki ama sonuç itibariyle siz ne diyorsunuz? İnsanlar ölmeye ve öldürmeye devam mı etsinler? MHP ve statüko güçleri idam üzerinden sergiledikleri ayak oyunlarıyla AB sürecini imha etme hedefine ulaşsınlar ve dolayısıyla da baskıcı diktatörlüğün daha da pekiştirilmesine zemin mi hazırlansın? Hayır diyorsanız, bu "şahin" tutumunuzun mantığını kavramak daha da zorlaşmaktadır.

Ayrıca Türkiye toplumunun "idamcı" bir zihniyeti savunduğuna dair çıkarımınızın adeta tartışılmaz bir doğru gibi sunulmasını yanlış bulduğumu da belirtirim. Kaldı ki dediğiniz doğru bile olsa konuya ilkesel bir perspektiften bakma sorumluluğumuz yok mu? Siz bizzat hukukçu kimliğe sahip ve Türkiye'deki çarpık hukuk sistemini yıllardır başarıyla teşhir eden bir yazarsınız. Bu ülkede verilen kararların temelinde hak ve adalet ilkesinin değil, güç ve resmi ideoloji unsurunun belirleyici rol oynadığını gayet iyi biliyorsunuz. Adaletin hakim olmadığı bir sistemde tüm kararlar zulüm içerir; idam cezaları ise açıkça cinayettir.

"Topu topu altmış kişi" ifadesini ise tek kelimeyle izah edilmez bulduğumu vurgulamak isterim. Tek bir insan bile değerlidir ve vazgeçilmezdir. Sorunun tek başına Abdullah Öcalan'a endekslenmesinin doğru olmadığını siz de bilmektesiniz. Siyasi görüşleri ve eylemleri dolayısıyla yüzlerce insan bu ülkede işkenceli sorgulamalar ve brifing tezgahından geçmiş mahkemeler eliyle idam cezasına çarptırılmış ve halen binlerce insan da idam istemiyle yargılanmaktadır. Kararların veriliş sürecine açık bir örnek olarak en azından yakından takip ettiğinizi sandığım Sivas davasında verilen idam cezalarını göz önünde bulundurmanızın gerektiğini hatırlatırım.

Abdullah Öcalan'ın idamı konusuna gelince, bu konuda da devletçi bakışaçısına ya da devletin acılarını kullandığı çaresiz ailelerin intikamcı hislerine konuyu hapsetmek yanlıştır. Herşeyden evvel bu karar eksiktir! Kirli savaşın bütün taraflarının ve adil bir biçimde yargılanmaları sağlandı mı ki, Abdullah Öcalan idamı konusunda bu kadar ateşli tutumlar içine giriliyor?

Müslümanlar olarak gündelik politik hesaplarla değil, ilkesel tutumlarla hareket etmemizin öneminin yaşadığımız bunca acı tecrübeden sonra artık anlaşılması gerektiğini; baskıcı anlayış ve uygulamaları körükleyecek her türlü eyleme öncelikle bizim karşı çıkmamızın hem savunduğumuz kimlik ve değerler, hem de şiddetle ihtiyaç duyduğumuz özgürlük alanının genişlemesi açısından şart olduğunu hatırlatmayı gerekli buluyor, selamlarımı sunuyorum.

Rıdvan Kaya
7 Haziran 2002

Zalimler adaletle hüküm veremezler. Ayrıca statükocu çevrelerin ekmeğine yağ sürülür. Buraya kadar tamam. Fakat binlerce insanın acısı ne olacak, bu acılar diğer konulardan önemsiz değildir. Tam tersine herşey bu acılar için feda edilebilir, aksi halde en büyük ADALETSIZLIK olur. Müslümanlar dahil gelecekte milyonlarca insanın önü açılsın diye, rahatlasın diye veya bazı müslümanlar idamdan kurtulsun diye başkasının katili affedilmez. Buna hakkımız yoktur. Ayrıca Rabbim nasip eder de devlet olduğumuzda idamı nasıl savunacağız?

Muhittin Kılıç

Hem İslam iddia etmek hem de prensip olarak idama muhalefet etmek, bunların ikisi de bir kalpte birarada olamazlar. Çünkü İslam'da idam, özge bir ifade ile katl-i nefs etmek vardır. Bir misal gerekir ise kısasen bir nefs katl olunur; el-Maide 33'ü okuyunuz, Allah'a ve rasulüne muharip olanlar ve arzda fesada çalışanlar katl olunur, yahut asılır, yahut elleri ayakları çaprazlama kesilir, yahut sürgün edilirler; mürtedler de keza katl olunur.

Prensip olarak idama karşı olan bunlara da karşı olmuş olur. Bunlara karşı olan da İslam'a karşı olmuş olur. Çünkü İslam Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmak iledir. Pazarlık ile değil...

Celaleddin Alioğlu

Bu acıları ve cinayetleri işleyen en başta sistemin kendisiyken siz kimden hesap sorup da adaleti sağlayacaksınız? Köyleri yakan, insanları açlığa mahkum edenlerden mi? İnsanlara dışkı yedirenlerden mi? Kendisine muhalif insanlara sorgularda işkence uygulayan, gözaltında öldürüp yok edenlerden mi? Ceza evindeki mahkumlara ve ailelerine yardım etiği için sivil polisler tarafından kaçırılıp tarım ilacı içirilerek boş bir tarlaya atılan kardeşimiz Ercüment Öztürk'e bunu yapanlardan mı? Vs..

Eğer adalet yerini bulacaksa, adaletten bahsedeceksek, illa bir idam olacaksa, önce bu zulüm sistemi "idam" edilmelidir. Eğer yüreği acılı aileler, başörtüsü taktığı için işten ve okullardan atılarak sokak ortasında coplananlar, Nureddin Şirin gibi haksız bir şekilde mahkum edilenler,  F tipi ceza evlerinde çürümeye terkedilenler, çocuğuna süt emziremediği için çocuğu ölen anneler, ailesine ekmek götüremediği için kendini yakan, intihar eden insanlar, çöpten ekmek toplayanlar kısacası aç bırakılmış, cinayetlere kurban edilmişler, zayıf bırakılmış tüm kadın, çocuk ve ihtiyarlar yani hepimiz, acıları dindirmek, açlıkları, adaletsizlikleri, cinayetleri ortadan kaldırmak istiyorsak öncelikle bu sistemden hesap sormalıyız.

Bütün sorunların temel kaynağı sistemdir. Bu ülkede farklı bir dine, etnik kimliğe veya sisteme aykırı bir düşünceye sahipseniz otomatik olarak düşmansınız ve siz Terörist'siniz!

Selçuk Hakkatapan

Bu konu ile ilgili yapılan tartışmalarda maalesef sağ anlayışın dışına çoğu zaman çıkılamıyor. Bizler idamdan yana ya da idama karşı olmak zorunda değiliz. Bizler zulüm nereden gelirse gelsin ona karşı olmalıyız. Düşüncelerimizi oluştururken de sistemden beslenerek değil sadece KUR'AN dan ilham alarak oluşturmalıyız.

Sanki sistem adil ve Kur'ani bir karar vermişte bunu biz savunuyoruz. Unutmalıyız ki bu sistemin kılıcının iki tarafı da keskin ve keserken de hiç ayırt etmiyor. Hep otuz bin kişinin katilinin Apo olduğundan dem vuruluyor. Sanki sistem sütten çıkmış ak kaşık. Eğer adil bir yargılama olacaksa önce sistemin kendisini yargılaması lazım.

Cengiz

Bu ülkede ne yazık ki kendilerini müslüman olarak tanımlayan çoğu kişide sağ sapma hep olagelmiştir. Örneğin bayrak, Yunanistan, Kıbrıs, Kürt sorunu ve Apo'nun idamı vb. meseleler de en sağcıdan daha sağcı olabiliyorlar..."Apo 30.000 insanın ölümünden sorumludur ve asılmalıdır" diyenler en azından bu 30.000 rakamının büyük çoğunluğunu devletin öldürdüğü PKK militanlarının teşkil ettiğini bilmiyorlar mı? Dün F tipi konusunda, YÖK konusunda neme lazımcılık yapanların bu gün F tipi ile YÖK dayatmaları ile karşılaştıklarında tepki göstermeleri komik oluyor... Müslümanlar devletsizliktense zalim de olsa bir devlet olsun zihniyetini terketmelidirler artık. İdam konusu gündeme geldiğinde hemen "İslam devletinde idam olmayacak mı?" sorusunu öne çıkartanların burasının İslam devleti olmadığını ve bu sistemin vermiş olduğu kararların adalete değil kendi sisteminin ve karanlığının sürmesi için verilen kararlar olduğunu görmeleri gerekir...

Ahmed Yasin

Maalesef "aynı mahalle"de oturduğumuz bazı kardeşlerimiz hala sağ gelenekten kaynaklanan bazı yanlış anlayışlardan sıyrılamıyorlar. Bu yüzdende bu gibi durumlarda rahatlıkla hakim güçten yana tavır alabiliyorlar. Sadece idam konusunda değil kendilerine dokunmayan her konuda rahatlıkla bu "sığ" tavrı takına biliyorlar...

Murat Ayar

Problem, mücerred olarak "idam" cezasının gerekip gerekmediğinden ziyade, bunun "NE HAKLA?" ve "HANGİ HUKUKLA?" gerçekleştirildiğidir. Bu zaviyeden bakıldığında, bir veya birden fazla kulun sırf kendi çıkar ve düzenlerine ters düştüğü için kendi nefslerince aldıkları kararlar yahut koydukları kanunlardan hareketle bir başka "insan"ı öldürmeleri, "idam" etmeleri, tek kelimeyle "haksız" bir "cinayet"tir. Bu ister Abdullah Öcalan, ister Salih Mirzabeyoğlu, isterse bir başkası olsun, hiç farketmez. Kısacası, ferdler üstü, kullar üstü, nefsler üstü "İlâhî" bir dinin hükmünce olmadıktan sonra, kulların çarpık düzen ve düzenlemelerine dayanarak sevdiğimiz yahut sevmediğimiz birilerinin idamına çanak açmak, tek kelimeyle "cinayet"e ortak olmaktır. 1920'lerden bugüne sırf fötr şapka giymediler veya Kur'an öğrenip öğrettiler diye binlerce müslümanın kanına girmiş barbar bir düzenin "idam"ına şu veya bu gerekçeyle alkış tutmak, yarın aynı ilmeğin boynuna geçirilmesine çanak açıp meşruiyet kazandırmakla birdir. Bizim bazı izansız ve insafsız dostların yaptıkları varken, doğrusu düşmana ne ihtiyacımız var diyeceğimiz geliyor! Ne kadar teşneyiz bu düzenin kanun ve kurallarını "korucu"luğa!!! Ki adamlar, kendi kanun ve kurallarının, lafta ve yazıda iddia ettikleri "demokrasi"lerinin her gün ve her vesileyle ırzına geçerken, "bizden" birilerinin bunca "idam" ve "kanun" heyecanı hakikaten acı acı düşündürücü!..

Hayreddin Soykan