Hz. Süleyman Kıssanın Kur’an Perspektifinde Mufassallaştırılması

Cengiz Duman

Yazımızın bir evvelki bölümde, İslam tefsir ve siyer kitaplarında yer alan Hz. Süleyman’ın ölümü kıssasının mufassallaştırılmasına ve kıssa öğelerine dair rivayet ve yorumları aktardık. Şimdi bu rivayet ve yorumları tek tek Kur’an perspektifinden değerlendirelim.

1) Değneğin Hammaddesi Üzerine Rivayet ve Yorumlar

Tefsir ve siyer kitaplarında anlatılan Hz. Süleyman’ın ölümü esnasında kendisine dayanak yaptığı değneğin hammaddesi hakkındaki onun harnub/keçiboynuzu ağacından yapılmış bir değnek olduğuna dair rivayet ve yorumlar, mesnedi olmayan ve tamamıyla mitolojik nitelikli anlatımlardır.

Efsanevi nitelememize örnek olarak önce meşhur siyer âlimi İbnü’l Esir’in kitabında yer alan bir rivayeti verelim: “Nihayet Hz. Süleyman'ın ecelinin yaklaştığı sıralarda o, namaz kıldığı her gün, önünde bir ağacın bittiğini görür, ona: ‘Adın nedir?’ diye sorar, o da: ‘Adım şudur.’ diye cevap verirdi. Sonra ona: ‘Ne işe yararsın?’ diye sorardı. Eğer ağaç dikilmek için ise dikilir, bir deva (ilâç) için ise yazılıp bir yere kaydedilirdi. Yine bir gün namaz kılarken önünde bir ağacın bittiğini gördü ve ona: ‘Adın nedir?’ diye sordu. O da: ‘Adım harnûbe (keçiboynuzu)’ diye cevap verdi. Ona: ‘Ne işe yarasın?’ diye sorduğunda, o: ‘Şu evi, yani Beytü'1-Makdis'i yıkmaya yararım.’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Süleyman: ‘Ben hayatta iken Allah bu evi yıkacak değildir. Demek benim ölümüm ve Beytü'l-Makdis'in yıkılması senin elinden olacak.’ dedi ve ağacı kökünden söküp çıkardı. Bundan sonra: ‘Ey Allah'ım! Cinler benim ölümümü bilmesinler, ta ki insanlar da cinlerin gaybı bilmediklerini öğrenmiş olsunlar.’ diyerek dua etti.”1

Meşhur müfessirlerimizden Kurtubi, tefsirinde, bu rivayetin benzerine; biraz daha detaylı ve mitolojik olarak yer vermektedir: “Haberde nakledildiğine göre ölüm meleği, Süleyman (a)'ın arkadaşı idi. Ona ölümüne dair alamet sormuş, melek şöyle demişti: ‘Senin secde ettiğin yerden keçiboynuzu diye bilinen bir bitki çıkacak.’ Süleyman (a) her sabah Beytü'l-Makdis'te bir bitkinin bittiğini görüyor ve ona: ‘Adın ne?’ diye soruyordu. Bu yeni biten bitki ya da ağaç: ‘Adım şu şu’ diyordu. Bu sefer ona: ‘Sen ne işe yararsın?’ diye soruyor, o da ‘Şuna şuna yararım.’ diyordu…”2

Her iki ve benzeri diğer bütün rivayetlerde anlatılanlar tümüyle gaybi olaylardır. Bir ayetlik, mücmel bir kıssanın mufassal/detaylı hale getirilmesinde bu denli Kur’an’ın gayb,3 ecel,4 melek gibi temel kavramlarına aykırı; melek ile peygamberi arkadaş ve sırdaş, harnub ağacını ise konuşan bir uyarıcı ilan eden bu rivayetlerin kıssayı, Kur’an perspektifine aykırı bir şekilde efsanevi hale getirdiği aşikârdır.

2) Değneğin Kullanım Şekli Üzerine Rivayet ve Yorumlar

Hz. Süleyman’ın değneğinin kullanış şekli hakkındaki rivayet ve yorumlar tam manasıyla muhayyel ve de gaybi aktarımlardır. Kur’an kıssasında, Süleyman’ın değneğe dayalı ölümü bildirilmektedir ancak bunun fiziksel vasfı hakkında hiçbir bilgi verilmemektedir.

Oysa müfessirler, tamamen indî bir yaklaşımla, Hz. Süleyman’ın ibadet halinde iken veya mabedin inşası esnasında cinlere nezaret ederken ayakta/kıyamda değneğine dayandığı sırada öldüğü rivayet ve yorumlarında bulunmaktadırlar.

Her iki halde de değneğe dayalı ayakta ölüm tabii olarak mümkün değildir. Böyle bir ölüm olsa olsa “mucize” olur. Bu konuda da hiçbir müfessirin, Hz. Süleyman’ın bu şekilde ölümünün bir “mucize” olduğu yorumlarına rastlamamaktayız. Kaldı ki, Hz. Süleyman’ın değneğine nasıl dayandığı da (ayakta mı, rükûda veya başka bir şekilde mi) tüm muhataplar açısından gaybi bir husus değil midir?

Hz. Süleyman’ın rükû ve secde etmeden bir seneye varan süre namazda kıyamda durduğunu kim görmüştür? Buna binaen dayanmak için yanında değnek taşıdığını kim bilmektedir? Bütün bunlar gaybi konulardır ve ileri sürülenlerin tümü indî mütalaalardır.

3) Değneğin Kullanıldığı Mevki Üzerine Rivayet ve Yorumlar

Tefsir ve siyer kitaplarındaki, Süleyman (a)’ın ölüm kıssası olaylarının geçtiği mevki hakkındaki rivayet ve yorumlar, birbirine zıt olduğu kadar tarihsel gerçeklere de muhaliftir.

Hz. Süleyman’ın ibadet ederken öldüğünü ileri sürenlerin bir kısmı, onun mihrapta iken, bir kısmı ise toplumundan ayrı bir yere çekilerek uzlet halinde iken öldüğü iddiasındadırlar. Bir peygamber ve kral/hükümdar olan Hz. Süleyman, her şeyi bırakıp uzlete çekilerek nasıl günlerce, hatta bir yıl boyunca ibadet eder? Bunun, İslam peygamberlik ve ibadet anlayışı ile uyuşmadığı aşikârdır. Resuller için uzlette ibadet zamanı, ancak gece ile kısıtlı bir zaman olan “teheccüd” vakti ile kaim olabilir. İndî yorum ve buna istinaden yapılan uydurma rivayetlere dayalı toplumdan uzlet etmek yani toplumundan uzaklaşma ve böylece ibadet anlatımları tamamen, Hz. Süleyman’ın ölümünün niteliğinin tam olarak bilinmemesine (gaybiliğine) daha doğrusu tefsirlerde iddia edilen geç öğrenilmesine (bir sene sonra) “kılıf” olarak ileri sürülen gaybı taşlama, dolayısıyla indî nitelikli mütalaalardır. Buna göre cinlerin, Süleyman’ın ölümünü yani gaybı bilememesinin onun uzun bir süre önce öldüğü rivayetinin uydurulmasına ve Hz. Süleyman’ın toplumdan ayrılarak uzlet halinde ibadet ettiği indî mütalaasına sebep olduğu kanaatindeyiz. Uydurulan bütün iddialar, gaybi olduğu kadar onun resul ve yönetici kimliğinin tabiliğine aykırıdır.

Toplumuna her an uyarıcılık ve bunun yanı sıra hüküm verme, yönetme gibi fonksiyonları ifa etmesi gereken resul bir hükümdarın uzlete çekilmesi, hele de bir sene süreyle, asla düşünülemez. Hz. Süleyman’ın yöneticiliği ve hüküm vermesi hakkında Kur’an şunları beyan eder: “Ve Davud ile Süleyman... Hani, halkın davarının yayıldığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı da biz hükümlerine tanıklar olmuştuk. Onu Süleyman'a derhal kavrattık. Her birine hükümdarlık ve bilgi verdik.”5

Peygamber olan Hz. Musa’nın, İsrailoğullarından kırk gün süreyle ayrılmasının -geride Harun peygamberi bırakmasına rağmen- toplumunda fitneye yol açtığı akla getirilmelidir. Hz. Süleyman’ın bir yıl süreyle vazifelerini ikmal etmemesi hakkında sizler karar verin!

Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği mabette çalışan cinlere nezaret ettiği sırada öldüğü rivayeti ise tarihsel olarak yanlıştır. Hz. Süleyman, Kudüs’te inşa ettirdiği mabedi,6 ölümünden çok önce tamamladığı gibi cinlerin başında her an durma gibi bir fonksiyonu da olamaz. Bu, Kur’an’ın, Süleyman kıssasındaki cin anlatımlarının yanlış anlaşılmasından ileri gelen bir durumdur. Süleyman’a tabi cinlerin7 başında onları çalıştıran üst yöneticiler ve ast yönetici olan kâhyalar/ustalar/kalfalar olduğu Tevrat metinlerinde aktarılmaktadır.8 “Süleyman'ın yapılan işlerin başında duran ve çalışanları denetleyen beş yüz elli görevlisi vardı.”9

Hz. Süleyman’ın egemen olduğu geniş Arz-ı Mev’ud coğrafyasının her yerinde inşa, imar ve çeşitli sosyal ve askerî hizmetler mevcuttur ve bunları yerine getiren genelde esirler, köleler ve ülke dışından getirilen yabancıların oluşturduğu (cinler) karada ve denizde çalışan insan toplulukları vardır. “Süleyman (a)’ın İsrailoğullarının dışındaki Hittîler, Amorîler, Perizzîler, Hivîler, Yebusîler gibi kavimlerden angaryacı köleler edindiği, dışarıda hünerli işçiler getirtip çalıştırdığı (…) belirtilmektedir.”10

Dolayısıyla “Süleyman (a)’a hizmet eden cinler ve şeytanlar onun kendi hükümdarlığına hizmet etmeye zorladığı birtakım yabancılardır.”11 Tevrat, bu husustan şöyle bahseder: “Kral Süleyman angaryasına çalıştırmak üzere bütün İsrail'den otuz bin adam topladı. (…) Süleyman'ın yük taşıyan 70.000, dağlarda taş kesen 80.000 adamı vardı.”12

Hz. Süleyman’ın, ülkesinde yaşayan bu yabancılar (cinler) hakkında nüfus sayımı yaptırdığı da Tevrat’ta yer almaktadır. Kur’an-ı Kerim’de, Süleyman’ın emrindeki cinler ve şeytanlar olarak isimlendirilen genel bir ifade ile İsrailoğulları harici tüm yabancılar topluluğunun kemiyeti hakkında Tevrat şunları kaydeder: “Babası Davut'un yaptığı sayımdan sonra, Süleyman da İsrail'de yaşayan bütün yabancılar arasında bir sayım yaptı. Yabancıların sayısı 153.600 kişi olarak belirlendi.”13

Dolayısıyla Hz Süleyman’ın egemenliği altında çalışan büyük bir kitle olan yabancı toplulukları (cinler) sadece Süleyman’ın başında durduğu (mabedin yapımındaki miktar) kadarla kısıtlı tutarak üretilen; Süleyman Mabedindeki çalışanlara (cinlere) nezareti esnasındaki ölüm rivayet ve yorumları; eksik, yanlış ve katkılar/uydurma barındıran bir olgudur. Egemenliğinde çalışan cinlere nezaret eden birinin hemen yanlarındaki -uzun süreli- ölümü nasıl anlaşılamaz? Bu sorunun cevabı, uydursanız bile akla mantığa uygun bir cevap olamaz.

Bununla birlikte bir diğer ölüm mevkii olarak; cin/şeytanların ona billur bir köşk yaparak orada ölümünü sağladıkları rivayeti, hem gaybi nitelikli hem de efsane barındıran bir yorumdur. Hz. Süleyman’ın tarihsel olarak yaptırdığı iki yapı14 bulunmaktadır. Tevrat ve Kur’an’da yer alan bu yapılardan biri, Hz. Süleyman’ın Allah’a adadığı Süleyman Mabedi,15 diğeri ise kendi hükümdarlık sahasına ait “Lübnan Ormanı”16 adını verdiği sarayı/köşküdür.17 Onun haricinde ölüm anında cinler/şeytanların yaptığı billur bir köşkü yoktur. Bu tür iddialar anakroniktik bir iddia olmaktan öteye gidemezler.

4) Değneğine Dayalı Olarak Kaldığı Süre Üzerine Rivayet ve Yorumlar

Süleyman (a)’ın bir sene kadar değneğe dayalı kalması eğer mucize olarak kabul edilmezse tıbbi ve biyolojik açıdan mümkün görünmemektedir. Bir insanın ölüsünün; çürümeden, kokmadan bir sene hem de ayakta durması, hangi tıbbi ve biyolojik delille açıklanabilir?

Ayrıca, bir resul ve aynı zamanda kral/yönetici olan birisinin yönettiği insanlarla ki, bu olgu Kur’an’da belirtildiği gibi Tevrat’ta detaylı olarak beyan edilmektedir; “Ey mele/ileri gelenler!...”18 şeklinde bizatihi gerçekleştirdiği bu yönetimle alakalı şura veya istişareleri bir sene boyu yapmaması, “ileri gelenler”in de bunun sebebini sormamaları nasıl izah edilebilir?

Çok eşli19 olan Hz. Süleyman’ın hanımları ve çocuklarının bir sene boyunca ona, onun da onlara ihtiyaç duymamasına nasıl bir fıkhi ve sosyal izah getirilebilir?

Hz. Musa’nın kırk gün ayrıldığı toplumunda hemen fitne çıkmasına mukabil; kendisinin Harun gibi bir yardımcısı olmayan kral ve peygamber Hz. Süleyman, nasıl olur da toplumunu ve görevlerini bırakarak bir yıl boyu uzlete çekilip ibadete yönelebilir?

Son olarak Zuhayli’nin şu tespitine yer vermek istiyoruz: “Hz. Süleyman'ın asasına dayanarak beklediği müddet hakkında sahih bir haber varid olmamıştır. Biz de bunun takdirini Cenab-ı Hakk'a bırakıyoruz.”20

Geleneksel tefsir ve siyer anlayışı, kıssanın anlaşılmasındaki her türlü probleme; yine olumsuzluk arz eden İsrailiyat ve indî rivayetler yoluyla çözüm getirmeye çalışmıştır. Bu yüzden bir ayetlik kıssanın anlaşılması üzerine neredeyse sayfalarca İsrailiyat ve indî nitelikli “uyduruk/hurafe” olarak niteleyebileceğimiz efsanevi rivayetler yığını bindirilerek, kıssa ve mesajları adeta örtülmüştür.

Kıssanın öğeleri üzerindeki olmadık bir gaybi rivayet veya yorum, başka gaybi yorum ve rivayeti doğurarak; ortaya çıkan hurafeler; tefsir kitapları içerisinde kartopu yığını gibi birike birike sonunda tam bir efsane “çığ”ı haline gelmiştir.

5) Dabbetü’l Arz Üzerine Rivayet ve Yorumlar

Hz. Süleyman’ın ölümünün anlaşılmasına yaptığı katkı dolayısıyla hem İsrailoğullarının hem de cinlerin, genelde “ağaç kurdu” olarak isimlendirilen “dabbetü’l arz”a yönelik ilgisi hakkındaki aktarılan rivayetler oldukça şaşırtıcı ve düşündürücüdür: “Olayı müteakip şeytanlar, Hz. Süleyman'ın asasını yemiş olan ağaç kurduna, minnet duygularının bir ifadesi olmak üzere: ‘Eğer yersen sana en güzel yiyecekleri temin edelim; içersen en güzel içecekleri takdim edelim.’ dediler. O günden bugüne ona su ve toprak taşımaya devam ettiler. Ravi: ‘Ağaç gövdelerindeki toprağı görmüyor musun? O, şeytanların teşekkürlerine bir nişane olmak üzere ağaç kurduna götürdükleri şeylerdendir.’ demiştir.”21

Süleyman’ın ölümü ile karşılaşan İsrailoğulları açısından; onlara ‘altın çağ’ olarak muhteşem bir dönem yaşatan kralları ve peygamberlerinin ölümü mü önemlidir yoksa onun ne kadar süre değneğe dayalı ölü kaldığı mı?

Bu ilginç ve efsanevi rivayet, bir önce ileri sürülen Süleyman’ın değneğe dayalı ölümü ile alakalı iddia edilen bir senelik zaman zarfına dair rivayeti doğrulatmak açısından uydurulan/yakıştırılan bir rivayet olarak gözükmektedir. Esasında her iki rivayet de “gaybı taşlamadan” öte bir şey değildir.

6) Cinlerin Gaybı Bilememeleri Üzerine Rivayet ve Yorumlar

Tefsirlerdeki rivayet ve yorumlarda cinlerin, Hz. Süleyman’ın ölümünü bilememeleri; onların çalıştıkları süre içerisinde bulundukları yer ile Süleyman’ın öldüğü mevki arasındaki uzaklık ve onun yanına ulaşılamama gibi sebeplere dayalı olduğu ileri sürülmektedir. Bu yüzden uzlete çekilerek ibadet ettiği sırada gelen ölümden kimsenin haberdar olamadığı yorumları yapılmıştır.

Bu akla mantığa uygun olmayan yorumlara karşılık şunu sormak lazım: Görünmeyen varlıklar olan cinlerin; insanlar gibi görme uzuvları mı var ki, Kudüs şehrinin içerisindeki taş veya tahtadan yapılmış mabet veya saray duvarları içinde değneğe dayalı ölmüş olan Süleyman (a)’ı görmelerine engel olmaktadır?

Tefsirlerdeki rivayetlerde Hz. Süleyman’ın ölümü ile ilgili gayb; Kudüs şehri içerisindeki, cinlerin bulunduğu yer ile Hz. Süleyman’ın bulunduğu mevki arasındaki bir olayı kapsamaktadır. “Anlaşılan odur ki: İbadet odasına girip, tek başına kendisini Allah’a ibadete hasrettiği zaman, izni olmadan hiçbir kimse huzuruna giremezdi. Yine anlaşılan odur ki: Onun gaybubeti, durumu ortaya çıkıncaya kadar uzadı.”22 Tabbâra’nın, izah etmeye çalıştığı bu durum, beşer açısından bir gayb olarak algılansa bile insanlarca görülemeyen, dolayısıyla algılama kapasiteleri de insanlarca bilinmeyen cin varlıkları için de acaba durum aynı mıdır? Bunun cevabını hangi insan verebilecektir?

Râzî, bu konuda şöyle bir yorum yapmaktadır: “Cinler, insanoğlunun bilmediği şeyleri biliyordu. Binâenaleyh o, bu üstünlüğün gayb ilmi olduğunu sanmıştı. Oysaki durum böyle değildi. Doğrusu insana pek az ilim verilmişti. İnsan, görünen şeylerin pek çoğunu da bilmez. Cinler ise insana nispetle her ne kadar gizli ise de ancak aşikâr olan şeyleri bilebilir.”23 İmam Râzî’nin, insanlarca görülmeyen, tabii olarak da tam manasıyla da mahiyeti bilinemeyen cinlere ait gaybi nitelikli bu iddiasının sahih bir mesnedi var mıdır? Görünmez varlıklar olan cinlerin mahiyeti bilinmediği halde onların bilinmeyen hususlarını insanlarınkilerle kıyaslamak nasıl mümkündür? Râzî’nin, cinlerin gaybı bilmeleri hakkındaki yorumu da bu minvalde mantıksız ve faydasız bir gayret olarak değerlendirilebilir.

“Kur’an-ı Kerim’in bu ayeti üzerinde müfessirlerin birçok yorumları vardır. Bu yorumların birçoğu akıldan uzaktır. Bunların en mantığa yakın olanı, Abdulvehhab Neccâr’ın rivayet ettiği görüştür. Bu rivayete göre: Süleyman (a) öldü. Ölümü, insanlar tarafından bilindiği halde cinlere kapalı kaldı. Gömüldü, işi bitti ve oğlu hükümdarlığı üstlendi. Cinler, Tedmur gibi uzak yerlerde bulunuyorlar, işten usanmıyorlar, Süleyman (a)’ın cezalandırmasından korkarak çalışmaya devam ediyorlardı. Biraz zaman geçtikten sonra cinlerden biri onun öldüğünü anladı. Çünkü bastonun yere atılmış olduğunu gördü. Bastonu kaldırdı, bir de ne görsün, ağaç kurdu bastonu yemiş. Ağaç kurdunun bastonu yemesinden şu neticeye vardı: Süleyman (a), bu bastonu uzun zamandan beri bırakmıştır. Onu terk etmesi; ya ölümden veya başka bir hastalıktan olacaktır. Durumu araştırdı ve Süleyman (a)’ın öldüğünü anladı. Keyfiyeti cinlere haber verdi. Onlar da şunu kesinlikle anladılar: Şayet gaybı bilselerdi uzun zaman horlayıcı azap içerisinde beklemeyeceklerdi.”24

Diğer rivayetlere göre akla ve mantığa daha uygun hale uyarlanmış olan bu rivayette bile çok olumsuzluk arz eden bir durum vardır. Müellifin, Hz. Süleyman’ın ölümünü fark eden cin üzerinden yaptığı yorumlar tamamen gaybdır ve görülmeyen bir varlık üzerinden, sanki yanındaymış gibi yapılan nakiller ile yeni bir fikrî spekülasyon yapılmaktadır.

Tefsir kitaplarında Sebe Suresi 14. Ayetin açıklamalarında; görülemeyen varlıklar (cinler) üzerinden yapılan gaybı bilememe yorumlarının çoğunun ayağı yere basmamaktadır. Görülmeyen varlıkların, ontolojik yapısı açısından (onların ateşten yaratıldığı gibi) hareketle, insanlara göre gaybi sayılamayacak basit bir olguyu, Hz. Süleyman uzlette/uzakta veya mihrapta idi gibi basit ve akla mantığa aykırı indî iddialarla bilemediklerini yani gaybı bilemediklerini ileri sürmek akla muhaldir. Binaenaleyh İslam tefsir ve siyer kitaplarında yer alan Hz. Süleyman’ın değneğe dayalı ölümü hakkındaki tüm rivayetler asılsız, mesnetsiz, hurafe ve gaybe dayanan iddialar olmaktan öteye gidememektedir.

“Gayb: Ayetteki bu sözcüğün başında ‘el’ takısı bulunmaktadır. Bu takı ayetin siyak ve sibakının delaletiyle istiğrak için olmayıp özelleştirme içindir. Yani cinlerin bilmediği gayb genel olarak tüm gayb değil, sadece Süleyman’ın ölmüşlüğüdür. Yani ‘...onun öldüğünü bilselerdi...’ demektir. Zaten genel gaybı kimsenin bilemeyeceği bilinmektedir. Bu nedenle, bu ayet halk kültüründeki cinlerin genel olarak gaybı bilip bilmediği konusunda ele alınmamalıdır. Ayette dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da Süleyman (a)’ın öldüğünün ‘dabbetü’l-arz’ tarafından cümle âleme değil, sadece cinlere [emrinde çalışan yabancı işçilere/kölelere] bildirilmiş olduğudur. Buradan, onların dışında zaten herkesin Süleyman (a)’ın öldüğünü bildiği anlaşılmaktadır.”25

Süleyman’ın ölümünden sonra tahta oğlu Rehoboam geçmiştir. Devlette devamlılık esas olduğuna göre yönetim devam etmektedir. Ancak yönetim uygulamalarındaki gelişen farklı tatbikatlar bir süre sonra yönetim sistemini zayıflatmaya, adaletsizliklere, hâkimiyetin kaybolmasına ve toplumsal çatışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Hz. Süleyman’ın iktidarının asla yıkılamayacağına inanan/inandırılan toplumdaki yabancılar (cinler) sonunda Süleyman’ın hâkimiyetinin devam etmediğini gördüler. İşte onların bilemedikleri/göremedikleri gayb bu olgudur. Şayet böyle olacağını bilebilselerdi Süleyman’ın ölümünden sonra onun oğlunun döneminde azap içinde bir müddet daha çalışmaya devam etmezler ve önceden isyan ederlerdi.26

Oğul Rehoboam’ın yönetim zafiyetini ya da cinler üzerindeki hâkimiyetsizlik yorumlarımızı şu Kur’an ayeti ile delillendirebiliriz. Hz. Süleyman zamanında cinlerin (yabancı insanlar) çalışmaları şöyle sağlanıyordu: “Dalgıç ve yapı ustası şeytanları da. Ve daha diğerlerini de zincirlerde bağlı olarak (onun emrine verdik.) ‘İşte bu bizim bağışımızdır. İster ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır’ dedik.”27 “Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık.”28 Yani cinlerin çalıştırılmasında bir icbar vardır. Binaenaleyh Hz. Süleyman’ın oğlunun döneminde devlet yönetimindeki zafiyet, onların bu çalışmalarını temin edecek onları icbar edebilecek nitelikten uzaklaşmıştı ki, bunu fark eden cinler (yabancılar) isyan ederek boyunduruktan kurtuldular. Çünkü Süleyman kıssasına dair Kur’an ve Tevrat anlatımları incelendiğinde Hz. Süleyman’ın Arz-ı Mev’ud (vaat edilmiş topraklar) üzerinde tesis ettiği istihdam sistemi, zorunlu çalışma esaslı; işçilik, kölelik ya da kalifiye elemanlara dayalı istihdam şekli olduğu görülmektedir.

…ma lebisu fil azabil muhîn” ifadesindeki cinlerin azap içerisinde çalışmaya devam etmeleri tamamen bu minvalde anlaşılmalıdır. Yani Hz. Süleyman’ın, üzerlerinden hiç kaybolmayacak sandıkları hâkimiyetinin oğlunun krallığı döneminde ortadan kalktığını gördüklerinde; istemeyerek, cebri/zorla azap içerisindeki çalışma ve itaatlerine son vermişlerdir.

Dolayısıyla Hz. Süleyman’ın ölümü ile ilgili Kur’an ayeti inmezden evvel, sanki o toplumda Süleyman’ın ölümü ile ilgili hiçbir malumat olmadığı gibi bir tavır içerisinde; tarihselliğinden kopararak, indî nitelikli gaybi yaklaşımlar ile kıssayı mufassallaştırmaya çalışan âlimler, kıssayı İsrailiyatla doldurarak, anlaşılmasını adeta çıkmaza sokmuşlar ve onu efsanelere boğmuşlardır.

Şu soruları daima kendimize sormamız lazımdır: Sebe Suresi 14. Ayetindeki Süleyman’ın ölümü kıssası, kim/kimler için ve hangi soruna cevap olarak inmiştir? Bu kıssa inerken Arap toplumu arka planında nasıl bir malumat bulunmaktaydı? Bütün bu bileşenlere sahih cevapları topladığımızda, kıssanın hedefi daha iyi anlaşılabilir.

Süleyman’ın Ölümü Kıssasıyla İlgili Alternatif Bir Yorum

Sebe Suresi 14. Ayetinin tefsirlerdeki açıklamalarına baktığımızda kıssanın adeta efsane yumağına çevrildiğini görmekteyiz. Olayların sebep-sonuç ilişkileri kurulamamış ya da o kadar basite indirgenmiştir ki, âlimler bunu nasıl ileri sürebilmişler demektesiniz.

Her şeyden evvel ayette anlatılan olayın bir mucize olduğu ileri sürülmüş olsa idi, o zaman mantıklı bir izahı olabileceğini belirtelim. Yani mucize; “olağanüstülük” olarak nitelenirse, kıssadaki anlatılan olayları bu gözle okuyarak; mesela hemen çürüyen bir insan bedeninin mucize olarak bir yıl çürümediği, dolayısıyla Hz. Süleyman’ın asasına dayalı olarak yıkılana kadar kaldığı gibi kabullere ulaşabiliriz. Ancak kıssayı bir mucize olarak ele alıp buna binaen yazıda değindiğimiz gözle bakarak izah getiren bir müfessire rastlamak oldukça zor. Dolayısıyla tamamen gaybi olan bu olayın öğeleri hakkında elinizde somut ve sahih bir delil olmadan ileri sürebileceğiniz makul izahlar olamaz.

Bu aşamada şu önemli tespiti de yapmamız gerekmektedir. Müfessirlerin, Hz. Süleyman’ın ölümünden bahseden bu bir ayetlik mücmel kıssa hakkında, onun Arap arka planındaki yazılı dinî ve tarihî bir unsur olan Tevrat’taki anlatımlarına hiç bakmadıklarını ya da kale almadıklarını belirtelim. Bu tespitimizi şöyle izah edelim: Cenabı Hakk, bir ayetlik, Süleyman’ın ölümü kıssasını vazederken; Kur’an’ın nüzulü esnasındaki bilinenlere hiç atıf yapmamış mıdır? Yapmamıştır, demek büyük bir iddiadır. Çünkü Kur’an’ın bir ayetlik kıssasının geçtiği olayların coğrafyası (Kudüs) bile sadece Tevrat metinlerinde serdedilmiştir. Bu yüzden Kur’an, Süleyman’ın ölüm mevkii olarak açıkça bir coğrafya bildirmemektedir. Dolayısıyla kendinden önce nazil olan Tevrat’ta anlatılan benzeri bir kıssa hakkında tevhidî ve hidayete yönelik formatta yeni bir mesaj veren Cenabı Hakk, aslında Tevrat’ta anlatılan tarihsel temaları aynen tekrar etmeyerek ve de bunun üzerinden Ehl-i Kitap müntesipleri ile yeni bir tartışma konusu ihdas etmeden, Hz Süleyman’ın ölümü ve sonrasına yönelik metaforik bir anlatımı tercih ederek mücmel/kısa bir izahla hitap ettiği o anki Arap toplumunu ana mesaja yöneltmektedir. Nitekim Kur’an’ın, İsrailoğulları ile alakalı kıssalarına baktığımızda İsrailoğullarının yaklaşık üç yüz elli yıllık önemli bir dönemi olan krallar dönemine atıf yapılmadığını görmekteyiz. Oysa Tevrat’ın kitaplarından bir bölümü (1. Krallar, 2. Krallar, 1. Tarihler, 2. Tarihler) bu dönemi kıssa etmektedir.

Kur’an, Hz. Süleyman’ın ölümü ve yerine oğlu Rehoboam’ın kral olması ile başlayan kargaşa ve bölünme dönemine; Süleyman’ın ölümü kıssasındaki anlatımla değinerek oradaki olay üzerinden; Yahudi ve Hıristiyanların aşina oldukları Hz. Süleyman’ın ölümü ile başlayan krallar dönemi başına, yani Süleyman’ın oğlu dönemine atıfla, hem onlara Kur’an ve Hz. Muhammed (s)’in aynı vahyî çizginin devamı oldukları mesajını vermekte ve hem de Arap toplumundaki cin-gayb algısına karşı tevhidî bakış açılı bir mesaj vermektedir.

Kıssanın Tevrat bağlamını görmek istemeyen Mevdudi şöyle bir itiraz yükseltmektedir: “Neden bu apaçık ve hiç şüpheye yer bırakmayan ifadeden, ağaç kurdunun Hz. Süleyman'ın oğlunun ehil olmayışına, değneğin Hz. Süleyman'ın güç ve kudretine, vücudunun yere düşüşünün ise krallığının yıkılışına delalet ettiğini savunan bir yorum çıkarılmaya çalışılıyor? Eğer Allah bunları anlatmak istemiş olsaydı, Arap dilinde kelime kıtlığı diye bir sorun yoktu. Kur'an hiçbir yerde böyle bilmece gibi muammalı ifadeler kullanmamıştır. Bu ayetlerin ilk muhatabı olan Araplar acaba bu muammayı nasıl çözebilirlerdi?”29

Bizce, Mevdudi’nin “muamma çözmek” olarak nitelediği; Araplar açısından zor gibi gösterdiği olgu; Kur’an’daki Süleyman’ın ölümü kıssası ile Arap arka planındaki Tevrat’ın, Süleyman kıssası bağlamını kuramamaktan kaynaklanan önemli bir metodoloji sorunudur.

Ne yazık ki, Hz. Muhammed’in ve ona inen vahyin gelmesi ile birlikte başlayan Yahudi-Arap, etnik-dinî çekişmesi, tefsir olgusunun tedvin edildiği dönemden itibaren Hz. Süleyman’ın ölümü kıssasındaki olayların doğru bağlamda anlaşılmasını engelleyerek, Kur’an kıssalarının İsrailiyat ve indî yorumlara dayanan efsanelerle mufassallaştırılmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Süleyman’ın ölümü kıssası tefsirinde efsaneler yumağı halindeki İsrailiyat ve indî yorum ve rivayetlerin temizlenerek; Tevrat’ın tarihsel bağlamını esas alan bir mufassallaştırma gerekmektedir.

Son dönem müelliflerden Ömer Rıza Doğrul’a ait Tevrat bağlamlı tarihsel nitelikli mufassallaştırma, bize göre ideal bir mufassallaştırmadır. “Ömer Rıza Doğrul’a göre Süleyman’ın dayandığı değnek, onun saltanatıdır. Değneğini kemiren kurt da oğlunun idaresizliği ve zaafıdır. Cinler de Süleyman’ın, buyruğu altına aldığı isyancı kabilelerdi. Süleyman’ın ölümünden sonra onun saltanatına musallat olan oğlu Rehoboam, sefahate ve zevke daldığından onun saltanatını kemirdi, çürüttü. Sonunda İsrailoğullarına hizmet eden, boyun eğen kabileler, artık onlara boyun eğmediler. Rehoboam’ın elinde sadece bir kabile kaldı. On bir kabile onun elinden çıktı, mülkü dağıldı.”30

Ömer Rıza Doğrul’un bu tefsiri bizce kıssanın en sıhhatli ve makul yorumudur.31 Bu yorum; Sebe Suresindeki kıssanın, Arap arka planındaki verilerini yani Tevrat kıssasını da nazarı dikkate alan bu yorumdur. Buna binaen kıssanın, İslam tefsir külliyatında yer alan efsanelerle örülü mantıksız ve tezat tefsirlerinden çok daha fazla dikkate alınması gereken bir yorum, tefsir olduğu kanaatindeyiz.

Hz. Süleyman’ın Ölümü Kıssası Tefsirine Tarihsel Yaklaşım

Bu tarihsel yaklaşıma göre; “Ne zaman ki Süleyman'a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir ağaç kurdu dayandığı asasını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı.” ayetindeki; Süleyman (a)’ın dayandığı değnek, aslında onun kurduğu hâkimiyet sistemine delalet etmektedir.32 Şayet Hz. Süleyman’ın tesis ettiği bu tevhidî ve adil sistem olmasa, ortaya getirdiği eserler ve Arz-ı Mev’ud üzerindeki hâkimiyeti mümkün olamayacaktı. Hz. Süleyman’ın, Cenabı Hakk’ın desteği ile Arz-ı Mev’ud üzerinde kurduğu bu hâkimiyet, onun ölümünden sonra devam ettirilememesi yüzünden ortadan kalkmıştır.

Sebe Suresindeki Süleyman’ın ölümü kıssası içerisindeki bir öğe olan asa/değneğin, tarihsel ya da etimolojik gelişimine bakıldığında; “Kral veya hükümdarın elindeki kudret ve otorite sembolü olarak kabul edilmektedir. Yahudilikte asa, birtakım mucizelerin gerçekleşmesinde araç olduğu gibi aynı zamanda hükümranlık sembolüdür. Nitekim Ahd-i Atik’te Mısır, Babil, Moab, Şam, Aşkelon krallarıyla ilgili olarak asa bu sembolik manasıyla zikredilir.”33

“Rab İsrail halkını acıdan, sıkıntıdan ve yaptığı ağır işlerden kurtardığı gün Babil Kralı'nı alaya alarak, ‘Halkı ezenin nasıl da sonu geldi!’ diyecekler, ‘Zorbalığı nasıl da sona erdi!’ Rab kötülerin değneğini, Egemenlerin asasını kırdı. O asa ki, halklara gazapla vurdukça vurdu, Ulusları öfkeyle, dinmeyen zulümle yönetti.”34

“İşte sen şu kırık kamış değneğe, Mısır'a güveniyorsun. Bu değnek kendisine yaslanan herkesin eline batar, deler. Firavunda kendisine güvenenler için böyledir.”35

Hz. Süleyman’ın tesis ettiği devlet hâkimiyetinin (değnek/asa) onun oğlu döneminde zaafa uğratılması/kırılması; değneğin içindeki kurt tarafından kemirilme metaforu olarak sunulmaktadır. Değnek/asa ile ilgili Tevrat anlatımlarında egemen kâfir güçlerin hâkimiyetleri/değnek savaşlar yoluyla kırılırken; Hz. Süleyman’ın hâkimiyeti/değneği onu içten kemiren bir sebeple kırıldığı bildirilmektedir ki, bu da Süleyman’ın oğlunun döneminin devlet hâkimiyetinin, yapısal zaaf sonucu kaybolmasını ihsas etmektedir.

Dolayısıyla Hz. Süleyman’ın ölümü hakkında Kur’an kıssası ile mücmel nitelikli bilgi veren Allah, bunu Tevrat’ta anlatılan malumata atfen ve de bu şekilde tasdik ederek; Hz. Süleyman’ın hâkimiyetinin, ölümünden sonra oğlunun idaresindeki zafiyet döneminde kalktığını bildirmektedir. Bunun nasıl olduğunu ise yine onun kurduğu adil yönetim sisteminin yani değneğin; bir ağaç kurdu tarafından yenilerek kırılması metaforu örneğinde olduğu gibi oğlu Rehoboam’ın zayıf yöneticiliği ya da ona karşı çıkan Yeroboam adlı önder bir kişinin yaptığı yıkıcı muhalefetle, bozularak sistemin zayıflaması neticesi gerçekleştiğini ihsas etmektedir. Halkı yönetmede kullanılan devlet hâkimiyeti yine bu hâkimiyet içerisinden çıkan bir başka yönetici ve ona muhalif önder kişi aracılığıyla zafiyete uğrayarak; “değnek” ve “dabbetü’l arz” metaforu olarak sunulan yönetim gücü ve uğradığı zafiyet kıssa edilmektedir.

“Dil/edebiyat uzmanları, dünyadaki tüm dillerde sanatsal/müteşabih anlatımlar bulunduğunu dile getirmektedir. O nedenle bir ibarede sözcüklerin hakikat anlamlarının kabul edilmesine bir mania/engel olduğu zaman o sözcüklerin sanatsal anlamları, yani metafor, mecaz, kinaye gibi ikincil anlamları dikkate alınır. Bu ayet de böyle örnektir. Bu sanatsal anlatım doğrultusunda Süleyman Peygamberin asası onun hükümdarlığını (ülkesi) parçalayan dirayetsiz oğlu (halefi) Rehoboam’ı simgeler.”36

Tam burada şu tespiti yapalım: Kur’an’ın zaman ve zemine uygun olarak parça parça inişini baz alırsak; Arap arka planındaki bilinen olgular üzerine nazil olan Kur’an’ın, Süleyman’ın ölümü kıssasının anlattığı olaylar, Yahudi ve Hıristiyanların oluşturduğu, Tevrat’ı nazar-ı dikkate alan Ehl-i Kitap müntesiplerince nasıl anlaşıldığı önemli değil midir? Yani, Kur’an’ın, Süleyman’ın ölümünü anlatan kıssasını duyan, dinleyen veya okuyan Ehl-i Kitap müntesipleri için bu Kur’an kıssası ayetleri ne anlatmaktadır? Bu ayetler onların, Tevrat’a dayanan bilgilerini akıllarına getirip, bu eksen üzerine düşünmelerine sebep olmuş mudur? Aşağıdaki, Kur’an-Tevrat bağlamı olarak yorumladığımız olgular, onların fikir dünyasına hitap etmekte değil midir? Bu ayetler, Hz. Süleyman kıssasının, Süleyman’ın ölümü ve sonrası üzerinden tevhidî ve hidayete yönelik kıyamete kadar sürecek mesajlar ulaştırmakta değil midir? Mesela, toplumu yönetmede kullanılan siyasal sistem, içeriden etkilerle rahatlıkla bozulabilir, bunun neticesi siyasal, sosyal ve ekonomik çöküntüdür.

Hz. Süleyman’ın kurduğu adil yönetimin, onu devam ettiremeyen oğlu sebebiyle ortadan kalkması ile ülkede baş gösteren kaos ortamı, hem İsrailoğullarının ayaklanmasına hem de Hz. Süleyman’ın idaresi altına aldığı köleler, yabancı işçiler, dışarıdan getirilen anlaşmalı insan topluluklarının da isyan etmeleri ile sonuçlanarak; ülkenin, Yahuda ve İsrail olarak iki ayrı devlete bölünmesine; ülkede küfür sisteminin yerleşmesine sebep olmuştur. Tevrat metninde bu olgu detaylarıyla kıssa edilmektedir.37

Kısaca özetlediğimiz, Tevrat’taki Süleyman kıssasının, Süleyman (a)’ın ölümü ve sonrası kıssasında anlaşılacağı gibi; muhteşem bir devlet sistemi kuran; ekonomik, sosyal ve askerî başarılar elde eden Hz. Süleyman’ın ölümü sonrası, kötü yönetim sonucunda İsrailoğulları devleti ikiye ayrılmış ve yönetim sisteminde tevhid yerine şirk hâkim olmuştur.

Hz. Süleyman’ın idareciliğinde ekonomik ve sosyal kalkınmanın baş dinamiği olan İsrailoğulları harici yabancı insan (cinler) toplulukları; köleler, anlaşmalı işçiler, dışardan gelen-getirilen yabancı insanlar; yönetimde ortaya çıkan kargaşadan istifade ederek İsrailoğullarının egemenliğini reddetmişlerdir. “Demek oluyor ki, Süleyman (a)’ın öldüğünü öğrenen cinler buna sevinmişler, bayram edip bu ölümü kutlamışlardır. Eğer Süleyman (a)’ın öldüğünü daha evvel öğrenmiş olsalardı, çalışmalarını bırakıp isyan ederler, böylece kendilerini kölelikten, angaryacılıktan kurtarırlardı. Nitekim öğrendiklerinde de öyle olmuştur.”38

Süleyman’ın ölümü kıssasının siyak-sibak bağlamına baktığınızda; Hz. Süleyman’ın oluşturduğu devlet sistemi içerisinde onun için üretim yapan istihdam unsurları ve eserleri anlatılmaktadır. Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!”39

Hz. Süleyman’ın kurduğu siyasal, sosyal ve iktisadi devlet sistemindeki bu istihdam unsurları Hz. Süleyman sonrası onun oğlu dönemindeki yönetim zafiyetini bilemedikleri için (gaybı bilemedikleri için) onun ölümünden sonra da üzerlerindeki hâkimiyetin ortadan kalktığını hissedinceye kadar “azap içinde” çalışmaya devam etmişlerdir.

Tevrat, İsrailoğulları tarihindeki, Rehoboam yönetimine isyanı şöyle bildirmektedir: “…İsrailliler Kral Rehavam'ın gönderdiği angaryacıbaşı Adoram'ı40 taşa tutup öldürdüler…” Birbirlerine düşen İsrailoğullarının oluşturduğu kaos ortamı, yönetim zafiyeti olarak; Hz. Süleyman’ın tesis ettiği yabancı topluluklara dayalı istihdam ve ekonomik düzeni altüst edince bunu gören yabancı topluluklar isyan etmişler ve Kur’an’ın; “Zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı.” ifadesine uygun olarak kendilerini kurtarmışlardır.

Yabancı insan topluluklarının başındaki idareci olan ve Kral Rehoboam tarafından görevlendirilen angaryacıbaşı Adoram’ın isyan sonucu öldürülüşü Kur’an’da yer alan “Zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı.” ifadesinin açılımıdır kanaatindeyiz. Hz. Süleyman’ın kurduğu adil yönetim sisteminin/hâkimiyetin (minsee/değnek), onun ölümünden sonra yerine kral olan oğlu tarafından korunamaması (dabbetü’l ardı te'kulu / ağaç kurdunun değneği yemesi) yüzünden yönetim sistemi çökmüş (harra/yıkılmış), bunu anlayan (fil azabil muhîn / zilletli azap içindeki) yabancı insan toplulukları ve Hz. Süleyman karşıtları isyan ederek ülkenin bölünmesine yol açmışlardır.

Sonuç

Hz. Süleyman’ın ölümü kıssasının Kur’an perspektifinde sahih algısı için onun İslam tefsir külliyatında yer alan efsanevi nitelikli yorumlardan soyutlanması gerekmektedir. Kıssanın, Kur’an’ın nüzul ortamı Arap arka planındaki tarihsel nitelikli Tevrat bağlamıyla yorumlanması doğru bir mufassallaştırma olacaktır.

Kıssadaki öğeler (minseetehu, dabbetü’l arz, cinler ve harra) bu minvalde yorumlandığında; Davud ve Süleyman kıssalarındaki iyi bir yönetici ve yönetimin siyasi, sosyal ve ekonomik esasları ortaya çıkarılmış olacaktır. Hz. Süleyman’ı rüzgârlar üstünde gezen, cinleri (görünmez varlıkları) istihdam ve savaşlarda kullanan ütopik bir kişilik olarak değil; Allah'ın verdiği nimetleri onun kanunlarına göre değerlendirerek ve Cenabı Hakk’ın artı destekleri ile toplumunda tevhidi yaşamı egemen kılan, toplumun refahını artıran, onu dış tehditlere karşı koruyan bir resul ve hükümdar olarak algılamak gerekmektedir. Dolayısıyla kıssanın günümüze mesajı şöyle algılanmalıdır: “Hz. Süleyman'ın gemiler inşa edip, rüzgârlardan faydalanarak ticarette ilerlemesi, zırh ve Arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya sahip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sayesinde kurduğu medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silah üstünlüğü sayesinde gelecek tehlikelere karşı hem hazırlıklı olmak hem de diğer kavimlere üstünlüğünü bu yolla kabul ettirmek mümkün olabilir. İyi değerlendirilen yeraltı ve yerüstü servetleri ve iyi yapılan ticaret sayesinde ekonomik olarak hem kavmini refaha ulaştırmak ve hem de diğer kavimlere egemenlik sağlamak mümkün olabilir. İslam bunu yaparken insanlara adalet ve refah götürür. Fakat günümüzde ise aynı imkânlara sahip müşrik, emperyalist Batı ülkeleri kendi refah ve zenginliklerini, diğer milletlerin sömürülmesine, aç kalmasına, yokluk ve sefalet içinde kalmasına dayandırmaktalar.”41

Kur’an-ı Kerim’de Süleyman kıssasının genelinde, Cenabı Hakk’ın desteği ile muhteşem bir yönetim sistemi oluşturan Hz. Süleyman’ın, bu sisteminin maddi dayanakları (siyasi, sosyal, iktisadi) anlatılır. Onun ölümü kıssasında ise bu unsurlar yerine getirilmediğinde kurulan muhteşem sistemin bile çökeceği anlatılmaktadır. Böylece yönetimin siyasi, iktisadi ve sosyal temellerinin, yönetici (kral/hükümdar) değişikliklerindeki önemine dikkat çekilmektedir. Binaenaleyh kıssa bu minvalde (sosyal, siyasi, iktisadi) yorumlandığında iyi bir yönetim ve ehil yönetici gibi Hz. Süleyman ve onun ölümü üzerinden verilen mesajlar daha iyi idrak edilebilecektir. Bu hususta gündelik siyasi bir makalede yer alan güzel bir yorumu sunalım: “Cenab-ı Allah (c), onun dine hizmet aşkıyla kendisinden sonra hiçbir hükümdara nasip olmayacak kudrette hükümdarlık niyazını (Sâd Suresi, 38/35) kabul buyurmuştu. Hükmü kuşlara, rüzgâra, cinlere de geçen bu emsalsiz otoritesine rağmen ömrünün sonuna doğru asasını bir ‘dâbbetü'l-arz’, yani yerde üreyen bir kurt veya kurtlar kemirmeye başladı ve bir gün üzerine dayanmakta iken asası kırılınca vefat ettiği anlaşıldı (Sebe Suresi, 34/14) Bu hadiseden söz eden ayetin çok önemli bir iş'ârî manası vardır ki, bir asanın içine, bir ağacın gövdesine girip onu kemiren kurtlar gibi, Hz. Süleyman'ın idaresini içten içe kemiren kurtlar, yani, bugünkü tabiriyle, mafya tipi, çeteler türü ve daha başka türden gizli teşkilatlar vardı. Cinler, Hz. Süleyman'ın asasının içten kemirildiğini fark edememişlerdi. İnsan, cinlerden çok daha kabiliyetli bir varlık olarak, onların bile fark edemeyeceği, bilemeyeceği faaliyetler ortaya koyabilir. Nihayet, bu yeraltı teşkilatlarının Hz. Süleyman'ın idaresini içten içe kemirmesinin neticesinde onun vefatıyla birlikte ülkesi, İsrail ve Yahuda krallıkları halinde ikiye bölündü. Evet, Hz. Süleyman idaresi kudretinde de olsa, bir ülkenin en zayıf yanı, onu içten kemiren gizli oluşumlardır ve tarihte bu oluşumlar, son derece etkili olmuş, Osmanlı Cihan Devleti de büyük ölçüde özellikle kendisini içten kemiren bu oluşumların faaliyetleri neticesinde yıkılmıştır.”42

Kıyamete kadar hükmü baki son ve önemli bir mesaj olarak şunun altını çizmek gerekmektedir: “Hz. Süleyman gibi güçlü bir iktidara sahip bile olsan öleceksin, seni yere değneğini yiyen bir kurt düşürecektir. O iktidar, o haşmet ve o debdebe de gelip geçecektir. Hz. Süleyman’ın değneğini iktidara benzetirsek, bir kurt bile onu kemirip çökertebilecektir. Kırık zannedilip üzerine gidilmeyen siyasi ve sosyal olaylar, yer, kemirir ve sonra da koca iktidar yıkılır. İktidarın esen rüzgârı durur, pınar gibi akan ekonomisi kurur ve tükenmez gibi görünen haşmet bir balon gibi sönüverir.”43

Süleyman’ın ölümü kıssası bu açıdan, nazil olduğu toplumun genel-geçer inancı olan görülemeyen varlıklar üzerinden gaybın bilinebilirliği inancını ve bunların beşerî yansıması kurumlar olan kâhinlik ve şairlik gibi müesseselerin ana eksenini reddetmiştir. Kim ki, gerek bilinmeyen/görülemeyen varlıklar (şeytan-cin) olma ayrıcalığıyla gerekse bu varlıklarla sözde ilişkiler neticesi gaybı bilebildiğini iddia ederse şu Kur’an ayetleri, onları yalanlar ve onların asılsız iddialarını reddeder: “Gaybın anahtarları O'nun yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olanı da bilir. O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. Toprağın karanlıklarındaki bir dâne, yaş ve kuru her şey apaçık bir Kitap'ın içindedir.”44 “De ki: Gayb, Allah'ın tekelindedir...”45 “Göklerde ve yerde, Allah'tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler.”46 “Gaybı bilendir O. Gaybı konusunda hiç kimseyi yardımcı yapmıyor.”47 O halde geçmişte Hz. Süleyman zamanı insanlarının (cinler) iddialarında olduğu gibi, Kur’an’ın nüzul dönemi ve kıyamete kadarki süreçte böyle iddialarda bulunanlar yalancıdırlar ve inkârcı saftadırlar.

 

Dipnotlar:

1-İbnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, C. I, s. 233.

2-İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, C. XIV, s. 238-244.

3-“İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin.” (Hud, 11/49)

4-“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Lokman, 31/34)

5-Enbiya, 21/78-79.

6-“O zaman Süleyman şöyle dedi: Ya Rab, karanlık bulutlarda otururum demiştin. Senin için sonsuza dek yaşayacağın görkemli bir tapınak/mabet yaptım.” (Tevrat; II. Tarihler, 6/1-2)

7-“Cinler insanlarca bilinmeyen, görülüp hissedilmeyen yaratıklar olunca bu tabir; melekler hakkında, aynı zamanda meleklerden biri olan İblis hakkında kullanıldığı gibi İblis’in askerleri olan şeytanlarla, bilinip tanınmayan insanları da içine alır.” (Muhammed el-Behiy, Kur’ani Kavramlar, s. 134) “Hz. Süleyman’ın emrindeki cinler de insanlar anlamındadır. Yani Süleyman (a) kıssasında geçen cin tabirleri terimsel ve kavramsal anlamda değildir. Esir, köle, niteliksiz, kimliksiz, vasıfsız insan anlamındadır.” (Yolumuzu Aydınlatan Kur’ani Kavramlar, s. 147, Ekin Yayınları, İstanbul, 2010)

8-Bkz: Tevrat; 1. Krallar, 5/13-16.

9-Tevrat; 1. Krallar, 9/23.

10-Hakkı Yılmaz, Tebyînü’l Kur’an, Sebe Suresi tefsiri, http://www.istekuran.net/s_sebe.html

11-Hakkı Yılmaz, A.g.e., C. VI, s. 88.

12-Tevrat; 1.Krallar, 5/13-15; 2. Tarihler, 2/18. Ayrıca bkz: 1. Krallar, 9/21, 27

13-Tevrat; 2. Tarihler, 2/17.

14-“Süleyman'ın yaptırmış olduğu altın kalkanlar dâhil Rab'bin Tapınağı'nın ve sarayın bütün hazinelerini boşaltıp götürdü.” (Tevrat; 1. Krallar, 14/26)

15-“Rab, babam Davut'a, 'Tahtına oturtacağım oğlun benim adıma bir tapınak yapacak diye söz verdi. Ben de Tanrım Rab'bin adına bir tapınak yapmaya karar verdim.” (Tevrat; I. Krallar, 5/5) "Tanrı gerçekten yeryüzünde yaşar mı? Sen göklere, göklerin göklerine bile sığmazsın. Benim yaptığım bu tapınak ne ki!” (Tevrat; I. Krallar, 8/27)

16-“…Kral bu kalkanları Lübnan Ormanı adındaki saraya koydu.” (Tevrat; II. Tarihler, 2/16. Ayrıca bkz: I. Krallar, 10/21)

17-“Ona denildi: ‘Köşke gir!’ Melike onu görünce su sandı…” (Neml, 27/44)

18-Neml, 27/38.

19-“Süleyman'ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı.” (Tevrat; I. Krallar, 11/3)

20-Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, C. XI, s. 449.

21-Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 222.

22-Afif Abdülfettah Tabbâra, Kur’an’da Peygamberler ve Peygamberimiz, s. 372.

23-Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, C. XVIII, s. 331.

24-Afif Abdülfettah Tabbâra, A.g.e., s.371.

25-Hakkı Yılmaz, A.g.e., Sebe Suresi tefsiri.

26-Bu yorumlarımızın tamamen Tevrat’ta anlatılan tarihsel sosyalite üzerinden ortaya koyduğumuz iddialar olduğuna dikkat edilerek, geleneksel düşüncenin yaptığı gibi bizim de gayb üzerinde taşlama yaptığımız sanılmamalıdır. Tevrat bilgileri üzerine nazil olan Kur’an’ın mücmel kıssasının onun (Tevrat) verileri ile mufassallaştırılması sahih bir metodolojidir. Bu hususta Kur’an kıssalarının tarihselliği kitabımızda yer alan; “Süleyman Kıssası Üretim ve İstihdam Anlatımlarının Tarihselliği Üzerine” başlıklı “Cinler ve İstihdam” konusunu detaylı olarak inceleyen yazımız okunabilir.

27-Sad, 38/37-39.

28-Sebe, 34/12.

29-Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an.

30-Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, C. II, s. 676. Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, C. VII, s. 244.

31-“O halde baston, kurulu saltanata, kırılması ise o saltanatın yıkılmasına; ağaç kurdu, Süleyman Peygamberin yerine geçen oğlunun beceriksizliğine işarettir ki bu, sözü edilen konuda çok nefis bir benzetmedir. Nitekim İsrailoğullarının Davud (a) ile Süleyman (a) döneminde başlayan altın çağı, Süleyman Peygamberin (a) vefatıyla gerileme devrine girmiş ve çok sürmeden baş aşağı gelmiştir.” (Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, C. X, s. 4934).

32-Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, 412 numaralı dipnot, s. 558.

33-T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C. III, s. 450.

34-Tevrat; Yeşeya, 14/3-6.

35-Tevrat; 2. Krallar, 18/21. Ayrıca bkz: Amos, 1/5, 8; Zekerya, 10/11; Yeremya, 14/5-6, 16-17.

36-Hakkı Yılmaz, A.g.e., C. VI, s. 89.

37-Bkz: Tevrat; 1. Krallar, 11/42, 12/33.

38-Hakkı Yılmaz, A.g.e., Sebe Suresi tefsiri.

39-Sebe, 34/12-13.

40-Angaryacıbaşı olan Adoram’ın adı 2. Tarihler kitabında Hadoram olarak geçmektedir. Bknz: “İsrailliler Kral Rehavam'ın gönderdiği angaryacıbaşı Hadoram'ı taşa tutup öldürdüler. Bunun üzerine Kral Rehavam savaş arabasına atlayıp Yeruşalim'e kaçtı.” (Tevrat/2.Tarihler,10/18).

41-Cengiz Duman, “Süleyman Peygamberi Anlamak-2”, Haksöz Dergisi, Sayı: 29, s. 34,  1993.

42-Ali Ünal, “Dâbbetü'l-Arz ve Örümcek Yuvası”, Zaman Gazetesi, 12.12.2011

43-Bayraktar Bayraklı, Yeni Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, C. XV, s. 395.

44-Enam, 6/59.

45-Yunus, 10/20.

46-Neml, 27/65.

47-Cin, 72/26.